ME
NU

OMELIE / Omelie TR

26 lug 2015
26/07/2015 – OLAĞAN DEVRE 17. PAZAR GÜNÜ - B

26/07/2015 – OLAĞAN DEVRE 17. PAZAR GÜNÜ - B

1.Okuma *2Krallar 4,42-44 Mezmur 145* 2.Okuma Ef 4,1-6* İncil Yh 6,1-15

“Halkı yere oturtun!”: Bu, İsa’nın buyruğudur ve “Burada beş arpa ekmeğiyle iki balığı olan bir çocuk var” diyerek durumu anlatan Andreas’ın cevabıdır. Andreas, peygamber Elişa’nın olaylarını ve eylemlerini tamamen unuttuğu gibi, İsa’nın Tanrı’nın başka bir peygamberiyle kıyaslanamaz olduğunu da unutmuştu. Peygamberin hizmetçisi de, yüz kişinin önüne yirmi arpa ekmeğini sunma buyruğuna karşı çekiniyordu: Görünen o ki rezil olmaktan korkmuştu. Peygamber Elişa’nın hizmetçisi, itaat etmek yerine akıl yürütmeyi seçmişti. Akıl yürütmek, insanın kabiliyetlerinin hesabını tutmak demek iken, itaat etmek Tanrı’nın sevgisinin gücüne dayanmaktır. Andreas da akıl yürütmektedir, fakat akıl yürütmesi bir işe yaramaz. İsa, Andreas’tan ve bütün öğrencilerinden bir itaat eylemi istiyor: “Halkı yere oturtun!” Musa da çölde tüm halka ekmeğini vermişti, fakat halk oturamıyordu; gündelik geçim için gereken ‘manı’ biriktirmek durumunda idiler. İsa, Musa’dan daha büyüktür: İsa, aç insanları, sanki onlar artık yürüyüşlerinin sonuna gelmişler gibi oturtuyor. Gerçekten de İsa ile birlikte olmak, hedefimize ulaşmış olmak demektir. Bütün hayallerinin ve arzularının, insanın her açlığının ve susuzluğunun tatmini, İsa’dır! Bu, İsa’nın gerçekleştirmek üzere olduğu olağanüstü olay aracılığıyla vermek istediği mesajdır ve bu, İsa’nın bütün öğretilerinde verilen mesajdır. İsa’nın ekmeği, gerçekten yukarıdan gelen karşılıksız armağandır!
İnsanların oturdukları yerde çok ot vardı: İncil yazarının hatırladığı bu ayrıntı önemlidir. Halk Musa ile çölde bulunmakta idi. İsa’nın bulunduğu yer ise çöl değil; vaat edilen ülke, “süt ve bal akan ülke”dir: Burada bolluk ve bereket içinde bir hayat var! Çünkü burada İsa ile birlikteyiz. Peki herkesle ilgilenen, herkese hayat sözlerini ve bolca ekmeği veren bu insan kimdir? Bunu herkes kendi kendine sormaktadır ve herkes O’nun hayat sözlerini vermek için Tanrı tarafından yollanan bir kişi ve gerçek bir peygamber olduğunu anlayabilir. Fakat maalesef bazen insanlar olaylardan doğru sonuç çıkarmayı bilemezler. O anda oradaki insanlar da, İsa’ya ait olan otoriteyi tanımak ve O’ndan Tanrı’nın isteğini sormak yerine, O’ndan kendi isteklerini yerine getirmesini isteyeceklerdi: “İsa onların gelip kendisini kral yapmak üzere zorla götüreceklerini bildiğinden, tek başına yine dağa çekildi”.
İsa’nın ve O’nu izleyenlerin yolu, emretme yolu değil, hizmet etme yoludur; alçakgönüllülüğün ve itaatin yoludur. İsa, kendisinin iyilik ettiği insanlardan kaçmak zorunda kalmıştır. O, onların arasında iken merhameti bol bir çoban gibidir. Onlar ise O’nu sert bir kral olarak görmek istemişlerdir. Hayır, İsa bunu kabul etmiyor, onların bu isteğine olumlu yanıt vermiyor! O’nun ellerinde görmek istedikleri araçlar, sevginin ve barışın araçları değil, zorlama ve baskının araçlarıdır. Zira bu şekilde İsa’nın insanların arasında var olmasının anlamı değişir, kargaşaya düşürür ve tamamen yanlış bir yöne sevk ederdi. Kendisi artık Baba Tanrı’nın değil, sert bir tanrının, var olmayan bir tanrının yüzünü göstermiş olurdu. Bu durumda özgürlük armağanı, -ki o armağan insana, kendisini sorumlu ve büyük, Tanrı’ya benzer kılınmak için teslim edilmişti- boşuna gidecekti. İnsanlar şöyle düşünebilirdi: İsa’nın buyurduğu şeyler kesinlikle iyidir! Fakat eğer iyi eylemler özgür bir biçimde değil de zorlama ile yapılırsa, baskı altında kalınmış olur. İsa, kendisini kaçmak zorunda hissetmiş ve dağa kaçmıştır. Daha önce Musa da, Tanrı’nın sesini dinlemek için dağa çıkmıştı. Kaçan İlyas da, kraliçenin ölümünü istediği zaman, dağa sığınmıştı: Burada o, Tanrı ile karşılaşmıştır ve Tanrı onu, imanlarını canlandırmak için insanların arasına göndermiştir. Dağın üzerinde İsa tek başına kalmış, hiç kimse ona ulaşamamıştır: İsa’yı kral olarak görmek isteyen insanlar, dağa çıkmak için rahatlarından taviz vermek ve yorgunluğa katlanmak istememişlerdir. Ve İsa, dağın ıssızlığından yeniden öğrencilerine, onlara yeni öğretiler vermek, daha da açık bir şekilde Baba Tanrı’yı göstermek için dönecektir.
Her Hıristiyan İsa’dan bu örneği alacaktır. Aziz Pavlus’un teşvik ettiği gibi, Kilise’nin tümü, Rab’bin dilediğini, yani kendisine “yapılmış olan çağrı”yı ve de görevini hatırlamalıdır: Kimse bu dünyada yapılması gereken yeni şeyler icat etmemelidir, aksine hepimiz bize söylenilene ve teslim edilene itaat etmeliyiz. Bir Hıristiyanın yüzünde ve eylemlerinde, “alçakgönüllülük, yumuşak huyluluk ve sabır”’dan; diğerlerinin zayıflıklarına katlanmaktan gelen sevinçten başka bir şey görünmemelidir. En büyük gayretimiz, birlik içerisinde kalmak için gösterdiğimiz gayret olacaktır. Bu diğerlerinin kusurlarına ve günahlarına katlanmak pahasına da olsa. Bu şekilde “tek bir Rab”bin ve bunun İsa olduğunu, bizleri canlandıran “tek bir iman”’ın olduğunu, “tek bir vaftiz” ile bağlanmış olduğumuzu göstereceğiz. Tanrı’mızın tek olduğunu bildiğimiz ve kendimizi Baba’nın evlatları ve kardeşler olarak tanıdığımız için, Tanrı’ya “Baba” diyebileceğimizi de göstereceğiz. Ayrıca hepimiz İsa’nın ellerinden, bizi yüreklendiren ve bize gittikçe büyüyen bir sevinç veren ekmeği beklemek için oturmuş, bir araya toplanmış bulunmaktayız.