ME
NU

Kutsal Kitap ellerimde

Kutsal Kitap ellerimde

 

“Bilgeliği vermeseydin,

Kutsal Ruh’unu yukarıdan göndermeseydin,

senin tasarılarını kim öğrenebilirdi?”

(Bilgelik Kitabı 9, 17)

KUTSAL KİTAP ELLERİMİN ARASINDA

Yaratılış Kitabı’nın ilk on bir bölümüne kolay bir giriş

İçindekiler

1. Okumak ve anlamak

2. Kutsal Tarih, kimin tarihi?

3. İnsan soruyor, Allah cevap veriyor

4. Altı artı bir gün

5. Allah dinleniyor

6. Her şey iyidir, insan dahil

7. Bir kaburga kemiği

8. Ağaç, meyve, yılan

9. Yoldan çıkmış: ebediyen mi?

10. Allah’sız yaşamak sağlıksızdır!

 

GİRİŞ

Kutsal Kitap’ı okumak istediğini söylediğinde, hem seviniyorum hem de endişeleniyorum.

Allah’ı dinlemek, tarih boyunca O’na hayranlıkla bakmak ve O’nu daha yakından sevmek istemene seviniyorum. Fakat, Allah’ın Sözü’nü okurken O’nun ile buluşamamandan korkuyorum. Yüzeyselliğin, merakın, kıt tecrüben ve zekanla seni aşan şeyleri anlamak istemen ve kibirli olman, “bilgisizliğin” ve dolaysıyla eski söyleme ve anlatma biçimlerini anlayamaman,” tarihe”, “anlatıma”, “söze” çok modern ve bilimsel bir biçimde yaklaşman O’nun ile buluşmanı engelleyebilir!

Bu yüzden, bu sayfaları eline veriyorum, öyle ki bunlar sayesinde, Kutsal Kitap’ın en azından ilk sayfalarının derinliğini anlayabilesin (Yaratılış Kitabının ilk on bir bölümü).

Bu çalışmanın, Kutsal Kitap’ın her bir sayfası karşısında - Eski Ahit olsun, Yeni Ahit olsun -, daha alçakgönüllü olmanı, bu Kutsal Kitap’ı her açtığında dua etmeye koyulmanı sağlayacağını umuyorum:

Ey yaşayan Allah’ın Kutsal Ruh’u!

Söz’ü kulaklarım için anlaşılabilir kıl,

Gözlerimi Söz’e dikkatli kıl!

O, kalbimin derinliklerine işlesin,

öyle ki onu iyileştirip arındırsın,

Baba’nın Bilgeliği ile ve O’nun Şanı için

İsa’nın örneği doğrultusunda

Beni şekillendirip değiştirsin!

Peder Vigilio Covi

1. Okumak ve anlamak

Kutsal Kitap “hakkında” konuşmak, ne dediğini anlamaya çalışmak aslında bir insanın görevi olmamalıdır. Biz onun Allah’ın Söz’ü olduğuna inanıyoruz ve öyle olduğunu da biliyoruz. O bize Kutsal Ruh’unu vermeseydi, onu okuyamaz ve anlayamazdık. Bir insanın sözünü onun ile arkadaş olmak isteyen biri anlar, aynı şekilde, Allah’ın Sözünü de O’na güvenen, O’nu tanımak ve her gün daha fazla sevmek isteyen kişi anlar.

Bir gün Kutsal Kitabı okuyarak iyi bir şey yapacağımı düşündüm. Okumaya başladım, kendime ve başkalarına Kutsal Kitabı okuduğumu söyleyebilmek için okudum, hepsini okudum: ama Allah bana, o defa, hiç bir şey söylemedi. Hiç bir kelimesinin benimle Allah arasında birlik kurduğunu hatırlamıyorum. O’nun Sözünü okumuştum, ama O’nun ile karşılaşmayı arzulamamıştım. Hatta o defasında Kutsal Kitap beni çok şaşırtmıştı. Şiddet ve vahşet içeren konular vardı. “Allah’ın Sözü bu ise...” : az kalsın onu yargılayacaktım. Onu sevgisizce okumuştum, aynen şeytanın da yapabileceği gibi.

Birkaç sene sonra, Kutsal Kitap olmadan Rab ile karşılaştım. Fakat o zamandan beri de Kutsal Kitabı aranması gerektiği gibi aradım... yaptığım karşılaştırma için özür dilerim, ama sanki nişanlıma telefon edermişim gibi onu aramaya başladım. Kutsal Kitabı, Allah’ın bana söylemek istediği söz olarak okudum. Bana gerçekten de yaşamımın değişebilmesi için sözler söylüyordu. Kitabı her açışımda Allah ile karşılaşıyordum, hatta Allah’ın Sözü olan İsa ile karşılaşıyordum. Aynı zamanda bu kitabı her açışımda Mesih İsa’nın cemaatı ile karşılaşacağımı da biliyorum. İsa, havarilerden ve öğrencilerden oluşan bu cemaate doğrudan konuşmuştu ve bu cemaat, O’nun Sözü sayesinde de doğmuştu.

Bunun için Kutsal Kitabın Sözü bana yeterli gelmemektedir. Yetmesini de istemiyorum. Yüzyıllar boyunca birçok kişi, rahip ve episkoposlar da, Sözün yetmesini istediler ve kendilerine göre yorumlayarak ona sahiplendiler ve Kutsal Kitabın hiç söylemek istemediklerini söylüyor gibi gösterdiler (Allah’ı yalancı yaptılar!). Bu sebepten, Kutsal Kitabı şeytanlar gibi okumamam için, onu tek başıma okumak istemiyorum. Onun yazılmasını sağlayan cemaat ile birlikte okumak istiyorum.

Kısacası Aziz Petrus’un ikinci mektubunda dediklerine itaat etmek istiyorum (bu da Kutsal Kitap sözüdür!): “Kutsal Yazılarda bulunan hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir!”. Kutsal Kitaptan anladıkların, Kilise yaşamı ile uyuşuyorsa o zaman Allah’ın Sözüdür: bu sebepten Kutsal Kitap’ı okumak istiyorsam – gerçekten onu anlamak ve Allah ile gerçekten karşılaşmak istiyorsam – aynı zamanda Allah’ın Kilisesine de sadakatimi sorumlulukla yaşamalıyım, Gizemlere katılmalıyım, Ayine katılmalıyım, sevap işlemeliyim ve dua görevimi unutmamalıyım!

Nitekim Allah’ın Sözü, Kiliseye arınması için ve söz aracılığıyla ona verilen Ruh’un gücüyle, İsa üzerine her an daha sağlam olarak inşa edilebilmesi için verilmiştir. Bu şekilde Kutsal Kitabın Ruhta sevinç, güç, teselli, yenilenme arzusu, yürek hikmeti olduğunu anladım.

Artık anlaşılması en güç olan sayfalar bile beni korkutmuyor. Onların Kilisenin yaşamının bir bölümü olduklarını biliyorum: onları ben anlamıyorsam, Azizler anlamaktadırlar: Allah istiyorsa ben de onları anlayacağım ve bu benimle o sayfalarda karşılaşmak istediği an olacaktır. Gerçekten de öyle: Kutsal Kitabı okumak Allah ile karşılaşmak ve O’na hayran kalmaktır. Yaratılış karşısında ağzım açık kalır... yıldızlı bir gökyüzü karşısındaki cahilliğim ve tüm insanların cahilliği karşısında şaşırırım, niçin Allah’ın halkı ile nasıl davrandığını bana anlatan sayfalar karşısında şaşırmayayım? Sadık bir Allah’ın sadakatsiz halkına karşı sevgisini görünce nasıl şaşırmayayım?

2. Kutsal tarih, kimin tarihi?

 

Şimdi Kutsal Kitabı daha rahat bir şekilde okuyorum: anlayıp anlamamak benim için önemli değil, benim için önemli olan, sadakatsizliklerime rağmen beni seven o Allah’ı sevebilmek. Kutsal Kitap’ta kendi tarihimi ve halkımın tarihini buluyorum: çünkü her insanın ve her halkın tarihi, gerçek tarih, Allah ile birlik içerisinde veya O’na karşı olsun, O’nun varlığında gerçekleşen tarihtir.

Kutsal Kitap’ta günlerim için, günlerimiz için mesajlar bulurum, farklı şekillerde verilmiş mesajlar: kimi zaman zekaya, kimi zaman hayal gücüne, kimi zaman kalbe, bazen duygularımıza, bazen de hafızamıza hitap ederler: bazen de mesaj kişisel veya toplumsal vicdana seslenir. Bu mesajlar bütün yeteneklerimizi dürterler: gerçekten de Kutsal Kitap, tek bir kişi tarafından, tek bir dönemde yazılmış bir kitap değildir: hikayeler, şiirler, masallar ve vahiyler, öğretiler ve anlatımlar, sevgi ve sevinç ilahileri ve ağıtlar içerir! Dualar ve kehanetler, tarihi anlatımlar olarak sunulan öğretiler, topluluklara veya şahıslara yazılmış mektuplar vardır! Ve bütün bunların oluşması, aşağı yukarı, bin yıllık bir dönemi kapsar! Bu yüzden bütün bu yazıların her biri, kendi farklılığı içinde okunmalı, her birinin, büyük kültürel farklılıklar içinde meydana geldiği göz önünde bulundurulmalıdır.

 

Fakat bu yazıları birleştiren, her birinin, yaşayan Allah’ın toplumuna, yaşayan ailesine olan sözleri olmalarıdır. Onlarda sadece O’nun ile buluşmayı arayacağız!

Kutsal Kitap ile buluşmamızın amacı bu olacaktır, çünkü Allah’ın kendisinin de öngördüğü amaç budur:

Rab göklerden bakar oldu insanlara,

Akıllı biri,

Tanrı'ya yönelen biri var mı diye! (Mezmur 14, 2 ve 53, 3).

Kutsal Kitap, Allah’ın halkı ile buluşmak için yapmış olduğu denemelerin anlatımıdır. O, halkını kurtarmak istemiş ve diğer tüm insanlar için kurtuluş işareti ve aracı kılmak istemiştir: bu yüzden biz, Kutsal Kitap (“kitaplar”, İsrail’in “kitaplığı” anlamına gelir) için, “Kutsal Tarih” veya “Kurtuluş Tarihi” terimlerini de kullanırız.

 

Halk, her zaman Allah’ın beklentilerine cevap vermiyordu, hatta, bazen de onları reddediyordu: bu yüzden Kutsal Kitap’ta hayal kırıklığına uğratan ve kendimize örnek olarak almayacağımız sahneler de anlatılır! Ve Allah, kendi halkını terk etmemek için onların inatçılığına ayak uydurmak zorunda kaldı ve bir dönem için isteğine göre olmayanı da uygun gördü. Mesela İsa’nın evlilik hakkında söylediklerini hatırlayalım: “Musa, karılarınızı boşamanıza, yüreklerinizin katılığından ötürü izin verdi, fakat başlangıçta bu böyle değildi!” (Mat 19,8).

Bazıları kötü de olsalar, yaşadıkları tecrübeler sayesinde bu halk, Allah’ını daha iyi tanımıştır, aynen bir evladın ebeveynlerinin gerçek büyüklüğünü ve iyiliğini, kendisini terbiye edip, düzelttikleri ve bağışladıkları zaman anladığı gibi.

Öyleyse, Eski Ahit’i, Yeni Ahit’ten farklı şekilde okuyacağız: Eski Ahit’te her şeyden evvel, Allah’ın sabrını ve merhametini görürüz, bu Allah, insanlar tarafından kabul edilmek, kendini tamamen göstermek, ve kendini tam bir şekilde sunabilmek için uygun zamanı beklemektedir. Yeni Ahit’te ise (Havariler ve İncil yazarları tarafından Mesih’in ölümünden sonra yazılmış olan), İsa’nın şahsında Peder Allah çehresi gösterilmektedir, İsa’nın ölümü ve dirilişi sayesinde gerçekleşen Kurtuluş gizemi ve yeni halkı olan Kilise ile birlikte atmış olduğu ilk adımlar anlatılmaktadır.

Öyleyse Yeni Ahit’te (İncil ve Mektuplar), Eski Ahit’in vermiş olduğu sözlerin gerçekleşmesini buluyoruz.

İnsan sözleri ve kültürü ile yazılmış olan, Allah’ın Sözü’nü dua ederek, alçakgönüllülük ile, yürek saflığı ile okuyacağız, çünkü konuşmakta olan Allah'ın önünde bulunuyoruz.!

3. İnsan soruyor, Allah cevap veriyor

Eğer bir Kutsal Kitabın varsa, YARATILIŞ kitabının ilk sayfasını aç. Eski Ahit’in meydana geldiği kırk altı kitabın birincisidir.

İlk okuduğumda, sanki Allah insana dünyayı nasıl yarattığını anlatmak istediği ve kendi bilimsel merakımı gidermek için anlattığı bir hikaye gibi geldi.

 

Gerçekten de bu kitabın ilk on bir bölüm tarihtir, ama benim anladığım tarzda değil: benim anladığım tarzda tarih, ancak on ikinci bölümde, İbrahim ile başlar, onun için aşağı yukarı tarihler de konabilir. Mesih’ten 1800 yıl önce civarı yaşamıştır.

Yaratılış kitabının ilk on bir bölümü bir tarihi hikayedir, ama yaratılışın nasıl meydana geldiğini anlatan bir hikaye değil de, en derin sorularıma cevap olmak isteyen bir hikayedir: Allah kimdir? Bulunduğum dünya nedir? Ben insan olarak kimim? Beni ve halkların hayatını sarsan kötülük nerden gelmektedir?

Kutsal Kitabın başladığı, bu bölümlerin hikayesi, birçok seneden beri kendi kendime sorduğum birçok sorunun aydınlatan harika cevabını verir; bu soruları 3.500 – 3000 yıl önceki Museviler de sorarlardı; iki bin yılını gören insanlarda halen aynılarını sorarlar, merak ederler! Kitabın verdiği cevaplar sadece o zamanlarda yaşamış Museviler için geçerli değil, bana da ışık ve hikmet vermektedirler. Bu sebepten bu hikayede insan tarihinin anlatıldığını görüyorum, ilk insanın hikayesi, kendimin de -insan olarak- hikayesi anlatılmaktadır. Benim Allah’ım hakkında biraz aydınlanırım, yaşadığım dünya ile ilişkisini, benim de dahil olduğum insanlık hakkındaki tasarılarını anlarım. Kim bu soruların cevaplarını verdi? Ne şekilde verdi? Ne dil kullandı?

Kutsal Kitabın sözü Allah’ın Sözü’dür: Ayin’de onu her okuduğumuzda bunu tekrar ederiz. Ama Allah bize mesajını iletmek için kimden faydalandı? Allah’ın Sözünü düşünen ve yazan insanların kültürleri neydi? Bunlar, Kutsal Kitabı okuyarak, canlı insanlarla daima konuşan, canlı Allah ile karşılaşmak isteyen kişilerin sordukları çok geçerli sorulardır. Bu insanlar O’nun önünde kalabilirler, ama birçok şeyden etkilenmektedirler.

İşte, çobanımız olan Episkoposlarımızın görevlendirdiği, Kutsal Kitap bilginleri, bize yardım etmektedirler. Evet, onlar derin çalışmalar yaptıktan sonra, modern bilimlerin (felsefe, arkeoloji v.s...) yardımıyla Kutsal Kitabın ilk bölümünün, Musevi halkı sürgün durumunda Babil’de iken, İ.Ö. sadece 500 – 600 yılları arasında yazıldığını söylüyorlar. Daha önceleri sesli olarak, babadan oğla aktarılırdı: ne zamandan beri? Bunu tam olarak bilemeyiz. Sözlü olarak aktarıldığı zamanda, halkın karşısına yeni problemler çıktığında, zamanla ilahi Hikmetin ilhamı ile, eklemeler yapılıyordu.

Okumaya başlayalım:

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı”.

Bu cümleyi dinlemeye alıştık, bunun için bize ilk bakışta çok anlamlı gibi gelmemektedir. Bize ilk bakışta, doğal bir haber gibi gelmektedir. Ama, hiçbir şey yaratamayan ve aralarında çatışan sayısız ilahların varolduğuna inanan halklarla karşılaşan bir Musevi’yi düşünün; bir Musevi için “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” diye söylemek, kendisini diğer tüm halklardan ayıran bir iman göstergesiydi: “gökyüzü ve yeryüzü”, yani “her şey” yaratılmıştı!

Hiç bir şey Allah’ı etkileyemez veya O’na emredemez, çünkü “her şey” O’nun elindedir! “Yarattı” kelimesi sadece Allah için kullanılır, çünkü, Allah’ın yapma eylemini gösterir: O, insanlardan değişik “yapar”. Ve “başlangıçta” sözü, sadece zamanın başlangıcını belirtmemektedir, hatta zaman hiç önemli değildir. Bu söz, “Ne zaman?” diye boş meraktan gelen soruya cevap vermez; “Gerçekten mi?”: işte bu soruya cevap verir! “Evet, gerçekten Allah gökyüzünü ve yeryüzünü yarattı!”.

4. Altı artı bir gün

Yaratılış hakkında düşündüğümüz zaman aklımıza takılan diğer bir soru: Allah’ın eserini gerçekleştirmek için “ne kadar zaman” harcamış olabileceğidir.

Bu boş soruya, bilimsel olarak doğru bir cevap bile bulunsa, insanlığı olumlu yönde etkilemeyecektir, bizi bilgilerimizin ötesinde ve üzerinde seven Allah’a olan imanımızı arttırmayacaktır. Sahte bilim adamları tarafından öne sürülen akıl yürütmelerden biri, tam da bu soru işaretini temel alır. Bunlar bizi, Kutsal Kitap’ın bir çocuk masalı olduğuna, Allah’ın türlü şeyleri yaratmış olduğu haftanın ve bunları yaratmış olduğu düzenin bilimin varsayılan – fakat çok güvenli olan! - buluşları ile uyuşmadıklarına inandırmak ister! Ve böylelikle, bilgisizliklerine ve imansızlarına kanaat getiririm. Yaratılışın şeklini ve süresini bilmek, kutsal yazarların amacı değildi, onlar bu vasıtayla, iman gerçeğini belirtmek istemişlerdi!

Elbette, İbrani toplumu da, binlerce yıl evvel, Allah’ın her şeyi yaratmak için ne kadar zaman kullandığını düşünüyorlardı! Ve O’ndan esinlenen kişiler, bu yüzeysel ve geçici meraktan faydalanıp, insanların imanlarına ve tecrübelerine işleyen çok derin ve ebedi öğretiler vermişlerdir.

Zamanın ötesinde bulunan Allah, dünya ile birlikte zamanı ve onun saatlerini ve yıllarını ölçen her şeyi yarattı: güneşi, ayı, yıldızları, şafağı ve günbatımını!

O’nun için sırlar yoktur. O, bazı belirli günlerin koşullandırmalarına bağlı değildir, çünkü hepsini kendi yaratmıştır, hepsi O’nun kontrolündedir.

40 yüzyıl önce yaşamış olanlar da, yirminci yüzyılın çağdaş ve eğitimli insanlarının altında bulundukları tehlike ile aynı tehlike altındadırlar: “Cuma günü yolculuğa çıkma; bugün Salı: dikkat et”.

Ben her günün Allah tarafından istenmiş olduğunu, ve yaratıcı elinin her günü kutsamış olduğunu biliyorum; sadece O’na bağlı olmak istiyorum: yolculuk etmemin O’nun isteği olup olmadığını kendime sormak, sadece O’ndan uzaklaşmamaya dikkatli olmak istiyorum.

Yedi gün de Allah’ın eseridir. Somut insan için, somut sevgisinin bir işaretidir.

Bu, şairane bir şekilde güzel ve kolay olarak söylenmiştir, öyle ki en dalgın insanın bile aklında kalsın: eserlerini Allah kendi düzenliyor ve sıra ile, azim ile, düşünerek hareket ediyor, aceleden ve kargaşadan uzak duruyor. Ayrıca Allah, tüm yaptıklarını kendisi ile dostluk içerisinde yaşayan insanlar için yaptığını gösterecek şekilde hareket ediyor!

İlk gün Allah ışığı yarattı, ikinci gün göğü yarattı... ve insanın – erkek ve kadın - yaratıldığı altıcı güne kadar böyle devam etti, Allah insanı kendi suretinde ve kendine benzer yarattı. Ve hala yedinci bir gün için yer vardır, Allah’ın takdis ettiği ve kutsadığı bir gün, O’nun durduğu bir gün, öyle ki, ne uzayda ve ne de zamanda hiç bir şeyin eksik olmadığı belirtilmiş olsun. Her şey iyidir, her şey tamdır!

Kutsal Kitap, bize dünyanın yaratılışı hakkında bir kozmoloji dersi mi vermek istiyor? Tüm zamanların bilimsel yayın evleri ve okulları ile rekabet mi etmek istiyor?

Kutsal Yazıların şiirsel olarak bu kadar kusursuz olan bu bölümü, bizi, Allah’ımızın kim olduğu, O’nun nesnelerle, zamanla, ve insanla olan ilişkisi, ve dolayısıyla, insanın nesnelerle, zamanla, ve Allah’ın kendisi ile olan ilişkisinin nasıl olması gerektiği konularında eğitmeyi amaçlamaz mı?

Ve bu öğreti gerçekten de günceldir!

Koşan, koşan insanlar görürüz, ve biz kendimiz de koşarız, koşarız: sanki artık zamanımız yoktur, sanki zaman çok kısadır, sanki günlerimiz sadece 24 saat ile çok kısadırlar, sanki yıllar sadece 12 ayla çok küçüktürler, sanki hayat sadece 80 sene ile çok kısadır! Her gün insan binlerce şey yapmak zorundadır, kim bilir nereye... varmak için! İşte: Allah günde tek bir şey yapar, ve onu iyi yapar! Ve dinlenmesi için bir günü artar!

Allah böylesine düzenli hareket ediyorsa, ben edemeyecek miyim?

Üstelik O, bizi düşünür! O, yedinci günü kutsar ve takdis eder: fakat kendi için değil, bizim için bunu yapar. Şimdi insanlar, kutsanmış ve takdis edilmiş bir güne sahiptirler!

5. Allah dinleniyor

Allah tarafından yaratılan eser içersinde zamanını geçiren ve yaşayan insan, Allah tarafından kutsanmış tam bir güne sahiptir. Bu en güzel ve en çirkin gündür. Allah’ın arkadaşı için en çok beklenen ve arzu edilen gündür, en sevinçli ve sevgi dolu gündür. Allah’ı unutan insan için ise çok sıkıcı bir gündür ve soluk soluğa zevk alma arayışıdır: o da bugünün sevinç günü olması gerektiğini bilmektedir. Gerçekten de Allah’ın kutsadığı bu gün, ancak bu kutsamanın yaşanması ile amacına ulaşır.

Allah yedinci gün dinlenir: bu O’nun için bir tembellik günü değildir; “gündür” - yani insani bir şekilde açıklarsak - yaratıklarını sevgiyle kollaması, insan ile karşılaşarak kendini ona vermesi ve kendisine yaklaşmak isteyenleri ilgiyle kabul etmesi için zamanını tam olarak ayırabileceği gündür.

Tüm zamanların beklediği gündür; diğer günler bu günü beklemektedirler, çünkü o günde sonsuzluk için beklediğimiz şimdiden gerçekleşmektedir: Allah ile kalıcı bir karşılaşma, O’nun bakışının ve elinin altında, daimi bir dinlenme.

Allah her şeyi altı günde gerçekleştirdi: insan da öyle yapacaktır. Madem Allah böyle yaptı, ben niye yapmayayım? Benim günlerim altıdır, yedincisi benim değildir. Altı iş günüm için Allah’ın kutsamasını diliyorum, yedinci gün için bunu isteyemem... Allah’ı yedinci gün de çalıştıramam! O gün O beni beklemektedir. Bu gün tüm diğer günlerin de amacına ulaşan gündür. Tüm yaşamım ve uğraşılarımla, tüm işim ve yorgunluğumla bu amaca ulaşmak istiyorum: Allah’ın yarattığı ve oğlu olarak yaşamak ve yaşamaya yardım etmek istiyorum.

Yedinci gün son amacımı öne almaktadır. Bugün Allah’ın bir antlaşmasıdır. O kendisini insana, insan da kendisini Allah’a vermektedir, birbirlerini sevgi ile hatırlamaktadırlar.

İnsana gerekli olan bir gündür, sadece istirahat ile fiziksel gücü tekrar elde etmek için değil, özellikle de kim olduğunu, nereye gittiğini, yaşamının ve işinin anlamının ne olduğunu hatırlaması, Allah’ın bizim için beslediği sevgi ile dolması ve bunun zevkini tattığı gündür.

Kutsal Kitap bu gün hakkında daima sevgi ve katılıkla konuşur. İsa bu günü hor görmemiştir, bu günün Allah’ın sevgisinin bir armağanı olduğunu ve bu günde Allah’ın sevgi gücünü özel bir şekilde kullandığını, unutanlara hatırlatmak için, o günde hatırlanacak mucizeler yapmıştır. Havariler ve ilk cemaat da bunu unutmamışlardır, sadece 24 saat ileriye almışlardır!

Çünkü İsa dirilişi ile yeni bir yaratılışı, yeni bir dünyayı başlattı: O, daima cumartesinden sonraki gün, yani dediğimiz pazar günü, onlara gözükerek, o yeni günü, O’nun başlangıcını yaptığı yeni dünyada yeniden doğanları ayıran işaret olarak kutsamıştır. Yeni Ahit’in dediği gibi O’nun içinde ve O’nun ile tüm yaratılış anlam ve değer kazanmaktadır. Allah tarafından kutsanan, Gerçek Cumartesi, İsa’nın günüdür, şanını gösterdiği gündür; öncekisi, gerçeğin sadece gölgesi ve görüntüsü idi!

Bu yüzden, Allah’ın yeni halkı olarak biz, sevgisini ve antlaşmasını Pazar günü kutlarız.

Zaten İsa’nın hayatımızda olması ile, her gün kutsanmıştır, her gün kutsaldır, artık hangi gün olduğunun mutlak bir önemi yoktur: yoğun bir şekilde Allah ile birlik içinde yaşamamız önemlidir. Fakat, bu dünyada yaşadığımız sürece, yedi günün birini dengeleri tekrar kurmak için ayırmamız gerekir.

Işık ve karanlıkların, bitki ve hayvanların, balık, sürüngen ve kuşların, dağların ve denizlerin, ayın ve yıldızların kalbimizde en önemli yeri almaları ne kadar kolaydır, enerjilerimizi, zekamızı, hafızamızı, arzularımızı ele geçirerek bizi kendilerine köle ederler! O kadar ki, bu gerçekler tanrı olur: düşüncelerimiz ve eylemlerimiz için bir ölçüt olurlar. Bir örnek ister misin? Güneş senin günlerini belirleyebilir duruma gelebilir. “Bugün hava güneşli, niçin bir saatimi kiliseye kapanarak harcayayım?” O zaman da seçimlerini Allah’a göre yapmış olmazsın. Güneş - veya sağlık durumun - tanrı olmuş olur.

Kutsal Kitap işte bunu önlemek ister ve bunun için tüm bu yaratılanları, Allah’ın emrinde olduklarını, O’nun arzusu sonucunda var olduklarını, O’nun belirlediği amaçlar için yaratıldıklarını detaylı bir şekilde anlatır.

6. Her şey iyidir, insan dahil

“Ve Allah, iyi bir şey olduğunu gördü”.

Böylesi bir cümle, içimize su serper! Her bir canlı için tekrarlanan böyle bir cümle, Daniel peygamberin kitabındaki “üç çocuk” ilahisi için esin kaynağı olmuştur.

“Sağanak halinde yağmurlar ve çiğ damlaları, hepiniz Rabbi kutsayın, güneş ve ay, Rabbi kutsayın, buz ve kar, Rabbi kutsayın!” vs...

Aziz Fransua da Allah’ın gözüyle bakarak ilham dolu şu sözleri söylemiştir: Rabbim Allah’a övgüler olsun, kardeş kurt için…”

Bende her bir ot yaprağı ve gece lambamın etrafında uçuşan böcekler için Rabbe şükrederim.

Allah’ın yaptığı her şey iyidir!

Bu cümle, bir iman açıklamasıdır: O’na güvenebilirim.

O beni düşünür, O kötülük yapmaz.

Biri bana Allah’ın yanlış bir şey yapmış olduğunu söylediği ve beni buna inandırmak istediği zaman, böyle değil de, şöyle yapması gerekirdi dediği zaman, bu kişinin Kutsal Kitap’ı okumamış olduğuna inanırım, veya, yüreği karanlıklardadır, kördür.

Allah’ın yaptığı her şey iyidir. Allah, insanı yarattığı zaman, ona teslim edecek ve ona armağan edecek sadece iyi şeylere sahipti! “İyi” şeyler, yani yaratılmış oldukları amaca uygun şeyler. Allah’ın doğal olarak her bir şey için düşünmüş olduğu amaca uygun şeyler: eğer sonra insan onları farklı amaçlar için kullanırsa, artık uygun olmayacakları açıktır, artık “iyi” değillerdir! Tornavida yerine çekici kullanan, işini yapamıyorsa, çekici yapmış olan demirciyi suçlamayacaktır!

 

Böylece, yaratıkları tanrılara dönüştüren ve hayatın amacını nesnelere, hayvanlara, dünyaya, dünyevi bilimlere, bilginin gelişimine, maddi refaha hizmet etmek yapan insan kaçınılmaz olan hayal kırıklığı ile yüz yüze gelince, kendi dizini dövecek, yaratıkları tanrılara benzettiğini kabul edecek, yaşayan ve tek Allah’ı unutmuş olduğunu anlayacaktır.

Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." (1,26)

“Yaratalım” fiilinin çoğul kullanılması, birilerine garip gelmişti: sanki Allah birisinden tavsiye almıştı! Kimden? Belki meleklerden mı? Yada bu, Kutsal Üçlü-Birliğe ilk değinme midir? Baba, insanı, Oğul’una benzer olarak Ruh’unu üfleyerek mi yarattı? Bu olabilir: Gerçekten de Yeni Ahit, şöyle tasdik eder: “Onsuz (yani Oğulsuz) hiç bir şey yaratılmadı” ve Kutsal Kitap da şöyle der: “Ya Rab, eğer onlardan senin üflemeni (Ruhunu) geri alırsan, boşluğa düşerler”.

Ama şu da doğrudur ki, bu “yaratalım” sadece kronolojik bakımdan ilk insan için değil de, her insani yaşam için değer taşır: her doğan insan için Allah ‘danışır’..., bir anne ve babanın fikrini sorar. Allah, sürpriz yaparmış gibi ne bir lahananın altına ne de bir kadının karnına, onun ve adamının izni olmadan, bir bebek koyar. İnsanlar ise maalesef, Allah’a danışmadan, insanlara yaşam verirler, veya yaşamlarını alırlar. Allah böyle davranmıyor!

İnsan, Allah’ın suretinde ve O’na benzerdir!

Kutsak Kitap, insanı, Allah’ın şaheseri olarak tanıtır. Bir yaratık olduğu kararlılıkla belirtilmiştir, fakat yaratıklar arasında, Allah’ın dikkatini ve sevgisini en çok çekendir, yaratıkların geri kalanı onun etrafında döner ve ona tutunur. Mutlak açıklıkla, yaratıkların en üstün olanıdır. Onun ile Allah arasında hiçbir şey yoktur: ne maddi gerçekler, ne ruhsal gerçekler: ne talih, ne kader, ne tesadüf, ne hayalet. Allah, dolaysız olarak insan ile ilgilenir!

İnsan her şeyden üstündür ve her şey insan için yapılmıştır: bu, harikadır; fakat korkunç da olmuştur, çünkü ona teslim edilmiş her şeyi felakete sürüklemiştir: her yaratık, kendi varlığına, Allah’ın onun için öngörmüş olduğundan farklı bir yön verdiği zaman. Fakat insan, aynı zamanda da, Allah’a geri döndüğü zaman, aralarında yaşamakta olduğu tüm yaratıkları ‘kurtarır ve hür kılar’. Yedinci günü, Cumartesi gününü, Allah ile birlik içinde yaşayan insan, tüm evreni de Allah’ın başlangıçta istediği hedefine doğru sürükler!

7. Bir kaburga kemiği

Yaratılış Kitabının ilk bölümlerinde yer alan, Musevi halkının sözlü geleneklerinden biri tuhaf bir olay anlatır: kadın, adamdan sonra yaratılır. Adam, Allah’ın ona verdiği derin bir uykuyla uyurken, kadın yaratılır. Bazı kişiler bunun hayal gücü kuvvetli olan birinin uydurduğu bir masal olduğunu söylerler. Biz ilk görünüşte yüzeysel gibi görünen bu anlatımın altında, evrensel bir yaşam tecrübesinin bildirimi veya öğretisi olup olmadığını kendimize soruyoruz. Elbette bu anlatım, tarih öncesi bir olayın tarihsel bir anlatımı değildir. Eğer Adem, uyuyor idi ise, bu olayın görgü tanığı yok! Adem, erkek insan, tam tatmin ve rahat olmadığını fark eder: kendinde eksiklik hisseder, onda tamlık ve huzur yoktur. Hayvanlar arasında arar, fakat onlar arasında onun yanında yaşayabilecek birini bulamaz. Evet, Adem bütün hayvanlara isim takabilir: fakat bu, insanın tüm hayvanlar üzerinde yetkisi olduğunu ve hiç birisinin onun üzerinde hak iddia edemeyeceğini, dolaysıyla hayvanların, insanın aynı seviyesinde olmadıklarını gösterir. (Hayvanları koruma adına insanlar mahkum edilip veya açlığa terk edildiklerinde bu olay aklıma gelir!).

Derin bir uykudan sonra, işte, Adem'in kendi eksikliğini gideren uygun yardımcısı ve arkadaşı olarak gördüğü, biri: o da Havva’dır. O nereden geldi? Allah’ın hediyesidir! Onu Adem yapmadı, ona hediye verildi. Onun kaynağı nedir? Ademin kaynağının aynısıdır: “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir". O da Allah’ın eseridir! Ve ikisi aralarında çekicilik hissederler, ayrı yaşayamayacaklarını anlarlar. Onlar yan yana yaşamak için yaratılmışlardı, birbirlerine hükmetmek için değil! Bu, şu cümleyle çok güzel bir şekilde belirtilmiştir: “Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yarattı”. Bu gösterge hem erkeğin ve kadının birbirlerine bağımlı olduklarını, hem de Yaratıcının isteğinin birbirlerinin yanında olmak olduğunu belirtir. Birbirlerinden ne üst ne de altlar: adamın başından veya ayağından kemik alınmadı!

“İkisi tek beden olacak”:

bu cümleyi İsa, Allah’ın evlilik hakkındaki arzularını göstermek için kullanmıştır. Cinsel farklılık Allah hikmetinin düşündüğü ve istediği bir gerçektir, bunun için de Allah’ın eserlerinin hak ettiği saygı, dikkat ve kullanıma layıklardır. Ama maalesef insan, Yaratıcının niyetlerini göz önünde tutmayarak, kendi ve başkasının cinselliğini kullanır, hem de kötüye kullanır: Yaratıcının niyeti kadın ile erkeğin tek bir aile kurması, ve bu gerçeğin temelinde eşlerin bedenini ve ruhunu birleştiren sevginin olmasıdır. “Tek bir beden” olmak: sadece bedenlerin cinsel eylemle birleşmesini değil, ama, ve özellikle ikisinin tek bir gerçek olmaları, neredeyse tek bir kişi olmaları, aynı yolu kat etmeleri, aynı hedefe aynı araçlarla ulaşmalarıdır. Biz bu tek gerçeğe “aile” deriz. “Tek bir beden” olmak da, kadın ile erkeğin artık ayrılamaz olmalarını gösterir; başka hiçbir sevgi, anne ve babaya olan sevgi bile, onları ayırmamalıdır, aynı zamanda da eşlerden birinin çekici bulacağı başka sevgilere bağlanmaması gerektiğini söyler. Eğer iki kişiden biri bağlı olduğu eşinden ayrılırsa, Allah tarafından kutsanmış bir gerçeği kıracaktır: kırılan parçalardan da ne kurulabilir? Allah elbette, daha önce kutsadığı bir birliği bölecek bir arzuyu kutsayamaz.

Erkek ve kadın evlilik birliğine, büyük bir titizlikle, ruhani yönde dahil, hazırlanırlar: dua ederler ve Allah’ın Sözünü derinlemesine düşünerek hazırlanırlar; onların sevgisinin Allah tarafından tanınmış ve kutsanmış olacağı güne kadar, gelecekteki eşlerinin hürriyetine, dolaysıyla fiziksel bütünlüğüne de, saygı gösterirler. O gün gelince Erkek ve Kadın, küçüklü ve büyüklü birlik işaretlerini kullanarak ve bu birliği bozacak düşünce ve fırsatlardan uzak kalarak, sevgilerini birbirlerine gösterecekler.

8. Ağaç, meyve, yılan

Küçükken, asli günahtan bahsedildiğini duyduğum zaman, tüm insanlığı uçuruma sürüklemiş olması için, çok korkunç bir şey olduğunu düşünürdüm! Ve sonra bana, bir elmanın yenmiş olması ile ilgili bir şey olduğunu söyledikleri zaman... artık hiçbir şey anlayamıyordum. Nerede bunun korkunçluğu? Belki de Allah yanılmış mıydı?

Bugün bu konu hakkında konuşma sırası bende ve bunu sadece çocuklar için değil, olgun kişiler için de yapmalıyım, bu kişiler belki de çocukken onlara çocukça öğretileni bir daha düşünmediler.

Kutsal Kitabın anlattığı gibi, Havva yılanla tartışırken ve yılanın dediğini yapmak üzereyken, ne oldu? İki bin yıllarında yaşayan insanların buna benzer bir tecrübeleri var mı?

Kutsal Kitap ağaçtan, meyveden, yılandan bahseder. Fakat “iyilik ve kötülüğü bilme ağacı” yapraklı ve çiçekli bir meyve ağacı değildir, konuşan bir yılan da normal bir yılan değildir. Kutsal Kitap gerçekten alınmış o sembollerle bize çok daha derin bir şey söylemek ister, bunları soyut kavramalarla anlatmak güçtü, ayrıca İbranice de bunları anlatacak uygun kelimeler yoktu, ancak son zamanlarda bu uygun kelimeler filozoflar tarafından icat edildi.

Kutsal Kitabın bu bölümünün yazıldığı zamanlarda, yılan, İsrail halkını çevreleyen halklar tarafından tapılan bir tanrı idi. O, putperestliğin, Tanrı-karşıtının sembolüydü, şöyle denebilir: yılan, insanın, ilahi Ruhun etkisinde kalabilmeye verdiği dikkat ve ilahi hikmeti komik duruma düşüren materyalizmin kişileştirilmesi idi.

Allah’ın insanlara meyvesini yemeyi yasakladığı, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı, durumu iyi anlatan başka bir semboldür: insan hiç bir zaman yaşamının çizgisini elinde tutamayacaktır; insan bir yaratıktır, kendi kendinin Allah’ı değildir ve dolayısıyla yaratık olarak “insan” kalabilmek için daima Yaratıcısına bağımlı kalmalıdır, Yaratıcısının bedenine ve yüreğine koyduğu kurallara boyun eğecektir, yoksa cezası “gerçek insan” olmaktan çıkmak olacak, yani cezası ölmek olacaktır. İyiliği ve kötülüğü bilme ağacından “yiyen” insan, yani kendisinin sahibi olmak isteyen, yaşam kurallarını ve iyiliği ve kötülüğü de kendisi belirlemek isteyen insan, sonuçta ölü insan olacaktır: yani içinde artık, Allah’ın aklındaki gibi, gerçek insan yaşamayacaktır, Allah’a ait olan yaşam artık onda var olamayacaktır!

Yılan gerçekten de insanı Allah’a olan bağlılığından uzaklaştırmak ister. Havva ile bunu becermeyi başardı. Modern bir taktik kullandı: yalancılıkla baştan çıkaran soruyu sordu, Allah’ın düşüncesini kötü göstermeye çalıştı, Havva’ya Yaratıcısını eleştiren bir ruh yerleştirmeye çalıştı: "Allah gerçekten, 'Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin' dedi mi?" Soru, “hiçbirinin”, kullanılması ile zaten bir yalan olduğu bellidir. Kadın Allah’ı korumaya çalışır ve tartışmaya başlar. Dolayısıyla da negatif ruhtan, Allah’a güvensizlik, itaatsizlik, eleştiri ruhundan kendini korumayı unutur.

Allah’ın, bizim tarafımızdan korunmaya ihtiyacı yoktur.

Bizim, O’nun tarafından korunmaya ihtiyacımız var ve bunun için bize yaşam kuralları verir. O’na karşı gözü kapalı da olsa, güvenimizi sarsmazsak ve O’na itaat edersek, ne mutlu bizlere: daha sonra da bu kurallarda var olan hikmet ve kurtuluşun farkına varacağız.

9. Yoldan çıkmış: ebediyen mi?

Öyleyse Havva, Allah ile güven ilişkisini kopardı, ve kendini O’ndan bağımsız kıldı: iyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yedi. Kutsal Kitap elmadan bahsetmez! Belki kendi tecrübelerine dayanarak, bazılarının ima ettikleri gibi, cinsel günahtan da bahsetmez. Gerçekten doğrudur ki, çoğu insan, cinsel günahlar işleyerek, Allah ile ilişkilerini koparmaya başlarlar ve böylece ruhları ölüme doğru ilerler. Fakat, hırsızlık da, öç almak da, veya yalan söylemek de aynı etkiyi yapabilir. Günahın, her günahın kökeni, o ağaçtan yemiş olmaktır, yani kendini Allah’tan bağımsız kılma arzusudur.

Asli günah, günahların kökenidir, ayrıkotu gibi bir köktür, türlü tomurcuklar verir. Allah’tan bağımsız olmakla, birbirlerine destek veren bir sürü davranış ve hareket meydana gelir: cimrilik, kıskançlık, ahlaksızlık, terbiyesizlik, hırsızlık, yalan, dengesizlik, vs...Bunlar sadece asli günahın kökünden gelen meyvelerdir (bunun için ‘asıl’ günah diyoruz: her günah ondan gelir).

Adem, erkek olup kendini güçlü ve bağımsız zanneden insan, kadının isteğine boyun eğiyor: o zaman aynen bugünkü gibi!

Adem, yılanın sesini, eşinin ağzından işitiyor, ve boyun eğiyor: eşiyle dayanışmaya girmesi, Allah ile olan dostluğuna ağır basıyor. Fakat Allah ile olan dostluğunu kaybetme pahasına olan bu arkadaşlık, hemen sahte bir arkadaşlığa dönüşür. Adem ile Havva’nın hemen birbirlerinden saklanması gerekir ve hesap verme saati geldiği zaman, birbirlerini suçlarlar: “Havva yaptı”. Kötüye destek olmak, ancak kötülük doğurabilir. Bu bizim de tecrübemizdir.

Adem ile Havva’nın günah hikayesi, iyi düşünürsek, benim, senin, ve hepimizin günah hikayesinden başka bir şey değildir. Kutsal Kitap bunu çok gerçekçi ve çok evrensel bir dille anlatmıştır!

Ve nasıl olur da tek birinin günahı tüm insanlığın mirası haline gelmiştir? Allah’ın kötülüğü veya öç almak istemesi mi? Bazıları Allah’ı buna benzer şeylerle suçlar, fakat bu da yılanın kışkırtmasından başka bir şey değildir: Allah ise kurtuluşu ister, nitekim Adem’i de dostluğunu tekrar kazanabileceği bir duruma getirmiştir.

“Ne çocuklar, ne de ben, Adem’in günahından sorumlu değiliz”: doğru. Fakat “günah” kelimesi her şeyden önce, “suç” anlamına gelmez: “sapma”, “yolu şaşırmış olma” anlamına gelir. Adem ile Havva’nın evlatları olarak bizler, “yoldan çıkmış” olarak doğduk, yanlış bir yolda! Adem ile Havva, yılana kulak vererek Allah’la olan dostluklarının nimetlerini kaybettiler ve onların evlatları olan bizler, doğduğumuz zaman bu nimetleri miras olarak alamayız. Onları elde etmemiz gerekir! Nasıl mı? Allah bunu, Oğlu İsa aracılığı ile gerçekleştirmeyi düşünmüştür. Miras olarak alamadığımızı, - istersek ve kabul edersek – armağan olarak alırız. Ayak izlerine basarak İsa’yı takip etmek istersek, O, bizi tekrar doğru yola sokar.

Yoldan çıkmış, Allah’ın dostluğundan mahrum, başka bir deyişle, asli günah ile, devamlı olarak türlü günahlara girme tehlikesi altındayızdır! İsa bizi doğru yola sokar, Allah’la olan dostluğumuzu geri verir, böylece kurtuluruz: olabilir ki yine günah devreye girecektir, çünkü hepimiz Adem ve Havva gibi, yılanın ayartmalarına karşı hassasız, fakat Allah’ın lütfü, önce pişmanlıkla ve sonra da afla bizi takip eder.

Ve böylece, Allah’ın iyiliğini ve sevgisini tecrübe ederiz. Bu tecrübe, O’na olan sevgi cevabımızı uyandırmak ve onu arttırmak için bizi dürter. İsa günahkar kadın hakkında, “Çok affedilen kişi, çok seviyor” demiştir.

Vaftiz ile gücü yok edilen asli günah, Allah’ın bize olan sevgisi ve bizim Mesih İsa’da, O’na olan sevgimiz sayesinde, içimizde devamlı yenilmiş ve silinmiş olur.

10. Allah’sız yaşamak sağlıksızdır!

Günahtan ve Allah’ın, Adem’de pişmanlık uyandırmak isteyen boş gayretinin ardından, işte ceza. Veya “ceza” dan çok, “sonuçlarından” bahsetmek gerekir.

Erkeğin ıstırapları ve kadının acıları Allah’ın cezaları değildir, çünkü Allah kimsenin kötülüğünü istemez! İnsanın “cennet bahçesi”nden çıkması, Allah’a olan güvensizliğinin bir sonucudur. Allah’la dostluk yolundan sapan insan, kendi işini bir kutsama olarak görmez, kendini mahkum edilmiş olarak görür: nesnelerle, dünyayla ve hayattaki olaylarla olan ilişkisi değişmiştir: “Toprak sana diken ve çalı verecek”: kendini Allah’tan bağımsız hissetmek istiyordu böylece nesnelerin ve kendi vücudunun kölesi oldu. Sadece Allah’la ve insanlarla olan ilişkisini değil, maddi gerçeklerle de olan ilişkisini zedeledi.

Ve erkeği “meyve”ye ortak ederek ondan destek bekleyen kadın, şimdi kendini erkek tarafından hükmedilmiş olarak hisseder, o zaman aynen bugünkü gibi: feministler geçmiş yüzyıllarda başaramadıkları gibi, gelecekte de erkekle olan dostluklarını tekrar kuramayacaklardır. “O sana hükmedecek”. Ancak Allah tarafından İsa’da çizilmiş olan doğru yola döndükleri takdirde, erkek ve kadın, birbirlerini sevebilecek ve birbirlerine hizmet edebileceklerdir; cinsel ve psikolojik farlılıklarını, neşe içinde sunulup alınan sevgi armağanları için fırsat sayacaklardır.

Bu zafer, “mahkum” edilmeden önce belirtilmiş ve yazılmıştı. Kadının soyu, kurduğu tuzaklara rağmen yılanın başını ezecektir! Yılan zehrini kaybetmeyecek, fakat kötülük etme yeteneği olmayacaktır: bunu kim yapacak? Biz bunu şimdiden biliyoruz: Mesih İsa, kadın Havva’nın soyundan gelen Meryem’in oğlu.

Bizim, her bizimizin ve tüm insanlığın “hikayesi”, o basit ve derin resimlerle belirtilmiş ve tasvir edilmiştir. Onlarda Allah, bir insan olarak tanıtılmıştır, insani duygulara ve hareketlere sahip olan biri olarak, bunlar bizi şaşırtabilir veya bütün bunların dayanağı olmayan bir masal olduğunu düşünebiliriz.

Belki bu sayfalarla, Allah’ın Sözünün bu bölümlerine daha fazla değer vermene yardım etmiş oldum ve belki şimdi canın bu bölümleri tekrar okumak istiyor, fakat bu defa kendi tecrübeni de göz önünde tutarak da: senin günah işlemenin ilk tecrübesini, senin içinde, ruhunda ve canında neler olup bittiğini, senin için Allah’la dostluk içinde olmak veya olmamak ne anlama geliyor, tüm bunları göz önünde tutarak okuyacaksın.

Zaten Kutsal Kitap, insanlığın ilk atalarının bu “olaylarını” anlattıktan sonra, bu tür “hikayenin”, her gün, günümüzde de, hem kişisel hem de toplumsal alanlarda devamlı tekrarlandığını anlamamızı sağlar. Kayin’in günahı, Adem ile Havva’nın yoldan sapmasının ilk meyvesidir ve aynı evreleri tekrarlar: her şeyden önce Kayin, bencil veya sihirli bir amaçla, kendi işlerinin iyi gitmesi için Allah’ın gözüne girmeye çalışarak, sevgisiz bir kurban sunar: böylece Allah ile olan ilişkisini bozar. Allah ile ilişkisi bozulunca da – asli günaha yer verince diyebiliriz – kıskançlığın pençesine düşmek ve kardeşinin iyiliğini yok etme hareketine geçmek kolaydır.

Sonra da büyük tufan ile, başka bir olay sonlanır, insanlık tarihinin bir bölümü kapanır. İnsanlık – tek bir istisna ile – Allah’tan uzaklaştı ve kendini her türlü kötü alışkanlığa adadı. İnsanlığın kurtuluşunu arzulayan Allah, çoğumuzun bugün isteyebileceği bir şey yapıyor: “evrensel tufan” ile kötüleri yok ediyor.

Fakat, bu yöntem hemen başarısız oluyor, çünkü gemi ile kurtulan Nuh’un oğullarından biri, yeniden yılana meydan bırakıyor. Kötülerin yok edilmesi tekrarlanmayacaktır ve bu da onu bugün isteyenler için bir derstir: gökkuşağı, Allah güneşin altında yaşayan her insani korumak ister anlamını üstleniyor.

Asli günah toplumsal alanda da sonuçlar doğurur. Halk kendisi için bir anıt, yani Babil Kulesi’ni yapmak ister. Fakat o kuleyi düşünmemiz gerekmez, güncel tecrübelerimizi düşünmemiz yeterlidir: bir halk, bir imparatorluk kurmak istiyor, Allah’ın bilgeliği olmadan hareket etmek istiyor, kendi ulusal onuru ile, diğer halkları ezme pahasına olsa da, gelişme ile ayakta kalmak istiyor. Sonuçları mı? Babil kulesindeki dil karmaşasından daha büyük felaketler.

Allah olmadan hayat sağlıksızdır, insanlarla ilişkiler insani değildir, artık toprak, ana değildir.

Kutsal Kitap’ın ilk bölümlerini okursan, Yaratıcın ile olan ilişkini tekrar kurman veya sağlamlaştırman diye/için, O’nun emirlerini, kendin için, ailen için ve toplumun için uygun bir yasa olarak kabul etmen diye/için güçlü bir davet ile karşılaşacaksın.

Kutsal Kitap’ın ilk bölümlerini okursan, Yaratıcın ile olan ilişkini tekrar kurmaya veya sağlamlaştırmaya, O’nun emirlerini, kendin için, ailen için ve toplumun için uygun bir yasa olarak kabul etmeye seni çağıran güçlü bir davet ile karşılaşacaksın.

“Kendi iradenizle ilk önce Allah’tan uzaklaştığınız gibi,

şimdi de geri dönün;

O’nu bulmak için on misli çaba sarf edin;

çünkü O, bu felaketleri başınıza getirdiği gibi,

sizi kurtaracak,

size sonsuza dek sevinç verecektir”.

(Baruk Peygamber 4,28-29)

İçindekiler

1. Okumak ve anlamak

2. Kutsal Tarih, kimin tarihi?

3. İnsan soruyor, Allah cevap veriyor

4. Altı artı bir gün

5. Allah dinleniyor

6. Her şey iyidir, insan dahil

7. Bir kaburga kemiği

8. Ağaç, meyve, yılan

9. Yoldan çıkmış: ebediyen mi?

10. Allah’sız yaşamak sağlıksızdır!

(Peder Lorenzo Zani, Trento, ve Peder Nicola M. Los’a, Roma, en derin saygılarımla, bu sayfalar için kıymetli yardımlarını esirgemedikleri, elyazmalarını ve çalışmalarını kullanımıma sundukları için...)