ME
NU

İnanıyorum

İnanıyorum

“Siz, sevgili kardeşlerim, kendinizi tümden kutsal olan imanınızın temeli üzerinde geliştirin” (Yahuda 20)

Aziz Yahuda’nın bu sözleri bana, Büyük İman Duası’nı, sadece akılda tutulacak bir takım sözler olarak değil de, hayatımızı üzerine kurmamız gereken bir temel olarak algılamaya yardım etti.

Bu şekilde, iman simgesine dayanarak, onu daha iyi anlıyorum. Havarilere, hayat ve sözleri ile onu bana ulaştıran tüm insanlara saygım artıyor.

Aralarına gizlenerek, emeklerini bu sayfalarla devam ettirmek istiyorum ki Allah’ın sevgisi senin hayatına da yansıyabilsin!

Peder Vigilio Covi

 

1. Simge

Tobias, uzun bir yolculuk yapıp yüklü miktarda para alması için babası tarafından görevlendirilmişti. Fakat o çok gençti, ve parayı alması gereken şahsı tanımıyordu.

Tobias babası Tobit’e şöyle dedi: ”Baba tüm isteklerini yerine getireceğim. Ama ondan parayı nasıl alabilirim? Ne o beni tanıyor ne de ben onu. Bana inanması ve parayı vermesi için kim olduğumu nasıl belirteceğim? Tobit Oğlu Tobias’a şöyle cevap verdi: “Bir pusulayı ikimizde imzaladık; pusulayı ikiye bölüp kestim, yarısı bende, yarısı da onda kalsın diye...” (Tobit 5, 2-3).

Ortadan ikiye bölünmüş belgenin iki parçası, Tobias ile borçlunun birbirlerini tanımasını sağlayacaktı!

Eskiden, herhangi bir kimlik veya tanınma belgesi olmadığından, bu gelenek çok yaygındı. Bir mukaveleye veya anlaşmaya imza atanlar, parayı ikiye böler, her biri paranın bir tarafını muhafaza ederdi. Tam olarak birleştirilebilen parçalar, imza atanların veya mirasçılarının birbirlerini tanımasını sağlardı. Bu iki para veya belge parçası, “simge” olarak adlandırılırdı. Ona sahip olan tanınabilirdi!

İlkel Kilise’de, Havariler tarafından yayılan Hıristiyan imanının yanlış yorumlanması ve bu imandan sapmaların görülmesi, çok gecikmez. Gerçek kardeşlerle sahte kardeşleri ayırt edebilmek için bir “simge”ye gerek duyulur. Fakat, bu durumda “simge” bir kağıt veya para parçası olamazdı. “Simge”, tek Allah’la ve onun Mesih İsa aracılığıyla kendini göstermesi ile ilgili ifadeler olmalıydı. Böylece “İman Simgesi” (Büyük İman Duası) doğar.

Büyük İman Duası tamamen bir tanınma işaretidir: onu okuyan ve uygulayan herkes, benim kardeşimdir, benle aynı imana sahiptir, aynı Allah’a tapar, benimle aynı aileye mensuptur.

Bu yüzden Büyük İman Duası bir “simge”dir. Kullanıldığı şekle göre, Havarisel bir simge veya bir “İznik-Konstantinopolis” simgesi. “İman Simgesi”, aynı aileden olduğumuzu, ortak bir imana sahip olduğumuzu, aynı Kiliseye ait olduğumuzu gösteren, başlıca gerçeklerin küçük bir özeti gibidir.

İlk oluştuğunda çok kısa, aşağı yukarı şöyle olmalıydı:“Peder Allah’a, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a inanıyorum”. İncillerin ve Havarilerin diğer yazılarının da bize söyledikleri gibi, daha ilk Hıristiyan cemaatlerinde bile kullanılmaktaydı. Fakat gün geçtikçe, bu Simge ile ilgili şüphelerin oluşması ve yanlış yorumlamaların meydana çıkmasıyla, sapmalardan korunmak ve saf olanların kandırılmasını engellemek için, Hıristiyanlar bu Simge’yi geliştirme ihtiyacı duydular. Böylece bu Simge gelişti. 325 yılındaki İznik Konsili tarafından belirlenen şekli 381 yılındaki Konstantinopolis Konsili’nde geliştirilip tamamlanarak bugünkü halini aldı.

Bu yüzden Simge, imandan sapmalardan ve İncil’deki mesajın yanlış yorumlanmasından korunmaktır.

Simge’nin bir din dersi olduğunu söylemek doğru değildir: litürjik topluluğun içinde ve ezbere okunabilmesi için kısa ve öz olmalıdır. Büyük bir öğretiyi dikkatle ifade edebilmesi ve Hıristiyan imanı açısından başka yanlış öğretileri eleyebilmesi için, her bir kelimesi düşünülüp tartılarak hazırlanmıştır.

Kutsal Ayinde kullandığımız şeklinden başka (İznik-Konstantinopolis), bir de kısa bir şekli vardır: bir efsaneye göre kaynağı Havarilere kadar ulaştığından, “Havarisel Simge” olarak adlandırılır.

Her iki şeklinde de tüm cümleler Havarilerin öğretisine dayanır: hiç bir şey uydurulmuş değildir, hayatta, sevgide ve Allah’ın kurtuluşunda nelerin önemli olduğunu anlayabilmemiz için bize yardım edecek açıklamalar içerir.

Onu her okumamız bir merasimdir: Allah’ın ebedi armağanını, eserini, insanoğluna olan sevgisini haykırırız! Ve diğer Hıristiyanlar bizi kardeş olarak tanır.

 

2. Bir tek Allah’a inanıyorum

“İnanıyorum” kelimesi, Büyük İman Duası’nda dört defa geçer, fakat her zaman aynı anlamı taşımaz. Günlük konuşmamızda kullandığımız “inanıyorum” ifadesi, buradakinden farklıdır. Biz genelde, birine inanıyorum, veya, inanıyorum ki... deriz ve bu birinin söylediklerinin veya yaptıklarının doğru olduğunu düşündüğümüzü belirtir. Bu tür bir kullanım sadece aklımızın onayladığını gösterir. Örneğin, Avustralya’da kanguruların olduğuna inanıyorum, söylediklerine inanıyorum, dışarıda yağmur yağdığına inanıyorum. Bu tür kullanımlarda “inanıyorum” kelimesini kullanmak, içimizde bir şeyleri değiştirmez; sadece bir bilgi ediniriz.

Büyük İman Duası’nı okurken kullandığımız “inanıyorum” ifadesi ise, içsel bir güven ve teslim etme göstergesidir, hayatımızın bir başkasına doğru hareketidir, hayatımızı teslim etmektir, bir buluşmadır. Bu yüzden “inanıyorum” ifadesi, bu anlamıyla sadece Allah’a yönelik kullanılır: Allah’a inanıyorum, İsa’ya inanıyorum, çünkü sadece Allah’a hayatımızı emanet edebiliriz, çünkü sadece O’na hayatımızı tamamen teslim edebiliriz. Allah’a inanıyorum ifadesi, O’nun varlığını kabul etmekten çok daha öteye gider: bunu şeytanlar bile bilirler (Yakup 2,19)! Allah’ın varlığına inanır ve O’ndan korkarlar: fakat onlar Allah’a “inanmazlar”, yani kendi varlıklarını O’na emanet etmezler. O’nu sevmezler ve O’na itaat etmezler. O’nun öngörülü ellerine, güvenle teslim olmaz, O’nun ile karşılaşmak istemezler.

Biz bu ifadeyle, tüm varlığımızı ortaya koyarız, bu içsel bir harekettir: içsel olarak Allah'a güvenmeyi, O’nun tavsiyelerini dinlemeyi, ve O’nda dinlenmeyi seçeriz. O’na kendimi emanet ediyorum, kendimi sunuyorum, bu yüzden artık hiçbir şeyden korkmuyorum. Zorlukları ve ıstırapları dahi, güven dolu bir ümitle karşılıyorum.

Dördüncü kez “inanıyorum” dediğimizde, Kilise’ye inanıyorum deriz! Fakat burada, hayatımızı Kilise’yi oluşturan insanlara emanet etmeyiz, sadece Allah insan hayatını karşılamaya layıktır ve buna sadece O’nun gücü yeter. Sadece Allah insan hayatını destekleyebilir ve onu sonsuza dek sevebilir. Kilise’ye inanıyorum diyorum: çünkü Kilise’nin Allah’ın eseri olduğunu biliyorum, bunun için Allah’a minnettarım ve Kilisenin bir üyesi olduğum için gurur duyuyorum.

Hayatımı bir tek Allah’a emanet ediyorum: biliyorum ki önümde, hayatımı elde etmeye çalışan birçok tanrı yok! Bir tek Allah, gözlerimi tek bir yöne çekebilmek için tek bir Işıktır. Ve bu Allah, kendini Kutsal Üçlük olarak gösteriyorsa, bu, üç tanrılık, üç allah var demek değildir. Üç tanrısal Şahıs, Peder, Oğul ve Kutsal Ruh sayesinde tek tanrısal sevgiye bakabiliriz. Zaten Kutsal Üçlük sevgidir ve sevgi olduğu için Üçlü-Birliktir!

“Üçlük” ifadesi, ne Büyük İman Duası’nda ne de Kutsal Yazılarda geçer. Bu, basit bir akıl yürütmenin sonucudur: İsa kendinden Baba’nın tek Oğlu olarak bahseder, ve Kutsal Ruh’tan bir başka şahıs olarak, Üçüncü bir Tanrısal Sevgi olarak bahseder.

Bu üçlü zenginliği tek kelimeyle ifade edebilmek için “Üçlük veya Üçlü-Birlik” kelimesini kullanırız.

Allah tektir, fakat bize sevgisinin zenginliğini göstermek ve bizimle buluşabilmek için, kendi Hayatının Doluluğunu ve sevgisinin hareketini bize gösterir. Sevgi kendini sunar (Peder), sunulmuş Sevgi, kendini gönüllü olarak sunarak cevap verir (Oğul), bu Sevgi ifadelerinin birliği, aynı tek ateşten üçüncü bir Sevgi alevi oluşturur (Kutsal Ruh)!

Allah tektir, fakat ben – insan – O’nu tasvir edebilmek için üç rakamını kullanmak zorunda kaldım. Gözlerimin algıladığı ışığın üç ayrı rengi varsa da, O, Kendi özünde her zaman tektir.

Hayatımı sevgi olan bu tek Allah’a emanet ediyorum! Ve hayatım O’na dalarken bir Baba gibi sevmeyi, bir oğul gibi sevmeyi, bir eş veya bir arkadaş gibi sevmeyi öğreniyor. Kendimi bu tek Allah’a teslim ettikçe, kalbimde bir Sevgi Üçlüğü ifadesi doğuyor!

Kendi sevgi tecrübem, Kutsal Üçlük gizemini anlamama yardımcı oluyor!

NOT: Allah’ın hayatı, insanlar için gerçekten de bir gizemdir. O’nu insan aklıyla anlamak imkansızdır. Ancak O, bize bilgeliğini sunarsa anlayabiliriz. Allah’ın Ruhu bize sırlarını açabilir! (1 Ko 2). Bu yüzden, Kutsal Üçlük gizemi, ona sevgiyle yaklaşanlar için gizemli veya karanlık değildir. Yani Allah – O’nun Sevgi olduğunu göz önünde tutarsak (bize Yuhanna’nın aktardığı gibi 1 Yuh 4,8) - Üçlükten başka bir şey olamaz. Eğer Allah tek kişi olsaydı (Yehova şahitleri gibi bir çok modern tarikatın ifade ettiği gibi) sevgi olamazdı! Allah tek kişi olsaydı dünyanın yaradılışından önce sevemezdi, çünkü bir tek kendi olmuş olurdu. Kimi severdi? Sevgi farklı şahısların ilişkisidir. O zaman sevebilmek için, Sevgi olabilmek için, birini yaratmaya ve onunla bir ilişki kurmaya ihtiyacı olurdu. Birine ihtiyacı olsaydı hür olamazdı! Ve böylelikle Allah olamazdı!

Bu Allah, yaratıklarından biri isyan etse, kendi tanrısal üstünlüğünü, asinin yok edilmesinden veya etkisiz hale getirilmesinden başka nasıl gösterebilir? Kendi Allah’ının düşmanlarını yok etmek, tek şahıs Allah’a tapmayı benimseyen dinlerin öz mesajıdır. Ve bunlar, böyle bir Allah’a taparak, hile ve aldatmacalarla, diktatör veya zorba olurlar. Kendi din kardeşlerinden başkalarını sevemezler, düşmanlarını sevmeyi ve affetmeyi anlayamazlar!

Allah Sevgidir çünkü kendini sunar, bu yüzden Üçlü-Birlik’tir (yukarıda ifade etmeyi denediğim gibi). Allah sevebilir, Allah yaradılıştan önce de Sevgidir. Yaratıklara ihtiyacı yoktur: onlar hür sevginin, özgürlüğün meyvesidirler. Onlar isyan ederlerse, onları sevmeye devam ederek, onlara Kendi tanrısal üstünlünü gösterir; onlara Oğlu’nun örneğini ve gücünü bağışlayarak, onları şefkat ve özgürlükle tekrar sevgiye kazandırır. Örnek gösterip, onu uygulayacak gücü vererek! Kutsal Üçlük’e tapan, herkesi sevmeye mehillidir: kendi imanının dışındakileri ve hatta düşmanlarını bile.

Düşmanları için sevgi öngören, ve dileyen, onlara sevgi veren tek inanç, Hıristiyan inancıdır! Ve Hıristiyanlardan biri sevmiyorsa, o artık Peder Allah’a, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a hayranlıkla bakmıyor demektir: o tekrar kendini aramaktadır.

Allah, Üçlü-Birlik’tir ve başka türlü olamaz, aksi halde Sevgi olamazdı! İsa aracılığıyla bize Kendi hayatını tanıttığı için, Allah’a şükürler olsun! Onu tam olarak anlayamasak da, O’nun gerçek olduğunu algılayabiliriz: Kutsal Ruh bizi Gerçeğe yöneltir, sadece Allah gerçeğine hayranlıkla bakmamız için değil, bu gerçeğin bizi değiştirebilmesi için de bize yardım eder.

Allah gerçeğini bilmek, sadece merakımızın tatmin edilmesi değildir, bizim için yeni bir yaşama biçimidir: bu yeni yaşamda Allah’ın insani yapımıza ektiği yetenekler de günden güne daha çok gelişirler. Allah’ı Üçlü-Birlik olarak tanımak neye yarar? Kardeş gibi yaşamamızı sağlar, ailelerimizi ve cemaatlerimizi uyum ve barış içinde yaşanan yerlere, sevinç ve birlik dolu yerlere dönüştürür. Allah’ı (Kutsal Üçlük) seven, O’nun gibi olur, kendini sunabilen, sevebilen, birlikte ıstırap çekip birlikte sevinebilen. İnsanların babası, oğul ve kardeş olur.

 

3. Peder’e inanıyorum

Allah gerçeğini, insani terimlerle ifade edebilmek için, tecrübemizden faydalanarak seçtiğimiz kelimeleri kullanmalıyız, bunların ne yeterli ne de uygun olmadıklarını bilsek de!

Fakat başka yapabileceğimiz bir şey yoktur!

Ve işte tanrısal Sevginin ilk hareketi olarak “Baba” deriz! Baba - kendi tecrübemizce – kendi çocuklarının hayatlarının kaynağıdır. Baba Allah’tır, çünkü tüm sevgi hareketleri O’ndan başlar. Allah’ı sevebilmek için, Baba sözcüğü, İsa’nın dudaklarındadır ve bu sözcüğü bizimkilere de yerleştirir. Allah gerçeğini bize daha yakın kılan bir terimdir, sevgisinin hem üstünlüğünü ve büyüklüğünü, hem de şefkatini, anlamamıza yardımcı olur. Allah’ın bizden kopuk ve uzak bir gerçek olmadığını, bilakis, bir babanın oğluyla ilgilendiği gibi, Allah’ın da insanlarla ilişkide olduğunu gösterir. “Baba”, Allah’ın bizi kendi başımıza bırakmak istemediğini gösteren bir terimdir. Aynı zamanda, hayatımızın sadece O’nun ile birlik içinde kaldıkça canlı kalacağını da vurgular.

Baba bir ilişki terimidir: Sadece, birine hayat vermiş ve vermekte olan birini belirtmek için vardır, O’na benzer birini!

Ben Allah’ın Baba olduğuna inanıyorum: hayatımın kaynağı olduğuna inanıyorum, Allah’ın benle bir antlaşma yapmış olduğuna, ve ancak O’nun ile ilişkide kalırsam yaşayabileceğime inanıyorum.

Baba Allah’a olan bu iman, günümüzde “laikleştirmek” (Din ağını kaldırmak, dinsel yaşamdan ayırılmak) diye adlandırılan düşünce hareketini ve alışkanlıklarını reddetmemi sağlıyor. Bu, Allah yokmuş gibi bir insan olma biçimidir, sanki yaşam O’na bağlı değilmiş gibi. Bu, ilk günahın tekrarıdır! Bu düşünce tarzını kabul edersem, kendimi insan halim için korkmuş, çıplak olarak kaçar durumda bulurum, kardeşim Habil’i, masum olduğu halde, bir düşman olarak görürüm.

Zaten şimdiki ve geçmiş dünyanın tarihi, bir korku ve şiddet tarihi değil midir? İnsanlar bir Baba’sı olduğunu unutmuşlardır, sevgi içgüdüsü ve bilgelik almak için dinleyecekleri bir Baba, sevgiyle itaat edecekleri bir Baba. Baba’ya sevgiyle bakan kişilerin var olduğu yerlerde, dünya değişir, orada dünyanın çehresi yenilenir.

Peder Allah’a inanıyorum: kendimi O’na emanet etmek, hayatımı Sevgisine bağlı kılmak istiyorum. Hayatımı O’nun bilgeliğince düzenlemek istiyorum.

Herhangi bir Allah’a inanmıyorum. Zeki bir insanın aklının algılayabileceği bir Allah’a inanmıyorum. Sadece benim ve bütün insanların Baba’sı olan Allah’a inanıyorum.

Kendimi O’na emanet edersem, ve beni aydınlatmasına izin verirsem, O’nun pedersel sevgisi benim de hayatımı kaplayacaktır!

Benim için Baba Allah’a inanmak çifte bir mutluluktur: kendimi güvende hissederim, artık hiçbir şeyden korkmam, kimse beni etkileyemez ve hiçbir olay beni sarsamaz. Hayat kayığımı dolduran su, yani hayatımındaki olumsuzluklar beni artık umutsuzluğa sürüklemez, çünkü bir Baba’nın ellerinde olduğumu biliyorum. Üstelik, Baba Allah’a inanmak, hayatımı yeni bir sevgiyle kaplar, kardeşleri sevmek için önayak olmaya hazır bir sevgiyle: Baba’nın sevgisi beni kaplar ve Kendine benzer kılar, beni bir bakıma dünya için bir “peder” yapar! Peder Allah’a inanmak hayatımı değiştirir: beni mutlu ve bir çocuk kadar huzurlu, aynı zamanda bir yetişkin kadar sorumlu ve dikkatli kılar.

Peder Allah’a inanmak sadece fazladan bir bilgi değildir: İçimde gelişip büyüyen yeni bir hayattır!

 

4. Her şeye kadir olan, göğün ve yerin yaratanı

Bir tek O’na uygun olduğundan, sadece Peder Allah için “her şeye kadir” deriz! O her şeye kadirdir! Bu bize Kutsal Kitap’ta, Allah’ı öven bazı bölümleri hatırlatır. Hiçbir firavun katiyen O’nun isteklerine karşı gelemez, hiçbir Goliat O’nun önünde övünemez: rüzgarlar ve denizler dahi O’na itaat eder.

Bizim için ters anlamak kolaydır. Mesela, “Allah savaşları silemez miydi, şiddet uygulayanların ellerini donduramaz mıydı?...” dediğimiz zaman, her şeye kadir ifadesine, bir diktatörun verdiği anlamı yüklemeye çalışırız. Bizde, her istediğini yapan, yöneten, ezen, imha eden “güçlü adamın tecrübesi“ vardır. İnsanın insan üzerine uyguladığı kuvvet, şeytani bir kuvvettir, Allah’ın ki değildir. Bu tür bir kuvvet Allah tarafından uygulansaydı, O’nun Baba sıfatını silerdi. O bir baba değil, bir diktatör olurdu. “Allah için her şey mümkündür” der Melek, Meryem’e. Ama o her şey, “her şey” değildir. O her şey, “O’nun her sözü”, veya, “O’nun her söylediği” anlamına gelir. Bu yüzden Allah, kötü olanı yapmayacak, şiddet kullanmayacaktır...

Allah’ın her şeye kadir olması, bir Baba sevgisinin kuvvetidir! Sevgi eseri olan yaratılışla kendini gösterir. Bir mezmur der ki: “Başlangıçta Sen dünyayı yarattın, gökler ellerinin eseridir” (102, 26). Allah’ın her şeye kadir olması, kendini kurtuluşta daha da belli eder. 24 ihtiyarın dediği gibi (Va 11, 17): “Her şeye kadir olmuş ve olacak olan Rabbimiz, Sana şükrederiz çünkü büyük gücünü kuşanıp, kendi hükümdarlığını kurdun”.

“Her şeye kadir” ifadesini, kimseyi ve hiçbir şeyi, hatta düşüncelerimizin gücünü dahi, Allah’ın üzerinde tutmamak için kullanırız: “Evet, her şeye kadir Rabbimiz; senin yargın doğru ve gerçektir!”.

O’nun söylediği ve hazırladığı her şey en iyi olandır. Birçok zorluktan geçmiş, imanlı bir adam, “Allah’ın her bildiğini ben de bilseydim, Allah’ın istediğini muhakkak ki ben de isterdim”, derdi.

Bir sevgi armağanı olan yaradılışı, Allah gerçekleştirmiştir! “Gökleri ve yerleri O yaratmıştır” der Kutsal Yazılar! Allah her şeyin üzerindedir. Hiçbir yaratık kendini O’nun ile bir tutamaz, hiç bir insan, kral veya imparator, kendini başka bir insandan üstün göremez. Ne kadar gizemli veya çekici olursa olsun, hiçbir yaratık, kendini Allah’ın yerine koyarak insanların kalbini dolduramaz. Böylece, Büyük İman Duası’nın incelediğimiz bu cümlesi, her çeşit putperestlikten ve mutlakıyetten kati olarak vazgeçmektir.

Allah’ın sözü ve sevgisi her gerçeğin üzerindedir. İnsanlar tarafından konmuş başka kanunlara boyun eğmek istemiyorum: putperest olurdum. Para olan puta boyun eğmek istemem: bu put bana, kâr kanununu, bencil tasarrufları empoze eder. Yarın yaşayıp yaşamayacağımı bilmesem de, beni şimdiden emekliliğimi düşünmeye ve onun için kaygılanmaya zorlar. Bu put, benim ve bizim için bir Baba’nın var olduğunu unutturur. Kardeşlerim için bana sorumluluklar verebilecek bir Baba. Zevk olan puta da boyun eğmek istemem: bu put, biraz yorulmayı ve bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektiren Allah’ın hükümdarlığını aramamı engeller, Baba’nın

çağrısını ve önerilerini unutturarak, beni kişiliğime ve beğenilerime yönlendirir. Madde olan puta da boyun eğmek istemem: bu put beni cisimlerin, modanın, başkalarının düşüncelerinin esiri yapar. İçsel özgürlüğümü kısıtlar, Allah’ın verdiği neşe ve barışı ve benim kardeşlerimi sevmemi engeller. Her türlü batıl inanca yol açan hayal gücü putlarına da boyun eğmek istemem, çünkü Allah, her şeyin, her hayvanın, gerçekleşen her olayın üzerindedir. Evimize veya arabamıza astığımız her at nalı veya herhangı nazarlık, büyük iman duasının bu sözüne karşı bir küfürdür!

Ben sadece her şeyi Yaratan’a inanırım ve boyun eğerim: O bana dünyaya ve insanlara saygılı, yüceliğiyle beni yücelten kanunlar sunar!

Allah’ın her şeyi yarattığını belirtmek, var olan her şeyin bir amacı olduğunu, hiçbir şeyin boşuna olmadığını, her şeyin iyi niyetle yapılmış olduğunu da belirtmek demektir! Kutsal Yazılar, yaratılmış her şey için şöyle der: “Ve Allah, iyi bir şey olduğunu görür!”.

Bu yüzden, insanın hiçbir şeyi ve hiç kimseyi yıkmaması, bilakis her şey için minnettar olması, her şeyden memnun olması gerekir! Aziz Pavlus şöyle der, “Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir” (Rom 14, 14). “Öyle ki Allah’ın yarattığı her şey iyidir, hiç bir şey reddedilmemeli; yeter ki şükran la kabul edilsin” (1Tim 4,4).

Bu yüzden Büyük İman Duası’nın bu bölümü, bana huzur verir, ve her şeye olumlu bir şekilde yaklaşmamı sağlar: her şey Allah’tan gelir, Baba’mdan gelir! O’na minnettarım. Bu minnettarlık, zihnime, her gerçeğin nasıl O’nun sevgisinin bir parçası olduğunu gösteren bir ışık tutar.

Yaratan Peder Allah’a inanıyorum! O’nun yaratmış olduğunu ve şimdi... işsiz olduğunu söylemiyorum! O her zaman yaratandır. O’nun için zaman kavramı, bizim için ifade ettiğinden farklı bir anlam taşır. O bugün yaratandır: “Güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir”! (İbr 1,2). Bugün ben Allah’ın bir armağanıyım, bugün bana güneşi, yıldızları ve her şeyi armağan eder, bugün Baba beni yaşatır! Allah’ın bugünü asla dün olmaz ve O’nun için yarın yoktur. Benim için devamlı ve sadık yeni bir minnettarlık nedenidir.

 

5. Görünen ve görünmeyen her şeyin yaratanı

Öyle gerçekler vardır ki onlarla ilk kez karşı karşıya kaldığımızda, Allah’a olan inancımızla yarışmaya çalışırlar. Bunlar garip ve açıklanamaz gerçeklerdir, çünkü insanların normal ve yüzeysel gözlemleri onlara yabancıdırlar. Bunlar ne yıldızlardır, ne atomlar, ne ay, ne güneş, ne organizmamızın hücreleri, ne de tümör hücreleri. Bu gerçekler dahi, bilgi bahçemizi gizemle kaplar. İnsan kalbini kendine çeken veya kaçmasını sağlayan görünmez gerçekler vardır: görünmez oldukları için, kimi zaman insan onları, aynı şekilde göremedikleri Allah ile aynı kefeye koyar.

Melekler ve şeytanlar: görünmez gerçeklerdir. Her nasıl iseler – kimliklerini merak edenler vardır – biz Allah’ın yaratıkları olduklarını biliriz, O’nun ile eş değillerdir, O’nun üzerinde hiç değillerdir.

Allah’ın tüm yaratıkları iyilerse, nasıl olur da şeytanlar vardır? Bu haklı soruya bir cevabımız var mıdır? Kendi tecrübemizle bir cevap bulabiliriz: ben ki – her şeye rağmen – iyiyim, nasıl oluyor da bazen kızabiliyorum, nasıl oluyor da bazen şiddete başvurabiliyorum? Allah beni iyiliğimi kullanmakta yada ona karşı gelmekte özgür yarattı. İşte bu şekilde “ruhani” varlıklar da, her ne kadar bizden üstün olsalar da, özgürlüklerini sömürebilirler, onlar şeytanlardır.

Melekler ve şeytanlar: anahtarına sahip olmadığımız bir dünya, fakat bu dünya bize hakim değildir, ve bizi ne iyiyi ne de kötüyü yapmaya zorlayabilir. Onlar yaratıktırlar! Bizim hizmetimizdedirler (melekler) veya yolumuza engeller koyarlar (şeytanlar), ama Allah onların üzerindedir.

Her zaman bu gerçeğin varlığını önemsememeye mehilliyizdir. Allah’ın habercilerinin, yani meleklerin etrafımızı sarmış olduğunu unutmak veya yok saymak isteriz. Ve böylece büyüklük taslar ve bizim olmayanla övünürüz!

Şeytanların varlığını ve faaliyetlerini önemsemeyerek, istemeden onların tutsakları oluruz, çünkü ruhları ayırt etme yeteneğine sahip değilizdir.

Bir imanlının öğrenmesi gereken ilk şeylerden biri - aksine pek de az ilgilendiği - ruhları ayırt edebilme yeteneğidir.

Şeytanlar hakkında yayılan yanlış bilgiler, onların varlığını kabul etmeyi, daha da sevimsiz kılmıştır: boynuz ve tırnaklar, kuyruk ve çatallar! Fakat gerçekte şeytan kendini insana “bir ışık meleği” gibi gösterir. (2 Ko 11,14). Günümüzde birçok Hıristiyan ortam dahi Kötünün varlığını düşünmeyi reddederken, ekonomik çıkar ve güç sağlamak için kendini şeytana adama alışkanlığı, meşhurlar ve artistler arasında, başka kötü kişiler arasında, tarikat kurucuları, ve hatta finans ve endüstri şirketleri arasında yayılmaktadır! Dünya, şeytanın hizmetine girmek için onu arıyor!... Parayı kullanmak şeytanın en iyi becerdiği şey olduğundan, dünya şeytanı sömürdüğünü sanıyor!

Melekler vardır ve şeytanlar iş başındadır!

Bizim için İsa, meleklerin Allah’tan gelen varlıklar olduğunun ve şeytanlarınsa tehlikeli olduklarının en büyük şahididir. İsa hayatı boyunca kötüyü meydana çıkarmak, onu insanlardan uzaklaştırmak için savaştı. İsa Şeytan’ın açtığı yaraları – günah ve hastalıklar - sardı. (karşılaştırınız Elç 10, 38).

Ben her şeye kadir Baba Allah’ın, görünmez gerçeklerin yaratanı olduğuna inanıyorum. Korkunç olmasına rağmen, Kötüden korkmam, çünkü kimin oğlu olduğumu bilirim. Ona hayatımda yer vermemeye çalışırım: vaktimi ve gücümü onla harcamam, ve bu yüzden ruh çağırma seanslarını, falcıları, büyücülerin ve astrologların görüşlerini, mutlak olarak reddederim. Hipnoza ve burçlara inanman. Lanet ve nazardan korkmam: hepsi – şaka için bile yapılsa – Allah’ın düşmanıyla ilgilidir. Baba’mın düşmanı, tüm ailemin düşmanıdır.

Ben Peder Allah’a inanıyorum: geçmişimi ve geleceğimi sadece O’na, O’nun sözüne, O’nun müdahalesine emanet ederim. O, beni korumaları ve oğlu gibi yaşamama yardım etmeleri için en zor anlarda ve hatta ölümde bile meleklerini yollar!

Bu “arkadaşları” seviyorum ve onların varlığından memnunum: Onlar Allah’ın yaşayan armağanlarıdırlar! Bazılarının isimlerini bile bilirim: Mikail, Cebrail, Rafael! Kendimizi kaybetmememiz için, yolumuza ışık tutarlar, bu hayatımızın amacını hatırlatan bir ışıktır!

 

6. Tüm asırlardan önce Peder’den doğmuş olan, Allah’ın biricik Oğlu, bir Tek Rab olan Mesih İsa’ya inanıyorum

Varlığımı O’na emanet etmek için, şimdi İsa’ya bakıyorum. Varlığımı Tek Rab olarak O’na emanet ediyorum: bana konuşabilmek, bana bir şeyi dilemek için her türlü yetkiyi Allah’tan almış olduğunu kabul ediyorum. O’nun tek Rab olmasını, benim için emin ve kararlı bir söz söyleyebilecek tek kimse olmasını istiyorum.

İnsan İsa’ya “Rab” sıfatını vererek, O’nun tanrısal kimliğini tanımış olurum: bu terim Eski Ahit’te Allah’a seslenmek için kullanılmış, Yeni Ahit’te ise Allah’ın oğlu olarak İsa’ya yöneltilmiştir. Bir tek Rab: Allah İsa’dan başka kimseye böyle güç ve iktidar vermemiştir. Büyük İman Duası’nda Oğul ile ilgili bölüm en uzun olan bölümdür! Böyle olması da doğaldır, çünkü Peder’i O bize tanıtır, Peder’le samimi olmamızı O sağlar ve Kutsal Ruh O’nda gösterilmiştir.

Allah’ı tanıyabilmek, kendi varlığımızı ve diğerleriyle olan ilişkilerimizi doğru yönlendirebilmek için birinci şart, Mesih İsa’yı tanımak ve takip etmektir. Büyük İman Duası’nın İsa ile ilgili söyledikleri, üç ayrı zamana ayrılabilir:

1. Vücut almadan önce Allah’ın Oğlu;

2. İsa’nın hayatı, ölümü ve dirilişi ile ilgili tarihi gerçek;

3. İsa’nın tüm zamanlardan sonra, yargıç olarak ikinci gelişi.

Aziz Pavlus, İsa hakkında şöyle der: “Görünmez Tanrı’nın görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı O’dur.” “Her şeyden önce varolan O’dur” (Kol 1, 15.17). Havarinin bu söyledikleri, Yuhanna’nın, İncilinin başında söylediklerini tekrar eder: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Allah’la birlikteydi, ve Söz Allah’tı. Başlangıçta O, Allah’la birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu” (Yu 1, 1-3). “Söz, insan oldu... ve biz O’nun yüceliğini – Peder’den gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlun yüceliğini – gördük” (1, 14). “Allah’ı hiçbir zaman kimse görmedi. O’nu, Baba’nın bağrında bulunan ve Allah olan biricik Oğul tanıttı” (1,18).

İsa, Allah’ın biricik oğludur. “Biricik Oğul” ifadesi, hiç kimsenin, ve hiçbir meleğin tanrısal haklar edinemeyeceğini ifade eder. Bize Oğlun sözlerinden farklı sözlerle gelen, Mesih Karşıtı’dır. Bunlar, günümüz dünyasında çoktur: onlar İsa’yı, din ve tarikat kurucuları olan başka büyük kişiliklerle bir tutmak isterler. Biz, Allah’ın tek “Oğlu” olduğunu biliyoruz: zihnimizi ve yüreğimizi O’na açarız. O, “İsa” adını taşır: bu ad: Allah kurtarır! Allah kurtarıcıdır! anlamına gelir.

Bizim için insan İsa’da görünür ve dokunulabilir kılınmış Allah’ın Oğlu (1Yu 1,1-2), kurtarılmaya ihtiyacı olan, kötünün zincirlere vurmuş olduğu, Şeytan tarafından köleleştirilen insanlığa, Baba’nın sunduğu armağandır. Büyük İman Duası ile zikrettiğimiz “İsa” ismi, melek Cebrail tarafından bebeği için Meryem’e önerilen isimdir. Pilatus’un hacın üzerine yazdırttığı ve “diğer bütün isimlerin üzerinde” olan isim. “İsa adı her anıldığında gökteki, yerdeki ve yeraltındakilerin hepsi diz çöksün” diye Allah O’na bu adı vermiştir” (Flp 2, 9-10). Onun haricinde bizi kurtaracak başka isim yoktur (karşılaştırınız Elç 4,12)! Öyle önemli bir İsim’dir ki, yalnız Kutsal Ruh’un etkisiyle “Rab” sıfatı ile birlikte kullanılabilir (karşılaştırınız 1 Ko 12,3). Sadece Allah’ın yardımıyla İsa’ya itaat edebilirim! O’nu “Rab” olarak görmek, sadece bir isim meselesi değildir, tabii ki! Kendini sunabilme ve itaat etme meselesidir!

“Mesih” sıfatı, “İsa” ismi ile bağlantılıdır. Ve sadece bu İsim’e tamamen bağlıdır. Mesih, meshedilmiş, “yağlanmış” anlamına gelir. İbrani toplumunda, tanrısal bir görev edinen herkes meshedilirdi: kral ve rahipler görevlerine bu şekilde başlarlardı. Bu yüzden, meshedilen kimse, bir hizmet sunmaya, Allah’ın adına güç kullanmaya yetkilidir.

Allah’ın meshettiği, Allah’ın Mesih’i, İsa’dır!

“Kutsanmış Allah’ın Oğlu Mesih sen misin?”. İsa cevap verir “Ben O’yum!” (Mar 15,61 s) İsa, Allah’ın her eseri için yetki verdiği kişidir. “O’nu dinleyin”, Tabor Tepesinde yankılanan sözlerdir. Allah, İsa aracılığıyla ‘doğrudan doğruya’ konuşur ve hareket eder!

NOT: Simge’de Aziz Yuhanna’nın, incilinde ve birinci mektubunda Allah’ın Oğlu için kullandığı, Baba’dan “doğan” Sevgi ifadesi geçmez. O, Allah’ın Oğlunu, “Kelam” yani “Söz” diye adlandırır. Allah’ın Oğlundan Baba’nın Sözü diye bahseder.

“Söz”, düşüncenin ifade edilmesi, kalbimizdekinin ve aklımızdakinin iletilmesidir. Allah’ın Sözü, Allah’ın içindekilerin iletilmesidir. Bu yüzden Oğul Allah’ın içindeki ve ilettiğidir: O’nun Sözü’dür! Allah’ın içindeki ve bize ilettiği Sevgi, Nasıra’lı İsa’nın “teni”, insan “vücudu” ve insan hayatı aracılığıyla bizle iletişime girer.

İsa, Kelam’ın, Allah’ın Sözü’nün, vücut bulmuş şeklidir. Peder Allah’ın içinde olan ve bize ilettiği, yaratılmamış ve sonsuz sevginin vücut bulmasıdır. “Kelam” (Söz) terimi, akılcı bir yoldan gizemi ifade eder, ”Oğul” terimi ise, insanların evrensel tecrübelerini, ailevi tecrübelerini hesaba katar: herkesçe daha kolay anlaşılabilir ve insanın kalbine daha yakın bir terimdir.

 

7. Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, gerçek Allah’tan gerçek Allahtır. Yaratılmış olmayıp Peder ile aynı özdedir

İznik Konsili’nin (325) Babaları, tam o zamanlar rahip Arius ve takipçileri tarafından reddedilen Allah’ın Oğlunun tanrısallığını belirtmek istiyorlardı. Isa’nın tanrısallığını inkar etmek, İsa’nın bizi kurtaran ölümünü ve Dirilişini yok saymak demek olacaktı; gerçekten de Golgota tepesinde ölen adam, diğerleri gibi biri olsaydı, ölümünün ve dirilişinin bizim için kurtuluş değeri olmazdı.

Üstelik, Allah’ın Oğlunun Allah olmadığı belirtselerdi, Yeni Ahit’in kutsal yazılarının büyük bölümünü reddetmek, ve Museviliği yaşamaya dönmek gerekecekti; Mesih İsa, varlığıyla hiçbir şeyi çözmemiş gibi olacaktı.

Konsilin Episkoposları, imanlıları, İsa’da vücut bulan Allah’ın Oğlunun tanrısallığı ile ilgili her türlü şüpheden kurtarmak isterler; bu yüzden, bu gerçeği belirtmek için beş farklı ifade kullanmakta ısrar ederler. Allah’ın Oğlu, Allah’ın Kendisi’dir, gerçek Allah’tır, yüzeysel veya yapay değildir, Allah’a yabancı bir şey veya biri olarak yaratılmamıştır, Allah’la aynı özdedir, Allah’ın Nur olduğu gibi, O’da Nur’dur! Bu ifadelerin gerçekliği, Konsil tarafından uydurulmamıştır! Konsilin Babaları, Havariler, İnciller, diğer yazılar ve Kilise’nin tecrübesi aracılığı ile öğrendiklerine sadık kalmak, ve havarilerin öğretilerinin eksiksiz bir şekilde gelecek Hıristiyan nesillere aktarılacağından emin olmak istediler.

Bu iman gerçeğinin, günümüzde dahi çok karşıtı vardır. Bu gerçeği ya açıkça, yada yaşam tarzları ile inkar edenler vardır.

Bir çok modern tarikat, kendilerini Hıristiyan diye adlandıranlar dahi, bu gerçeği kasten inkar ederler! Düşüncelerinde ve davranışlarında İsa’yı göz önünde tutmayıp kendi fikir ve görüşlerini önemseyenler de onu inkar ederler.

Aziz Yuhanna, ilk mektubunda (1, 2) şöyle yazar: “Yaşam açıkça göründü, O’nu gördük ve O’na tanıklık ediyoruz. Baba ile birlikte olup bize görünmüş olan sonsuz Yaşam’ı size duyuruyoruz”. Bu İsa için kullanılmış açık bir ifadedir! Ve O’nun sonsuzluğunu vurgular. İsa’nın kendi söylediklerini tekrar eder: “diriliş ve yaşam Ben’dedir”. Ve Aziz Yuhanna mektubunu şöyle bitirir: “Biz gerçek Olan’dayız, Onun Oğlu İsa Mesih’teyiz: O gerçek Allah ve sonsuz yaşamdır!” (5, 20).

Vahiy kitabında, Allah’a doğru yöneltilen bu tapma, Kendi Oğlu İsa olan Kuzu’ya da yöneltilir: “Övgü, saygı, yücelik ve güç sonsuzlara dek tahtta oturanın ve Kuzu’nun olsun” (5, 13). Aziz Petrus ise, mektubunu, “Tanrımız ve Kurtarıcımız İsa Mesih sayesinde bizimkiyle eşdeğer bir imana kavuşmuş olanlara” yazar (2 Pe 1, 1). Aziz Pavlus ise, Havarilerin İsa’nın tanrısallığından ne kadar emin olduklarını anlatan ifadeler kullanmıştır. Koloseliler’e (2, 9) şöyle yazar: “Tanrısallığın bütün doluluğu bedence Mesih’te bulunur”. Bunlar çok açık ve çok etkili sözlerdir, bunlar gibi: “her şeyden önce var olan O’dur ve her şey varlığını O’nda sürdürmektedir” (1, 17). “Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı”! (Flp 2, 5-6).

İsa, sadece mucizeleri ile değil, Kendi sözleri ile de kendi doğasının açıklamıştır: “İbrahim doğmadan önce ben varım” (Yu 8,58), “Allah’tan çıkıp geldim” (8, 42), “O olduğumu anlayacaksınız” (8, 28). “O olduğumu” ifadesi Allah’ın İsmi’dir! Düşmanları O’na karşı çıkar (10, 33): “Seni iyi işlerinden ötürü değil, küfür ettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde, Tanrı olduğunu ileri sürüyorsun”. İsa yalanlamaz: bu yüzden ya küfürbazdır ya da gerçekten Allah’tır!

“Baba’nın bende, benim de Baba’da olduğumu bilesiniz” (10, 38). “Bizim bir olduğumuz gibi bir olsunlar!” (17, 11.22). “Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt” (17, 5). İbranilere yazılan mektubun (1, 8) yazarı der ki Allah, “Oğlu için söyle diyor: Ey Tanrı, tahtın sonsuzluklar boyunca kalıcıdır”! Bu sözler, her türlü şüpheyi uzaklaştırmak için yeterlidir, yeter ki Kutsal Yazılar kötü niyetle veya değiştirilerek okunmasın (Yehova Şahitleri Cemaatinin yaptığı gibi.).

“Dünyaya gerçek ışık geldi” (1, 9). İsa, gerçekten de Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, Sevgi’den Sevgi’dir! Bu yüzden O’na güveniriz, hayatımızı O’na veririz. Mesih İsa, Sana inanıyorum!

 

8. O’nun aracılığı ile her şey yaratıldı

Yeni Ahit’te bu cümle en az altı defa geçer. Bu yüzden, önemli bir söylemdir ve Simge’ye dahil edilmiştir. Bizim için bir lütuf hazinesi saklar. Kutsal Ruh bu sözleri, Kutsal Yazarlara ilhamlarken, bize neyi iletmek istemiştir? Bize hangi öğretiyi sunmasını ve ne meyve vermesini bekleyebiliriz? Allah’ın eserinin veya hayatının kendini her göstermesi, bizim seyirci kalmamızı amaçlamaz, aksine, O’nun her Sözü, kök salan ve hayatımıza meyve veren tohumlar olarak bize sunulmuştur. Allah’a dair her bilgi, bize “onu bilmemiz” için verilmemiştir, yaşamamız için gerekli olduğu için verilmiştir!

Baba Allah yaratırken, her şey Oğlu’nun ellerinden geçmiştir! “Her şey O’nun aracılığıyla yaratılmıştır” (Kol 1, 16a.16d; 1 Ko 8, 6; Yu 1, 3.9; İbr 1,2). Baba ve Oğul, yaratırken birdi; yaratılış Onlar’ın birliğinden doğmuştur, sevgilerinden, Kutsal Ruh’tan doğmuştur! Kutsal Yazılar, Yaradılış’ta “Kutsal Ruh, suların üzerinde dalgalanıyordu” der. Her şey Allah tarafından, O’nun “Sözü” aracılığıyla yaratılmıştır, her şey O’nun isteğine, O’nun düşüncesine göre var olmuştur! Bu ifadeyle, Söz’ün, yani Oğlun yaratılmış olmadığını ve yaratılışın Allah olmadığını belirtiriz!

Her şey, bizim için Baba’nın ve Oğlun armağanıdır. Her şey bize tanrısal Sevgi’nin kokusunu taşır. Her şey Allah tarafından, Oğlu’nun ‘kalıbı’ ile yaratılmıştır. Bu yüzden her yaratık, Oğlun şanını yansıtabildiği sürece tamdır. Her yaratık bana, kalbinden geçmiş olan İsa hakkında bir şey söyleyebilir! Özellikle bu yönünü görebiliriz: yaratılmış her şey Allah’ın Sözü’nün, Allah’ın Oğlu’nun bir yönünü gösterir. Her şey, benim için Allah’ın sevgisini ve isteğini anlayabileceğim bir mesajdır. İsa’nın Kendisi, yaratılışı anlamamıza yardımcı olur! Ben ışığım, ekmeğim, çobanım, kapıyım, gerçek bağ Ben’im, yaşam Ben’im diyerek, Kendini “doğru Gerçek” ilan eder (Kol 2, 17), bu yüzden insan bu gerçeği göz önünde bulundurmak zorundadır, çünkü yaratılış O’nun gölgesi gibidir! Tüm yaratılış, O’nu tanımak için birer işarettir. Maddi şeyler, ruhani olanları anlamamıza yardım ederler: Allah’ın arzularını, tanrısal sevgiyi ve İsa’yı tanımamıza yardım ederler. Böylece gözlerimiz açılır, ve yaratılanları daha dikkatle derinlemesine inceleyebiliriz. Onlarda, O’nun izini arar, onları Yaratan’ı keşfetmeyi ve sevmeyi öğreniriz!

Fakat, “Bütün yaratılışın şu ana dek birlikte inleyip, doğum ağrısı çektiğini biliyoruz.” (Rom 8, 22), “Yaratılış, Tanrı çocuklarının ortaya çıkmasını özlemle bekliyor... Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı” (Rom 8,19-21). Maalesef gördüğümüz gibi yaratılış, sıkça çirkinleştirilmiş, ve bir ıstırap kaynağı olmuştur, çünkü insanların günahlarının kölesi olmuştur. Mesela, Allah’ın yarattığı altını düşünelim. Altın, insanların elinde, şiddetin, kıskançlığın, gururun, nefretin, zorbalığın hizmetkarı olmuştur. Ve aynı altın gibi başka gerçeklerin (örneğin, cinsellik, bilim, teknik... ) de sonu aynı olmuştur: bunlar artık Allah’ın sevgisinin işaretleri ve araçları olarak görülmemekte ve kullanılmamaktadırlar. Aksine, insana hükmeder duruma gelmişlerdir, onu korkutacak, ona ıstırap çektirecek duruma. Bunlar, Allah’ın sevgisine hizmet edebilmek, Allah’ın tüm insanların pederi olduğunu gösterebilmek için, korkunç efendileri (üstünlük, kıskançlık, şiddet, bencillik...) tarafından serbest bırakılmayı bekleyen gerçeklerdir. Mızrak ve kılıçların demiri, insanların bencilliklerini değil, gerçek ihtiyaçlarını karşılamak için orak ve saban olmayı beklemektedirler! Yaratılış, Allah’ın evlatlarının kendilerini göstermelerini bekliyor!

“Her şey O’nun aracılığı ile yaratıldı” ifadesi, Allah’ın Oğlu’nu kendimize örnek almamız ve sevgisini gerçekleştirmek için, dünya gerçeklerini kullanmamız için bizi bilinçli kılar.

Aziz Pavlus (Kol 1, 16), her şey “O’nun aracılığıyla ve O’nun için yaratıldı” diye ekler. Başka bir deyişle (Kol 8, 6), “ve biz O’nun için varız”.

Hayatımızın, kendi varlığını sürdürmeyi ve kendi kurtuluşunu düşünmeyi aşan bir amacı vardır. Hayatımız, Allah’ın Oğlu’nun hayatını yansıtmalıdır, Allah’ın sunduğu Sevgi gerçeğine açılan bir pencere olmalıdır!

Bir insan bilinçli olduğu, hayatının buna yönelik olduğunu sevgiyle kabul ettiği ve düşüncelerini bu yöne yönelttiği takdirde, kalbi yeni bir hayata başlar, tekrar yaşamaya başlar, başkası olur: neşe ve barış, yüzünde çiçek açar ve kendini adama sorumluluğu, günlerini daha verimli kılar!

 

9. Biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten indi

Allah için önemliyiz. O hakikaten iyi bir Babadır. Kendi yaratmış olduğu ve sonra O’nun kalbinden uzaklaşan insanları karanlıkta ve kötünün tutsağı olarak bırakmaz.

Allah’ın Oğlu’nun vücut bulup insan olması bizim için bir sevgi gösterisidir. Sadece bizim için ve tüm biz insanlar için. O bizim kurtuluşumuzu ister.

Bu “kurtuluş” kelimesini o kadar sık duyarız ki, onun hakkında oturup düşünmeyiz. Ya da kendimize ve insanoğlunun bilimsel keşiflerine o kadar güveniriz ki, kendimizi kaybolmuş görmeyiz.

“Kurtuluş” ne anlama gelir?

İsa bu ifadeyi, Kendisiyle tanışmak için, cesaretle topluluktan ayrılan ve yaşamını değiştiren biri için pek çok kez kullanmıştır. Bu ifadeyi Zakkay için, cüzamlı Samiriyeli için, Eriha’daki kör için, günahkar kadın için vs., yani Kendisini tanımak, sevmek, şifa dilemek veya teşekkür etmek için, herkesten değişik davranan insanlar için kullanmıştır. Bu insanların imanları, onları kurtuluşa kavuşturmuştur. Bu iman, herkesin davranış biçiminden uzaklaşarak tanınmamış kalabalıktan sıyrılmış ve insani ilkelerin saygısından uzaklaşmış olan onları, İsa’ya getirmiştir. Bu insanlar, dünyaya ve güzel görünme kuralına itaatsizlik etmişlerdir. Böylece Allah’ın Oğlu’na yaklaşmak için hayatlarını bile tehlikeye atmışlardır. Dünyada olmalarına rağmen, dünyaya ait değillerdir! Kurtulmuşlardır!

İsa dünyaya gelmiştir, çünkü biz O’nun ile ilgilenirsek, korkular, dehşet, zorunluluklar, içsel şartlanmalar gibi çeşitli biçimlerle bizi bağlı tutan ve Kötüyle anlaşmaya bizi zorlayan dünyadan bizi uzaklaştırır!

Kendi kararımızla Rabbimiz İsa’ya yaklaşmak, kurtuluştur!

Bizim kurtuluşumuz, Allah’ın büyük bir armağanıdır. Ona ulaşmak için adım atarsak, bize ulaşır. Aynen Zakkay’ın, körün, kadının vs. yaptıkları gibi. Bu, insan için zor bir adımdır. İnsanların verdiği itibarlardan, mallarından ve zenginliklerinden, sosyal statülerinden, rahatlarından, maddi ve manevi güvencelerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Bunlar ve başkaları, tek incinin karşılığında verdiği incilerdir. Tek inci, Allah’ın Oğlu’dur, O’nun ile arkadaş ve birlik olmaktır.

Kurtuluş, Allah’ın herkese sunduğu bir armağandır. Fakat ona, sadece boş eller sunma emeğine girenler ulaşabilir. Allah’ın gözünde önemli bir yerde olduğunu zanneden Feriseli, elleri kendi güvencesiyle dolu olduğundan, kurtuluşa ulaşmaya laik değildi. Kendi iyi eylemlerine, kendi dürüst geçmişine, kendine güveniyordu: kendini kurtarıyor ve böylece Allah’tan gelen kurtuluşa erişemiyordu.

Aziz Pavlus’un mektuplarındaki bazı bölümlerde hatırlattığı ve İsa’nın da havarilerine ve rakiplerine belirttiği gibi, bizim kurtuluşumuz, İsa’ya olan imanımızdan gelen, karşılıksız bir armağandır.

Kurtuluş, bizim eylemlerimizle, bizim sayemizde, bir topluluğa veya millete ait olmakla gelseydi, İsa’nın gelişi, ölümü ve dirilişi, boşuna olmuş olurdu.

Gerçekten kurtarılabilmemiz için İsa, “gökten indi”. Bu ifade, Allah’ın Oğlu’nun yer değiştirdiğini ifade etmez! Allah olanın ve Allah’ta olanın, şimdi insanlara çok yakın olduğunu, insanların O’nu görebildiğini, tutabildiğini, kendi dünyevi tecrübelerinde O’nu karşılayabildiklerini belirtmek için kullandığımız bir ifadedir. Aziz Yuhanna birinci mektubunda (1, 2) şöyle der: “Yaşam açıkça göründü ve O’nu gördük”! Kimselerin göremediği, şimdi görünür oldu.

Herhangi bir dine ait normal bir insanın sandığı gibi, insan, O’ndan bir şey “çalmak“ veya elde etmek için Allah’a yaklaşamaz, Kendini insanlara yakın kılan Allah’tır. Allah insana ulaşır. İlk önce Allah bizi sevdi. İnsan ancak şükrederek ve almış olduğu armağana değer vererek cevap verebilir: bu şükretme ve değer verme, insan hayatını değiştirir ve onu, armağanı, Allah’ın Oğlu’nu karşılayabilir kılar. Bu yüzden, Hıristiyan’ın hayatı saf, dürüst ve kutsal, kusursuz olacak: o, kendi için inmiş olan o Allah’a, kendi gayretiyle ulaşmak istemez, daha çok, O’na yer açmak ister, O’nu yüceltmek ister, evrensel Sevgisiyle iş birliği yapmak ister!

NOT: Din, insanın Allah’a doğru hareketidir. İnsan, Allah’ı tanımaya, tanıdığı o Allah’a hizmet etmeye çalışır. Bu her zaman yertersiz ve insanın hayat tecrübesine ve içinde bulunduğu kültüre bağlı bir harekettir. Bu yüzden çok din vardır ve sayıları gün geçtikçe artar: insanın, zekasıyla, hayal gücüyle veya duygularıyla keşfettiği yöntemler birbirinden farklı ve çeşitlidir, bu da insanlar arasında bölünmelere yol açar.

İman, insanın kendini gösteren Allah’a doğru hareketidir. İnsan, Allah’ın tek Sözünün söylediğini kabul eder. Bu yüzden iman, her ne kadar farklı kültür, tecrübe, dil ve ırklara sahip olsalar da insanları birleştirir! Bu yüzden Hıristiyan “imanı”ndan ve başka “din”lerden bahsederiz. Aslında Hıristiyan inancı bir “din” değildir!

 

10. Kutsal Ruh’un kudretiyle Bakire Meryem’den vücut aldı ve insan oldu

“Allah için hiçbir şey imkansız değildir!”. O her sözünü, her sevgi tasarımını gerçekleştirebilir! Melek Cebrail’in Nasıra’lı Meryem’e ilettiği bu gerçek, bizim için de geçerli olmalıdır. Çoğu kez biz Allah’ın yapma biçimine karşı çıkarız. Allah ise, hem akli, hem bedeni, hem yaratılmış olan bizlerin şartlanmamızdan özgür olandır.

Göklere sığmayan Allah’ın ebedi Oğlu, bu dünyada var olmak ve Kendini göstermek için, tanrısal güçle, bir bakireden vücut aldı ve insani yaşamına başladı.

Allah’ın Oğlu, sonsuz Hayat, ve insanlardan önce var olan Hayat’tır: insan olmak için sadece bir ana karnını bulmaya ihtiyacı vardır. O başlangıca ihtiyacı olmayan bir hayattır, çünkü zaten “tüm asırlardan önce”, “başlangıçta” O vardır (Yu 1, 1-2). “O Allah’la birlikteydi ve Kendini bize görünür kıldı” (1 Yu 1,2). “O her şeyden öncedir” (Kol 1, 17). “İbrahim doğmadan önce ben varım” (Yu 8, 58).

Bu tanrısal hayat artık görünür olmuştur: onu kabul edebilir veya reddedebiliriz. İnsan aklı daha fazlasını bilmek ister ve bir açıklama bekler. Fakat aklımızın beklediği açıklama bilimsel bir açıklamadır, bir inanç açıklaması değildir. Simge, kutsal İncilleri özetleyerek Allah’ın eylemleri hakkındaki meraklarımızı gidermeye çalışmaz: bu açıklamalar, insan kalbini değiştirmek için yeterli değillerdir. Allah’ın sevgisini görebilmemiz ve ona uygun şekilde cevap verebilmemiz için bize yardım edebilecek açıklamalar sunar.

Allah’ın Oğlu, Kutsal Ruh’un aracılığıyla insan oldu! İnsan İsa’nın Allah’ın biricik Oğlu olması, insanın eseri değildir, insani evrimin veya gayretlerin sonucu değildir.

İnsanlar, bu gizemi mutlak ve tümüyle bir armağan olarak alırlar. İsa, Allah’ın bütün insanlığa armağanıdır!

Büyük İman Duası’nın bu cümlesi, Meleğin Meryem’e cevabını özetler: “Kutsal Ruh senin üzerinde gelecek, Yüceler Yücesi’nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek” (Luk 1, 35). Yusuf’a da Allah şöyle açıkladı: “Onun karnında oluşan, Kutsal Ruh’tandır” (Mat 1,20). Yusuf, “Meryem’i eş olarak evine aldı. Ama onunla bir ilişkisi olmadan o bir oğlan çocuk doğurdu ve çocuğun adını İsa koydu” (24-25).

Meryem, “Bakire” olarak adlandırılır ve biz doğu Hıristiyanları ile birlikte O’nu böyle onurlandırırız. O bizim için doğumdan önce, doğum sırasında ve doğumdan sonra Bakiredir. İncil’in kendisi, İsa’nın “kardeşlerinden” bahsederken, bu ifadelerle ters düşer gibi görünebilir. Fakat öyle değildir, çünkü kardeş kelimesi, Museviler için amca çocuklarını da kapsar. Bazı eski gelenekler, Meryem’in tek evladından başka evladı olmadığına tanıklık eder. O’na, Allah’ın Annesi sıfatını da veririz: Bu sıfat Simge’de yoktur, fakat İznik Konsili’nin (325) bir bildirimidir. Meryem’e verilen bu sıfat ile İsa’nın tanrısallığı belirtilmek istenmiştir: Annesini onurlandırarak, Oğluna tapan bir sıfattır. Fakat İsa’nın Kendisinden biliyoruz ki, Meryem’e verilen en büyük onur – Kilise’nin Babaları’nın da ifade ettikleri gibi – O’nun Rabbimizin şakirdi olmasıdır.

“Bana dediği gibi olsun!” diyerek Allah’ın isteğini yerine getirdi, bu yüzden İsa O’nu kız kardeş ve Anne olarak görür: “Tanrı’nın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim ve annem odur” (Mar 3, 35). İsa en çok sevdiği şakirdini O’na emanet etti, O’nu Annesine bir Oğul olarak sundu: İsa bu davranışı ile Meryem’i bütün Kilise’ye, bir Anne, bir itaat ve sevgi örneği olarak göstermek istedi. Hıristiyanlar Meryem’i birçok sıfatla ve sonsuz biçimlerde onurlandırarak, Allah’ın eserinin güzelliğini ve yüceliğini ilan ederler. Vücut bulma gizemi için minnettardırlar. Bu gizem, Meryem’de, “İşte, Senin isteğini yerine getirmek için geliyorum, Allah’ım” diyen Allah’ın Oğluna layık bir yer bulmuştur.

Meryem, meleğe: “İşte buradayım, Allah’ın hizmetkarıyım...” cevabı ile, kendini Allah’a ve dünyaya, Allah’ın Kelam’ına uygun insani ve ruhani bir yer olarak gösterir!

Allah O’nun alçakgönüllülüğünü gördü, ve şimdi tüm nesiller O’na hayran. İnsanlar Meryem’i “Kutsal” ilan ederek, Peder’in yaptığının aynısını yapar, çünkü İsa şöyle der: “Baba, bana hizmet edeni onurlandıracaktır” (Yu 12, 26). Peder Allah, İsa’nın hizmetkarlarını onurlandırıyorsa, biz de yapabiliriz, hatta onları onurlandırarak, Allah’ın yaptıklarını yapmış oluruz!

Allah’ın Oğlu’nun beden alıp insan olduğunu belirtmek, en büyük iman göstergelerinden biridir. Hatta Aziz Yuhanna şöyle yazar (1 Yu 4, 21): “İsa’nın vücut alıp geldiğini kabul eden her ruh, Allah’tandır; İsa’yı tanımayan her ruh ise Allah’tan değildir. Bu Mesih Karşıtı’nın ruhudur”. “Ne var ki İsa Mesih’in beden alıp geldiğini kabul etmeyen birçok aldatıcı,dünyanın her yanına yayıldı” (2 Yu 7)...

Eğer İsa, insan olmuş Allah olmasaydı, Büyük İman Duası’nın sonraki sözlerinin, kurtuluşumuz açısından hiçbir değeri olmazdı.

 

11. Pontius Pilatus zamanında, bizim için haça gerildi, öldü ve gömüldü

“Sevginin ne olduğunu, Mesih’in bizim için canını vermesinden anlıyoruz” (1 Yu 3, 16). Büyük İman Duası’nda “bizim için” ifadesinin geçtiği ikinci yerdir! İsa’nın tüm yaşamı “bizim için” Allah’ın bir armağanıdır. Günahkar olmamıza rağmen, hatta günahkar olduğumuz için, bizi sever. O, bize en kıymetli varlığını, Oğlunu armağan etti. Ve Oğul’un her yaptığı bizim için sevgidir!

İsa’nın yaptıkları, Simge’de yer almaz: Hıristiyan’ın bunları zaten bildiği var sayılır. Fakat, ölümü ve dirilişinden bahsetmemek olmaz: bunlar, Hıristiyan inancının, Allah’ın sevgisini göstermesinin, en merkezi gizemleridir. O, “herkesin yararına ölümü tatmıştır” (İbr 2, 9) ve bu yüzden “Mesih’in çarmıhından başka bir şeyle asla övünmem” (Gal 6, 14). “Çarmıh ile ilgili bildiri... bizim için Tanrı gücüdür” (1 Ko 1, 18). Bu yüzden Aziz Pavlus: “Aranızdayken, İsa Mesih ve O’nun çarmıha gerilişinden başka hiçbir şey bilmemeye kararlıydım” (1 Ko 2, 2) diye belirtir.

İsa, dünya üzerindeki varlığını bir hacın üzerinde, Romalıların kölelere ve barbarlara uyguladıkları ölüm cezası ile noktaladı: bu olay belli bir yerde ve belli bir tarihte, Pontius Pilatus Yahuda Valisi iken gerçekleşti. Tarihi kaynaklardan biliyoruz ki bu adam, İsa’dan sonra 26 ile 36 yılları arasında valilik yaptı. Allah’ın müdahaleleri somut ve gerçektirler, zaman içerisinde, belli yerlerde, görgü şahitlerinin önünde meydana gelirler.

Allah’ın Oğlu’nun insan eliyle öldürülmesi, bizim için hayatın temel gizemidir. Bu gizemi her gün efkaristiya töreni ile ilan eder, küçük veya büyük haçları sevgiyle taşıyarak yaşarız! Sevgi hala, Golgota tepesindeki o gerçek ve şanlı ölümün, doruk noktasıdır, ışığıdır. O anda Allah’ın Oğlu’nun sevgisi, sevgi olarak kaldı, insanların öfke ve kin dolu tepkilerine kendini kaptırmadı. İnsanların kalbine dokunan tanrısal sevgi, Golgota tepesinde parlıyordu. Istıraba, ihanete, alay edilmeye ve ölüme sevgi ile katlanması, İsa’nın en etkili vaazı ve mucizesi oldu. Bizim sözlerimizde de, bu sevginin izini görmek mümkündür: Pontius Pilatus’tan bahsediliyorsa, bu onu aşağılamak veya eleştirmek için değildir, sadece olayları, tarihsel olarak yerleştirebilme gerekliliğindendir.

O vali sadece, tanrısal öngörünün aracı olmuştur. İnsanları yargılamak bizim görevimiz değildir. Bizim görevimiz, İsa’nın, sonuna kadar yaptığı gibi, günahkarları dahi sevmektir.

Allah’ın ölümü gerçektir ve belgelenmiştir. Mezarı mühürlerle kapatılmıştır. Buna rağmen, İsa’nın ölümünün sadece yapmacık olduğunu savunan sapkınlar da olmuştur. Bu insanlar Allah’ın ölebileceğine inanmıyorlardı. Kendilerinin istedikleri gibi bir Allah, daha iyi bir Allah istiyorlardı! Kimileri için çarmıh, skandal ve saçmalık olmuştur, ve kimileri için bu hala böyledir. İmanlılar için ise, “Allah’ın gücü ve bilgeliğidir” (1 Ko 1, 24).

İsa’nın doğru ve gerçek ölümüne inanmak demek, kendi ölümümü bir drama dönüşmeden ve umutsuzluğa düşmeden karşılamak demektir; ilk önce yaşlanma veya yakınlarımın beni terk etmesinden gelen ölümü, hem de dünyevi şeylere olan bağlılığımı öldürüp, ruhani değerleri seçmekten gelen ölümü karşılamak demektir. Ölüm artık beni korkutmuyor. Eğer Allah’ın Oğlu ölümü yaşadıysa, ölüm benim için de aşılması imkansız bir şey değildir. Ölüm, O’nun aştığı bir varış çizgisidir.

Simge’nin bu sözlere inanarak, ölümümü de, en azından dolaylı olarak, hayatımın doğal ve sağlıklı bir geçişi olarak görürüm. Ve diğerlerinin ölümünü, hatta arkadaşlarımın ve akrabalarımın ölümlerini dahi, Allah’ın biricik Oğlu’nun ölümüne katılmak olarak kabul ederim. Böylece yaşamımı maddiyatçılıktan daha uzak ve kişilere bağlılığımı sınırlı tutarak yaşayacak, yaşamımı İsa ile daha derin bir birlik içerisinde sürdüreceğim.

NOT: “Ölüler diyarına inmiştir”

Büyük İman Duası’nın kısa şekli olan Havarisel Simge’de, “Ölüler diyarına inmiştir” deriz!

Bu cümle ne anlama gelir? İsa cehenneme mi gitmiştir? Hayır, ölüler diyarı cehennem değildir. İnsanlar onu, ölülerin son kurtuluşu bekledikleri durum olarak hayal etmişlerdir. İsa’nın ölüler diyarına indiğini belirterek, O’nun Allah ve insanlar arasında tek aracı olduğunu ifade etmek isteriz. O’ndan önce yaşamış olan insanlar dahi, O’nun aracılığı ile kurtulmuşlar veya mahkum olmuşlardır. O’nun ışığı tüm insanlığı aydınlatır ve her insan yalnız İsa’dan ümit ve sonsuz yaşam alır. Ölüler diyarına inen İsa, her ölümü yenen İsa’dır, canlandırıcı gücünü geçmişe ve geleceğe veren İsa’dır!

Mesih İsa ölümü ile her insanın ölümüne dokunur böylece ölüm, karanlık ve felaket olmaktan çıkar ve Allah’ın sevgi projesinde anlam bulur.

 

12. Kutsal yazılara göre, üçüncü gün dirildi, göğe çıktı ve Peder’in sağında oturmaktadır.

Üçüncü gün, kurtuluş günüdür! Balık tarafından yutulduktan sonra bunu Allah'ın bir cezası olarak algılayan Yunus Peygamber üçüncü günde tekrar güneşi gördü. Üçüncü gün onun kurtuluş günü olmuştur. Üçüncü günün şafağı, İsa için, dünyanın günahları için yıkılmış olan vücut tapınağının, yeniden inşa edildiği gün olmuştur. Ve böylelikle Kutsal yazıların söyledikleri gerçekleşmiştir: “Ama Tanrı, beni ölüler diyarının pençesinden kurtaracaktır” (Mez 49, 15) ve “Çünkü sen beni ölüler diyarına terk etmezsin, sadık kulunun çürümesine izin vermezsin” (Mez 16, 10). “Canının feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak... Bundan dolayı Ona ünlüler arasında bir pay vereceğim” (Yşa 53, 11-12).

Kutsal Yazılar İsa hakkında konuştular: İsa ölümü yendi. Ölümünden ve gömülmesinden sonra İsa, şakirtlerinin de tanıklık ettikleri gibi, Kendini gösterdi ve şakirtler elleriyle O’na dokundular. Bu tanıkların karşısında çileden çıkan Pavlus da dirilmiş İsa ile karşılaşır: O’nun hayat değiştirmesi, Kudüslü Yahudiler için en anlamlı ve en şaşırtıcı tanıklıktır. “Diriliş” sözcüğü insan tarafından basitçe reddedilir. Şaşırmamak gerekir, çünkü insanlar henüz bunu tecrübe etmemişlerdir.

Atinalı yunanlılar Pavlus’a, bugün imansızların yaptıklarını yapıyorlardı: “ölülerin dirilişinden bahsedildiğini duydukları zaman, bazıları ona gülüyor, bazıları da şöyle diyorlardı: seni bu konuda bir daha dinlemek isteriz” (Elç 17, 32).

İsa dirildi: O, Yair’in kızı, Nain’in dulunun oğlu veya Betanya’lı Lazar gibi hayata geri dönmedi. Onlar önceki hayatlarına döndüler ve sonra tekrar öldüler. İsa’nın dirilişi farklıdır.

Aziz Pavlus, bu farklılığı anlayabilmemiz için, bazı karşılaştırmalar yapar: “Ektiğin tohum ölmedikçe yaşama kavuşmaz ki! Ekerken oluşacak bitkinin kendisini değil, yalnızca tohumunu – buğday ya da başka bir bitkinin tohumunu – ekersin. Tanrı tohuma dilediği bedeni – her birine kendine özgü bedeni – verir... Ölülerin dirilişi de böyledir. Beden çürümeye mahkum olarak gömülür, çürümez olarak diriltilir. Düşkün olarak gömülür, görkemli olarak diriltilir. Zayıf olarak gömülür, güçlü olarak diriltilir. Doğal beden olarak gömülür, ruhsal beden olarak diriltilir” (1 Ko 15, 36-44). Dirilmiş İsa’nın bedeni maddesel bağlardan ve şartlanmalardan bağımsızdır. O her yerde olabilir, insanların kalbinde yer bulabilir, fakat tutulamaz. Boş mezarın başında ağlayan Mecdelli Meryem’in kendisini tutmasına izin vermez, fakat ona bir teselli ve diğer şakirtlere ilan etme görevi verir: bu şekilde İsa, tanıkları aracılığı ile, şakirtlerinin değiştirmiş hayatı ve cesaretli sözleri aracılığı ile dirilmiş olduğunu kanıtlamıştır. Bugün de hala böyledir. İsa’nın dirilişinin kanıtı, O’nun tanıklarıdır, O’nun varlığı ile kendilerini değiştirmiş olanlardır. Onlar, O’ndan yeni görevler, diğerlerine ilan etme ve sevgi görevleri almışlardır.

İsa’nın dirilişini bildirmek, hayatın hüzünlerine ve dünyanın şiddetine rağmen huzur ve neşe içersinde olmak anlamına gelir, herkesi bakışlarını yukarı çevirmeye, ve her şeyin üstünde güvenilir ve canlı bir ümidin olduğunu görmeye davet etmek anlamına gelir!

Diriliş gizemi, İsa’nın göğe çıkmasıyla tamamlanır: “Rabbimiz, Rabbime şöyle der: sağımda otur”! (Mez 110, 1). Bizim için doğup ölen İsa’ya şimdi Allah’ta taparız: O’nun insanlığı, insan olarak yeryüzünden hızlı geçişi, Allah’ı tanıyabilmemiz için, büyük bir armağan olmuştur: kendini açıklamasını görmek, her gün bizi saran sevginin nereden geldiğini anlamak ve hangi yöne gitmemiz gerekeceği anlamamız için sunulmuş bir armağan. Şimdi o insanoğlu, Nasıra’lı İsa, Allah’ın sağında oturmaktadır. “Peder’in yanında, dünya yaratılmadan önceki şanına kavuştu” (Yu 17, 5). “Göklerde, Peder’in sağında oturmak”, O’nun tanrısallığına katılma anlamına gelir.

Dünyadan geçtiği ve insan olduğu için çok iyi tanıdığımız İsa, şimdi taptığımız Allah’tır. İbranilere yazılmış mektubun dediği gibi (1, 8): “Oğul için şöyle diyor: Ey Tanrı, tahtın sonsuzluklar boyunca kalıcıdır”! Tamamıyla itaat eden İsa’ya, Peder şimdi, her şeyini emanet eder, O’na her tür gücü verir. Ve biz Allah’ın isteklerini gerçekleştirmek istiyorsak, İsa’nın şahsını ve öğretilerini kabul etmemiz yeterli olacaktır.

Peder’in sağında oturan İsa, bizim güvencemizdir, arkadaşlarının kurtuluşunun, ve O’na inananların güvencesidir. O bizim için şefaat eder: O’nun sayesinde “Tanrı’nın lütuf tahtına cesaretle yaklaşabiliriz” (İbr 4, 16).

 

13. Dirileri ve ölüleri yargılamak için şanla tekrar gelecek ve Onun hükümdarlığı son bulmayacaktır

Bu üç kısa ifade, geleceğe, zamanın ve tarihin ötesine bakmamızı sağlar. Gelecekte hala İsa’yı görürüz, bizi sevmiş olan İsa’yı. O’nu, bakışlarımızın, dikkatimizin ve sevgimizin tüm ufkunu kaplayan biri olarak görürüz. O şanla tekrar gelecek: O, mütevazı ve yoksul insani şartlarla gelmişti, fakat belirgin şekilde tekrar geri dönecektir. İsa, şakirtlerine ve düşmanlarına bundan sıkça bahsetmiştir: O şanla tekrar gelecek! Ve Hıristiyan cemaati bu bekleyişi her gün yaşar. Efkaristiya töreninde, “şanlı gelişini bekleriz” diye söyleriz. Litürjik yılın Noel’e hazırlanış devresi (advent) ise, bizi, uzun bir yolculuktan dönecek olan efendilerini bekleyen hizmetkarlar gibi beklemeye alıştırır. Evlenmek için eşini bekleyen bir damat gibi, veya oğlunun doğumunu sevgi ile bekleyen bir anne gibi.

Şanla tekrar gelecek olması ne anlama gelir? Bizim için tamamen var olacaktır, bütün kalpleri, geçip hiçbir iz bırakmayan şeylerle çok kolaylıkla ve çok sıkça dağılan kalpleri, kendine çekecektir.

Şanla tekrar gelecek! Bütünüyle gelecek: herkes sadece O’na önem verecek. Herkes O’nun tarafından yargılanacağını kabul edecek. Dirilerin ve ölülerin, inandığımız İsa’dan başka yargıçları olmayacak (Elç 10, 42). “Diriler ve ölüler” iki gerçeği birden işaret edebilen bir ifadedir. İsa şanla tekrar geldiğinde, hala yaşayanlar olacak mıdır? Eğer yaşayanlar olacaksa, onların Adem’den ve tüm evlatlarından farklı kaderleri olmayacaktır: Allah’ın biricik Oğlu, herkes için son sözü söyleyecektir. “Diriler ve ölüler” ifadesi, insanların durumunu da işaret eder: yaşayanlar vardır, çünkü Yaşamı kabul etmişlerdir, ölmüş olanlar vardır çünkü Yaşamı kabul etmemişlerdir! Allah’ın Oğlu olan yaşayan Sözün karşısında herkes durur. O kimseyi yargılamayacağını söylemiştir. O kurtarmak için gelmiştir. Kimse O’ndan korkmamalıdır. Fakat O’nu kabul etmeyen, O’na kalbini kapatmak isteyen için, O’nun varlığı dahi bir yargıdır.

Allah’ın sevgisini ve ışığını reddedenler, karanlıkta kalırlar. İsa’yı reddeden, kurtulamaz, çürümeye mahkum olan bir maddiyatçılığa saplı kalır. İsa’yı reddeden, kendini sevinçten ve barıştan uzak kalmaya mahkum eder. Mikelanj’ın resmettiği gibi bir Yargıç Mesih düşünemiyorum. O kimseyi kovmaz, hatta yanına yüzeysel ve aldatıcı şekilde yaklaşanlar için üzülür, çünkü onlar kendi kendilerini aldatırlar. Aynen meydanlarda konuştuğu zamanlarda O’nu dinledikleri için kendilerini dürüst sanıp, sonuçta O’na itaat etmeyenler gibi. O yine de her zaman tek yargıçtır, çünkü tarih boyunca O bir çelişki işaretidir, tek mihenk taşıdır: İsa’yı, iyi haydudun kabul ettiği gibi kabul eden, iyi olur, Allah onu kabul eder. Tersine ferisililer gibi sofu olmasına rağmen O’nu kabul etmeyen, kötü olur.

İsa da şöyle der: “Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir. Öyle ki herkes Peder’i onurlandırdığı gibi Oğul’u onurlandırsın” (Yu 5, 22) ve “Benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yapmaktır” (Yu 5, 30).

Büyük İman Duası’nın bu cümlesini, gelecekte olacakların boş bir arayışı içinde haykırmayız. Bugün başka yargıcın olmadığını hatırlamak için yargıyı ilan ederiz. Hiçbir insan İsa’dan üstün değildir ne de olacaktır. Bu yüzden, ne kadar önemli biri olursa olsun, kimsenin yargılamasından veya görüşlerinden korkmayız. Önemli kişilerin konuşmaları ile yaptıkları yargılamalar, veya yargısal otoriteler tarafından yapılan yargılamalar, imanlıları etkilemez, onları korkutmaz.

İmanlılar, insanlar tarafından mahkum edilseler de, İsa’ya itaat ettikleri sürece, barış içinde kalırlar. Topluluklar tarafından masum görünenler ise, sadece böyle görüldükleri için masum değillerdir. İsa’nın sözleriyle uyum içerisinde olmayanlar, Allah’ın kalbinin dışında kalırlar. Bu yüzden Eski Ahit’in kuralları dahi yeterli değildir: bunlar, İsa’nın sözleri ile tamamlanmalıdırlar! Dünyanın güçlüleri, modalar, gazeteler, televizyonlar tüm dünyaya kanunlar koyup, bunları her hafta değiştirebilirler. Fakat imanlı, bunlara merhametle güler. Biz kendimizi sadece İsa’nın sevgisi ve bilgeliği tarafından yargılatırız! O’nun yargısı katidir ve böyle kalacaktır çünkü “O’nun hükümdarlığı son bulmayacaktır”. Bizim ölümümüz O’nun sevgisi için bir engel oluşturmaz. İsa, O’nu sevenlere, hatta bilmeden sevenlere bile, “Gelin, sizin için hazırlanmış olan hükümdarlıkta yerlerinizi alın” diyecektir. Sadık olan “Onun ile hükmedecektir”, bu bize söz verilmiştir.

Kral olmaya talibiz, ve şimdi dahi, eylem ve düşünce akımlarından bağımsız olarak yaşayarak, bu kaos dünyasında sadece İsa’ya bağlı olarak yaşayanlar gibi yaşamaya alışıyoruz. Şimdi dahi, vaftiz olarak ve bizi İsa’ya benzer kılan Kutsal Krizma ile kutsanarak, O’nun krallığını paylaşmaktayız. Şahitler - şehitler, yaşayan şehitler de – bir şeyler bilir! Dünyadan, onun kurallarından, kalıplarından özgür yaşayabilmek büyük bir armağandır. Bu, senin için de dilediğim bir armağandır!

 

14. Hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyorum

Vaftizci Yahya, İsa’yı “Kutsal Ruh ile vaftiz eden” diye ilan etti. İsa da şakirtlerinin üzerine üfleyerek, şöyle dedi: “Kutsal Ruh’u alın”! Bunu yapacağına tekrar tekrar söz vermişti, özellikle de Son Akşam yemeğinde. Nikodemus’a da şöyle demişti: “suda ve ruhta tekrar doğmayanlar, Allah’ın hükümdarlığına giremez”. Bu yüzden ben Kutsal Ruh’a inanırım. Hayatımı O’nun ışığına ve yönlendirmesine emanet ederim, çünkü O, Allah’ın Ruhu’dur.

“Kutsal” ve “ruh” kelimeleri ne anlama gelir?

İçsel güdülerimde, hareketlerimde, beni yönlendiren bir içgüdü, içsel bir dürtü, bir “ruh” olduğunun farkına varıyorum. İsa onu “rüzgar” diye tanımlamıştır, biz ona “hava” deriz. Bu rüzgar, içsel yeteneklerimizi ve vücudumuzu hareket ettirir! Bir kin havasının beni hareket ettirmesine izin verirsem, hafızam, haksızlıkları ve hayal kırıklıklarını hatırlar, aklım öç almak ister, duygularım ve isteğim nefret eder. Vücudumun kasları dahi, beni bu “rüzgarın” hareketine sürüklemek isterler: çehrem kararır, ellerim yumruk olurlar, midem – uzun vadede - ...ülser olur! Bir iyilik ve merhamet “rüzgarı” ise, beni başka yönlere sürükler! Her zaman, iyi veya kötü bir rüzgara kapılırız. Eleştiri, ahlaksızlık, cimrilik, öç, vurdumduymazlık vs... havaları bazen yerlerini, af, cömertlik, anlayış, sabır, alçakgönüllülük ve saflık havalarına bırakırlar...

“Kutsal” sıfatı ile, dünya’ya, dünyada olan şeylere veya insanların yaptıklarına bağlı olmayan, dünyevi dürtülere değil, Allah’ın kilere cevap veren, bir şeyi işaret ederiz.

Bir tokada verilecek doğal tepki, yine bir tokattır, veya iki gün somurtmaktır. İade edilen tokat veya surat asma, dünyevi içgüdülere olan tepkilerdir. “Kutsal” tepki ise, Allah’ın yaptığını yapmak olmalıdır, Allah’ın sevgisine tepki vermektir. Baba, beni inciteni sevmeye devam eder, Oğul da onun için ölmüştür. Kutsal, benim Baba’nın ve Oğul’un sevgisiyle birlik olmam, okşamayı abartarak tokada çevireni sevmeye devam etmemdir.

Öyleyse, dünyaya değil, göklere bağlıyım: dünyanın ötesindeyim. Kutsal Ruh, sadece Baba’nın ve Oğul’un sevgisine tepki verir: yüreğime her zaman ve sadece sevgi getiren tanrısal rüzgardır.

“Kutsal Ruh’a inanıyorum”, sadece Allah’ın kalbinde esen bu “hava” ile kendimi hareket ettirmek istiyorum demektir!

Ne büyük değişim! İsa Kutsal Ruh ile vaftiz eder: O hayatımı, sadece günah işlememek arzusuyla değil, yeni ve derin bir içsel yönlendirme ile değiştirir. Günah işlememek yeterli değildir. Duygularımızı, isteklerimizi ve eylemlerimizi Tanrısal rüzgar ile sürüklenmeye bırakmalıyız! O zaman gerçekten Allah’ın “oğlu” oluruz, çünkü Allah’ın hayatının beslendiği tüm maddeler bu rüzgar aracılığı ile bana ulaşır: barış, af, iyilik, sabır, misafirperverlik, alçakgönüllülük, sadakat... duyguları alırım, herkesi kurtarma isteği alırım, herkese karşı anlayış ve sevgi duyguları alırım, tek kelime ile, Peder’in yarattığı ve Oğul olan o hayatı alırım! Kutsal Ruh bize “Hayat verir”. O, Meryem’in bedenindeki İsa’ya insan hayatı verdi. Allah’ın tapınağı olan bizim vücudumuza da, Kutsal hayat verir! İsa “Bedenden doğan bedendir ve Ruh’tan doğan Ruh’tur” (Yu 3, 6) diye belirtir. Ruh sahip olduğu hayatı verir: bu, Baba’dan çıkıp, Allah’ın Oğlu’nu oluşturan hayattır.

Allah’ın Ruh’undan gelen hayatla yaşayan, yaşadığını farkına varır, hayatta bir amacı, önemli bir görevi, tanrısal bir misyonu olan biri olarak var olduğunu anlar. Allah ile çıkarları ortaktır, amaçları aynıdır: İsa aracılığı ile insanları kurtarmak!

Kutsal Ruh Rabbimizdir! Yani Allah’ın Kendisidir! Kutsal Ruh, Allah’ın sadece bir niteliği değildir: Baba’dan ve Oğul’dan farklı, tanrısal bir şahıstır, fakat onlarla aynı doğada ve aynı özdedir. O Allah’la Oğul arasında bir sevgi ilişkisi olarak varlığını sürdürür, fakat vardır! Bir karşılaştırmaya izin verir misiniz? Şimşek, sadece bulut ve dünya arasında veya iki bulut arasında bir ilişki olarak vardır, fakat üçüncü ayrı bir gerçektir! Bu şekilde, Kutsal Ruh da sadece bir sevgi ilişkisi olarak vardır, fakat üçüncü bir tanrısal ışıktır ve yaratılmamıştır, başka bir “Teselli edicidir”, tapabileceğim, arzulayabileceğim ve karşılayabileceğim başka bir sevgidir. Rabbimizdir! Allah’tır, ve O’nu bu şekilde sevmek istiyorum: sefil hayatımı O’na emanet ediyorum: hayatımın bütün ifadelerini, O’nun nefesiyle “hareket etmeye” bırakıyorum!

 

15. Peder ve Oğul’dan çıkıp Peder ve Oğul ile birlikte tapılır ve yüceltilir

Kutsal Ruh, Peder Allah’ın kalbinden esen rüzgardır, ve bize Oğul’un aracılığı ile ulaşır. Baba’nındır fakat şakirtlerin üzerine onu İsa üfler! İsa onu Baba’dan ister (Yu 14, 16), Baba’da onu İsa’nın adına yollar (Yu 14,26) ve İsa onu “Baba’dan” yolar. Çıkmış bir Ruh’tur, yaratılmamıştır, fakat Baba’dan gelir, O’na ait bir şeydir. Allah’ın Oğlu’nu meydana getiren aynı ruhtur, insanların arasında O’na “vücut” verir, ve “O’nun üzerinde kalır” (Yu 1, 33). Peder’den çıktığı için pedersel bir ruhtur! Oğul’dan çıktığı için oğulsal bir ruhtur! O ailevi ilişkiler kurar. İnsanlar tarafından kabul edilen Kutsal Ruh, onları, Baba’nın ve Oğul’un sevdiği gibi sevebilir kılar. Kutsal Ruh’u aldığım zaman, kendimde bir sevme isteği, bir sevme yeteneği hissederim: bütün dünyayı sevebilme, babaları imişim gibi kendimi sunabilme, bir baba gibi sabırlı olabilme, hayatını sunan birinin anlayışına ve güvenine sahip olabilme, varlıklarını mahvetmiş olanları affedebilme ve onu tekrar oluşturabilmeleri için onlara yardım edebilme. Kutsal Ruh, pedersel bir ruhtur: bana sevgide önayak olmayı sevmeyi öğretir, aynen her zaman sevgi girişimlerinde ilk adım atan Baba’nın de yaptığı gibi. Kutsal Ruh ne çok sevgi girişimi doğurmuştur! Küçüklere, yoksullara, savunmasız olanlara, mahkumlara hayatlarını sunmaları için kaç kişiyi canlandırmış, harekete geçirmiştir. Kilise’nin içerisinde asırlar geçmesiyle rağmen, hâla, dünya için ne çok sevgi girişimi mevcuttur! Günahkarları sevmeyi ve teselli etmeyi ve onları kabul etmeyi ve affetmeyi, insanların kalbine sokan, pedersel Kutsal Ruh’tur! Baba’nın Ruh’u çok insanın kalbinde gerçek bir babalık duygusu uyandırır, ve bu insanlar bu babalığı maddi veya ruhani şekilde gerçekleştirirler! Fakat Kutsal Ruh’u aldığım zaman, oğulsal ruh da alırım, çünkü o aynı zamanda Oğul’un da ruhudur. Ben de İsa gibi, Allah’ın önünde oğulsal bir tavır alır, itaat etmeye hazır bir sevgi ile dolarım. Kutsal Ruh, beni Allah’ın oğlu yapar, O’nun isteğini öğrenmeyi arzularım, ve isteklerini sevgi ile gerçekleştirmek isterim. “Üvey evlatlar olarak bir Ruh aldınız”, Allah’a doğru komplekssiz, gerçek güven ve özgürlükle dolu bir ruh. Bu oğulsal ruh, kardeşlerimin ihtiyaçlarını ve arzularını da dikkate almamı sağlar, Allah’ın onlara olan sevgisine de itaat etmiş olurum. Bu yüzden O, beni, tamamen özgür olarak, insanlara bağlı kılar. Böylece bende İsa ile birlikte insanoğlu diye çağrılabilirim. Beni uysal, kendimi sunmaya ve hizmet etmeye hazır, Allah’ın isteklerine saygılı, insanlara karşı dikkatli kılan bir ruhtur. Baba’nın Ruhu ve Oğul’un Ruhu hayatımı sorumlu ve uysal, mütevazı ve dengeli kılarlar; beni, kendimi aralıksızca sunabileceğim bir olgunluğa ulaştırırlar.

Ruh, Oğul aracılığı ile Baba’dan çıkar: Bu yüzden O, üçüncü Şahıs’tır! Fakat önem sırasında, üçüncü değildir! Allah’ta sayılar yoktur: onları biz, sınırlı olduğumuz için kullanırız!

Ruh, Baba’nın sevgisi ile Oğul’un sevgisi arasındaki ilişkidir: yeni bir ışıktır! Şimşeğin dağlarla bulutlar arasında bir ilişki, üçüncü bir gerçek olduğu gibi, Kutsal Ruh da bu şekilde Allah’ın tek sevgisinin üçüncü bir ifadesidir. O sadece ilişki olarak vardır, fakat her zaman var olmaya devam eder! O’nun Üçüncü şahıs olması, benim hayatım için de önemlidir. O bende ancak, kendi içime kapanmazsam var olabilir. Kendi bencilliğime kapanırsam, benimle ikinci biri olmadıkça, Üçüncü de olamaz! Bunun kanıtı da şudur: Kendi içime kapandığım zaman, Kutsal Ruh’un meyveleri olan, neşe, barış, sevgi, anlayış, sabır vs. benden uzaktırlar.

Fakat ben, oğulsal sevgi ile Peder’i sevdiğim zaman, Üçüncü Şahıs beni kaplar! Ve karşılıksız sevgi ile Oğul İsa’yı sevdiğim zaman, işte Üçüncü Şahıs. O’nun sevdiklerinden birine (ve O tüm insanları sever), Baba’nın sevgisi veya Oğul’un sevgisi ile yaklaştığım zaman, işte yine Üçüncü Şahıs! Her nerede biri karşılıksız, yani tanrısal sevgi ile severse, Kutsal Ruh orada mevcuttur! Bu yüzden Yuhanna: “Allah’ı seven, O’nu tanır”, diye yazabildi, başka bir deyişle, seven insan, Allah’ın hayatına katılır, onunla bütünleşir!

Kutsal Ruh, insanların kalplerinde, Baba’nın sevgisi ve Oğul’un sevgisi için yer açar: Kutsal Ruh’un görevi bence böyle anlatılabilir. O beni, Baba’yı ve Oğul’u yüceltmeye götürür: Onları önemsememi, saymamı, Onların eylemlerine yer açmamı sağlar. Peder’in sevdiği gibi sevdiğim zaman, ve İsa’nın sevgisi ile sevdiğim zaman, Onlar yüceltilir, tapılmış olurlar. Onları yücelten, insanların güzel sözleri değil, kalplerde işgal edebilecekleri yerdir. Baba ve Oğul yüceltildikleri zaman, tanrısal şahıs Kutsal Ruh da yüceltilmiş olur. Baba’ya ve Oğul’a tapınıldığı zaman, Kutsal Ruh’a da tapınılmış olur! Allah’ta kıskançlık ve imrenme yoktur! Baba’ya her verilen, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a da aittir. “Oğul’u onurlandıran, Peder’i onurlandırmış olur” (Yu 5, 23). Üç Şahıstan birine tapınılması, diğer ikisini sevindirir! Kutsal Ruh, Peder’e ve Oğul’a sunulan yücelik ile tapınılır, yüceltilir.

 

16. Peygamberler aracılığıyla konuşmuştur

Kutsal Ruh, Kendini Pentekost günü gösterdi ve Havariler onu şöyle tanımladılar: “ateşten diller gibi”.

Kutsal Ruh dil gibidir: O’nun Baba’nın dili olduğunu söylemek abartılı olmaz! Allah, zenginliklerini, değerlerini, bilgisini, Kutsal Ruh aracılığıyla bize iletir. “Allah’ın bize armağan ettiklerini anlayabilmemiz için Kutsal Ruh’u aldık” (1 Ko 2, 12). Allah, niyetlerini, tesellilerini veya şikayetlerini, bize Kutsal Ruh aracılığı ile iletir. Allah’ın dostlarında var olan Kutsal Ruh, Allah’ın açıklamalarını, insani sözcüklere veya insanların anlayabilecekleri hareketlere çevirir.

Kutsal Ruh’un bu eylemine hazır ve açık olanlar, peygamberlerdir: Allah tarafından, Kutsal Ruh ile giydirilmiş ve O’nun mesajını ileten kişilerdir. Bugün dahi, Allah’ın, çağımız için geçerli sözünü yayan ve ileten peygamberler vardır. Büyük İman Duası’nda bahsedilen peygamberler ise Eski Ahit’teki peygamberlerden Vaftizci Yahya’ya kadar olanlardır. Gerçekten de şöyle denir: “Konuşmuştur”! Bu cümle ile, yazılmış olan Allah’ın sözlerinin, Kutsal Yazıların veya Kutsal Kitap’ın, Kutsal Ruh’tan geldiğini ifade ederiz: bunlarla Allah’ın Ruh’unu dinlemeye koyuluruz. Kutsal Kitabı bilmek önemlidir. Fakat hangi bilgileri? Ruh’unkileri!

Kutsal Ruh, aynı Kutsal hikaye ile bana, sana önerdiği düşünce ve itaatlerden farklı şeyler önerebilir. Aynı cümle, bugün Kilise için, geçmişte ifade ettiklerinden farklı şeyler ifade edebilir.

Allah’ın sözü önemlidir: o – Kutsal Ruh aracılığı ile – bir insanın veya bir kilisenin ihtiyacı olan şeyleri söyler: eğer gerçek ve samimi bir şekilde dinlemeyi bilirlerse.

İncillerin kendileri bile, İsa’nın sözlerini farklı biçimlerde aktarırlar, çünkü bir cemaat, İsa’nın aynı sözlerinden, diğer bir cemaatin aldığı mesajlardan farklı mesajlar almıştır. Kutsal Ruh aynı kelimeleri kullansa da, Allah’ın niyetlerini, herkesin ihtiyacına uygun olarak anlatır.

Buradan anlıyorum ki, Kutsal Ruh’un müdahalesi, vaazlarım için de çok önemlidir. Dinleyenlere, Allah hakkında bir şeyler aktarıyor isem, O’nun sayesindedir. O olmadan, dünyanın bütün kelimelerini kullanırsam da, Allah hakkında hiç bir şey iletemem. Bu yüzden, vaazımın kısa veya uzun olması, iyi düzenlenmiş olup olmaması, güncel olup olmaması hiç önemli değildir. Önemli olan dualarımızın refakatidir. Önemli olan sözcüklerin hazırlanmış olması değil, kendimi ifade ettiğim kalbimin hazır olmasıdır. Aynı şey beni dinleyen için de geçerlidir: eleştiri ruhuyla ve yüzeysel olarak dinlerse, Allah’tan hiçbir şey almaz. Kim Kutsal Ruh’la dinlerse, Allah onda belirir. “Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinlenmesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur” (2 Ti 3, 16).

Aziz Pavlus şunu iletir: Allah’ın isteğine göre gelişen insanların eğitimi, Kutsal Yazılardadır. Ve Petrus şöyle ekler: “Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılardaki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler” (2 Pe 1, 20-21).

Kutsal Ruh, Allah’ın isteklerini, tesellilerini, verdiği sözleri, peygamberler aracılığı ile farklı nesillere iletir. Bunlar canlı suyun yollarıdır: biz, o zamanda peygamberlerin kendilerinin anladıkları ile yetinmeyeceğiz, Allah’ın ‘bügün’ bize o sözlerle neler demek istediğini - Ruh’un sağladığı ışıktan ve özellikle episkoposların ve cemaatimizin rehblerinin yardımlarından faydalanarak – anlamaya çalışacağız. Bu yüzden hala bugün, Yeşaya’yı veya Yunus’u, Yeremiya’yı veya Kutsal yazıları okuyabiliriz: Allah, bize onlar aracılığı ile yeni bir biçimde konuşur. Peygamberlerin kastetmemiş oldukları şeyleri anlayabiliriz, çünkü zamanlar ve yerler, içsel ve dışsal durumlar değişmiştir. Allah’ın söylediklerini tatbik etmek istersek, O bize Ruh aracılığı ile, Oğlu’nun kelimeleriyle konuşur. Emmaus’taki şakirtlere İsa, “Musa’nın ve diğer peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazıların hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı” (Luk 24, 27).

Kilise’nin Babaları (mesela Aziz Agostinus veya altın ağız lakaplı Aziz Yuhanna Chrisostomos) Kutsal Yazıları bu şekilde okumuşlardır: her tek kelimeye dikkat ediyorlardı, ve onu yazan için neyi ifade ettiğini düşünmüyorlardı, Rabbin kendilerine ve kiliselerine ne söylemek istediğini düşünüyorlardı.

Böylelikle, Petrus’un ilk mektubunun bir cümlesini de anlayabiliriz (1, 10-12): “Size bağışlayacak lütuftan söz etmiş peygamberler, bu kurtuluşla ilgili dikkatli incelemeler, araştırmalar yaptılar. İçlerinde olan Mesih Ruhu, Mesih’in çekeceği acılara ve bu acıların ardından gelecek yüceliklere tanıklık ettiğinde, Ruh’un hangi zamanı ya da nasıl bir dönemi belirttiğini araştırdılar. Şimdi size de bildirilen gerçeklerle kendilerine değil, size hizmet ettikleri onlara açıkça gösterildi. Bu gerçekleri gökten gönderilen Kutsal Ruh’un gücüyle size Müjde’yi iletenler bildirdi”. Bu yüzden Kutsal Yazıları yorumlamak istemeyiz, fakat onlarla, Kutsal Ruh’un aracılığı ile bize konuşmak isteyen Allah’ı dinlemek isteriz!

Kutsal Ruh’a inanıyorum: kendimi O’nun rehberliğine emanet etmek ve beni, bencilliğimin esiri yapmak isteyen ruhları reddetmek istiyorum. Peygamberlerinin aracılığı ile bana gelen Peder’in sesine itaat etmek istiyorum: onlar benim Allah’ın sözlerini anlamama ve onlara hayran kalmama, tek kurtuluş olan İsa’yı kabul etmeme yardımcı olurlar!

 

17. Tek Kiliseye inanıyorum

Benim kendimi Baba Allah’a, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a emanet etmemin, hemen yansımaları olur.

Benim Üçlük olan Allah’a imanım, hayatımı tamamen etkiler. O’nu severek, birlik oluşturmak için araç ve birlik olan O’nun yaşamının yeri, evi olurum. O’nu severek gözlerim, O’nun isteği ile buluşurlar: O’nun olanlar, hepsi bir olsunlar, tek bir yürek ve tek bir ruh olsunlar. İsa, Baba’dan şakirtleri için neredeyse sadece bunu istemiştir: “hepsi bir olsunlar. Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi, onlar da bizde olsunlar” (Yu 17, 21.22).

Allah bizi, tek bir ailede bir arada ister ki, sevgisinin büyüklüğü ve güzelliği görülsün ve birliğimiz onun varlığını göstersin. Bu aile, Kilise olarak adlandırılır. Bu terim, Yunanca’dan, “ekklesia” sözcüğünden gelir. Çoğunluğun dışına çağrılmış, Allah tarafından ayrı bir yerde bir araya getirilmiş insan toplulukları anlamına gelir. Allah kendine ait olanları, diğerlerini hor görmek için değil, onlara hizmet edebilmeleri için bir araya toplar. Onları dünyanın tuzu ve ışığı yapmak, ve onları sığınak ve birlik sağlayan, tepe üzerinde kurulu bir şehir kılmak için toplar.

Bu yüzden, Kilise, Allah’ın eseridir, birliğin, sevginin ve uyum düzeninin ruhu olan Kutsal Ruh’un eseridir.

Bir tek Allah, etrafında bir tek aile kurar, nasıl ki bir baba tek bir ailenin başıdır. Kilise tektir! Birden fazla Kilise olamaz. Tapılan ve itaat edilen Allah tektir, Kilise’nin birliği için hizmet ve armağanlar saçan Ruh da tektir.

Bu Kilise, Mesih’in Vücudu olarak çağrılır. “Kilise O’nun bedenidir, her yönden her şeyi dolduranın doluluğudur” (Ef 1, 23). Peder’in Oğlu’na verdiği her şey Kilise’de mevcuttur, çünkü Oğul her şeyini Havarilerine armağan etmiştir. Nitekim İsa onlara “Peder’in beni yolladığı gibi, bende sizi yolluyorum” (Yu 20, 21) ve “Sizi kabul eden, beni kabul etmiş olur” diye söyledi ve onlara, yerde ve gökte bağlama ve çözme gücü vermiştir!

Kilise’de, Allah’ın gizeminin doluluğunu alırız ve yaşarız. Kilise’de Allah’ın sunduklarını alır, O’nun talep ettiklerini de Kilise’de sunarız.

Kilise tektir. Farklı ülkelerde bir araya gelen büyük veya küçük Hıristiyan cemaatleri, farklı dil ve geleneklere sahip olmalarına rağmen, tek bir inançla, tek bir vaftizle, aynı Rabbimiz İsa’ya olan tek sevgileriyle, herkes için aynı olan sözleri ile ve tek bir itaatle birleşirler.

Kilise tektir. Roma Episkoposu, Kilise’nin hizmetkarı ve kefilidir. Tüm cemaatlerin “sevgilerini yönetir”, yani Allah’ın tüm Mesih İsa’ya inananlara bağışladığı sevgiyi yönetir. Papa’ya iman ve sevgi ile bağlı olan Episkoposların kendileri de birlik içindedir.

Kilise, Allah’ın kalbinde tektir. Hıristiyanlar arasında hükmetmekte olan vahim ayırımlar, ki Hıristiyanların bir hatası değil, Allah ve O’nu sevenlerin kalbinde bir yaradır. Günahlar, anlayışsızlıklar, politik ve sosyal müdahaleler yüzünden, yüzyıllar içerisinde meydana gelen bu ayırımlar, yeni Kiliseler oluşturmazlar: Rabbimizi giydiren “tek parçadan dokunmuş cüppe” gibi temsil edilen tek Kilise’yi yırtarlar ve zedelerler. Tek Rabblerine itaatsizlikleri yüzünden ayrılmış olsalar da, tüm Hıristiyanlar kardeştir.

Günümüzde, doktrin ve hiyerarşi ayrımları olmasına rağmen, insanlar arasında sevgi, anlayış ve güven yayan Kutsal Ruh, bir birlik kaynağıdır.

Farklı Hıristiyan mezheplerinin kilise üyeleri, Kutsal Ruh’un kendilerine rehberlik etmesine ve kendilerini zenginleştirmesine izin verdikleri zaman, birlik, ahenk ve uyum oluşur. Ve hatta, Allah’ın sözlerini ve İsa’yı nasıl sevebileceğimizi yaymak ve dünyada barış girişimleri başlatmak için aralarında bir işbirliği doğar.

Kilise tektir, ama Aziz Pavlus’un da itiraf ettiği gibi bazı vaazcıların etkisiyle, üyeleri kiliseciklere bölünüyorlar.

“Her biriniz, “Ben Pavlus yanlısıyım”, “Ben Apollos yanlısıyım”, “Ben Kefas yanlısıyım” ya da “Ben Mesih yanlısıyım” diyormuş. Mesih bölündü mü?” (1 Ko 1, 12-13).

Vaaz edilen tek biridir! Ölüp, kurtarmak için dirilmiş olan tektir! Katolik Kilise ile birlik içinde olmayanlara karşı benim de içimde kolaylıkla bazı kızmalar ve polemikler doğar. Fakat, bizi birleştiren şeylere bakmaya teşvik eden Papa XXIII. Yuhanna’ya itaat etmemiz gerekir. Bizi birleştiren imanımız ve İsa’nın sevgisidir! Bu iman ve sevgi geliştiği taktirde, birlik de gelişir! Bizi birleştiren, İsa’ya olan bu iman ve sevgi öyle büyük bir armağandır ki, tamamıyle henüz kabul edilmemiş diğer armağanlar hakkında tartışmak ve kınamak boşunadır.

Hıristiyanlar arasında başka bölünmeler de vardır: bunlar tartışmalar ve kavgalardır. Hıristiyan olma biçimleri yüzünden değil de, para yüzünden, dünyevi miraslar, bu doğal yaşamın hakları ve haksızlıkları yüzünden meydana gelen kavgalar. “Kardeş kardeşe karşı dava açıyor, üstelik imansızlar önünde! Aslında birbirimizden davacı olmamız bile sizin için düpedüz bir yenilgidir. Haksızlığa uğrasanız daha iyi olmaz mı? Dolandırılsanız daha iyi olmaz mı? (1 Ko 6, 6).

Allah’ın şanını sevmek, Kilise’nin birliğini sevmektir, bu öyle bir noktaya ulaşabilir ki, hiçbir Hıristiyan ile kavga etmeyebiliriz. İsa’ya inanan tek bir imanlı ile ahengi bozmamak için, büyük haksızlıklara uğrayabilecek duruma gelebiliriz.

 

18. Havarilerin inancına dayanan, katolik ve kutsal... Kiliseye inanıyorum

Kilise’nin üyeleri günahkardırlar. Biliyorum. Ben de, günahkar, Kilise’nin üyesiyim. Yine de İsa, şakirtlerinin arasında, Kilise’de var olacağına söz vermiştir. Bu yüzden, üyeleri borçlu ve günahkar oldukları halde, Kilise, kutsaldır. Herkesin kusursuz ve günahsız olduğu bir Kilise’de yer almayı Allah’tan isteyemem: böyle bir şeye izin verse bile, o Kilisede bana yer olmaz, çünkü ben günahkarım.

İsa tarafından O’nun ile birlik içerisinde yaşamaya çağırılan hepimizin günahkar olmasına rağmen, oluşturduğumuz Kilise kutsaldır, çünkü Kutsal olanın orada var olması, bizim günahlarımızdan daha önemlidir. O bizi affeder ve arındırır, böylece Kilise’yi kutsallığı ile kaplamaya devam eder.

Allah, Kilise üyelerinin günaha girdiklerini bilir, benim ve senin günahlarını bilir: bunlara rağmen, O, halkı arasındaki varlığını canlı tutar, ve halkını affederek, Kendi kutsallığını kanıtlar.

Kilise, Allah’ın kutsallığından dolayı kutsaldır. Kilise’nin kendi zayıflığından ve kendi Başından başka övüneceği bir şeyi yoktur ve Başı, “Allah aracılığı ile bizim için... kutsallaşma olmuştur...” (1 Ko 1, 30-31) çünkü, yazılmış olduğu gibi: “Övünen, Allah’ta övünsün”! Bu yüzden Kilisenin kutsal sıfatı vardır ve zayıf insanlardan oluşmasına rağmen, birçok azizin anasıdır! Tanıdığımız bütün azizler Kilise sayesinde, Allah’ın Sözü ile ve efkaristik Ekmek ile beslenmişlerdir. Onlar, Cennet’in azizleri, kendi günahları ve insanların günahları yüzünden hala acı çeken Kilise’nin şanıdırlar. Azizler, biz günahkarlar için neşe ve umutturlar, çünkü Allah’ın eseri ve insanlara olan sevgisi, günahkar olmuş olan onlarda parlar. Kilise, Peder’leri Allah olanların anasıdır. Bu yüzden Kuzu’nun gelini olarak da adlandırılır! İsa kurban olması ile, Kilise’den azizlerin çıkmasını sağlar, onları dünyanın gücünden koparır. Ve biz bu yoldayız. Zaten Vaftiz ile, aziz olmaya yönlendirilmişizdir, yani Allah’ın dünyadaki yeri olmaya, kendi kusursuzluğumuzu değil, tanrısal bir kusursuzluk göstermeye çağrılmıştık. Kutsallık bizim bir yeteneğimiz değildir, Kutsal Ruh’un bizde var olmasıdır! Bu yüzden Kilise, Kuzu’nun gelini, Ruh’un esin vermesiyle, şöyle iç çekmeye devam eder: “Gel, Rab İsa”! (Vahiy 22, 20). Gerçek Baş’ın O olmasına rağmen, Kilise O’ndan ayrılma korkusu hisseder: bu yüzden her zaman daha çok O’nunla birlikte olmak ister.

Kilise’nin, Allah’ın kutsallığını en iyi ve en değerli şekilde gösteren özelliklerinden biri birliktir. Allah’ın şakirtleri arasında akıl ve yürek birliği, Üçlü-Birlik olan Allah’ın kendini göstermesidir, Allah’ın dünyadaki varlığını görmemizi sağlayan ışıktır. Buradan anlıyoruz ki, hem İsa, hem de Havariler, Hıristiyanların birliğini çok arzularlar! “Ruhlarınızın birliği ile, neşemi bütün kılın” derdi Pavlus (Flp 2, 2; karşılaştırınız Ef 4, 13).

Kilise her zaman, yeni grup, kardeşlik ve ortaklıkların kurulmasından, Mesih İsa’yı merkez ve Kutsal Ruh’u bağ olarak alan yeni aile-cemaatlerin kurulmasına kadar, bütün birlik girişimlerinin kaynağı olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Bütün Hıristiyanların birliği, Kilise’ye yeni bir sıfat verir: Katolik. Bu, Mesih’in Gelini’nin evrenselliğini belirten bir terimdir! Kilise, evrenseldir, her nerede birkaç imanlı İsa etrafında toplanırsa, Kilise oradadır.

Günümüzde bu terim, Papa’yı “En büyük Çoban” olarak kabul eden Kilise’yi, diğer Hıristiyan mezheplere karşı koymak için kullanılmaktadır. Burada, Büyük İman Duası’nda, “katolik” terimi bu sınırlayıcı anlamı taşımaz. Burada, bu terim, insanların günahları yüzünden meydana gelen ayrılığı değil, tüm dünyada tek bir aile isteyen Allah’ın isteğinin kudretini ve gücünü vurgulamak ister. “Katolik” terimi, Allah’ın, tüm halkları ve tüm dinleri İsa’ya itaatle bir araya toplama isteğini belirtir. Hangi dine inanırsa inansın, her insan, İsa’ya inandığı ve Vaftizle arınıp kutsallaştığı zaman, kalbinde doluluk ve huzur bulacaktır.

Kilise, aynı anda “havariseldir”, yani, Havarilerin, On ikilerin iman şahitlikleri üzerine kurulmuştur. Onlar, Allah’ın şehrinin, Kilise’nin, sütunlarıdır, destekleridir. Kilise, bu on iki temel üzerine kurulmuştur.

Kilise, On iki havarinin tüm imanına sahiptir ve bu imanı yayar, On ikilerin elindeki tanrısal otorite Kilise’ye emanet edilmiştir: Kilise, tüm nesillere ait insanların hayrı için, yüzyıllar boyunca “el koyması” dua aracılığıyla bu otoriteyi yeni episkoposlara aktarır. “Havarilerin temelleri üzerine inşa edildik” (Ef 1, 20). Kutsanan kiliseler, sütunlarının üzerlerinde on iki haç taşırlar. Önemli günlerde onların önünde birer kandil yakılır: bu işaret bize, İsa’ya olan imanımız ve bizi birleştiren karşılıklı sevgi için On ikilere borçlu olduğumuzu hatırlatmak ister.

Bizim Kilise’nin üyeleri olduğumuz gibi, iman ve sevgi ile ölüm kapısından geçmiş olan Azizler de Kilise’nin üyesidirler. İsa’ya olan imanlarını inkar etmeden, hatta O’na sadık olma arzusu ile yaşamış, fakat hayatlarını bencillik bağlarından ve maddelerin çekiminden tamamen arındırmamış olan ölenler, bizim dualarımız ile de sonsuz barışa kabul edilecekleri güne kadar bu arınmadan dolayı acı çekeceklerdir. Azizler, Araf’taki ruhlar ve biz yaşayanlar arasındaki birlik, “azizlerin birliği” diye adlandırılır. Sevgiden oluşan ruhani bir bağ, bizi birleştirir, herkesin neşesinden haz almamızı, herkesin acısı ile acı çekmemizi sağlar. Bir Hıristiyan’ın diğer Hıristiyan’lara olan en gerçek sevgisi, duada ve itaatte Rabbimizle birleşmesidir: bu, kutsallaşmaları için, herkesin faydasınadır!

 

19. Günahların affedilmesi için, tek bir vaftizi kabul ediyorum

Ben küçükken, yeni doğduğumda vaftiz oldum. Buna hür ve bilinçli olarak katılmadım. Bu benim için tamamen bir armağan oldu. Kıymetini anladım ve şimdi onu bilinçli ve dolu bir şekilde yaşamak istiyorum. Bu yüzden, her sene o Vaftizde, vermiş olduğum sözleri, yürekten herkesin içinde yeniliyorum. Hem Paskalya gecesi, hem de Kuvvetlendirme veya Vaftiz töreni sırasında katılanlarla birlikte o sözleri yeniliyorum.

Vaftiz, imanlının içsel değişimini gösteren, dışsal ve resmi bir harekettir. “Her kim inanırsa ve vaftiz olursa, kurtulacaktır” ifadesi, Yeni Ahit’te pek çok kez tekrar edilir. Yani, sadece kalbinin derinliklerinde inananlar değil, İsa’nın tanıttığı Allah’a olan imanlarını başkalarına gösterenler kurtulacaktır. İsa Yu 3,5’te der ki: “Eğer biri, su ve Ruh’tan doğmazsa, Allah’ın Hükümdarlığı’na giremez”.

Gerçekten de “sudan doğmak”, şahitler önünde gerçekleştirilmiş olan dışsal bir hareketi belirtir: vaftiz suyuna daldırılır, ve sudan onu vaftiz eden Hıristiyan cemaatinin bir üyesi olarak çıkar. Gerçekten de vaftiz, insanın hayatını suya daldırarak, onu Allah’a, O’nun üçsel sevgisine daldırır: bencil sevgiyi (sevgi olmayan) tekrar görmek istemeyen, kendi bağımsızlığını yaşamak istemeyen biri olarak çıkar. O artık yeni, ruhani, biridir, bir ailenin üyesidir, “Adalet ve gerçeğin kutsallığı içinde Allah tarafından yaratılmıştır”.

Tek bir vaftizi kabul ediyorum! Tek Kilisesi’nin vaftizi ile Üçlük olan Allah’la birleşmek istiyorum. İlk yüzyıllarda, farklı vaftiz adetleri mevcuttu, başka tanrıların veya vefat etmiş başka kişilerin adlarına vaftiz yapılıyordu; başka kişiler ve başka dinlerle bir birlik anlamı taşıyordu. Bu vaftizler, İsa’yı takip etmeye koyulanların hayatları ile uyuşmuyorlardı! Benim için artık tek bir vaftiz var: Mesih İsa’nın Kilisesi’nin bana sunmuş olduğu vaftiz. Ancak ve ancak Mesih İsa’ya hayatımı bağlamak istiyorum. Bu sözlerle, diğer her türlü gruba girişleri reddediyorum, sadece satanist olanları değil, iyi ve pozitif görüşlere sahip olsalar da dini, politik, sosyal, veya kültürel olanları da kabul etmiyorum.

Hayatımı adayabileceğim tek bir yer var: Allah’ın hayatı. Diğer tüm faaliyetlerim de yani politik, insani, kültürel alanlar vs. bu ait olduğum imanın gereklerinden sonra gelir.

Allah’ın hayatı, vaftizin bize kazandırdığı yeni gerçektir. Ama daha sonsuz denenmelerle ve ayartmalarla, güçsüz doğamızla, duyuların, dinsiz ve paganların dürtüleriyle, kendi hayatımızın ve kardeşlerimizin hayatlarındaki zorluklarla karşılaştırılması gerekir. Bu zorluklar arasında, İncil’e sadakatsizlik gösterir bencilliğimizle kardeşlerin sevgisinden uzaklaşırız. Vaftiz şöyle de tektir: günaha düşersem, tekrar vaftiz olmam gerekmiyor. Benim vaftizim, Allah’ın Hükümdarlığı’na girebilmek için tek olduğu gibi, benim hayatım için de tektir. Vaftizde müdahale eden ben değilim, ben sadece Allah’ın lütfünün ve sevgisinin ruhani armağanını alırım. Benim düşüşlerim, Allah’ın yaptıklarını silmezler. Allah’ın bana yaptıkları, daima geçerlidir, her zaman ulaşabileceğim bir armağan gibi, bahçeme konmuş ve daima kullanabileceğim bir çeşme gibi: Evden uzaklaşsam dahi, döndüğüm zaman, o canlı su kaynağı ile susuzluğumu giderebilirim.

Benim vaftizim gerçekleşmiştir ve onu asla tekrar etmeyeceğim: bu, Allah’ın, beni kolları arasında tutamayacağı anlamına gelirdi: Tersine O sadıktır, “çünkü kendini inkar edemez” (2 Ti 2, 13). Allah’tan uzaklaştığım zaman, vaftiz olduğum için mümkün olan O’nun ile buluşmaya gideceğim: O’nun ile barıştığım, kişisel bir buluşma. Vaftiz, İsa’nın Havarileri aracılığı ile, günahların affından yararlanmamı sağlar. O onlara önemli bir görev vermiştir: “Kimin günahlarını bağışlarsanız, onların günahları bağışlanacaktır” (Yu 20, 23). Bu yüzden, onlar benim ve senin için bu görevi yürütürler. Bunu, bir güçten çok, imanın bir hizmeti sayarlar! Bu insani bir güç değildir, çünkü Allah tarafından verilmiştir. Bu görev Havarileri, insanların zorluklarını ve Şeytanın zaferlerini dinlemeye zorunlu kılar; bu şekilde Mesih İsa’nın Kanı insanın yenilgilerini yok eder.

Ben bir tek vaftizi kabul ediyorum. Allah’ın lütufları ve bizi zenginleştirmek için başvurduğu yollar şüphesiz ki çoktur: ama hepsi yıkanmış olduğum vaftizden kaynaklanır. Başka yollar aramıyorum, kendi kurtuluşumu inşa eden ben değilim. Allah’ın üçsel sevgisine daldırıldığımda beni kabul eden Kilise’nin o hareketi aracılığı ile kurtuluşu alırım.

Artık günahların affı için, Musevilerin veya paganların istedikleri gibi hayvanları kurban etmeye veya modern dinsizlerin kabul ettikleri gibi büyülü törenlere gerek yoktur.

Ve af mümkündür, Allah onu bahşetmekten memnundur, bu yüzden de ne teslim olurum ne de umutsuzluğa düşerim. Günaha teslim olmam ve günahkar olduğum için endişelenmem. Merhamet dolu Allah’ı öven hayatın kutsallığını yakalayabilmek için her zaman ve devamlı kaynağa dönerim!

Kendimi affettirdiğim zaman, Allah’ın merhametinin ve kutsallığının büyüklüğü ve güzelliği utanç verici durumum üzerinde parlar: O’nun kutsallığı bu şekilde bizim kişisel hayatımıza ve tüm Kilise’nin hayatına girer. Biz Hıristiyanlar, hepimiz, affedilerek yaşarız. Af, hayatımızın katığıdır! Allah’ın affını alçakgönüllülükle almak, bize affedebilme yeteneği kazandırır: bu şekilde, yanı başımızda günaha düşenlere Allah’ın sevgisinin ulaşması için aracı oluruz. Hatta denebilir ki, biri günaha girip beni incittiği zaman, onun günaha girdiğini, bir hata yaptığını, doğal olarak, ilk olarak ben fark ederim. Bu yüzden, ilk olarak müdahale edebilecek olan benim, kardeşine kalkabilmesi için yardım edebilecek, imanını yenmiş olan ayartmalardan kurtarabilecek olan benim. Sıkça affedildiysem, hemen ben de affedebilirim, ve kardeşime onda eksik olan o sevgiyi armağan edebilirim.

Vaftiz ve af, tek bir gerçeğin çift taraflarıdırlar: daldırıldığım Allah’ın hayatı benim için aftır, kendi gerçeğimi tekrar elde etmemdir, aynı zamanda çevremdekilere dağıtabilmem için kuvvet ve sevgidir!

 

20. Ölülerin dirilişini ve ebedi hayatı bekliyorum. Amin.

Simge’nin son cümlesi, Hıristiyan’ın beklentilerini özetler. Hıristiyan, geleceğe huzur ve barış ile bakar. O umutlarla beslenir. Biliyorum ki her şey birinin gözlerimi kapatacağı gün sona ermeyecektir. Varlığımın bir geleceği var, ölümümden sonra gelen ve ölümümün ötesinde olan bir gelecek.

Ne yazık ki, çoğu Hıristiyan, Büyük İman Duası’nın bu son ifadesini bilmez gibidirler. Ben dirilişi, kendim için ve senin için bekliyorum. Bu ne anlama gelir? Ben ne hiçlikte ne de Allah’ta yok olacağım! Aksine, O’nda yaşayacağım! Kişiliğimizin dirileceğini belirtmek için, Havarisel Simge açıkça der ki: “bedenin dirilişine inanıyorum”; ben özelliklerimle, ben kendim, dirilmeye atanmışım. İsmim, göklerde “yazılı” kalabilir, ben Allah’ın dünyasında var olmaya atanmışım: en gerçek hayatım oradadır, benim hazinem, zenginliklerim orada saklıdır, düşlerimin en gerçek ve en sağlam oldukları yer orasıdır. Bu yüzden bu dünyayı, hac dünyası, veya sürgün vadisi, yada hakiki vatanı bekleme yeri diye adlandırabiliriz. Allah’ın vermiş olduğu sözler üzerine kurulu benim bu kesinliğim, bu dünyanın boşluklarını huzurlu bir şekilde yaşamamı sağlar. Adalet boşlukları, neşe boşlukları, hastalık, yokluk, ve ıstırap dönemleri; mutsuzluk veya öfke kaynakları değildirler. Benim bekleyişim, vücudumu ve hayatımı dünyadaki zengin ve obur insanlardan unutulmuş zavallı ve yoksul Lazar’ınkine benzer kılan bu yaralara, sabır ve hatta neşe ile katlanmamı sağlar. Aziz Petrus, bize “Mesih’i görmemiş olsanız da O’nu seviyorsunuz. Şu anda O’nu görmediğiniz halde O’na iman ediyor, sözle anlatılmaz yüce bir sevinçle coşuyorsunuz” diye tembih eder (1 Pe 1, 8 ve sonraki) ve bize Rabbin sözlerini hatırlatır: “kendinize göklerde hazineler yapın”.

Benim bu bekleyişim, günlerime de sorumlulukla bakmamı sağlar çünkü herkes “dirileri ve ölüleri yargılamaya hazır olana, hesap verecektir” (1 Pe 4, 5). “Bu nedenle, sağduyulu olun ve dua etmek için ayık durun” (1 Pe 4, 7). Dirilişin bilincinde olmak, ıstırap dönemlerini neşe ile doldurur, gözyaşlarını kurutur, fakat ruhu uyanık ve her şeyin yolunda gittiği rahat zamanlarda dikkatli tutar.

Bu, Allah’ın hayatını bende diri tutacak büyük bir yardımdır, sorumluluk kazandıran büyük bir teselli armağanıdır.

Dirilişi ve gelecek dünyadaki hayatı aklımda bulundurduğum zaman, içimi huzur ve ciddiyet kaplar, tamamen insani bir hayat büyür ve gelişir. O zaman, beni yıpratabilecek veya coşturacak olan çoğu şeyin önemsiz olduğunu anlarım, sevgi ile gerçekleştirebildiğim küçük hareketlerin, ne kadar değerli olduklarını fark ederim. Ölülerin dirilişine inanmak, büyük bir armağandır. Bu gerçeği kalbinde kabul etmeyenlere acınmalıdır: tüm değerlerin boşluğu onlarda artar. Cenaze günleri bunun farkına varırım: göklerdeki vatanının hatırasını canlı tutan, sevdiği insanlardan ayrılmayı huzur ile atlatır, onları Baba’ya teslim etmeyi başarır, ve büyük hayal kırıklıkları ve dramlar olmaksızın yeni durumunda yola koyulur.

“Geleceğin dünyasında hayat” nasıl olacak? Tek bir şeyden eminiz: nasıl olacağını bilmiyoruz. İsa sadece, bizi Kendine çekebilmek için geri dönmüştür; yeni dünyadaki hayatın nasıl olacağını söylememiştir, yalnızca bir kez daha gelecek dünyada da O’nun Rabbimiz olacağını, ve bu dünyada O’nu takip edenlerin orada O’nun ile birlikte hükmedeceklerini anlatarak bize yardım etmek istemiştir. Geleceğin dünyasını vaat edenler, onu tasvir ederek, Allah’ın sözleri veya kendileri ile alay etmekten başka bir şey yapmazlar.

Biz, bizim için bir gelecek olduğunu biliyoruz, onu şimdi hazırlıyoruz ve bekliyoruz. Bizim bu bekleyişimiz, şanla tekrar gelecek olan Rabbimizi bekleyişimizle örtüşmektedir! İsa’yı bekliyoruz. Tarih’in merkezi O’dur, geçmiş, şimdiki ve gelecek hayatımızın merkezi O’dur.

Kendimi teslim etmek için, kalbimle O’na dönmek istiyorum: O beni Kutsal Ruh’la doldurur ve Baba’ya yöneltir. Baba bana, tek Oğlu’nu karşılayarak O’nu sevenlere vaat ettiği neşe ödülünü vermek için bekler!

Bu bekleyiş, sevgisinin gizemlerini her kutladığımızda gerçeğe dönüşen sonsuz neşe’yi önceden tattırmaktadır. Artık yeni hayat başlamıştır: her gün sevgi ile yaşamak için, bencillikten vazgeçerek vaftiz’de vermiş olduğumuz sözleri her yenileyişimizde bulunduğumuz yeni durumdur!

İsa’nın hayatındaki olayları hatırladığımız zaman, - Allah’ın bizi çok yoğun olarak sevmiş olduğu olaylar - gelecek hayatın şanını önceden yaşamış oluruz! Onu daha basit şekilde, şimdiki durumumuza uygun olarak, fakat gerçek olarak yaşarız. Bu zamanlar, kutsal Gizemlerin kutlanmasıdır: Vaftiz, Kuvvetlendirme, Efkaristiya, Tövbe, Rahiplik, Evlilik, Hastaların Yağı; tüm bu litürjik kutlamalar, hepsi, gizemi birazcık anlamak için ona yaklaşmaktır... henüz az anlarsak da, aynen şimdiden onu tadabiliriz! Günümüzün ve hayatımız önemli anlarını aramızda ve özellikle O’nun ile birlikte yaşamayı bize bahşettiği için Allah’a şükürler olsun. O bizim ile birlikte Allah’tır! Bugün bile!

 

Peder, Oğul ve Kutsak Ruh’a şükürler olsun.

Büyük, tatlı, şanlı ve güçlü Allah’a şükürler olsun.

Sana inanıyorum,

ve korkmuyorum.

Sana inanıyorum,

ve sevildiğimi biliyorum!

Sana inanıyorum,

ve sevgi oluyorum.

Sana inanıyorum,

ve kardeşler buluyorum!

Sana inanıyorum,

ve baba oluyorum,

ve oğul,

birçokları için, herkes için!

Sana inanıyorum,

ve Senin kutsiyetinle

dünya aydınlanıyor!

Ben, Allah’ıma, Babamıza inanıyorum!

İsa’nın Babası ve benim Babam.

Ben inanıyorum.

***

Nihil obstat: Mons. Ruggero Franceschini archiep., İzmir 29/02/2008

Bu kitapçık Hristiyan cemaatler için - Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya) hazırlanmıştır.