ME
NU

Esenlik sizinle olsun

Esenlik sizinle olsun

 

İsa, şakirtlerinin yanında

daha birçok mucize yaptı. Onlar bu kitapta yazılı değildir.

Ama İsa’nın Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz

ve iman edip O’nun adıyla yaşama sahip olasınız diye

bunlar yazılmıştır.

                                                      Gv 20,30-31

 

Aziz Yuhanna’nın İncil’indeki yirminci bölümünde belirttiği gibi, Diriliş İncili’ni tekrar okuyalım. Kısa bir ayet okuduktan sonra, tecrübelerimi hatırlayarak, yavaş yavaş tekrar okuyup açıklamayı deneyeceğim: size de yararlı olmasını ümit ediyorum.

İsa, aramızda yaşamak için dirildi; O, Kutsal Ruhu ile bizleri bir arada tutuyor. Bizleri canlı Kilise kılan bu birlik için O’na şükrediyoruz.

                                                                                                                    P.Vigilio Covi

 

 

1.

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü.

 

Ayetin başında bir zaman belirtilmektedir: "Sebt gününden sonraki gün": o Sebt günü, Yahudilerin en önemli günü olduğu halde, İsa’nın şakirtleri için bir şimşek hızıyla neredeyse farkına dahi varılmadan geçmişti. Çok üzücü, sessiz ve karanlık bir gündü.

Sebt gününden sonraki günde, yeni bir günde, Mecdelli Meryem harekete geçiyor.

Sebt gününden sonraki gün haftanın ilk günüdür; bu günde Kutsal Kitabın geleneğine dayanarak Tanrı ilk olarak ışığı yaratıp dünyayı var etmeye başladı.

İncil Yazarının bölüme böyle bir şekilde başlamasının rastlantı olduğunu sanmıyorum, bunun büyük bir anlamı var: Sebt gününden sonraki gün, erkenden, ilk ışığın doğuş vakti.

Bu kalkış ve şafak vakti yola koyulma, dünyanın ışığı olan İsa’nın dirilişiyle doğrudan bağlantılıdır. İsa dünyanın ışığıdır. İsa, dirilişi ile dünyaya yeni bir hayat getirir, zamana yeni bir boyut, her geçici şeye yeni bir anlam kazandırır.

“Sebt gönünden sonraki gün Mecdelli Meryem mezara gitti”: bu gün güzel bir gündür; bu gün, İsa ile haçta kaldığımız zamanlarda bize cesaret ve teselli verir. Çektiğimiz sıkıntılardan sonra yeniden bir ilk gün doğar: ışık, yenilik ve kutsallıkla dolu bir gün.

Bugün senin için de bu şekilde geçsin. Rab’be bugün bizlere barışını ve yüzünün ışığını bağışlaması için birlikte dua edelim.

 

Ölüler arasından dirilmiş olan Rabbimiz Mesih İsa bize acı, bizleri kurtar ve gün boyunca senin tanıkların olabilmemiz için kalplerimizi sevincinle doldur!

 

2.

 

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti.

 

Mecdelli Meryem kim? İncil’de birçok kez anılan kadınlardan biridir. Mecdelli Meryem’den İsa tam yedi cin kovmuştu. Omuzlarında sıkıntı ve aşağılanma yüklü bir kadındır. Kendisiyle birlikte kötü bir ruh ya da yedi kötü ruh bile taşımak kuşkusuz küçük düşüren ve üzücü bir durumdur. Şüphesiz kendisini bu korkunç ve umutsuz durumdan kurtarıp özgür kılan İsa’ya çok minnettardır.

Mecdelli Meryem bundan sonra İsa’nın izinde yürüdü, o da diğer kadınlarla birlikte kendi olanaklarıyla İsa’ya yardım etti. İsa’nın Annesi Meryem, başka bir Meryem ve diğer bir kadınla birlikte İsa’nın haçının altında durdu.

Mecdelli Meryem mezara erkenden tek başına gitmeye teşebbüs edendir. Diğerlerini bırakıp tek başına kalktı, cesur oldu, diğerlerinin yaptıklarına bakmadı, onların ne yapıp yapmadıklarına bir şey söylemedi. “Ben gidiyorum!” dedi. Mecdelli Meryem, İsa için kendisini sorumlu tutuyor, görmek ve olanları anlamak istiyor, Rab’bin bedenine ve kendisine göre Rab’bin bulunduğu yere yakın olmak istiyor. 

Bugün bizim için de Mecdelli Meryem büyük bir örnek ve Tanrı’nın büyük bir armağanı olabilir. O bize, “Başkalarının harekete geçmesini beklemeden, harekete geç; başkalarının koşmasını beklemeden koşmaya başla; başkalarının Rab’bi sevmeye başlamalarını beklemek yerine, ilk önce sen sev! Arkandan diğerleri de seni izleyecektir. Sen kendin başla, başkalarını bekleme” diyor.

Gel, Kutsal Ruh, bizleri güçlü ve cesur kıl ki başkalarının yaptıklarından ve söylediklerinden etkilenmiş olmamıza izin vermeden, gözlerimizi daima İsa’ya dikip, başkalarının bizi itmesini beklemeden O’nu ilk olarak sevenler olalım.

Kutsal Ruh, sana şükürler olsun çünkü sen hayatımıza gelip içimizde büyük bir değişim yaratıyorsun.

3.

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti.

“Mecdelli Meryem mezara gitti”. Neden mezara gidiyor? Meryem orada İsa’yı bulacağını düşünüyor, ona göre Rab İsa’nın cesedine ve O’nun koyulduğu yere özen göstermek Rab İsa’yı sevmek demektir.

Mecdelli Meryem yeni şeyleri henüz düşünemez. O, geçmişte yaşıyor: mezara gidiyor, ölümün yerine gidiyor, üzüntülü anları, hala kalbini sıkıştıran acı dolu anları hatırlatan yere gidiyor. Meryem mezara gidiyor.

Meryem’in tek başına mezara koşması bana, düşüncelerimizde, kendi üzüntü ve acılarımıza dönüşümüzü hatırlatıyor. Üzüntü dolu bir tecrübe yaşadığımızda, hastalık veya başka bir felaket yaşadığımızda, kalbimiz uzun bir süre için orada kalır. Aklımız, saatlerce, günlerce, hatta bazen haftalarca veya aylarca o acı dolu olayda, o ana takılıp kalır; durum böyle olunca da hatırlanan acıları, gözyaşları takip eder, bizleri mutsuz kılar, ağırlığı altında bizleri ezip bunalıma sokar. Geçmişte, kendimize acı veren olaylara takılırız, yani kendi kendimizi düşünürüz; geçmişe baktığımız sürece Rab’bin yeni çağrılarına dikkat edemeyiz.

Rab’den kalbimizi, diri olan kendisine yönlendirecek yeni bir lütuf isteyelim.

Sıkıntı ve acı dolu anlarda, hastalık ve ölüm karşısında bakışlarımızı Rab’be çevirip şöyle diyelim: “Rabbim, kuşkusuz sen içinde bulunduğum bu durum aracılığıyla bana bir şeyler açıklamaya çalışıyorsun; eğer ben şu anda acı çekersem demek ki sen benimle konuşup bana yeni bir şey vermek istiyorsun: hayatımı kardeşlerim için bir işaret ve bir lütuf kılmak istiyorsun.

Teşekkürler, Rab İsa! Anlamama ve görmeme yardım et; bana, şimdi doğmak üzere olan ışığını bağışla.

4.

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti.

"Karanlıkken" ve "erkenden": İncil Yazarının belirttiği bu biraz garip gerçeğe dikkat edelim.

Burada “erkenden” kelimesi yeni günün doğmak üzere olduğu demektir. Işık doğması yakındır, yeni bir umut, zafer ve kurtuluş çağı başlamak üzeredir.

“Karanlıkken”. İncil Yazarı Yuhanna “ortalık daha karanlıkken” demekle ne kastediyor? Işık doğmak üzereyken nasıl karanlık olur?

Gün, Meryem’in kalbinde hala ağarmamıştır.

Meryem, gördüğümüz gibi, ölüme, geçmişe ve mezara yönelmiştir. Kalbi hala karanlıktır, içinde sadece hüküm süren acı, hayal kırıklığı ve körlük: hiç umudu kalmamıştır. Meryem, İsa’nın ölümünde “Tanrı’nın işini” görememiştir. İsa’nın acı çekmeyi, insanlar tarafından reddedilmeyi, ele verilip, öldürülmeyi kabul etmesindeki “Tanrı’nın işini” göremediği için kalbi hâlâ karanlıktır.

Koşmaktadır. Meryem Rabbi sever, ya da kendine göre O’nu sevmeye çalışır, O’na minnettardır, buna rağmen kalbi hâlâ karanlıktadır. Tanrı’nın işini yaşanan olayların hiçbirinde görememektedir. Acı anında Meryem için Tanrı saklanmıştır: “daha karanlıkken”.

Bu karanlık birçok kez tekrarlanır! Tanrı’nın işi aşikâr olmasına ve daima büyümesine rağmen, fiziksel veya manevi acılar, yeryüzünde çekilen sıkıntılar bizi karanlıkta tutmaktadır. Tanrı’nın işlerini acılarımız içinde göremiyoruz, bazen de görmek istemiyoruz.

O’ndan bize yardım etmesini diliyoruz.

Rab İsa, dirilmiş olan Sen, gözlerimizi ışığınla aydınlat, kalplerimize ışığını koy ki seni görebilelim. Sıkıntılı, acı dolu zamanlarda, terk edildiğimiz veya anlaşılmadığımız durumlarda, Baba’nın işlerini ayırt edebilmemizi sağla. Tanrı Babamızdır, ve bu dönemlerde özel olarak bizi sever: bunu görme lütfunu bizlere bağışla.

5.

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü. 

Cümlenin sonu üzerinde duralım: “Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü”. Meryem, kendisinin mezarın önünde durması gerektiğini biliyordu, mezarın girişini kaplayan taşı bulacağını da biliyordu, ancak oraya vardığında kendisini bir sürpriz bekliyordu: mezarın girişini kapatan taş kaldırılmıştı. Mezar açıktı, içeri girebilirdi.

Meryem kim bilir nasıl da şaşırmıştı? Fakat Meryem sadece gözler ile, sadece maddi bir bakışla bakıyor; derinliği görmüyor, gördüğü şeylerin derin anlamlarını kavrayamıyordu. Taşın kaldırılmış olduğunu görmesine rağmen bunun bir zafere işaret ettiğini, dirilişin bir işareti olduğunu anlayamıyor, dolayısıyla da Alleluya diyerek haykıramıyordu.

Meryem’in bunun farkına varmasını hak iddia etmiyoruz fakat İncil Yazarı bunu bize inceletiyor. Nitekim burada İncil Yazarı “görmek” fiilini belli bir amaç için kullanıyor: fiil yunancadan gelmekte ve yüzeysel olarak görme, içeriğinin farkına varmama anlamını taşıyor.

Gün boyunca kim bilir ne kadar çok şey görüp, seyretmekteyiz! Normal şeyler, yeni ve bizleri şaşırtan şeyler... Gördüklerimiz karşısında biz nasıl davranacağız? Tanrı’nın sevgisi, O’nun zaferi, O’nun bazen gizli, bazen de aşikâr fakat gerçek olan lütfunu onlarda görmeden geçip gidebiliriz. O halde biz, gördüklerimiz karşısında nasıl davranmalıyız?

Çok yakınımızda, hatta evimizde, gün boyunca baktığımız her şeyde ve bugünkü karşılaşmamızda fazlasını “görmeye” çalışalım. Olaylara ve karşılaşmalara yüzeysel olarak yaklaşmak yerine, derinliğini görmeye çalışalım. Tanrı’nın onları ne kadar büyük bir sevgi ile hazırladığını “görmeye” çalışalım veya onlar aracılığıyla Tanrı’nın bizleri sevmeye çağrısını “görmeye” çalışalım. Tanrı’nın bizim aracılığımızla da zaferini bugünün olaylarına taşımak istediğinin farkına varmaya çalışalım. Bugünkü olayların içine bizim aracılığımızla da zaferini götürmek isteyen Tanrı’yı görmeye çalışacağız. O, daha çok bilinçli ve aktif varlığımız aracılığıyla, daha içten, ruhsal ve kendisine sadık çalışmamız aracılığıyla Rab İsa’nın dirilişini göstermek istiyor.

Rab’den “görebilmemiz” için gözlerimize ışık lütfunu dua aracılığıyla dileyelim.

Kutsal Ruh, bu ışığı bize ver ki, başımıza görünüşte normal yada tuhaf gelen olaylar karşısında, Tanrı’nın sevgisini “görebiliriz”; bizlere Baba’nın sevgisini “görmek” için, İsa’nın zaferini “görmek” için, bugün Rab’bin benden istediklerini “görmek” için lütfunu bağışla.

Teşekkürler, Kutsal Ruh!

6.

Sebt gününden sonraki günde erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. Taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü.

 

“Mecdelli Meryem taşın mezarın girişinden kaldırılmış olduğunu gördü”. Taş artık mezarın girişini kapatmamaktadır. Mecdelli Meryem hala olayı anlamış değildir. O hemen, göreceğimiz gibi, taşın dışardan birisi tarafından devrildiğini düşündü.

Devrilen taşı görerek, “Burada taşa birilerinin el attığını” düşündü. Ancak yanılmaktadır, taş bu şekilde devrilmemiş; mezarın taşı dışardan değil, içerden yeri değiştirilmiştir.

Bu olayın insanlarla alakası yoktu. Bu olay sadece “Başka Biri ile” alakalıydı, sadece Tanrı’nın kudreti ile alakalıydı: Tanrı’nın Mesih’i için, Tanrı’nın Oğlu İsa için olan sevgisinin kudreti vardı; o Oğul ki sonuna kadar kendi hayatını sundu.

Hayatta karşılaştığım birçok iyi veya kötü olayda, beklediğimden farklı olan olaylarda suçu hemen, tıpkı Mecdelli Meryem’in yaptığı gibi, başkalarının üzerine atıyorum. Mezarın girişini kapatan taşın dışarıdan, olaya karışan biri tarafından kenara itilmiş olduğunu düşünüyorum. Sanki biri Tanrı’nın planlarını engellenmek istiyormuş gibi, sanki Tanrı’nın benim için, Kilisesi ve dünya için hazırladığı tarihine dokunmak istiyormuş gibi.

Aslında durum çok farklı! Şikayet ettiğim veya suçu başkalarına attığım olaylar, sadece Tanrı tarafından istenen veya izin verilen olaylar olabilir; bu olaylar aracılığıyla O, bilgeliğine göre, hayatımı, hayatımızı, Kilisenin hayatını yönetmek istiyor. O’nun bilgiliği bizim bilgiliğimizden daha büyük, daha aydınlık, daha güzel bir bilgiliktir.

Dolayısıyla eğer bugün beklemediğim veya beklediğimden farklı bir durumla karşılaşacak olursam, şikayet etmeyeceğim, dırdırlanmayacağım; bunun arkasında Tanrı’nın eli olabilir, Rab’bin yeni bir projesi olabilir, pozitif ve büyük bir şey olabilir, öyle bir şey ki benim ve etrafımda olanların varlığını değiştirebilir. Baba, bizlere olan sevgisi ile, çalışmakta! Her şeyden memnum olabilirim!

Mezarın girişini kapatan taşın kaldırılması belki dışarıdan insanlar tarafından değil, Rabbin eli tarafından olabilirdi.

Dua etmeye devam edelim: nitekim beklenmedik olaylarda ya da aksiliklerde Rab’bin işini görebilmek O’nun bize lütfudur.

Rab İsa, Dirilişini anlamamızı sağla!

Hayatımızda da Tanrı’nın elinin çalıştığını, O’nun “içeriden mezarın taşını kaldırdığını”, yani O’nun kendisi günlerimizi, hayatımızı, sevgi dolu bilgeliğinle yönettiğini anlamamızı sağla.


7.

Koşarak Mecdelli Meryem Simon Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi. Onlara, «Rab’bi mezardan almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz» dedi.

“Koşarak Mecdelli Meryem...”: Mecdelli Meryem geri dönüp mezardan uzaklaşıyor; bir şey gördü, bu şeyden insanları sorumlu tuttu; gördüğünü haber vermeye gidiyor. Ama haberi kime verecektir? “Simon Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi.”

Mecdelli Meryem neden onlara gitti?

Meryem, kararlı bir şekilde tam da bu iki şakirde gitmişti; onlarla birlikte orada başkalarının olup olmadıklarını bilmiyoruz. Ne olursa olsun İncil Yazarı bu detayı bildirir. Ben, Mecdelli Meryem’in koşarak Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde gitme nedenini şöyle görüyorum: Meryem bu iki şakirdin Hanna ve Kayfa’nın avlusuna kadar gidip, İsa’yı izlediklerini biliyordu. Nitekim şakirtlerden sadece bu ikisi İsa uğruna, kendileri için de tehlikeli olan o avluya girmeye cesaret ettiler. Bu avluda iki şakirtten biri İsa’ya sadık kalmıştı, öbürü ise sadakatsiz olmuştu.

Mecdelli Meryem bu iki şakirde gidiyor.

Bizler de çoğu kez Meryem gibi davrandığımızdan onun bu kararını garipsediğimizi sanmıyorum. Birisiyle özel bir konu, yani bizim için önemli, hayatımızı etkileyen bir haberi veya bize acı çektiren bir olayı paylaşmak istediğimizde kime koşarız? Kiminle konuşmaya gider, kimden yardım ararız? Bizler de Rab’le birlikte acı çektiği ve acıda, başarısızlıklarda da O’na sadık kalan kişilere seve seve ve tereddüt etmeden başvururuz. Biz de acı çekebildiklerini bildiğimiz kişilere gideriz: sadece bunlara yüreğimizi açabiliriz.

Bu günü Rab’bin Dirilişinin sevincini yüreklerimizde taşıyarak yaşayalım. Aynı zamanda acı çektiğimizi bilmekten de sevineceğiz, bizim Baba’ya ve İsa’ya hayatımızı sunma yeteneğimizin olmasından da mutlu oluyoruz. Acı çektiğimiz olayların, denenmede olan başka kardeşlerimize yardım etmeye bizi yetenekli kıldığından eminiz.

Bizler İnanlılar Topluluğu olan Kilise’de, birbirimize yardım etmek için varız. Birbirimize yardımcı olduğumuz için birbirimize kardeş diyoruz. Yapabileceğimiz en büyük yardım, kardeşlerin acılarını dinlemek; bu dinlememiz aracılığıyla belki kardeşlerimize bir söz değil, ama bir gülüş, sıkıntılarını paylaştığımızı gösteren bir hareket, daha iyisi İsa’nın haçına bir yönlendirmeyi verebiliriz. Çünkü bakışlarımızı haça çevirdiğimizde dirilişin ümidini tadarız. Geçen senelerde ya da geçen günlerde yaşadığımız acılardan şikâyetçi olmayalım, çünkü onlar kardeşlerimize yardımcı olabilmemiz için bize iç kuvvet sağlarlar.

Hayatımızı Kilise ve insanlar için bir armağan kılan Rabbimiz İsa’ya övgüler sunalım.

8.

Koşarak Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi (Mecdelli Meryem’den bahseder). Onlara...

Biraz da “İsa’nın sevdiği öbür şakirt” diye tanımlanan diğer şakirde değinelim.

Bu şakirt, acayibimize gelse de, İncil’de adı ile çağrılmaz. Onun hakkında daima şöyle yazılıdır: “İsa’nın sevdiği şakirt”. Biz de tüm İncil araştırmacıları gibi, bu şakirdin Yuhanna olduğunu düşünüyoruz. Fakat yine de kendimize şu soruyu yöneltmeden edemiyoruz: neden o ismini hiç bir zaman kullanmıyor? Ben bunun çok güzel ve derin bir anlamı olduğuna inanıyorum, bir anlam ki bize de dokunuyor: İsa’nın sevdiği şakirt, şakirtlerden herhangi biridir. İsa’nın herhangi bir gerçek şakirdi Öğretmeninin ve Rab’binin sevgisinin tadına varır.

“İsa’nın sevdiği şakirt”, Rab tarafından sevildiğinin farkında olan şakirttir. İlk olarak kendisi sevmediği, sevilmeyi hak etmediği halde Rab tarafından sevildiğini fark eder ve Rab tarafından kendisine gelen bu sevgiden her defasında şaşkınlık duyar. Nitekim Rab’bin bağışladığı sevginin tamamen karşılıksız olduğunu fark eder, çünkü İsa’nın sevdiği şakirt de günahkâr bir şakirttir; az veya çok o da sadakatsizdir, Öğretmeninin öğretilerine ve örneklerine tamamen uymuyor. Bunun için de kendisinin sevilmesine şaşırır ve şöyle der: “ Ben bu sevgiyi hak etmiyorum; ben buna lâyık değilim! Rab’bin bu sevgisini hak etmek için ne yapıyorum? Buna rağmen O beni o kadar çok seviyor, benim uğruma kendi hayatını veriyor! O, bu dünyada hiçbir zaman kendisini düşünmüyor, tersine benim uğruma Baba’ya itaat etmeyi düşünüyor.

İşte “İsa’nın sevdiği şakirt” kimdir? O’nun her gerçek şakirdidir; “İsa’nın sevdiği şakirt” Rab’be dikkat etmek isteyen, Rab İsa’dan aldığı sevgiye cevap vermek isteyen şakirttir. O halde “İsa’nın sevdiği şakirt” ben de olurum, sen de olursun. Bunu düşün, “İsa’nın sevdiği şakirt” olabilirsin...

Birisi sana,“Kardeşim, İsa seni seviyor!” derse şaşırır mısın? Belki de bunu sana hiç kimse söylemedi; peki, bana izin ver ki bugün ben sana bunu söyleyeyim: “İsa seni seviyor, sana değer veriyor, seni dinliyor, sana bakıyor, seni gözetiyor; nitekim senin hayatına hangi şekilde girebileceğinin yollarını arıyor, bugün sana neler verebileceğini düşünüyor. İsa seni gerçekten seviyor, bu yetmez, daha çok şey var: O, senin armağanlarına, senin yeteneklerine o kadar çok değer veriyor ki onları kendisi için kullanmayı sana sormayı düşünüyor.

Kardeşim, sen de “İsa’nın sevdiği şakirtsin”. İsa sana hayatını, neşesini, huzurunu veriyor ve seni sevdiğinden dolayı da senden bir şey istiyor; bugün de biraz kendisi için yorulmanı istiyor. Nitekim, bir kişinin en büyük sevgisi hangisidir? O sevgi ki benden yorulmamı istiyor. Çünkü böyle bir sevgi bana olan güven ve gerçek sevgini gösteriyor.

İsa seni seviyor; bugün senden, biraz ya da hatta tamamen, O’na kendini vermeni isteyecek.

Rab İsa, bizi sevdiğin için sana teşekkür ederiz! Senin sevgin daima yeni, dolu ve büyük, hayal bile edemeyeceğim bir sevgidir! Bu sevgin için sana şükrediyoruz!

9.

Koşarak Mecdelli Meryem Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi. Onlara, «Rab’bi mezardan almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz» dedi.

İşte Mecdelli Meryem, kendi içini açmak için seçtiği iki şakirde bu haberi taşıyor: “Rab’bi mezardan almışlar”. Meryem mezarın girişini kapatan taşın kalkmasının Tanrı’nın Eli’nin işi olduğunu anlamamıştı; bu işareti bir soygun gibi, büyük bir saygısızlık gibi algılamıştı; şimdi iki şakirde bu suçlamayla gidiyor, bir suçu ihbar ediyor: “Rab’bi mezardan almışlar”. Meryem bu ihbarı yaparken, kafasına birçok kişi hakkında kötü düşünceler üşüşmekte, ama böyle bir suçu kimin işlediğini bilememekte, hırsızın, suçlunun bir yüzü yoktur... Meryem kötü şeyler düşünüyor, yüreğinde suçluluk duygusu var.

“Nereye koyduklarını bilmiyoruz”, sadece o değil, diğerleri de bilmiyorlar: Meryem diğerlerinin de kendisi gibi düşündüklerinden emindir.

Şaşırtan şey şudur ki: en büyük anlardan birinde, en önemli olay olunca Mecdelli Meryem bu tavrını içinde tutar, tam da Rab İsa’nın tarihi değiştiren diriliş anında. Peki, tam o anda Mecdelli Meryem birini suçlamak üzeredir; neden?

İlk olarak Adem Havva’yı suçlamaya başladı, biz de aynı şekilde devam ediyoruz. Anlamadığımız bir olay yaşadığımızda hemen parmağımızı uzatıp birilerini suçluyoruz.

“Her zaman” Tanrı’nın parmağını, Tanrı’nın Eli’nin işini, bana olan sonsuz sevgisini görmeye çalışacağım öyle ki kardeşlerim hakkında daima iyi düşünebileceğim, kimseyi suçlamayacağım. Biri yüzünden gerçekten acı çekmem gerekse bile, onu suçlamayacağım: bunun yerine insanları şeytandan korumak istiyorum: çünkü o, kardeşlerimizi sürekli suçlar. Kendimi Tanrı’nın ellerine teslim etmeye çalışacağım: O’ndan beni savunmasını bekleyeceğim... Belki de, Tanrı’nın kendisi benim öğrenebilmem, daha çok sevebilmem ve hayatımı daimi bir sevgi hareketine dönüştürebilmem için bu sıkıntılara izin veriyor.

Rab İsa, sana şükürler olsun! Sen bizleri suçlamaz, sen bizi seversin. En büyük acında dahi sen kimseyi suçlamadın; sen bizleri sevmeye devam ettin.

Sana şükrediyoruz ve bu Kutsal Ruhun’u senden diliyoruz.

Teşekkürler, Rab İsa!

10.

Koşarak Simon Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi. Onlara, «Rab’bi mezardan almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz» dedi. Bunun üzerine Petrus’la öteki şakirt dışarı çıkıp mezara yöneldiler. İkisi birlikte koşuyordu. Ama öteki şakirt Petrus’tan daha hızlı koşarak mezara önce vardı.

“Petrus’la öteki şakirt dışarı çıktı”: Meryem’in bu haberi üzerine Petrus ve öteki şakirt şaşırıyorlar; ona inanıyorlar ve koşuyorlar, görmeye gidiyorlar, meydana gelen olayı kendileri görmek, anlamak istiyorlar: kuşkusuz bu, hem garip bir şey, hem de yeni bir şey.

Koşarak yola koyuluyorlar, tabii ki koşarken kimin daha genç ya da daha hızlı olduğu ortaya çıkar: “öteki şakirt” genç olandır. Petrus daha sonra varır!

İki şakirdin bu koşması bana, çekici bir şeyle karşılaştığımızda, nasıl da merakla, durup düşünmeden, dua etmeden, Rab’bin ışığını dilemeden, O’na bizler için iyi olanın ne olduğu konusunda danışmadan koşmamızı hatırlatıyor; nasıl da aceleci bir şekilde kendimizi olayların akışına bırakırız. Bir haberi duyuyoruz ve durmadan koşuyoruz, dolayısıyla da gereksiz bir sürü iş yapıyor, sonucu olmayan şeyler için yoruluyoruz.

Petrus ve öteki şakirdin mezara doğru bu koşuşlarının boşuna olduğunu söylemiyorum, kuşkusuz bu davranışları Rab’be olan sevgilerinin bir göstergesiydi, fakat içgüdüsel bir hareketti. Belki de, böyle davranmasalardı, şaşırırdık. Yine de bu olay boşuna yaptığımız tüm işleri düşünmeme sebep oluyor.

Rab’be danışmadan, yapacağımız işlerin gerçekten Rab’bin isteği olup olmadığını aramızda tartışmadan, oraya buraya koşturup duruyoruz. Duyduğumuz haberlerde ve yaşadığımız olaylarda Tanrı’nın Eli’nin işinin, bizlere ve tüm insanlığa olan sevgisinin var olduğunu görmek için birbirimize yardım etmiyoruz: eğer böyle davranırsak, yürümemiz daha rahat olacaktır, katılımımız gerçekten daha dikkatli, daha hazırlıklı olacaktır.

Bu gün bu şekilde, yani acelesiz bir şekilde, işimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirmek istiyoruz; onları Tanrı’nın çağrısına bir cevap olarak gerçekleştiriyoruz; onları O’nun Ruhu’yla tamamlıyoruz: O’nun Ruhu acelecilik değil, bilgelik ve sevginin Ruhu’dur. 

Herhangi bir işe, harekete, günlük görevlerimize de başlamadan önce Rab’bin önünde bir dakika duruyoruz, O’na,

“Rab, bana ışığı ve sevgiyi ver ki bu işi sadece tamamlamış değil, senin Kutsal Ruhun ile tamamlamış olayım; bu davranışımın senden gelen sevgiyi taşımasını sağla” diyoruz.

11.

Bunun üzerine Petrus’la öteki şakirt dışarı çıkıp mezara yöneldiler. İkisi birlikte koşuyordu. Ama öteki şakirt Petrus’tan daha hızlı koşarak mezara önce vardı. Eğilip içeri baktı, keten bezleri orada serili gördü, ama içeri girmedi.

Burada durup biraz bakalım. Daha hızlı olan öteki şakirt eğilerek yerde duran kefeni gördü, ama içeri girmedi. Bu sözler bizim için bu gün ne anlam taşıyabilir?

“Keten bezleri orada serili gördü”: Petrus’la birlikte koşmuş olan diğer şakirt bir şeyler görüyor. Keten bezleri yerde, hem de ortada ceset yokken görmesi hiç kuşkusuz şakirdin aklında ve kalbinde bir sürü soru uyandırır. Bir şeyler olmuştu. Bu şakirt rahatsız olmuyor ve cesaretini kaybetmiyor, belki yüreğinde İsa’nın ölmeden önceki vaatleri canlanıyor: “üçüncü gün dirileceğim”; şakirt bu vaatlere göre düşünmeye başlıyor.

Ayrıca bu havari mezara ilk olarak varmasına rağmen içeri bakıyor, ancak girmiyor. İlk adımı Petrus’a bırakıyor. Bu, büyük bir ruhsal gücün ve alçakgönüllülüğün işaretidir. İlk varan şakirt birinci olmak istemiyor. Daha hızlı koşan şakirt ilk adımı İsa tarafından özel bir göreve atanmış olan Petrus’a bırakıyor: ilk olma görevi Petrus’a verildi. Diğer havarileri yöneltme ve destekleme görevi, Simun Petrus’a verildi. Bunun için Petrus’la koşan şakirt, ona öncelik veriyor ve ilk adımı ona bırakıyor. 

İsa tarafından sevilmiş olan şakirdin bu “itaatti” güzel bir davranıştır; birinci olmaktan gurur duymuyor ve başkasına emanet edilmiş bir yere sahip çıkmak istemiyor: alçakgönüllü ve kuvvetlidir, iradesini kontrol altında tutabilme yeteneğine sahiptir. Böyle davranmak yerine “ilk ben vardım, o halde içeri girmek benim hakkım” demeye elbette ayartılabilirdi. Fakat öyle olmadı; o alçakgönüllüdür ve kendi yerinin neresi olduğunu bilir. Bacakları Petrus’unkilerden daha kuvvetli olmasına rağmen ‘ikinci’ kalmayı bilir. 

İki şakirdin koşması, birinin önce varıp diğerini beklemesi sahnesi çok güzel bir tasvirdir: biz Hıristiyanları, aramızdaki ilişkileri gözden geçirmeye yönlendiriyor. İçimizdeki kibirden dolayı çok boş övgülerin peşinden koşuyoruz ve ilk olduğumuzu düşünüyoruz. Halbuki İsa’nın öğretisi şudur: “Birinci olmak isteyen, herkese hizmet etsin. Herkesin sonuncusu olsun”. “Herkesin sonuncusu olsun”: bu Rab’bin öğretisidir, ve O’nun tarafından sevilmiş olduğunu bilen şakirt kendi öğretmeninin öğretilerine itaat eder. Dolayısıyla, o şakirdin ilk adımı atmayı Petrus’a bıraktığını görüyoruz ve bu nedenle biz de bugün kimsenin önüne geçmek istemeden yaşamak istiyoruz.

Ayırt edebilme yeteneğimiz başkalarınınkinden daha iyi, onlardan daha önce iman edebilmemiz bir gerçeklik olsa da, geride kalmayı, kardeşimizin bizden önce varmasına izin vermeyi bileceğiz. Tabii bunu yapmak kolay değil, çünkü yüreğimizdeki ayartmalar büyüktür, ama bunu yapmak imkânsız da değildir. Kutsal Ruh’un lütfu bizleri geride kalmaya, ikinci olmaya, yetkin kılacak. Ayrıca Kutsal Ruh’un lütfu, bizim ikinciliği seçmemizi cömertlikle ödüllendirip, bizleri ahenk, birlik ve sevginin araçları kılacaktır.

Bu davranış ailelerimizde, karı-koca arasında, kardeşler, ebeveynler ve çocukları arasında ne kadar önemli ve ne kadar güzel! Bu davranış ilahi bir davranıştır, Rab’bin lütfundan gelen bir davranıştır; O’ndan bunu diliyoruz: 

“Kutsal Ruh, kudretinle yüreğime gir ki kardeşime ilk adımı bırakabileyim, geride kalıp, başkalarının arkasına kendimi koymaya cesaret edebileyim. Bu duayı dinlediğin için, teşekkürler, Kutsal Ruh! Senden dilediğimiz, bizleri uğrumuza dirilmiş olan Rab İsa’ya benzer kılıyor”.

12.

Ardından Simun Petrus geldi ve mezara girdi. Orada serili duran bezleri ve İsanın başına sarılmış olan mendili gördü. Mendil, keten bezlerle birlikte değildi, ayrı bir yerde dürülmüş duruyordu. O zaman mezara ilk varan öteki şakirt de içeri girdi. Olanları gördü ve iman etti.

İki havari, İsa’nın mezarına doğru yorucu bir koşu sonrasında nihayet içeri giriyorlar ve orada ne yapıyorlar? Sade ve basit bir şekilde açıklamaya çalışırsak, şöyle diyebiliriz: görüyorlar. Petrus görüyor, diğer şakirt ‘görüyor’. Bezleri görüyorlar, İsa’nın başına sarılmış olan mendili ve kefeni görüp, nasıl kondukları gözlemliyorlar. Fakat bu gözlem onların kalplerinde yeni bir hayat başlatıyor. İncil Yazarı “İman etti” diyor. Bu kelime Yunanca metinden şu şekilde tercüme edilebilir “inanmaya başladı”, yani Tanrı’ya güvenmeye başladı. Tanrı tarafından ilan edilmiş olan ve İsa’nın onlara söylediği “üçüncü gün dirileceğim” sözlerinin gerçekleşmesinin mümkün olduğuna inanmaya başladı. “O anda gördü ve iman etti”: bu iman, gördükten sonra doğar. O halde bu “görmenin” anlamı nedir? Onlar bir mucize görmediler, herhangi bir şeyin olduğunu görmediler: yalnızca bezleri gördüler. Söyleyebiliriz ki, özel bir şey görmediler. Fakat bu ‘görme’ onların yüreklerinin ve akıllarının Tanrı’nın işini inceleyip, hayatların olayların başoyuncusu olarak Tanrı’yı kabul etmeye artık hazır olduğunu gösterir.

Gün boyunca çok şeyler ‘görüyoruz’: olayların nasıl gerçekleştiğini görüyoruz, Tanrı’nın varlığının küçük, sade ve basit, fakat aynı zamanda açık olan işaretlerini görüyoruz. Ancak bu işaretleri, yüreğimiz onları görmeye hazır olduğu zaman, Tanrı’nın tarihe müdahale ettiğini kabul ettiğimiz zaman ‘görebiliriz’. Tanrı’yı uzakta olan bir Tanrı olarak değil, ama insanların dostu olan, Tanrı Baba olarak kabul ettiğimiz zaman, ‘görebiliriz’. Görebilmek büyük bir lütuftur, çünkü görmekle iman büyür, iman etme artar. Bu şakirtler gördüler ve iman etmeye başladılar.

Bugün birçok şey ve olay göreceğiz. Gördüğümüz her olayın daha da ilerisini görmeye çalışacağız: bu şekilde karşılaştığımız olayların içinde ve arkasında Tanrı’nın elini fark edebiliriz. O anda imanımızın arttığının, güçlendiğinin ve sabit bir hale geldiğinin farkına varacağız.

Rab İsa, bakışlarımızı arıt. Öyle ki olayları yalnızca görmekle kalmayıp, onların aracılığıyla senin işini görebilelim, seni görebilelim. İmanımızı basit ve sade araçlarla büyüttüğün için sana teşekkür ederiz: imanımızı güçlendirerek bizleri kardeşlerimiz için bir destek kılarsın.

Rab İsa, bizlerin uğruna dirildiğin için, teşekkürler!


13.

O zaman mezara ilk varan öteki şakirt de içeri girdi. Olanları gördü ve iman etti. İsa’nın ölümden dirilmesi gerektiğini belirten Kutsal Yazı’yı henüz anlamamışlardı. Bundan sonra şakirtler yine evlerine döndüler.

Bu iki şakirt, Petrus ve İsa’nın sevdiği şakirt, inanmaya, yani Tanrı’ya güvenmeye başladıktan sonra, eve dönüyorlar. Ben bu eve dönüşün derin bir sessizlikte, iç ve dış bir sessizlikte gerçekleştiğine inanıyorum. Bana göre, iki şakirt olayı başkalarına anlatmayı düşünmemişlerdi bile, çünkü büyük bir şeyler olduğunun, Tanrı tarafından yapılmış bir olay olduğunun farkına vardılar veya farkına varmaya başlıyorlar; bunun üzerinde düşünmeye başlıyorlar.

Kutsal Yazıların ışığında gördükleri olayları düşünmeye başlıyorlar. İncil Yazarı Yuhanna “Kutsal Yazı’yı henüz anlamadıklarını” açıkça belirtmektedir. Kalplerinde ve akıllarında hâlâ Kutsal Yazıları anlamada yetersizlikleri vardı. Belki de Kutsal Yazıları uzun bir süre sonra, gelecekte ve uzak bir diyarda gerçekleşecek olan, kendi hayatlarına dokunmayan bir olay gibi okuyorlardı. Ancak şimdi bu iki şakirt Kutsal Yazılar içinde söylediklerinin ve yazdıklarının kendi hayatlarına ait olduğunun farkına varmaya başlıyorlar; Kutsal Yazıların tam hayatlarına, kendi günlerine dokunduğunun farkına varmaya başlıyorlar. O zaman Kutsal Yazıları anlamaya ve onları gerçek bir şekilde dinlemeye hazırlayan bir sessizlik doğar.

Biz Yazarların birkaç metnini dinledik ve her pazar günü dinliyoruz; sen muhtemelen her gün Yazarların birkaç sayfasını okuyup onların üzerinde düşünüyorsun; bunun için Kutsal Yazıları tanıyoruz veya en azından onları tanıdığımızı zannediyoruz.

Ancak Kutsal Yazılar çok farklı şekillerde okunabilir; bunlardan bazıları bizleri iman ve sevgide geliştiriyorlar, bazıları ise sadece büyüklük tasamızı, her şeyi bilme gururumuzu büyütüyorlar: “Ben Kutsal Yazıları tabii ki okuyorum”!

Kutsal Yazıları nasıl okumalı?

O günkü olan olay ile, hayatımızda geçirdiğimiz olaylar arasında bağlantı kurarak Kutsal Yazıları okumalıyız, öyle ki bizi aydınlatsınlar. Peki, Kutsal Yazılar hayatımızın olaylarına nasıl bir ışık verirler? Sadece bu ışığı: hayatımızın olaylarında Tanrı’nın kendisi çalışır. Varlığımız Baba’nın ellerindedir, dolayısıyla hayatımızın olaylarında İsa’yı ölüler arasından dirilten Tanrı’nın sevgisini okumaya başlarız. O zaman en zor olaylar ve bize çok acı çektiren olaylar bile ışıklı olur. Bu olaylarda da, Kutsal Yazıların ışığında, Rab’bin sevgisini görebiliriz; bu ışık olmasa, bu sevgi sonuna kadar saklı kalacaktı.

O halde Kutsal Kitabı eline alıp okumaya devam et ama Tanrı’nın Sözleri aracılığıyla bilmede büyümek için kaygılanma; tersine Sözün yaşadığın günü aydınlatması için çalış; Tanrı’nın Söz’ünün O’na olan sevgin için ve O’nu tanımana destek olması için çalış!

 

O zaman ne olacak? Kalbinde sevmeye büyük bir güç bulacaksın, Tanrı’nın kendisinde, sevme gücünü bulacaksın.

 

14.

 

Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsanın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu.

 

Mezarın yanında, dışında, gözyaşları içinde duran Meryem’i yine gözlüyoruz. Meryem ağlamaya devam ediyor; acı çekiyor; o, Rab’bin bedenini arıyordu, ona balsam sürmek istiyordu, ama Rab’bin bedeni artık orada değil; Meryem Rab’bi için arzu ettiğini yapamaz; onun cesedine saygı göstermeyi çok istiyordu, fakat bunu yapamıyor. Kim bilir Rab’bin bedeni nerededir?

Meryem ağlıyor; Meryem’in ağlamasını sevgiden gelen bir ağlama gibi görüyoruz, Rab’be taşıdığı bir sevgi işareti olduğunu sanıyoruz, ama eğer bu ağlamayı daha iyi incelersek, Meryem’in imansızlığının işareti olduğunu anlıyoruz. Meryem Kutsal Yazıları anlamamış ve İsa’nın söylediği sözlere dikkat etmemiştir; İsa şöyle demişti: “Eğer beni sevseydiniz, Baba’ya gittiğim için sevinirdiniz”.

Meryem, İsa böyle dediği halde, hala ağlamaktadır. İsa’nın Baba’ya dönmesi onu sevindirmiyor. Bu, onun Rab İsa’yı sevmediğinin bir işaretidir; O’nun uğruna hayatını vermeye hala hazır değil, O’nun yaptığını yapmaya hala hazır değil, çünkü O’nu sevmiyor. Meryem’in ağlaması, kendi bencilliğinin bir işaretidir: böyle diyebiliriz; bu bencillikten dolayı, kendisinin herkesin bakışlarının merkezi olduğunu sanıyor. İsa Meryem için orada olması gerekirdi. Eğer İsa’nın bedeni orada var olsaydı ve Meryem, mezara geliş amacını gerçekleştirebilseydi, bu şekilde ağlamayacaktı. Meryem’in gözyaşları bizler için çok büyük bir anlam taşır. İncil Yazarı’nın bunu belirtmesi büyük bir lütuftur, çünkü bu boş gözyaşlarının ışığında kendi ağlayışlarımızı anlayabiliriz.

Dirilmiş Rab’bin sevincinde yaşamamıza rağmen hâlâ Hıristiyanların yüreğinde çok ağlama devam ediyor; bu ağlama “İsa’nın Dirilişine inanmıyorum. Tanrı’nın Babam olabileceğine inanmıyorum. İnanmıyorum...” demektir. Bu ağlama iman etmediğimizi, Kutsal Yazıları yeterince okuyamadığımızı, İsa’nın sözlerine inanamadığımızı, Tanrı’nın işine dikkat edemediğimizi gösterir. Gözyaşlarımız sık sık gurur işaretidir, içimizde bir türlü farkına varamadığımız bir bencilliğin hüküm sürdüğünü gösteriyor.

Tabii ki, ağlamanın yasak olduğunu söylemiyoruz, hatta bazen bir lütuf bile olabilir, ancak önemli olan gözyaşlarımızın arasında bakışlarımızı ve aklımızı İsa’ya ve sözlerine yönlendirmektir, O’nun vaadini hatırlamak, sadece O’nun tüm dünyanın gerçek sevinci olduğuna inanmak. Eğer İsa’ya böyle bakarsak, gözyaşlarımız kurumaya başlayacak ve böylece kardeşlerimizin gözyaşlarını da iman ve Rab’bin sevgisinin sözleri ile kurutabileceğiz.

Bugün ağlamanın sebeplerine bakmanı istiyorum: hepsini Tanrı’nın ellerine bırak! Kuşkusuz ağlamak için sebeplerin vardır, fakat bugün sevincinin sebebine bak: İsa dirildi ve O’nun dirilişi hayatımıza yeni bir yön veriyor: sevgi yönü! Bize acı veren şeyleri bile Baba’ya alçakgönüllülükle gösterip onları O’na mükemmel bir sevginin işareti olarak sunabiliriz. O zaman ağlamak yerine İsa Baba’ya gittiği için sakinleşeceğiz ve sevinmeye başlayacağız.

 

Rabbimiz Mesih İsa’ya teşekkür ederiz: ölümü ve dirilişiyle hayatımıza yeni bir anlam kazandırıp, acılarımıza yeni bir boyut verdi. Artık sıkıntılarımız ölümün bir işareti değil, yeni bir yaşamın, dirilmiş olarak yeni bir yaşamın başlangıcı ve garantisi oluyor.

 


15.

 

Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu. Meryem’e, «Kadın, niçin ağlıyorsun?» diye sordular.

 

Meryem ağlayarak mezara bakarken göksel bir görüntü görür, ancak ağlamaktan gördüklerinin göksel bir görüntü olduğunun farkına dahi varamamaktadır. Mecdelli Meryem ne görmektedir? Beyazlara bürünmüş iki melek; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda.

Bu görüntü çok işaret taşır.

Her şeyden önce meleklerin beyazlara bürünmüş olmasının ibrani kültürü için, ve bu yüzden Meryem için de, anlamı çok açıktır: beyaz, zaferin işaretidir. O halde beyazlar giymiş olan bu iki melek bir bildiridir: tamamlanmış ve açık olan bir zaferin habercisidirler.

Ayrıca, melekler oturmaktalar: ne Meryem gibi ayakta duruyorlar, ne de diz çöküyorlar; onlar oturuyorlar. Bu durumlarının da bir anlamı vardır: oturmak, dinlenmeyi, gerçekleştirilmesi gereken görevin tamamlanmış olmasını işaret eder. Oturmuş olan melekler Meryem’e bu haberi veriyorlar: zaferin eseri tamamlamıştır; şimdi dinlenme zamanıdır.

Bu melekler nerede oturuyorlar? Tamamen Meryem’in gözettiği yerde oturuyorlar: oraya Rab İsa’nın bedeni koyulmuştu; Meryem bu yere ağlayarak bakıyor, çünkü beden artık orada değil. Melekler tam olarak orada oturuyorlar. Zaferin ve dinlenmenin haberi tam olarak o yerden geliyor. Bu haber sevinç ve mükemmellik dolu bir haberdir.

Meryem bu haberi alıyor, bu melekleri görüyor, onların elbiselerin beyaz olduğunu görüyor, onların bulunduğu yeri görüyor, onların oturmalarını da görüyor. Meryem görüyor, fakat hala anlamıyor.

Tanrı’nın bizlere ulaşan mesajları çok açık, çok sade, çok komple olabilir, buna rağmen bizim onları hala görmememiz mümkün: anlamıyoruz, kabul etmiyoruz, bize mesajı veren kişi ile, bizimle konuşmak isteyen kişi ile birlik olamıyoruz.

Meryem’in mesajı almasını engelleyen nedir? İncil’in bildirisine dayanarak, engelin kendi gözyaşları, içine kapanıklığı, bir fikre takılıp kalmış olması, yapmayı istediği bir şeyi yapamamış olması olduğuna inanıyorum. Bütün bunlar Meryem’in yeni bir mesajı kabul etmesini engelliyor. Tabii ki, bunlar yalnızca Meryem’in başına gelen olaylar değil, bizlerin de sık sık karşılaştığı durumlardır. Nitekim biz kendimize bağımlı olduğumuz zaman, ne pahasına olursa olsun arzularımızı gerçekleştirmek istediğimiz zaman, değişikliğe hazır olmadığımız zamanlarda, biz de Tanrı’nın bizlere söylemek, anlatmak, bağışlamak istediği en güzel şeyleri bile anlayamıyoruz. İçimize kapanmak Tanrı’nın sözünün bize ulaşmasını ve anlamamızı gerçekten engelliyor: bu Sözü ne dinliyoruz ne de arıyoruz.

“Rab, hayatımın Babası, yaşamımla değişik bir şeyler yapmamı istiyorsan, işte ben buradayım. Baba, öngörmediğim bir şey yapmamı istiyorsan, işte ben buradayım: anlamam için bana işaretlerini gönder”: böyle diyebilmek için bugün tüm proje ve planlarımızı, fikirlerimiz ve kararlarımızı bir kenara bırakmaya çalışalım.

Eğer böyle davranırsak Tanrı’nın çeşitli şekillerde gönderdiği işaretlerin de farkına varacağız; bunlar birçok defa cevapsız kalıyor: neden? Çünkü yüreğimiz saf değildir, özgür değildir. Programlarımız ve bencilliğimiz, özsaygımız Tanrı’nın işaretlerini ve gerçek yüzünü bile görmemizi engellemektedir.

İsa, “Ne mutlu yürekleri temiz olanlara, onlar Tanrı’yı görecekler” demişti. Burada sözü edilen “yürekleri temiz olanlar” ne demektir? Kalplerinde özel şahsi programları, şahsi yargıları ve çoktan alınmış şahsi kararları olmayanlar, demektir. Aziz Yakup’un dediği gibi “Eğer Tanrı isterse yapacağız”, bizler de aynı cümleyi tekrar edebilmeliyiz: Rab’bin bizlere göstereceği şeyleri yapacağız; dikkat edelim, herhangi bir isteğimizden özgür olalım; o zaman kuşkusuz “Tanrı’yı göreceğiz”.

 

Rab İsa, meleklerini gönderdiğin için teşekkürler.

Teşekkürler çünkü sen bize işaretini bağışlıyorsun: neşe, ışık işaretini, hayatımız için Baba’nın isteğini gösteren işaretini.

Rab İsa, bu işaretleri görebilmemiz için bizi kendimizden özgür kıl: bunun için sana yalvarıyoruz!

 

16.

 

Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu. Meryem’e, «Kadın, niçin ağlıyorsun?» diye sordular.

 

Meleklerin Mecdelli Meryem’e yönlendirdikleri son sözler üzerine düşünelim. Melekler, Meryem’e adı yerine “kadın” diye seslenirler. Daha önce gördüğümüz gibi, İncil Yazarı, isim vermediği zaman, sözlerini daha geniş bir gruba yönlendirmektedir. O anda büyük bir olasılıkla karşısında tüm Kilise vardır: kendi zamanının Kilisesi, acı çekip, zulüm gören Kilisesi vardır. Yahudi ve pagan dünyasına yayılmış olan hıristiyan cemaatleri, yalnızca zulümlerden dolayı değil, aynı zamanda kendi içinde yaşadığı bölünmelerden ve denenme gibi gözüken bazı önerilerden de acı çekmekteydi. O halde Yuhanna meleklerin sorusunun tüm Kilise’ye yöneldiğini sanıyor: “Kilise, niçin ağlıyorsun? Üzgün olman için sebep ne”?

Burada kadın, Mecdelli Meryem, kendi üzüntüsünün bir sebebi olduğuna inanıyordu, ama sebep yoktu. Meryem, İsa’sını bir daha bulamayacağını, İsa’nın cesedinin, yani ölmüş olan İsa’nın, bulunamayacağını düşünüyordu. Haklıdır: İsa’nın cesedi bulunamayacaktır, çünkü İsa yaşıyordu. Durum böyle olunca da Meryem’in ağlaması için geçerli bir sebep olmamaktadır.

Kilise için de aynı şey geçerlidir: ağlaması için sebep yoktur. Çünkü Kilise her zulüm çektiğinde yeni hıristiyanlar doğar; Kilise her acı çektiğinde, Baba’ya Mesih’in bedeninin lekesiz kurbanını sunar. Kilise, Mesih’in Bedenidir, dolayısıyla kendi acılarını sunarak, bütün dünyanın kurtuluşu için, gerçekten Baba’ya çok değerli bir şeyi sunabilir. O halde Kilise zulüm ve acılar çektiğinde ağlamamalıdır, korkmamalıdır: büyük ve şanlı zafere ulaşmak üzeredir; bu zaferi şimdiden de düşünebilir. İsa öldüğünde kendi Dirilişinden emindi; sınırsız, sonsuz şanının geleceğinden de emindi.

Bugün ağlamamıza neden olan sebepleri yeniden gözden geçirip onları İsa’nın Dirilişinin ışığında anlamaya çalışalım.

Kuşkusuz senin hayatında zor durumlar vardır veya taşıman gereken haçlar vardır. Peki, şöyle düşün: ölüm gibi bir problemi çözen İsa, benim içinde bulunduğum zorlukları çözmeyi başaramayacak mı? İsa, benim acılarımı da bazılarının ya da birçoklarının kurtuluşu için kullanamayacak mı?

 

Rab, kutsallığın ve iyiliğin için sana şükrediyoruz. Daima bizim için kurtuluş, neşe ve huzur sebebisin.

 

17.

 

Meryem’e, «Kadın, niçin ağlıyorsun?» diye sordular. Meryem, «Rabbimi almışlar» dedi. «O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum.

 

Almışlar”: ikinci kez Meryem bu cümleyi kullanmaktadır. Daha emin bir şekilde birilerinin, kötülük yapmak amacıyla, şeytanın aracı olarak, İsa’nın bedenini çalıp sakladıklarına inandırmaktadır. Tanımadığı birini suçlamaya devam eder; bu ruhsal davranış meleklerin soruya dikkat etmesini ve ona cevap vermesini engelliyor. Melekler ona , “Niçin ağlıyorsun” diye sordular.

Meryem soruya dikkat etmiyor, cevap vermiyor, bunun yerine Rab’bi mezardan götüren, bilinmeyen bir kişiyi suçlamaya devam eder. Bu suçlama davranışı, derin ve düzgün düşünmesini engellemektedir.

Günlük yaşantımızda aynı şeyi biz de tecrübe ediyoruz: birisine kızdığımızda, suçladığımızda veya yargıladığımızda Tanrı’nın sözlerini dinlemeyi bilmiyoruz: Tanrı o zamanda bizlerle hiç konuşmuyor. Hayatımızı ve özellikle imanımızı boşalmış buluyoruz. Nitekim İsa “Ne mutlu yüreği temiz olanlara, çünkü Tanrı’yı görecekler” demişti. Tanrı’yı görmesi için, yani O’nun önerilerini, O’nun cevaplarını, O’nun öğütlerini algılaması için, temiz bir yürek gerekiyor; sadece kötülüklerden arınmış bir yürek, yani kardeşini yargılamayan ve suçlamayan bir yürek, Tanrı’yı görebilir.

Mecdelli Meryem’de bu saflık bulunmamakta, çoğu kez bizde de bulunmamakta. Eğer Rab’bin, kendi Ruh’unun ışığını içimize koyabilmesini istersek, eğer günlük seçimlerimiz için Rab’bin isteğine göre ayırt edebilmeyi istersek, o zaman suçlamalarımızı, yargılamalarımızı ve eleştirilerimizi bırakmamız gerekiyor.

Özellikle bugün bu alıştırmayı yapmak istiyoruz: yargılamayıp, eleştirmeden, kimseyi suçlamadan ve kimsenin hakkında kötü düşünmeden yaşamaya çalışalım. Her durumda, acı çeksem dahi, Tanrı’nın elini, O’nun yardımını ve bana olan, bize olan lütfunu görebilirim.

Meryem, «Rabbimi mezardan almışlar» dedi. «O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum». Meryem bunun yerine: “Rab’bim nerede bilmiyorum, neler olduğundan haberim yok” diyebilseydi, o zaman Diriliş müjdesini kabul etmeye de hazır olacaktı.

Herhangi birini suçlayıp yargılamadan önce büyük bir alçakgönüllülükle Rab’bin karşısında durup, O’na şu soruyu yöneltelim: “Acaba sen mi, Rab, bu durumda çalışıyorsun”?

 

Bizlere sade ve temiz bir kalple yaşamağı bağışlayan Mesih İsa, sana teşekkür ediyoruz. Hayatımızda devamlı harikalar yapan varlığın için, sana şükürler olsun! Eğer sadece seni arıyorsak, sen, daima, acılarımızda dahi, Baba’nın sevgisinin büyük harikalarını görmeye bizleri yetkin kılıyorsun.

 

18.

 

Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı. İsa, «Kadın, niçin ağlıyorsun? Kimi arıyorsun?» dedi.

 

Mecdelli Meryem hala mezarın bulunduğu bahçededir. Arkasına dönüp İsa’yı görüyor; işte bu bir yeniliktir: İsa hiç düşünmediğimiz bir yerde bulunur. İsa, Mecdelli Meryem’in beklediği gibi mezarda değil, tam aksi yönde durmaktadır (“Arkasına döndü”): İsa dışarıdadır, düşünülmeyen bir yerde, Meryem tarafından beklenmemiş bir yerde. Meryem O’nu görüyor, fakat “O’nun İsa olduğunu anlamadı”. Bu da ilginçtir: Meryem’in gözleri bizimkiler gibi İsa’yı tanımaya yetersiz kalmaktadır. Aramızdan bazıları arada sırada şöyle der ya da bu sözleri duyar: “Eğer Tanrı’yı görseydim inanırdım, ama O’nu hiçbir zaman görmüyorum”!

Mecdelli Meryem İsa’yı tam gördüğü an, O’nu görmediğinden emindir. Aynı şekilde bizler de kim bilir kaç kez Rab’bi “görürüz” ama O’nun olduğunu bilmiyoruz; O’nu görmediğimizden eminiz. Gözlerimizin gerçekten yeni bir ışığa ihtiyacı var!

Bugün alçakgönüllü olmaya çalışalım: nitekim biliyoruz ki Rab bizimle karşılaşmak istiyor, bizimle çok defa da karşılaşıyor ...ve biz bunu bilmiyoruz bile!

O’nu görüp tanımaya dikkat edelim, hazır olalım; O’nu sevmeye hazır olalım, daha da iyisi, hemen O’nu sevmeye başlayalım. O’nu görmeden önce de, O’na günümüzün değişik uğraşılarını, anlarını ve insanlarla karşılaşmamızı sunalım. Eğer İsa’ya doğru olan sevgi ve sunma davranışı yaşarsak, O’na dikkat edersek, farkına varmadan da, O’nu gerçekten sevebileceğiz.

İsa’nın kendisi sağında oturanlara şöyle demiş: “Gelin, Babamın kutsamış oldukları, çünkü açtım, bana yiyecek verdiniz” ve onlar bunu yaptıklarını bilmiyolardı...

İsa’yı çok kolay tanıyamıyoruz: O, kendisini görmediğimizde de, kalplerimizde kendisine olan karşılıksız ve tam bir sevgi bulmayı arzu ediyor; bu saf sevgi aracılığıyla gözlerimiz de açılacaktır.

Kutsal Ruh, kendimizi durmadan Baba’ya sunmaya hazır olmamız için bizlere ışık ve alçakgönüllülüğü sağla, öyle ki Rab’bin yeryüzündeki mevcudiyetini görebilelim.

19.

 

«Kadın, niçin ağlıyorsun?» dedi. «Kimi arıyorsun?»

 

Daha önce melekler, Meryem’e “Kadın, niçin ağlıyorsun?” diye sormuşlardı. İsa bu soruya bir cümle daha ekliyor: “Kimi arıyorsun?” Bu sözü biraz daha geniş bir şekilde tekrar tercüme etmeye çalışalım. “Kadın, niçin ağlıyorsun? Üzgün olmana sebep nedir? Eğer senin Rab’bin olan ben, hayatımı Baba’ya sunmuşsam, onu sonuna kadar sunmuşsam, senin sevinmen gerekirdi. Eğer ölümde bile, en zalim işkencelerde bile nefret, öç, şiddet, eleştiri, şikâyet duygularını bir an bile kabullenmemişsem, senin sevinç içinde olman gerekirdi! Sen ise ağlıyorsun, niçin? Ben Baba’ya döndüm ve şimdi O’nun şanının tadını alıyorum: eğer beni sevseydin benim için sevinirdin. Neden ağlıyorsun? Kimi arıyorsun?

Sen bir ceset arıyorsun, fakat ben yaşıyorum! Kimi arıyorsun? Kendin için bir şeyler istediğinin farkında değil misin? Sen hayatını, benim gibi sunmak istemiyorsun; hayatından, benim yaptığım gibi, sürekli bir sevgi işareti yapmak istemiyorsun! Eğer bunu istersen, aradığını bulman gerekli olmayacak…Eğer gerçekten insanlar için Tanrı’nın bir sevgi armağanı olmak istersen, olabilirsin: hatta şimdi bile olabilirsin!

Ne kadar çok insan henüz Tanrı’nın sevgisini tanımıyor! Ve sen bu sevgiyi onlara bağışlayabilirsin”.

“Kimi arıyorsun?” İsa, Meryem’e sorduğu bu soruyu bize de bugün yöneltmektedir. Ağlamamıza sebep olan şeyler hayatımıza hükmetmemeli, sevgiye dönüşmemize engel olmamalıdırlar.

Kendimiz için bir şeyler aradığımızda, bencil oluyoruz: böyle zamanlarda ağlıyoruz. Bunun yerine, sevgi olmaya çalışalım: bunu yapmak için fırsatları Tanrı’nın kendisi günbegün, her an veriyor.

Gün boyunca karşılaştığımız değişik durumlar, aksilikler bile, Tanrı’nın sevgisini yaşamak ve “somutlaştırmak” için, bir fırsat oluyor: belki de bizim düşündüğümüz şekilde değil, ama tamamen bunun için daha dolu ve gerçek bir şekilde.

 

Rab İsa, varlığını sadece kendimiz için arzulamamamızı sağla; tersine yüreğimize kardeşlerimiz için sevgi aracı olma arzusunu bağışla.

 

20.

 

Mecdelli Meryem O’nu bahçıvan sanarak, «Efendim» dedi, «eğer O’nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O’nu alayım».

 

Mecdelli Meryem İsa’nın “Niçin ağlıyorsun? Kimi arıyorsun?” sorusunu cevaplamamıştır. Acılarına ve düşüncelerine kapılır: soruyu cevaplayamamaktadır. Düşüncelerine o kadar kapılır ki üçüncü kez yargılamayı ve suçlamaları söylüyor; bu sefer – garip, çok garip –suçlamasını tamamen şahsen İsa’ya yöneltiyor. Karşısında duranın İsa olduğunu bilmiyor, bunu bilmiyor... Bunun için tamamen O’nu suçluyor: “Sen götürdünse bana söyle...”

Bu olay bizleri gerçekten düşündürüp titretiyor: tanımadığımız insanları suçlamaya devam ederek, Meryem tam olarak İsa’yı suçlamakta.

Gerçekten de böyledir: kardeşlerimizden herhangi birini yargıladığımız ve suçladığımız zaman Rab’be hakaret etmekteyiz; O’na açıkça, ağır şekilde hakaret etmekteyiz. Bir kardeşi her suçladığımızda veya yüreğimizde her hangi bir insana, bilinmeyen bir insana da karşı yargılayan düşünceleri tuttuğumuzda, biz Tanrı’nın Egemenliğine zarar vermekteyiz; O’nun işini, – daima birlik, kardeşlik işini – , yok etmekteyiz; şahsen Rab’be hakaret etmekteyiz. İçimizde O’na hakaret ediyoruz, çünkü böyle bir suçlama, yargılama, şikâyetli davranış tutarken yüreğimizden Kutsal Ruh’u uzaklaştırıyoruz, O’nu üzüyoruz. Belki de önümüzdeki insan tamamen Rab tarafından yöneltilmektedir, suçlamamız da Rab’be karşı olur: O’nu reddetmiş oluruz!

İsa’nın Dirilişi hayatımızın gerçek bir değişimine yardım etsin: içimizde öyle bir değişiklik olsun ki, kimseyi yargılamaktan, suçlamaktan, kötü düşünmekten sakınacağız. Havari “Kimse hakkında kötü düşünmeyin” diye boşuna söylemiyor. Gerçekten de birisi hakkında kötü düşündüğümde Rabbimi incitmekteyim, O’nu hayatımdan uzaklaştırıyorum, dolayısıyla artık insanları Tanrı’nın ışığında görmeyeceğim ve düşüncelerim yanlış olacaktır. Böylece İsa’nın söyledikleri bir kez daha gerçekleşmektedir: “Kardeşinin gözündeki çöpü görüyor da, kendi gözündeki merteği fark etmiyorsun”. Suçlayıp yargıladığımız her an gerçekten hatalı olan bizleriz.

Bugün senin, kimse hakkında kötü düşünmeyip yargılamaman için dua edeceğim; bu felaket başıma gelmesin diye sen de benim için dua et. Teşekkürler!

 

Rab İsa, bugün karşılaşacağımız herkesin yüzünde senin yüzünü görmeye ve onlarda seni sevmeye hazır olmamızı sağla.

 

21.

 

İsa ona, «Meryem!» dedi. O da döndü, İsa’ya İbranice, «Rabbuni!» dedi. Rabbuni, ‘Öğretmenim’ demektir.

 

Büyük bir duygulanma ile şu sözleri okuyoruz: İsa, Meryem tarafından kendisinin yargılandığını hissedince - Meryem elbette bunu istemeden yapmış - onu adıyla çağırıyor: Meryem! Sadece o anda Meryem karşısında duranın İsa olduğunun farkına varıyor.

Ne O’nu gördüğünde, ne de O’nu işittiğinde karşısındakinin kimliğinin farkına varmamıştı. Sadece O’nun tarafından tanındığını hissedince, karşısındakinin kendisi ile konuşmak istediğini fark edince, ve kendi adını söylediğini duyunca... o anda karşısında duranın İsa olduğunun farkına varıyor; öldüğünü düşündüğü Rab’bi, canlı olarak, karşısında duruyor, kendisiyle konuşuyor ve onu seviyor...

Birçok kez hayatımda bunun gibi olaylar oluyor, senin de hayatında oluyor. Yüzeysel olarak yaşamaktayız; karşılaşmalarımız sık sık soğuk ve Tanrı’nın ışığından mahrum.

İsa’nın varlığını fark edip bizim sözlerimizi, eksik olmalarına rağmen, dinlediğini anladığımızda, uykudan veya bir rüyadan uyanmış gibi oluruz. Tanındığımızı ve sevildiğimizi bildiğimizde o zaman İsa’yı fark edip onunla birlikte yaşamaya başlarız. Bu şey, bugün senin için de gerçekleşsin!

Seni tanıyor olsam, hemen şimdi sana adınla hitap ederdim. Seni çağıran sesim, sana İsa’nın sesi gibi gelebilirdi, sen de, sevginin bir ifadesi ile, tıpkı Meryem gibi, ‘Rabbuni’ – ‘Rabbuni’, öğretmenim demektir – cevap verebilirdin. Bu demek oluyor ki: “Öğrenmek istiyorum! Yaşamak konusunda çok cahilim. Yaşamayı ve ölmeyi, gün boyunca her an Tanrı’nın huzurunda yaşamayı senden öğrenmek istiyorum”!

Bugün Baba’nın huzurunda olmak arzusuyla yaşayalım: O’nun her birimiz için açık ve derin bir sevgi sözü vardır. O bizi adımızla çağırır: O seni adınla çağırır. Adımızla çağırıldığımızda canlı hissediyoruz, yenileyen bir cesaretle ve kararlılıkla emrine amade olmaya hazırız.

 

Baba, beni adımla tanıdığın için sana şükrederim; Rab İsa, sen net bir şekilde benim ismimi de telaffuz ediyorsun, bana bir görev emanet etmek istiyorsun! Teşekkür!

İşte, ben buradayım! Gün boyunca senin emrinde olurum! Alleluya!

 

22.

 

İsa, «Bana dokunma!» dedi. «Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum.»

 

Mecdelli Meryem İsa’yı tutmaya çalıştı. Başka bir İncil Yazarı “onun İsa’nın ayaklarına sarıldığını” yazmaktadır.

Meryem Rabbini tanıdığı için ve O’nun hala yaşadığını gördüğü için o kadar sevinçlidir ki, O’nun varlığının duygusal ve sürekli olarak tadına varmak istiyor. Fakat İsa, onu engelliyor: “Bana dokunma”. Sanki şöyle demek istiyor: “Buraya senin için gelmedim, buraya sana duyarlı bir hoşnutluğu ve zevki vermek için gelmedim.”. “Bana dokunma! Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım.” Varlığım, fiziksel olarak aranızda bulunduğum sürece, tam değildir. Beni dışarıdan gördüğün sürece, hâlâ yüreğinde değilim demektir: bunun için bu varlığım en dolu ve en gerçek varlığım değildir. “Daha Baba’nın yanına çıkmadım”: sendeki varlığım hâlâ ruhsal değil. Sen benim fiziksel varlığımın tadına varıyorsun ve bu yeterli değil. Beni tutma, benden duygusal bir şekilde sevinmek isteme! Bunun yerine kardeşlerime git, bana itaat et! Bana itaat edersen, beni sevdiğini kanıtlarsın”.

İsa “beni seven sözlerimi yerine getirir” demişti. İsa’ya olan sevginin ölçüsü duygusal değildir. Ne zaman duyup, denemek, sevinmek, dinsel şevk ve duyguyu yani içimizde bir şeyi hissetmek istersek, o zaman İsa’yı sevmiyoruz; o şeyler özsaygıdır, kendimize olan sevgidir. Biz kendimizi tatmin etmek istiyoruz! Bu, bizleri durdurup bencilce düşünmeye götüren bir ‘sevgidir’; bu, kardeşlerimize yararlı olmamızı engelleyen bir ‘sevgidir’...

İsa’ya olan gerçek sevgi, itaat eden sevgidir: “Beni seven sözüme uyar”,“Benim emirlerimi uygulayan kişi beni sever”: bunu İsa söylemişti; şimdi de O Meryem’e, “Kardeşlerime git ve onlara söyle...” der. Ona bir görev veriyor, diğerler için yararlı bir ödev veriyor. Onu kardeşlerin topluluğuna gönderiyor.

Meryem İsa’yı işte bu şekilde sevmelidir: O’nun duygusal varlığının tadına varmaktan vazgeçmelidir, O’nu bırakmalıdır ve gitmelidir, O’nun sözünü, O’nun haberlerini diğer şakirtlere bildirmelidir. İşte, İsa’yı gerçekten sevmek bu demektir; böylece aldanmaktan ve sadece kendimizi düşünmekten kurtuluruz. Bu şekilde seversek, yüreğimizde hiçbir duygu hissetmesek de, moralimiz bozulmayacak. Nitekim İsa’yı sevmek bu değildir; O’na itaat etmek, O’nun bizden istediği dilekleri gerçekleştirmek ve bütün bunları, hiç bir şey hissetmesek de, hiç dinsel şevk hissetmesek de, yapmak, İsa’yı sevmektir. O’nun somut sözüne, kutsal Kilisesinde her gün söylenen sözüne itaat etmek, bu İsa’ya olan sevgidir.

 


23.

 

Mecdelli Meryem şakirtlerin yanına gitti. Onlara, «Rabbi gördüm!» dedi. Sonra Rabbin kendisine söylediklerini onlara anlattı.

 

İşte Mecdelli Meryem nihayet İsa’yı sevmeye başlıyor. Şimdiye kadar ağlayıp mezarın önünde İsa’yı tutarak O’na olan sevgisini değil, kendi benciliğini göstermekte idi. Sevinip mutlu olmak için İsa’yı istiyordu.

Fakat artık hemen Rabbe itaat ediyor: şimdi gerçekten ve doğru bir şekilde sevmeye başladığını görüyoruz. “Mecdelli Meryem şakirtlerin yanına gitti”. Meryem, kendisine kardeşlerine gitmesini söyleyen İsa’ya itaat eder.

“Şakirtlerin yanına gitti, onlara, ‘Rabbi gördüm!’ dedi”.

Meryem ilk olarak tanık oluyor, gördüklerini bildiriyor, sonra da İsa’nın söylemesini istediği haberi ulaştırıyor. Meryem, söyledikleri inanılır olsun diye, önce kendi tecrübesini iletiyor. Kendi tecrübesini iletmesi Meryem’e acı da verebilir. Nitekim diğer İncil Yazarlarının belirttiği gibi bu haber karşısında Meryem neredeyse aklını kaçırmış birine benzetiliyor. O da, İsa’ya olan sevgisinden dolayı, buna dayandı. O’na itaat etti.

İsa’yı seven, O’nunla ve O’nun için şerefini tehlikeye atmaktan çekinmez. İsa şöyle demişti: “Kim benden ve sözlerimden utanırsa, ben de ondan utanacağım, ama kim benden ve sözlerimden utanmazsa...”.

İşte Meryem de İsa’nın ne sözlerinden ne de kendisinden utanmamaktadır, onun yerine neşeli, kararlı ve açık bir şekilde tecrübesini ve İsa’nın kendisine emanet ettiği sözlerini, hiçbir şey değiştirmeden, bildirmektedir.

“Benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum”. İsa’nın Sözü sevinç ve birliğin sözüdür, Baba ile olan bir birlik, aynı zamanda şakirtler ile olan bir birliktir. İsa şakirtlerle birlikte aynı Tanrı’ya ve aynı Baba’ya bakmaktadır.

Şakirtler artık ne zaman İsa’yı düşünmek isteseler, O’nu Baba’yla, ne zaman da Baba’yı düşünmek isteseler, O’nu İsa’yla ve O’nunla yaşadıkları tecrübeler aracılığıyla düşünmelidirler.

İsa, “Oğlu, Baba’dan başka kimse tanımaz. Oğul’dan ve Oğul’un Baba’yı tanıtmayı dilediği kişilerden başkası da Baba’yı tanımaz”,”Ben ve Baba biriz” demişti. Yine de, “Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez”. İsa budur ve şakirtler tarafından da böyle bilinmelidir: Baba’ya götüren tek yol O’dur. Baba’yı tanımak isteyen, bunu ancak İsa’ya bakarak, O’nun aracılığıyla yapabilir.

Mecdelli Meryem’in ulaştırdığı haber, gerçekten çok büyük ve misyoner bir haberdir. Bu sözleri bizler de kabul etmek istiyoruz: Baba’ya İsa aracılığıyla bakıp, İsa’yı da yalnızca ve daima Baba’nın yanında aramak istiyoruz.

Bugün bizler de İsa’nın canlı olduğunu ve varlığının büyük bir sevinç ve umut kaynağı olduğunu birisine ilan edebileceğiz.

 

Rab İsa, sen ki Mecdelli Meryem’i Havarilerine gönderdin, şimdi de Kiliseni tüm dünyaya gönderiyorsun: o, herkese senin daima bizimle olduğunu ilan edecek, bizim kurtuluşumuz için dua etmeye Baba’nın yanına gittiğini söyleyecek: şükran ve övgülerimizi kabul et! Bizleri cesaret ve sevgi ruhunla kuşat ki karşılaştığımız herkese ilahi haberi ulaştırabilelim. Alleluya!

 

24.

 

Haftanın o ilk günü akşam olunca, şakirtlerin Yahudilerden korkuları nedeniyle bulundukları yerin kapıları kapalıyken, İsa geldi.

 

Dirilişin aynı gününde İsa, kadınlara göründükten sonra, şakirtlere de görünür. Ancak önce onlara kadınlar aracılığıyla haber yollar, çünkü şakirtlerinden alçakgönüllü ve imanlı bir eylem beklemektedir.

İsa, şakirtlerinin kadınlardan gelen habere inanmalarını ister: onlar da, tüm Hıristiyanların daha sonra edeceği aynı tecrübeyi yaşamalıdır; nitekim daha sonraki tüm Hıristiyanlar, şakirtlerden gelen mesajı duyduktan sonra, İsa’ya iman edecekler. Şakirtler de, İyi Haberi ilan etmeden önce, imansızlık ve iman tecrübesini yaşamalıdır. Onlar kadınların söylediklerine inanmıyorlar, nitekim Yahudilerden korktuklarından kapılarını kapalı tutuyorlar. Mecdelli Meryem’in sözlerine ve İsa’yı görmüş olan diğer kadınlara şakirtler değer vermediler. Onlar iman etmedi; imansızlıklarının sonucu insanlardan, Yahudilerden korktular. Haçlanmış, reddedilmiş Olanın şakirdi olarak bulunup suçlanacaklarından veya zulüm göreceklerinden korkmaktaydılar. Korkuyorlar... Ama neden? Korkuları nereden geliyor? Dünyevi hayatlarını, Tanrı’nın işinden daha üstün tuttukları için ve Tanrı’nın müdahalelerinden çok kendi güçlerine inandıkları için korkuyorlar. Odalarına kapanıyorlar, Baba’ya değil, sadece kendilerine güveniyorlar.

Yahudi korkusundan, şakirtlerin bulunduğu yerin kapıları kapalıydı. Şakirtler korku içinde yaşıyorlardı, çünkü başkaları onları suçlayabilirdi, kötülük yapabilirdi, zulüm edebilirdi, öldürebilirdi. Kendini seven insan başkalarından korkar.

Şakirtler korku ve imansızlığın tecrübesini yaşıyor, kendilerini sunmayı bilmiyorlar, ama Rab İsa onların zayıflıklarından daha üstündür ve her şeye rağmen onlara kendisini gösteriyor, aralarına geliyor: böyle bir şeyi görmek çok güzeldir. Bununla İsa’nın varlığının karşılıksızca bağışlandığını görüyoruz. Kimse, O’nu “görmeyi” hak edemez, varlığını da hak edemez: bu sadece bir lütuftur.

Bugün biz Rab İsa’ya teşekkür ediyoruz, çünkü korkularımıza rağmen, bizim O’ndan daha çok kendimizi sevmemize rağmen, bizim yaşamımızı sunmaya, kendimizi O’nun uğruna alay edilmeye, suçlanmaya ve zulüm edilmeye hazır olmamamıza rağmen, O kendi varlığını bize verir, bizimle karşılaşır.

Hayatlarımız hâlâ zayıf ve imanımız da sağlam değil; buna rağmen İsa daima bizlere gelir. Bu, büyük bir sevinç kaynağıdır, öyle bir sevinç ki yüreğimizi doldurabilir ve kendimizi daha güçlü bir sevgiye ve imana yöneltir.

 

Bencilce yaşayan şakirtlerini imansızlığa ve korkuya terk etmeyen Rab İsa, bizlerin de hayatımıza gel! Senin varlığın ve karşılıksız olarak bağışladığın sevgin kalplerimizi değiştirip açsın, öyle ki kendimizi sunmamızı ve senden utanmamamızı öğrenelim.

 

25.

 

Haftanın o ilk günü akşam olunca, şakirtlerin Yahudilerden korkusu nedeniyle bulundukları yerin kapıları kapalıyken İsa geldi, ortalarında durup onlara, «Size esenlik olsun!» dedi.

 

“İsa ortalarında durdu”: İsa’nın .varlığı yeni bir varlıktır. Ölmeden önce, bu dünya üzerinde yürüdüğünde, O daima “önden gitmiş”, şakirtleriyse “O’nu izlemişlerdir”. Şakirtler, Hocadan yaşamayı, sevmeyi ve kendini sunmayı öğrenmek için O’nu izlemektedirler. Şimdi ise İsa artık “onların önünde” değil, “aralarındadır”. Bu, dirilmiş olan İsa’nın varlığının yeni biçimidir. O, toplanmış, kendi adına bir araya gelmiş olan şakirtlerinin “arasındadır”. Bunu, İsa önce de söylemişti: “Nerede iki veya üç kişi benim adıma bir araya gelirse ben orada, onların arasındayım”.

Şimdiki İsa’nın varlığının yeri topluluktur, şakirtlerinin topluluğudur: bu topluluk İsa’nın adıyla toplanıyor, O’nun uğruna, Sözünü ve sevgisinin planlarını gerçekleştirmek için toplanıyor: işte, İsa’nın varlığının yeni yeri budur! İsa’yla karşılaşmak istersek nereye gitmeliyiz? O’nun adıyla toplanmış olan bir cemaate katılacağız. Her Pazar ve haftanın her günü imanlılar topluluğu Efkaristiya Ayinini kutladıklarında İsa’nın kendisi orada bulunmaktadır. Sen ailenle veya başka insanlarla dua etmek için, O’nun uğruna bir şeyi gerçekleştirmek için, İsa’nın adında her toplandığınızda, orada da, kalplerin birliğinde, O var.

“Ortalarında durdu”: İsa’nın toplanmış şakirtleri arasındaki bu varlığı çok büyük ve güzel aynı zamanda çok teselli edicidir.

Bu gerçek çok açık bir şekilde yalnız yaşayan Hıristiyanlar olamayacağımızı, cemaati de hesaba katmamız ve önemsememiz gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Bunun için Hıristiyan cemaatin içinde, herkesin birbirine bağlı olması çok önemlidir, çünkü yalnız olan, istediği gibi hareket eden bir Hıristiyan, Hıristiyan bile değildir; İsa’nın varlığının farkına varamaz, bu varlığının tadını da alamaz, onun aracısı da olamaz.

İsa bazı insanlara, cemaatin dışında göründü, ama bunu sadece onları cemaate yöneltmek için yaptı. Göründüğü kadınları şakirtlerin toplanmış olduğu yere gönderdi; Emmaus’taki iki şakirt, artık gözden kaybolan İsa’nın varlığının farkına vardıktan sonra, ayağa kalkıp diğerlerinin toplanmış oldukları yere döndüler. Hiç kimse tek başına Hıristiyan olarak yaşayabilmeyi düşünemez: buna inanmak en kötü gururdur, öyle bir gurur ki yaşamı üzgün kılar, çünkü İsa’nın mevcut olmasına izin vermez.

 

Bizlere bir Hıristiyan Cemaatinde yaşayabilmek lütfunu bağışladığı için Rab İsa’ya teşekkür ediyoruz. Cemaatimiz mükemmel olmasa da, O’na teşekkür ediyoruz. O’na teşekkür ediyoruz, çünkü O bize kendi kuvvetli, emin ve takdis eden varlığını tatmamızı sağlıyor.

 

26.

 

İsa geldi, ortalarında durup onlara, «Size esenlik olsun!» dedi.

 

Rab İsa şakirtlerinin ortasında durup onlara bir selam yöneltiyor; aynı selam bize de, her zaman Efkaristiya’yı kutladığımızda, yöneltilir: “Sizlere esenlik olsun”!

İsa, bu selamı kendi dilinde “şalom” diye vermiş olmalı; bu kelimenin anlamı nedir? Şalom, iyi bir dilek veya normal gündelik bir selam şekli değildir. Adını anımsayamadığım yazarlardan birinin kitabında, “şalom” kelimesinin anlatabilen bu küçük öyküyü buldum.

Adamın biri, omzunda ağır bir paketle, temmuz sıcağında, kan ter içinde yürümektedir. Nihayet bir bağın yanından geçmiş. Maalesef bağ sahibi de orada imiş. Yolcunun içeriye girip dinlenmeyi ümit etme cesareti bile yokmuş, ama işte bu daveti duymuş: “Şalom”! Bu söz yeterli olmuştur: yolcu bağa girmiş; sadece o kadar değil, paketi yere koymuş, gölgeye oturmuş, bir salkım üzüm almış, susuzluğunu gidermiş, dinlenmiş. Neden?

Çünkü barış, selamet, esenlik diye tercüme ettiğimiz “şalom” kelimesi şu anlamı taşımaktadır: “Gel ve benimle birlikte tadını çıkar, gel ve benim olanları, zenginliğimi, sahip olduğum her şeyi paylaş, benimle birlikte sevin”!

İsa’nın şakirtlerine “Esenlik sizinle olsun” dediği sözün anlamı işte budur. Bu, “Bende olanı size de veriyorum; Baba’dan bana verilmiş zenginlikleri size de veriyorum” demek gibi. İsa’nın, “esenlik” kelimesi ile ifade edilen bu birliktelik armağanını hangi şekilde somut kıldığını daha sonra göreceğiz.

 

Rab İsa, hayatını, Baba’dan almış olduğun tüm zenginlikleri ve her şeyden önce de Kutsal Ruhunu bizlerle paylaşmak istediğin için, sana şükrediyoruz. Teşekkürler, Rab İsa!

 


27.

 

İsa geldi, ortalarında durup onlara, «Size esenlik olsun!» dedi. Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve böğrünü gösterdi.

 

İsa dirildi: O, her şeyini, tüm zenginliklerini şakirtlerine bağışlıyor: “Size esenlik olsun”! Bu sözleri söylerken onlara ellerini ve böğrünü gösteriyor: dirilmiş olan İsa çekmiş olduğu ıstıraplarının açık ve belli olan işaretlerini hâlâ taşımaktadır. İsa bize haçının işaretlerini hep gösterir. O kendi hayatını sundu, bunun için Baba O’nu yüceltti ve yükseltti. Kendini sunması, silinemez; şan ve neşe bu sunmasının sonucudur. İsa, kendi ıstıraplarının işaretlerini, zafer işaretleri olarak, en büyük sevginin işaretleri olarak gösterir. İsa, kendini sunarak sevgisini gösterir, daima. O, kendini, devamlı olarak, bugün de, Kilisede sunar.

Kilise bugün Mesih’in Bedeni’dir; Mesih’in Bedeni olarak Kilise Rab İsa’nın ıstıraplarının işaretlerini, durmadan, taşımaktadır. Kilise her zaman “haçtadır”, her zaman zulüm görür. Burada, evimde, şehrimde olmazsa da, birçok başka yerlerde bugün de Kilise zulüm görür. Aynı zamanda bizler de bazen küçük ya da büyük zulümlerle karşılaşıyoruz. Birçok ortamlarda ve iş yerlerinde Hıristiyan olduğunu belirten kişi alay edilir, reddedilir, uzaklaştırılır bile.

Aslında her birimiz bir şekilde zulüm yaşadık: bu, kötü bir şey değildir, tersine Rab İsa’nın şanlı Bedeninin bugün taşıdığı işaretlerden biridir, İsa’nın, yaşamını sunmaya kadar varan sevgisinin ve ıstıraplarının işaretidir.

Bazı Hıristiyanlar haçsız yaşamak isterler, bu şekilde sadece başarıyı ve övgüyü sağlayan “bir İsa’yı” diliyorlar. Dolayısıyla Hıristiyan olmayı, sağlığı, başarıyı ve parayı elde etmek için, bu dünyada her şeyin istediğimize göre gitmesi için, bir araç olarak gören sapık gruplar doğar. Ama bu, İsa’yı, gerçek İsa’yı, izlemek değildir. İsa daima haçın işaretlerini taşır!

Mesih’in Bedeni olan Kilise bugün hâlâ Rabbin yaralarının işaretlerini taşımakta ve acı çekmektedir, fakat aynı zamanda içten içe hayatı Veren’le bir olduğu için sevinir.

 

Rab İsa, bizlere ıstıraplarının işaretlerini gösterip, onları taşıyabilmemizi sağladığın için sana teşekkür ediyoruz. Sana teşekkür ederiz, sana taparız!

 

28.

 

İsa geldi, ortalarında durup onlara, «Size esenlik olsun!» dedi. Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve böğrünü gösterdi. Şakirtler Rabbi görünce sevindiler.

 

Nihayet şakirtler Rabbi görüp mutlu oluyor, seviniyorlar; İsa’nın varlığı, kalplerindeki haça gerilmesinden oluşmuş olan ağırlığı kaldırmaktadır. Böylece şakirtlerin yüzüne yeniden sevinç dönüyor. Bu sevinç aslında kalplerinde olup bitenin ifadesidir: İsa’nın yaşadığına ikna olup seviniyorlar.

Sevinç, İsa’nın dirilmiş olduğuna iman etmenin ilk reaksiyonudur; ilktir, son değildir; ilktir, fakat yeterli değildir. Aziz Luka İncili’nde şakirtlerin bu sevincini şöyle dile getirir: “Sevinçten hala inanmayan şakirtler...”. Sevinç imanlarını engelliyordu. Peki, bu nasıl olabilir? Sevinç aslında güzel, arzu edilen bir şeydir, ancak hâlâ kendimize yöneliktir ve dolayısıyla da hayatımıza, duygularımıza, içimizde olup bitenlere dikkatli olmamızı yaratır: hissettiğimiz ve gördüğümüz her şeyde tatminimizi ve çıkarımızı aramaya bizi itiyor. İşte İncilci bunun hâlâ iman olmadığını söylemektedir.

İman nedir? Rabbin uğruna yaşayabilmemiz için, O’na hayatımızı sunabilmemiz için, Rabbe yaslanmak: iman budur. Sevinç kendimizi sunmamıza hazır olmamız için bir engel olabilir. Sevinç ilk adımlardan biridir, son değildir.

Sevinçten hala inanamayan şakirtler...” Gerçekten Rabbe iman edip dirilişinin sevincini tatmak istiyoruz, fakat aynı zamanda O’na kendimizi hazır olduğumuzu göstermek istiyoruz öyle ki O, hayatımızı projesi için kullanabilecek, yüreğimizi de Ruh’u ile doldurabilecek. Eğer sevinç anında durursak, hala kendimize dönük kalacaktık ve zorluk anında dayanıklı ve sadık kalamayacaktık.

 

Rab İsa, seni Dirilmiş olarak görme sevincini bizlere bağışlayan sen, daha olgun bir imana kavuşmamızı sağla; öyle bir iman olsun ki, bize karşı yapılan kötülükleri önemsemememize, hatta cömertçe kendimizi senin isteğini gerçekleştirmek için sunmamıza yardım etsin.

 


29.

 

İsa yine onlara, «Size esenlik olsun!» dedi. «Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum.»

 

Şakirtlerine bir defa “Size esenlik olsun!” söyledikten sonra, ellerini ve böğrünü gösterdikten sonra, onlara sevinci tattırdıktan sonra, İsa onlara başka bir adım attırıyor.

O, şakirtlere bir armağan sunuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “selamet, esenlik” kelimesi “paylaşmak” demektir: “benim zenginliklerimden siz de faydalanıp sevinin” anlamını taşır. İşte İsa kendi zenginliklerini şakirtlerine vermeye başlamaktadır. Peki, İsa’nın zenginliği nedir? İsa’nın zenginliği, Baba’nın isteğini yerine getirmektir. O, “Benim besinim, beni gönderenin arzusunu yerine getirmektir” demişti. İsa, Baba’nın sözünü gerçekleştirmekten, Tanrı’nın sadık hizmetkârı olmaktan sevinmektedir. Bu gerçeği ve bu hayatı, şakirtlerine de vermek istiyor. “Size esenlik olsun! Baba’nın beni gönderdiği gibi ben de sizleri gönderiyorum” derken, İsa aldığı görevinin aynısını onunkilere de vermektedir: kendi için değil, O’nun için yaşamak, tıpkı O, Baba için yaşadığı gibi; kendi isteğini değil, O’nun isteğini yerine getirmek için yaşamak, tıpkı O, Baba’nın isteğini yerine getirerek yaşadığı gibi.

“Baba’nın beni gönderdiği gibi ben de sizleri gönderiyorum”. Baba İsa’yı kurtların arasına bir kuzu gibi gönderdi, İsa da onunkileri aynı şekilde gönderir. Baba İsa’yı tüm insanları, ilk olarak günahkarları, sevmeye gönderdi; İsa da şakirtlerini herkesi, ilk olarak günahkarları, sevmeye yollamaktadır.

Baba, İsa’yı “Baba” adını bütün insanlara açıklamak için gönderdiği gibi, İsa da şakirtlerini, bizleri seven ve hayat veren Babamız olan Tanrı’nın gerçek yüzünü tanıtmak için insanlığa göndermektedir. Şakirtlerin müjdeleyecekleri İncil budur; şakirtlerin görevi, benim görevim ve senin görevin budur.

Baba’nın Adını, yani Baba’nın sevgisinin gerçeğini, sözler ile, hatta daha çok hayatımız ile tanıtabiliriz: sevgide, kutsallıkta, sadakatte, tapınmakta yaşanan bir hayat aracılığıyla.

 

Bugün senin de sevme görevini yerine getirmeye çalıştığın için teşekkür ediyorum: bu şekilde, karşılaştığın insanlar için, Tanrı’nın kutsallığının işareti olursun.

Rab İsa, tıpkı Baba’nın seni gönderdiği gibi, sen de bizi gönderdiğin için, sana şükürler olsun! “Size esenlik olsun!”

 

30.

 

Bunu söyledikten sonra onların üzerine üfleyerek, «Kutsal Ruh’u alın!» dedi.

 

İsa şakirtlerine sevinci tattırıp onlara kendi görevini verdikten sonra, onlara üçüncü adımı attırır. Sevinç olmayacağı zaman, o kadar kolayca kendilerine olan sevgiye ve korkuya kapılan şakirtleri nasıl Baba’nın görevini yerine getirebileceklerdi? Bunu yapamayacaklardı! İşte İsa üçüncü adımı atıyor, şakirtlerine üçüncü armağanı veriyor: “Kutsal Ruh’u alın!” Bu, İsa’nın Babasından aldığı en büyük zenginliktir. İsa, görevine başladığında Ruh, O’nun üzerine güvercin şeklinde, kalmak için inmiştir ve Ruh’u haç üzerinde Baba’ya teslim etmiştir: “Baba, Ruhumu senin ellerine bırakıyorum” “Başını eğerek Ruhunu teslim etti”. İsa şu anda bu Ruh’u kendilerine bağışlamak istiyor. Bunu gerçekleştirmek için söze dahi ihtiyacı yok: “Onların üzerine üfledi”. İsa ilahi bir harekette bulunur. Yaratılışın başlangıcında Tanrı yaşayan Ruhu adamın-Adem’in üzerine, üflemişti; şimdi İsa şakirtlerinin üzerine üflüyor: onlar yeni Adem’in, yeni adamın tasviri olmalıdırlar; yüreklerinde insani hayatın yeniliğini taşıyacaklar. İsa kendi Ruh’unu, Kutsal Ruh’u, onları değiştiren, onları korkusuzca kendi Adının tanıkları kılıp, kendilerini sunmalarını sağlayan Ruh’unu onların üzerine üflemektedir.

İsa, “Kutsal Ruh’u alın” diyor. O, kendi üflemesine bu sözlerle eşlik eder. Bu sözler aynı zamanda bir emir ve bir armağandır. Sanki O diyor ki, “Ben size Kutsal Ruh’u bağışlıyorum, siz O’nu kabul etmek için yüreğinizi açın”.

“Kutsal Ruh’u alın”. Kutsal Ruh bir armağandır, fakat O, kabul edilmelidir; insan O’nu kabul etmek istemelidir, kendi yüreğini açmalıdır; eğer insanın yüreği kapalı kalırsa, başka ruhlarla meşgul olursa, Kutsal Ruh o insanın yüreğine giremez, onu değiştiremez.

 

Rab İsa, Havarilerine Kutsal Ruh’u verdiğin için sana şükrediyoruz; sana teşekkür ederiz çünkü O’nu bugün bize de bağışlıyorsun, öyle ki karşılaşacağımız durumlarda senin sevgin uğruna kendimizi sunabiliriz.

 

31.

 

«Kutsal Ruh’u alın!» dedi. «Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır.»

 

Kutsal Ruh gerçekten insanın yüreğini değiştirir; onu şu şekilde değiştirir: onu Tanrı ile baş başa kalmakta yetenekli kılar. İnsan, Adem’in cennet bahçesinden ayrıldığı andan beri, Baba’ya olan samimiyetini kaybettikten sonra, yolun dışında bulunuyor: işte bu, onun günahı. Çünkü yolun dışında bulunmak insanın hedefine varmasını engelliyor. İnsan tekrar doğru yola yönelip Baba’ya dönmelidir. Ama bunu nasıl yapabilir? İşte: yol Rab İsa’dır. O, “Yol, gerçek ve yaşam benim aracılığım olmadan kimse Baba’ya ulaşamaz” demişti. İsa, insanı günahtan kurtarandır. O, yoldan çıkmış olan, yönünü şaşırmış olan, kendi varlığının bir anlamı ve amacı bulmamaktan dolayı bu dünyada sevinci tadamayan insanın tekrar doğru yolda yürümesini ve Baba’ya ulaşmasını sağlar.

Fakat İsa öldü, dirildi ve göğe çıktı; o zaman şimdi bu ödevi kim gerçekleştiriyor? O’nun yerinde kim var?

“Kutsal Ruh’u alın! Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur”. Şimdi Kutsal Ruh İsa’nın şakirtlerinin içinde ve Kilisede bulunuyor, o Ruh ki, kimin doğru yolda, kimin yanlış yolda olduğunu tanıyabilir.

Kutsal Ruh, dünyanın yollarını aydınlatan ve bize sahte yollardan Baba’ya götüren doğru yolları ayırt etmeye yardım eden ışıktır.

Bu ışık Kilise’ye, İsa’nın şakirtlerine verilir; onlar senin, yolda veya yolun dışında olduğunu tanıyabilirler; onlar senin Baba’ya götüren yolda veya garip - yani hiçbir zaman senin Evine, senin konutuna, senin gerçek mutluluğuna götürmeyen - yollarda yürüdüğünü ayırt edebilirler.

Kilise’nin bu ödevi var, O bunu gerçekleştirmelidir. Kilise insanlara, “Sen doğru yoldasın”, ya da, “Sen yanlış yoldasın” söylemelidir. Sadece söylemekle değil, aynı zamanda da günahları bağışlamakla - yani, yoldan çıkmış insanı doğru yola getirmekle - görevlendirilmiştir. Kilise, kendi Kutsal Gizemleri aracılığıyla, kendi yaşamı aracılığıyla, kendi sevgisi aracılığıyla tüm insanlar için bu büyük hizmeti gerçekleştiriyor. Kilise, Vaftiz, Efkaristiya, Kuvvetlendirme ve bütün diğer Gizemler ile ilan ettiği Sözler ile, insanı karanlık durumundan alıp ışığa götürüyor. Bu Gizemleri ve bu Sözleri kabul etmeyenler kendi günahlarında ve yolun dışında kalıyor; onlar da Rab İsa’nın tek olan ağılına geri getirilebilsinler diye, kendimizi sunmamız ve acı çekmemiz gerekiyor.

 

Biz de bugün Rabbe sıkıntılarımızı ve yorgunluklarımızı sunmak istiyoruz öyle ki karanlıkta kaybolmuş olanlardan birileri Baba’ya götüren tek yol olan Rab İsa’ya dönebilsin.

 

32.

 

Onikilerden biri, İkiz diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. Öbür şakirtler ona, «Biz Rab’bi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

Tomas Onikilerden biridir; fakat İsa’nın Diriliş gününde onlarla birlikte değildi: İsa O’nunkilere göründüğü zaman, onların ortasında durduğu zaman, onlara esenliğini, Baba’nın vermiş olduğu görevi ve Kutsal Ruh’u bağışladığı zaman, o anda Tomas yoktu.

Hayatları için böylesine önemli ve ciddi bir anda şakirtlerin grubunda Tomas’ın olmaması bana bunu düşündürüyor: Hıristiyanların Cemaati, bazı üyeleri olmadan da, İsa’nın varlığının tadına varabilir; Hıristiyan Cemaatinin toplanmasında, ben olmadan da, İsa mevcut olabilir. Bunun anlamı nedir? Bu demek ki, Cemaatin, ben aralarında olmadığımda dahi, aldığı kararları ciddi olarak kabul edeceğim, çünkü Cemaat kararlarını İsa’nın varlığında alır; o halde ben Rabbe itaat edeceğim ve Cemaat’in, O’nunla birlikte, aldığı kararları kabul edeceğim. Bu, Hıristiyan Cemaatin, yani Kilise’nin, hem geçmiş asırlarda Hıristiyanların ve Episkoposların toplantılarında - örneğin Konsillerde -, hem de iki hafta önce Mahalli Kilise toplantısında aldığı kararlar için geçerlidir.

Tomas orada mevcut olmamasına rağmen, Rab İsa havarilerine göründü ve onların arasında kendi görevini tamamen gerçekleştirdi.

İsa’nın, birinin ya da başkasının katılmamasına, benim varlığıma veya benim olmamama bağlı olmadığını görmek büyük bir lütuftur. O, kendi toplulukta istediği gibi davranmak özgürlüğüne sahiptir, çünkü gerçekleştirdiği eser kendisinindir.

Dolayısıyla, benim günahım, benim tembelliğim, herhangi başka bir sebepten dolayı Hıristiyan Cemaatinin toplantılarında mevcut olmasam da, büyük bir alçakgönüllülükle Hıristiyan Cemaate, O’nun kararlarına ve girişimlerine bir armağan gibi bakacağım.

 

Bizleri, asırlar boyunca yaşayan ve her zaman, her dönemde Rabbin varlığının tadına varan Kilisesinin aktif üyeleri kıldığı için, İsa’ya şükredelim; her Hıristiyan’ın, Kilise’nin canlı üyesini hissederek, O’na tam ve içten itaat edebilmesi için, dua edelim.

 

33.

 

Onikilerden biri, İkiz diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. Öbür şakirtler ona, «Biz Rab’bi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

İsa şakirtlerinin yanına geldiği zaman Tomas onlarla birlikte değildi.

İsa’nın diğer şakirtleri Tomas’ın yokluğunu kendilerini “haberi ilan edici” kılmak için kullanmaktadır. İsa’nın şakirtleri, Dirilmiş İsa’yı görmüş olan Havariler, kendi gördüklerini, kendi tecrübe ettiklerini ilan etmektedir; bunları Tomas’a ilan etmektedir.

Bu çok basit, doğal ve açık olay bana günlük tecrübelerimizi düşündürüyor: bizler, diğer Hıristiyanlarla, yani diğer İsa’nın şakirtleri ile birlikte yaşıyoruz. Peki, Rab ile yaşadığımız tecrübeleri ilk olarak onlara sunuyoruz.

Hayatımızda İsa’yla karşılaştığımızda, O’ndan bir ışık veya içsel bir öğüt alıp, neşe, teselli, acılarımıza bir destek buluyoruz. Bundan ilk olarak imanlı kardeşlerimiz sevinmelidir. Nitekim diğer Hıristiyanların, bizimle birlikte olan Hıristiyanların imanda desteklenmelerine, Rabbin başkalarının hayatlarında nasıl çalıştığını bilmeye ihtiyaçları var. “Biz Rabbi gördük” diyerek şakirtler, aralarından birine sevinçli haberin tanıklığını yapmaktadırlar.

Bu konuda geçmiş ve şimdiki zamanlarda bana tanıklık eden pek çok Hıristiyan kardeşime gerçekten teşekkür etmek istiyorum. Onlar Rab ile olan kendi tecrübelerini benimle paylaşarak bana destek olup yardım ediyor, yaşayabildiğim küçük imanımı güçlendiriyorlar. Benim yanımda “Ben Rabbi gördüm” diyen birinin olması ve Dirilmiş olan İsa’dan ışık, huzur ve teselli alıp bu tecrübesini benimle paylaşıyorsa, bu benim için büyük bir armağandır.

Bu şey gerçekten çok güzeldir: İncil’in “Öbür şakirtler ona, «Biz Rabbi gördük!»” diyen sözlerini hayatımızda da yaşıyoruz.

Sen de birine, “Rabbi gördüm” diyebilesin! Sen de İsa’nın varlığını tanıyıp tadasın! O, kuskusuz işinin ve varlığının belirtilerini sana gösteriyor. Bunları unutma, tersine dinlemeye hazır birini bulduğun zaman, anlat! Bu tanıklık herkesin ihtiyacı olan bir lütuf, Tanrı’nın bir lütfudur. Birisi sana bu belirtileri anlattığında da onu dinle: Rab İsa ile daha canlı ve birlik ruhunun içinde yaşayabilsin diye Tanrı’nın sana verdiği bir lütuftur.

 

Rab İsa, hayatlarımızda, cemaatimizde senin varlığını görebilmemiz için bizlere Kutsal Ruh’unu gönder. Seninle yaşadıklarımızı kardeşlerimizle paylaşabilmemiz için bizlere birlik ruhunu bağışla.

 

34.

 

«Biz Rabbi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

Şakirtler Tomas için İsa’nın Dirilişinin tanıkları oldular, ama Tomas ön yargılıdır: o, ölmüş olan birinin dirilemeyeceğini düşünüyor; en azından buna inanabilmek için belirli işaretleri görmek istiyor. Bu işaretleri Tanrı’dan beklemiyor, kendisi bunları belirlemek istiyor; “Görmedikçe..., parmağımla dokunmadıkça..., elimi sokmadıkça..., inanmam” diyerek inanmak için gerekli olan kanıtları Tomas kendisi Tanrı’ya bildirmektedir.

Burada kesinlikle gurur hem de yanlış bir kanı var; bu kanıya göre iman insanın işinin, kendi görmesinin ve kendi dokunmasının sonucudur. Günümüzde de birçokları Tomas gibi düşünüyorlar: “Ben O’nu hiç bir zaman görmedim, bunun için inanmıyorum!” Sanki iman insanın eseriymiş gibi...

İman ise Tanrı’nın bir lütfudur.

Gerçek iman, inanmak – yani Dirilmiş olana güvenmek, O’na hayatı bağışlamak, O’nu sonuna kadar sevmek ve takip etmek – böyle bir iman görmemizin ve dokunmamızın sonucu değildir, Tanrı’nın armağanıdır. Bu armağan gururlu bir kalbe verilemez, sadece alçakgönüllü ve uysal olana verilir.

Tomas gerçekten büyük bir işaret almıştır: o, on adamı değişmiş, dönüşmüş olarak görmüştü. Tam o anda, Tomas’ın önünde tanıdığı on kişi vardı: o, onları acılı, korkuya kapılmış, düş kırıklığına uğramış ve üzüntülü bırakmıştı; işte şimdi o on kişi Tomas’ın önünde neşe içinde duruyorlardı. Bundan daha büyük nasıl bir işaret beklenebilir? Değişmiş, sevinçli, sevmeye ve cömert olmaya yetkin kılınmış, tüm korkularını terk etmiş on kişi... Bu on adam çok büyük bir işarettir, Tanrı’nın bir işaretidir. Tomas bunu görüyor, fakat kalbi kapalıdır ve anlamıyor. Başka işaretleri nasıl anlayabilecek? Eğer Tanrı ona kendi istediği işaretleri verecekse, o da söyleyebilecekti: “Ah, bu sadece bir rüya oldu”!

Tanrı’dan belirtileri istememeliyiz. Zaten O, tüm gereken belirtileri bize veriyor: yeter ki alçakgönüllülük ve sevgiyle gözlerimizi açalım ve onları göreceğiz; yalnızca İsa’nın Dirilişinin değil, Baba’nın durmadan verdiği büyük sevgisinin işaretlerini ve yeni hayatın işaretlerini de göreceğiz: Baba bu hayatı, biz de, şimdiden, dirilmiş olarak yaşayabilelim diye, yüreğimize koymak istiyor.

Seninle birlikte Kutsal Ruh’a yalvarıyorum: O, yüreğimizi yenilemeye gelsin!

 

Gel, Kutsal Ruh, müminlerinin kalplerini yenile ki biz Rab İsa’ya inanıp O’na hayatı bağışlayabilelim ve kardeşlerimiz için bir işaret olalım!

 

35.

 

Sekiz gün sonra İsa’nın şakirtleri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi.

 

“Sekiz gün sonra”, ya da Yunancadan tam tercüme edecek olursak:“Sekizinci gün... yine evdeydiler”.

“Sekizinci gün”: İncil’in bu Sözü önemli, çünkü o, bize İsa’nın Dirilişi ve sonraki görünmelerinin, zamanı yeni bir yaşama tarzına başladığını sezmemize yardımcı oluyor. Günler sadece yedi; şimdiye kadar zamanı hep yediyle ölçtük, haftanın yedi günü var.

Burada ise sekizinci gün başlamaktadır: bu gün, zamandan sonra gelen gündür; bu gün, yeni bir zamanı, Rabbin Dirilişinin zamanını gösteren gündür. Bizler, önümüzde olan ölümün korkusu ile zamanımızı yaşamaya alışmışız. Rab İsa Dirilişiyle bu korkuyu yok etti. O, ölümü sevginin ve sunuşun bir eylemine dönüştürdü: sevginin hüküm sürdüğü yerde korku olamaz. Sevdiğimiz andan korkmadığımız gibi, seveceğimiz andan da korkmayız, çünkü sevgi korkuyu yok ediyor.

İsa’nın Dirilişi, yeni bir yaşam biçimi açılışını yapıyor: artık yedi sayısından, yani yasadan, mecburiyetten ve dolayısıyla korkudan, ölümden değil, sevgiden belirlenmiş bir zamanda yaşıyoruz: bu zamanda farklılık olmuyor, saatlerin ve günlerin arasında farklılık yoktur. Sevdiğimiz zaman, farklılık yapamayız: seven kişi saat ve takvime bakmaz. Sevgi, yeni zamanın yeni halidir. Ölümden dirilerek, İsa bu büyük yeniliği gerçekleştiriyor; İncil, “Sekizinci gün” kısa ifadesi ile bu yeniliği vurguluyor.

“Sekiz gün sonra İsa’nın şakirtleri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi.” Yeni günde, sevginin gününde herkes oradadır; bu günde, en önemli olay, insanlığın tarihini değiştiren olay, yani, Rab İsa’nın Dirilişi sayesinde kendini gösteren Baba’nın sevgisi kutlanmakta.

Bizler de takvim ve saatle değil, sevgi ve kendini sunma yeteneği ile ölçülen yeni bir zamanda yaşıyoruz. Bu yeni gerçeği bizler için mümkün kılan da Kutsal Ruh’tur. Rab İsa’nın şakirtlerine vermek istediği bu hayat, Kutsal Ruh aracılığıyla gerçekleşir.

Bizler de bugün, sevgi içinde yaşayarak, bu yeni hayatı tecrübe etmeye çalışalım: böylece yaşayarak artık zamanı hesaplamayacağız.

 

Gel, Kutsal Ruh, gel! Baba’nın sevgisinin Ruh’u, İsa’nın sevgisinin Ruh’u, içimize gel!

 

36.

 

Sekiz gün sonra İsa’nın şakirtleri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi. Kapılar kapalıyken İsa gelip ortalarında durdu, «Size esenlik olsun!» dedi. Sonra Tomas’a, «Parmağını uzat» dedi, «ellerime bak, elini uzat, böğrüme koy. İmansız olma, imanlı ol!»

 

“Tomas da onlarla birlikteydi”: bu kez İsa’nın şakirtlerinin Cemaati hep birliktedir, ama bu tamlık, orada bulunan herkes aynı fikirde bulunmadığından, yalnızca sayısal bir anlam taşımaktadır. Bazıları imanlı olarak, aralarından biri ise imansız olarak, kendi kardeşlerinin tanıklıklarına bile iman etmeyen olarak, bulunmaktadır.

“Tomas onlarla birlikteydi” Tomas’ın mevcudiyeti bir sevinç sebebi olabilirdi, ama inanmadığından dolayı bir ağırlıktır.

Bizim aramızda da böyle oluyor: İsa’nın, kendi şakirtlerinin arasında özel bir şekilde mevcudiyetini verdiği gün, yani Rabbin Gününde toplanan Cemaat içinde, herkes imanlı değildir: çok defa arasında “Tomas” da vardır.

Bu kötü bir şey değil, aksine, Cemaat tam bunu istemelidir: kendinin içinde kendi “Tomas”’ının olması için tüm gücüyle çalışmalıdır. Eğer “Tomas”, yani hala inanmayan olan, Rab İsa’nın şakirtlerinin arasında ise, şakirtler onun için İsa’nın tanıkları olabilirler; onların arasında kendi varlığını veren Rab, yeniden, imansızlığı imana çevirerek, kendi eserini gerçekleştirebilir. O halde, eğer Cemaatimiz içinde inanmayan veya yüzeysel bir şekilde inanan, şüphelenen, sadece kendi fikrini gururla öneren kişi varsa, korkmamalıyız. Cemaat, bizim Cemaatimiz, inanmayanın veya tam bir şekilde inanmayanın yüreğinde kendi mucizelerini gerçekleştirebileceği Rabbine olan iman ile, bu varlığı (yani “Tomas’ın” varlığını) kabul etmelidir: Rab, imanlılar cemaati aracılığıyla, yüreğin değişimini gerçekleştirir.

Aksine mükemmel, ideal ”Cemaat” olarak, dünyanın gözlerinin önünde kendisini göstermek, sapık grupların özelliğidir; nitekim onlar, “Biz saf olanlarız, hepimiz dürüstüz, hepimiz imanlıyız!” diye söylemektedirler; ama bu tür gruplardan sakınmalıyız: onların içinde insan kendisi ile övünür; bu gruplarda çalışan, Tanrı değil, insandır; bunun için bu sapık gruplarda insan başkalarının egemeni oluyor. Onlar da, hep birlikte, farkına varmadan bile insanların vicdanlarına baskı yapıyorlar. Sapık gruplar böyledir; kapılarımızı çalıp, bizleri en iyi ve kutsal imanın kendilerininki olduğuna inandırmaya çalışan sapık gruplar da, onlardandır. İsa’nın göründüğü, O’nun var olduğu Cemaatin içinde daima “Tomas” da var, yani hala iman etmeyen, güvensizlikte olan, iman etmesi için ve kardeşlerle olan birlikte gelişmesi için bazı somut işaretlere, başkalarının yardımına ve merhametine ihtiyacı olanlar daima var.

Hıristiyan Cemaatlerimizin üzerine Kutsal Ruh’un gelmesini yalvaralım öyle ki orada iman etmeyenler, kalplerinde sadece karanlığı taşıyanlar kabul edilip Rab’den ışığı alabilsinler.

 

Gel, Kutsal Ruh, imanlıların kalbinde sevginin ışığını parlat!

 

37.

 

Kapılar kapalıyken İsa gelip ortalarında durdu, «Size esenlik olsun!» dedi. Sonra Tomas’a, «Parmağını uzat» dedi, «ellerime bak, elini uzat, böğrüme koy. İmansız olma, imanlı ol!»

 

Sekizinci gün İsa şakirtlerinin Cemaatinin arasına yeniden geliyor, onlara varlığını veriyor; böyle yaparak bugün de yaşayıp kutlamakta olduğumuz yeni bir litürjik günü başlatıyor.

İsa, ilk olarak Diriliş gününde yapmış olduklarını tekrarlıyor; aynı şekilde kendi mevcudiyetini sunuyor, aynı şekilde kendi sözünü tekrarlıyor: “Esenlik sizinle olsun!” Şakirtlerinin arasına her geldiğinde, İsa kendi hayatının zenginliklerini onlarla paylaşmak istemektedir: “Esenlik sizinle olsun!”

Sonra İsa doğrudan doğruya Tomas’a yöneliyor: “Parmağını uzat ve dokun”. İsa’nın ilk dikkatini çeken kişi, Petrus veya Yuhanna veya başka inançlı şakirtler değil, Tomas’dır. İsa bulunduğu Cemaatin içinde her şeyden önce ruhun birliğinin olmasını arzu eder. Bunun için herkesin kendisini tanımasını ister; nitekim İsa’yı, Rab olarak, ölümden Dirilmiş olan, insan varlığına yeni anlam veren, sonsuza dek var Olan olarak tanıyanların arasında ruhta birlik mümkündür.

O halde, İsa, Tomas’a yöneliyor. Bu olay bana cemaatimde yaşadığım rahip tecrübesini hatırlatır. Her pazar günü Kutsal Efkaristiya ayinini kutlarken dikkatimi özellikle gördüğüm şüphe içinde olanlara yöneltiyorum: şüpheli, inanmayan ya da az inananlar, dolayısıyla Rabbin varlığına, Baba’nın sevgisine sevinemeyenler, Cemaat’in topluluğunda daima bulunur. Bunun için hem ayin kitabından okuduğum hem de vaaz verirken söylediğim sözler, Kutsal Ruh’tan gelip bu insanların yüreğini dokunan sözler olsun diye çalışıyorum.

Bu, bazen canımı sıkılmasına sebep oluyor, çünkü düşünüyorum, “Burada toplanmış olan bir sürü imanlı insan var, onlara konuşmalıyım; onların da imanda gelişmelerini ve sevinebilmelerini hesaba katmalıyım”. Yine de, istemeden, dikkatimi imandan uzak olanlara ya da kendilerini böyle hissedenlere yöneltiyorum. Bu tecrübe, İsa’nın davranma tarzını anlamama yardım ediyor, hatta: Efkaristiya ayinini kutladığımda, benim rahip olmam İsa’nın davranma şekline bürünür. Tomas’ın da sekizinci günün toplantısının tadına varması için İsa ilk önce ona yöneliyor. Eğer Tomas Rabbin varlığına iman etmezse, o toplantı onun için yaşam ve kurtuluşun bir toplantısı değil, bir yargı toplantısı olacaktır.

 

Kutsal Ruh’a yalvaralım öyle ki, toplantılarımızdaki inanmayanlar imana varabilsinler, şüphe edenler, rahibin sözleri, müminlerinin ilahileri, dua edenlerin duruşları aracılığıyla, yüreğini imana ve Dirilmiş Rab İsa’nın sevgisine açabilsinler.

 

38.

 

Sonra Tomas’a, «Parmağını uzat» dedi, «ellerime bak, elini uzat, böğrüme koy. İmansız olma, imanlı ol!»

 

Isa’nın Tomas’a söylediği sözleri tam onun arzu ettiği sözlerdir; fakat Tomas’ın o arzusu alçakgönüllü değildi, bilakis gururlu ve iddialı bir arzuydu, bunun için İsa’nın sözleri Tomas’ın kulaklarına kesinlikle azarlama olarak geldiler. Tomas elini uzatmaya, Rabbin yaralarına koymak için parmaklarını kaldırmaya dahi cesaret etmedi: Tomas için onları görmek yeterli oldu. İsa Tomas’a, iman etmesi için, tam beklediği işaretleri vermek istedi. İsa, bu şakirdine karşı o kadar merhametli ki! Bizlere karşı da o kadar merhametlidir!

İnanabilmeleri için özel işaretlerini isteyen insanlar o kadar çok ki! Rab da bu işaretleri vermektedir! Rab iddialarımıza eğiliyor, gururumuzun önünde bile eğiliyor: O alçakgönüllüdür.

O halde, kuşkusuzca birçok kez hayatımızda da gösterildiği Tanrı’nın bu alçakgönüllülüğüne bakarak, öğrenmeye ve Kutsal Ruh’tan özellikle alçakgönüllülüğün ruhunu kabul etmeye çalışacağız.

Alçakgönüllü olduğumuzda Tanrı bize gizemlerini, büyük ve en derin gizemleri dahi açıklayabilir; o gizemler ki biz hiçbir zaman anlamakta ne de inanmakta kendimizi yetkili saymıyoruz. O halde, biz, “Rab, ben bu şeyleri anlamıyorum, ancak sen istersen ve istediğin zaman anlamamı sağlayabilirsin... Ben şu anda, anlamıyorsam da, seni seviyorum; Kilisenin hayatına katılıp senin Cemaatinin toplandığı yere gitmeye devam ediyorum” dersek, eğer bu alçakgönüllülükle yaşarsak, kuşkusuz Rab kalbimizi açacaktır. Tomas, inanmadığına rağmen, sekizinci gün kardeşlerinin toplantılarına katıldı; gururlu ve inançsız olmasına rağmen, toplantıya gitti. Bu alçakgönüllülüğü sayesinde Rab Tomas’ın kalbini açıp ona kendini gösterdi.

 

Gel, Kutsal Ruh, bizleri ilahi lütfu çeken alçakgönüllülükle donat!

 

39.

 

Tomas O’na, «Rabbim ve Tanrım!» diye cevap verdi. İsa ona, «Beni gördüğün için mi iman ettin?» dedi. «Görmeden iman edenlere ne mutlu!»

 

Tomas’ın İsa’ya verdiği cevap çok güzeldir. O’nu gördüğü an imanla dolup bunun bir ifadesi olarak “Rabbim ve Tanrım” diye haykırmaktadır. Tomas’ın dudaklarından dökülen bu sözler bizleri şaşkına çeviriyor. Bu sözlerle onun yalnız İsa’nın dirildiğine inanmakla kalmayıp, içinde daha çok derin bir imanın doğduğunu anlıyoruz. O, İsa’nın Rab ve Tanrı olduğuna iman ediyor. O’nu “Rabbim ve Tanrım” diye çağırmaktadır. Bu sözleri, imanın, aynı zamanda da, sevginin bir ifadesidir; iman ve sevgi bir arada yürüyüp hayatı doldurmaktadır!

“Rabbim ve Tanrım!”: Tomas’ın bu imanı kuşkusuz görmesinin, kendi çabasının ve aklının bir ürünü değil, Tanrı’nın bir lütfudur. Çünkü yalnız Baba bir insanın kalbine böylesine saf ve güzel bir iman koyabilir; bu iman kalbini kendisi sunmakta kılar. “Rabbim” diyerek Tomas artık İsa’ya itaat etmek, kendisini O’na sunup O’nun arzusuna ve sözüne boyun eğmek istediğini belirtmektedir. Tomas’ın yüreğinden fışkıran bu iman, büyük ve güzel bir imandır; insanın aklının değil, Tanrı’nın eseridir.

“İsa ona şöyle dedi: «Beni gördüğün için mi iman ettin? Görmeden iman edenlere ne mutlu!”

Tomas işareti gördükten sonra iman etti, fakat İncil Yazarı birçoklarının sadece Havarilerin sözüne dayanarak İsa’ya iman edeceklerini biliyor. Ve işte aynı bize de böyle oldu: imanımız, imanım ve imanın, görmemizin bir sonucu değil, çünkü bizler Dirilmiş olan İsa’yı görmedik, ancak Havarilerin sözlerine inandık ve bu iman kalbimize mutluluk verdi, Tomas’ınkinden daha büyük bir sevinci getirdi. Tomas’ın İsa’yı gördüğü an ki sevinci, kendisinin ne kadar gururlu ve Rabbe karşı iddialı olduğunun farkına varmasıyla gölgelendi. İnancımız, Dirilmiş olan Rabbe inanmamız, kendimizi O’na teslim etmemiz, O’na hayatımızı sunmamız çok büyük bir imandır ve bizler için çok saf bir sevinç sebebi olur, bizi bizden özgür kılar. “Görmeden iman edenlere ne mutlu!”

Rabbe, varlığına ve tanrısallığına olan imanımızı ilan etmemizi sağladığı için şükredelim. O’na şükrediyoruz, çünkü yüreğimizde olan imanımız çabalarımızla elde ettiğimiz bir sonuç değil, kendi gücümüzle kazandığımız bir şey değil, işimizin ve iyiliğimizin ürünü değil: bu inanç, Baba’nın bize bir armağanıdır. Sevmekte yetenekli olmayan, Tanrı’nın büyük eserlerini görmeyi ve O’nun Hayatının gizemlerini anlamayı bilmeyen insanın kalbine Oğlu İsa’yı gösteren Baba’dır.

 

Baba, bizleri Oğlu olan İsa’ya inanmaya muktedir kıldığın için sana şükürler olsun; bizlere de hayatımızı sunmamızı ve ayaklarına kapanıp O’na itaat etmemizi sağladığın için teşekkürler.

 

40.

 

İsa, şakirtlerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok mucizeler yaptı. Ne var ki yazılanlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır.

 

İsa’nın tüm yaptıklarını bilmiyoruz; tüm “işaretlerini” – mucizelerini - tanımıyoruz. "İsa başka birçok mucizeler yaptı", onlar yazılmadılar: bu mucizelerin, bu “işaretlerin” arasında İsa’nın hayatımızda ya da yanımızda yaşayan insanların hayatında gerçekleştirdiği işaretler de var; biz bu işaretleri etrafımızda görüp inceledik ve sadece bize fayda getiriyorlar.

"İsa, şakirtlerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok mucizeler yaptı". İsa’nın, dünyaya, hayatımıza, etrafımıza, ne kadar çok sevgisini saçtığını kim bilir! Biz de onu görerek, onun tadına vararak, sevgide ve imanda geliştik.

Ancak İsa’nın, Mesih, Tanrı’nın Oğlu olduğuna iman etmek için büyük ve yeni işaretleri görmemiz gerekmiyor: yazılmış olanlar, insanın yüreğinde İsa’ya imanı fışkırtmak için yeterlidir. "Bunlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz diye yazılmıştır": demek ki İsa’nın gösterdiği bu işaretler, İncillerde yazılmış olanlar imanda durmamıza yeterlidir, başka bir şeye ihtiyacımız yoktur, bilmem hangi başka şeyleri aramamız da gerekmiyor. Öbür dünyadan gelen sözleri ve işaretleri almak için büyücülerin, falcıların ve şeytanları konuşturan insanların kucaklarına kendilerini atan insanlar bile var; bizim o taraflarla işimiz yok, zaten böyle bir şeye ihtiyacımız da yok.

"Bunlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz diye yazılmıştır": imanımızı Havarilerin tanıklığının bulunduğu İncil’e temellendirelim; tüm Kilisenin imanda sarsılmadan yaşayabilmesi için bu yeterlidir. Diğer belirtiler belki yararlı olabilirlerdi, ancak onlar gerekli değil, Kilisenin temeli değillerdir: Kilise İncillerin yazdıkları üzerine temellenmiştir.

İmanın hayatımızda olan görevi hangisidir? "Çünkü iman ederek O’nun adıyla gerçek yaşama kavuşasınız diye…". İman bize hayatı verir: iman ettiğimiz zaman, yani İsa ile ve O’nun aracılığıyla Baba ile, sevgi, güven, samimiyetin bir ilişkisini yaşayarak, O’na kendimizi teslim ederek, yüreğimizde hayat olur, ve biz bunun farkına varıyoruz. Bunu sözlerle açıklayamayacağız... yeter ki sevgi ve güvenle, her şeyi Baba’nın ellerine bırakarak yaşıyoruz. Tanrı’nın hayatı yaşamdır ve konuşmalarla, kanılarla, sözlerle değil, yaşam aracılığıyla iletilebilir. Yaşamadığımız sürece, sözlerimiz ne kadar etkili olurlarsa olsunlar, hayatı başkalarına taşıyamayız.

Ebedi hayatı, Tanrı’nın hayatını yaşamak; Baba’nın kendi Oğul olarak gönderdiği İsa’ya iman ederek, O’na güvenerek yaşamak: bizim, bu dünyadaki görevimiz, budur. Bu görevimizdir, hem de hayatımızdaki kutsal Ruh’un işidir.

Kutsal Ruh’un sayesinde içimizde Tanrı’nın hayatı mevcuttur: bu hayatı yaşayarak, yani İsa’nın aracılığıyla Baba ile olan sevgi ilişkinin içinde yaşayarak, O’nun Ruh’unu yaymaktayız. Bu yüzden bizler de, Tanrı’nın, İsa’ya iman edenlere vaat ettiği ebedi Pentekost’ta Ruh’un yayılmasına katılıyoruz.

 

Gel, Kutsal Ruh!