ME
NU

On emir

On emir 

Giriş

Pazar günleri her vaazın başında kısaca “On Emir”den bahsedip, bu kısa düşünceleri sundum. Tanrı sevgi için insanı yarattı ve bu on söz ile onun hayatını düzenleyip yönetmeye devam etmektedir. Bu Tanrı sözleri bilgelik ve lütuftur; ayrıca bu sözler insanın yüreğindeki huzuru ve toplum içerisindeki uyumu geliştiren bir armağandır. Bu sözler unutulduğunda yada uygulanmadığında büyük sorunlar ve tüm insanlık için yüzyıllar boyunca süren acılar doğar. Bu yüzden Tanrı’nın bu on sözünü düşünmeye ve onlara önem vermeye yardım etmeyi arzu etmiştim.

P. Vigilio Covi

 

“Tanrı şöyle konuştu:

‘Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim.

Benden başka tanrın olmayacak.

Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben , Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm.

Tanrın RAB’bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır.

Şabat Günü’nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB’be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.

Annene babana saygı göster. Öyle ki, Tanrın RAB’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun.

Adam öldürmeyeceksin.

Zina etmeyeceksin.

Çalmayacaksın.

Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin.

Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.’” (Çıkış 20,1-17)

1.

Bu kitapçık aracılığıyla kolay ve kısa bir şekilde On Emri inceleyeceğiz. Amacım, ya cemaatinizde düzenlenmiş dini toplantılara katılmanızı, ya da, en azından, Kilisenin Din ve Ahlak İlkelerini okuyarak, daha derin bilgi alma isteğinizi uyandırmaktır!

Zengin bir adam İsa’ya koşup, ebedi hayata kavuşmak için ne yapması gerektiğini sorduğunda, Rab İsa, cevap vermeden önce, adama ilk olarak: “Tanrı’nın emirlerini biliyorsun: ‘Adam öldürme, zina etme, hırsızlık yapma, yalan yere tanıklık etme, kimsenin hakkını yeme, annene babana saygı göster.“ (Mk 10,19) dedi. Olumlu cevap aldıktan sonra, İsa büyük ve özel bir sevgiyle ona bakıp, aslında hepimizin bildiği teklifi yaptı. Her şeyden önce Rab İsa, o adama, herkesin ve tüm halkın yaşamını düzenleyen hikmetli Emirleri hatırlattı. Bu Emirler, önemlidir ve bizi İsa’nın daha derine inen sözlerini kabul edebilmeye hazırlarlar. Rab İsa bir kişiyi ancak ve ancak, onun Tanrı’nın bu emirlerine itaat etme isteğini yokladıktan sonra, ardından çağırır! Bu yüzden On emri yerine getirmek, İncil’i kabul etmek için gereken hazırlıktır. Gerçekten de, herkesi günahlarını itiraf etmeye davet eden Vaftizci Yahya’ya itaat edenler, Mesih İsa’yı daha kolayca kabul ettiler!

2.

Kolayca düşünüyoruz ki, kendimizi tam doğru sayabilmek ve vicdanımızın rahat olabilmesi için sevgi ile ilgili iki emri, yani “Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün gücünle sev” ve “Komşunu kendin kadar sev” emirlerini yerine getirmek yeterlidir. Gerçekten de bunları yaşayan, Tanrı’nın Hükümdarlığına yakındır! İsa kendisi de, şunu söylemiştir: “Kutsal Yasa'nın tümü ve peygamberlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır”. Ama Tanrı’yı ve komşuyu sevmek ne demektir? Onları gerçekten seviyor muyuz? Bazen severken Tanrı’dan veya kardeşlerimizden karşılık beklemiyor muyuz? Yaşamımızdaki bazı konularda kendi istediğimize göre davranmakta haklı olduğumuza o kadar emin oluyoruz ki öyle de davranıyoruz, ama bunun, Tanrı’nın arzusu olup olmadığını düşünüyor muyuz? Kişisel yaşamımızın, aile ve sosyal yaşamımızın her çeşit ilişkilerini ve durumlarını Tanrı’ya ve kardeşlere olan sevgi ile yaşayabilmek için, bize yaşamın en önemli yönlerini hatırlatan bir liste elbette faydalıdır. İşte “On Emir”: Tanrı’nın ışığıyla yaşamımızın değişik yönlerini aydınlatmak için bir listedir. Onlar Tanrı’nın parmağı tarafından bir taş levha üzerine yazıldılar; bu somut ifade, hiç kimse tarafından silinemeyen bu on sözün büyüklüğünü ve önemini belirtmektedir. Bu emirler Kutsal Kitabın birçok yerinde karşımıza çıkarlar, ama özellikle Çıkış Kitabında İsrail Oğullarının çölden geçişi anlatılırken detaylı olarak aktarılmaktadır. Orada halk putları terk etmeye ve Tanrı’sına âşık olmaya hazırlanmalıydı. Putlar insanın, Tanrı hakkında, kendi aklında yarattığı ve kendi yüreğini bağladığı imajlar olabilirler: sürekli olarak egoist içgüdülerimiz tarafından ayartılıyoruz, bu yüzden her zaman istediğimizi yapmamıza izin verecek bir ‘tanrı-putu’ kolayca imgelemeye ve ona kalbimizi vermeye hazırız. Bu tehlikeye karşı işte “On Emir” (Çıkış 20, 1-17) önümüzdedir! Bunlar bizi aldatan akıl yürütmelerimiz ve hayallerimizden bizi koruyan, hatta başka halkları kıskandıran (Yasanın Tekrarı 4,8) hikmetli bir öğretinin özüdür. On Emir, bize Tanrı’yı ve kardeşleri sevmeyi öğreten ve yardım eden on konudur!

3.

On Emir, Eski Ahitten geldiği şekilde, harfi harfine uygulanırsa, egoizmimizden etkilenmiş şahsi fikirlere ve yorumlara fırsat verebilir. İsa bunun farkına vardı, bu yüzden öğretiminin bir kısmını bu hataları düzeltmeye ve On Emri gökten üzerine inmiş olan Kutsal Ruh’un ışığında tanıtmaya adadı. Matta İncil’inde okuduğumuz dağdaki vaazında İsa yedi kere şöyle demiştir: “Ama ben size diyorum ki…” (Mt 5,20…) O sayfalarda “On Emri” teker teker ele alarak İsa, onları harfi harfine değil, tersine ilk basamak olarak almak gerektiğini bize gösterdi; yani Peder’in bize bağışladığı sevgiyi geliştirmek için, ilk basamakmış gibi, onlardan başlamamız gerekmektedir. İsa, Peder’e itaatin, içimizde bir zorlama duygusu yaratmadığını, aklımız ve yüreğimizle en güzel ve en derin enerjilerimizi geliştirmemize yardım ettiğini öğretmektedir. On Emri okurken bunların gerçek açıklayıcısının İsa olduğunu ve sadece O’nun Ruh’u ışığında onları anlayabileceğimizi ve yaşayabileceğimizi unutmamalıyız. Bu emirler kaprisli bir Tanrı’nın verdiği ve kendini bize zoraki kabul ettirmek isteyen bir Tanrı’nın soğuk kuralları değildir. Onlar bizi mutsuzluğa götüren ve diğer oğullarını acı çektiren yollara koyulmamızı istemeyen sevgi dolu Babanın sözleridir.

4.

Musa dua etmek için, sessizlikte Tanrı'yla karşılaşmak için, dağa çıktı. Orada halkın yaşamını yönetecek kuralları aldı. O ana kadar halk sadece, her insanın yüreğinde yazılmış yasayı izleyebiliyordu. Yüreğin yasası, birçok noktada Tanrı'nın, taş levhaları üzerinde yazdığı yasayla uyuşur. O zaman neden Tanrı yazılmış bu yasayı verdi? Gerekiyor muydu? Evet, gerekiyordu, çünkü yüreğimizin ve vicdanımızın 'söylediklerine' kolayca önem vermiyoruz, ya da onları yanlış bir şekilde anlıyoruz. Vicdanımızı susturmak da çok kolaydır. Çünkü bencilliğimizin önünde vicdanımız zayıf kalır. Vicdanın sesini doğrulayan, dışardan gelen bir söz büyük bir yardımdır, bir destektir. Ayrıca tüm insanlar vicdanın sesini aynı zamanda ve aynı şekilde sezmezler. Bu yüzden bir halk için, resmen ilan edilmiş bir yasa gereklidir: bu şekilde halkın her üyesinin yaşamı yöneltilmiş olur ve bütün üyeler birlik içerisinde buna itaat ederler . On Emir'in her şey olmadığını da tekrar hatırlatalım: Emirlere itaat etmek insana yetmez. Onlara itaat edenlerin yaşamlarında hala bir boşluk kalabilir. İsa'ya koşan zengin adam da, bu boşluğu hissediyordu. Emirleri yaşamak sadece bir hazırlıktır: Rab ile karşılaşmaya bir hazırlıktır. Kuşkusuz Rab, Zakay ile ve sonra da tarihte birçokları ile olduğu gibi, emirleri yerine getirmeyenlerle de karşılaşabilir. Fakat bilinçli olarak Rab İsa'yla karşılaşmak isteyen, O'nun gösterdiği yol dışında O'nunla karşılaşmaya çalışmamalıdır. Böyle davranırsa, Tanrı'yı sınamış olur ve kendi gururu İsa'nın yaklaşmasına engel olur. Kral Hirodes aynı şekilde davrandı: İsa'yı görmek istiyordu, fakat bunu, çok iyi bildiği ama küçümsediği emirlere uymadan, yapmak istiyordu.

5.

On Emir’in sıralanması bir giriş cümlesiyle başlar. “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim”. Genelde biz bu cümlenin ilk bölümünü söylüyoruz ve bu yeterli olabiliyor. Tanrı “emirlerini”, daha doğrusu, kullanılmış İbranice kelimesine göre, “hikmetli sözlerini” vermeden önce kendini tanıtmaktadır. O Tanrı’dır, sevgisini daha önce tecrübe ettiğimiz Tanrı’dır. O, halkı kölelikten kurtararak onlara en büyük armağanı yaptı, onlara özgürlüğü verdi. O halde Tanrı’nın arzusu ve isteği de bu yöndedir. Halkın özgürlük yolunda ilerleyebilmesi için ve daha derin bir sevince ulaşabilmesi için onlara hikmetli tavsiyelerini vermektedir. O halde emirler gerçek bir Tanrı’dan gelmektedir, bizi seven bir Tanrı’dan; O, firavun gibi kendi kazançlarını düşünerek emir veren bazıları gibi değildir. Ben senin Tanrınım: “Ben seninle ilgileniyorum, seni seviyorum ve gerçek iyiliğini istiyorum. Kendi kazancım yok, tek istediğim senin iyiliğin ve senin yaşamının doluluğuna ulaşmandır. Ben sana özgürlüğü verdim ve asla seni hiçbir şekilde zorlamak istemem, fakat aynı zamanda aldatılmaman ve Mısır köleliğinden daha kötü köleliklere düşmemen için sana kurallar veriyorum. Duyacağın bu On Söz, Benden, sevgimden ve hikmetimden gelmektedir; Onları değersiz görme, yok sayma, saklama, tersine onları daima yaşa, hem hiç kimsenin seni görmediği zamanlarda, hem de sosyal yaşamda sorumluluk taşıdığın zamanlarda, kısacası her durumda onları yaşa... Öğretilerime olan itaatin sayesinde sosyal yaşam mutlaka zenginleşecek ve düzelecektir”.

 

I. BENDEN BAŞKA TANRIN OLMAYACAKTIR

6.

İlk emre bakalım: “Benden başka Tanrın olmayacaktır!” Bu emir ilk emirdir, hem sıra ile söylendiğinde ilktir, hem de önem sırasında ilktir, diğer emirleri çeken bir zincirin ilk halkası gibidir. Gerçekten de diğer tüm emirler güçlerini bu ilkinden alırlar. Acaba başka bir Tanrı olmasına imkan var mıdır? Eğer Tanrı her şeyin yaratıcısı ise başka tanrıların olmasına imkan yoktur. Ama biz Hıristiyanların tanıdığı Tanrı ile Müslümanların bildiği Tanrı ve Afrika kabilelerinin korktuğu tanrıları arasında ne büyük farklar var! O kadar ki, biz şöyle söylemek mecburiyetinde kalıyoruz: “Sizin Tanrınız bizimki değildir.” Yani anlatmak istediğimiz şudur: Sizin Tanrıyı tanıdığınız şekil bizimkine uymuyor. O zaman şu sonuca varıyoruz: insanlar farklı tanrılara tapıyorlar. Ancak şunu düşünelim: “Tanrı ne demektir?” Bu terim ile sağlık, yaşam, rüyalarımızın gerçekleşmesi için ümit, mutluluk ve tüm durumlarda başarı, güven veren ve gelecek için bize emniyet verebilen bir şeyi yada birini düşünürüz. Bunlar için birçok “ilah” olduğunu söyleyebiliriz. Bazen biz de, tüm güvenimizi ve umudumuzu bir şeye sahip olmaya veya bir hedefe ulaşmaya bağlarız. Gerçekten diyebiliriz ki, birileri için para, moda, güzellik, futbol, ev, araba, iş,eğlence yerleri, v.s. şeyler onun ilahı, tanrısı olabilir. “Benden başka Tanrın olmayacaktır!”; aklımızda bu cümle sabit kalmalıdır ve Kutsal Yazıların şu yazısından da güç alabiliriz: “Ey dünyanın dört bucağındakiler, Bana dönün, kurtulursunuz. Çünkü Tanrı benim, başkası yok” (Yeş 45,22).

7.

Benden başka Tanrın olmayacaktır! Burada konuşan Tanrı kimdir? Bunu ekleyebilendir: “Seni Mısır ülkesinden çıkarttım!”. Halkı ve halkının hürriyeti ile ilgilenendir, kurtuluş sözünü tutan ve dolayısıyla tavsiyeler verebilendir; bizi kandırmayacak ve hayal kırıklığına uğratmayacak olandır; emirlerinde art niyetler olmadığına emin olduğumuz Tek O’dur. "Tanrı benim, gün gün olalı Ben O'yum” (Yeş 43,12-13). İsa’nın gelişinden sonra yaşayan ve Tanrı’yı İsa’nın yaşamı aracılığıyla tanıyan bizler, O’nun, bizim ihtiyacımız olanı bilen, başımızdaki bütün saçları sayan, dürüst olanların ve haksız olanların üzerine güneşi doğuran ve yağmuru yağdıran, hatta yararımıza acı çekmesi için Oğlunu yollayan bir Tanrı olduğunu biliyoruz. Benden başka Tanrın olmayacaktır! Biz başkasına sığınmayacağız, hayallerimize güvenmeyeceğiz, para, başarı, modalar, eğlencelerin yaşamımıza yön vermelerine izin vermeyeceğiz. Bunları Tanrı bize yasaklıyor, çünkü O bizi seviyor ve O’nun dışında mutluluğu ararsak hayal kırıklığına uğrayacağımızı ve acı çekeceğimizi biliyor. Peder’in sevgisini seçeceğimiz başka şeylerle değiştiremeyiz; O eşsizdir! Gerçek Tanrı’ya iman sorumluluk ister, bu bazen zor olabilir. Egoizm ise kolay yoldur, ama bize sevmenin ve sevilmenin tatminini veremez!

8.

Benden başka Tanrın olmayacaktır! Bu cümle Yahudi başkanların Pilatus’a dediği: “Sezar’dan başka kralımız yoktur” cümlesini hatırlatır. Bu şekilde onlar İsrail’in Tanrı’sına karşı geldiler, İsa’yı inkâr ettiler ve Romalı valiye şantaj yaptılar. Göksel Baba’ya güveneceğimize, insanlara, hatta eşyalara ve hayvanlara güvendiğimizde yarattığımız ilk sonuç yaşamımızdan İsa’yı yok etmektir ve başta ailemiz olmak üzere etrafı da yaralamış oluruz. Güvenimizi sadece Baba’ya vermeliyiz! Maalesef Tanrı, Baba olarak görülmediği zamanlarda yanlış başka şeylere başvururuz; o zaman sihirbazlara, büyücülere, medyumlara, fallara, nazarlıklara, şans getiren şeylere, geleceğe bakanlara, hatta ölülerin ruhlarını çağırmaya güvenilir. Merakla geleceklerini önceden bilmek veya yaşamları ile ilgili önemli karar almak için el falı baktıranlar, kahve veya başka türlü fal baktıranlar Tanrı ile güven ilişkisini kesmiş olurlar, bu yüzden büyük günah işlerler. Sevgi bağları kurmak için veya düşmanlarını yok etmek için şeytanı ödemek gibi yollara başvuranlar çok büyük günah işlerler! Büyücülük yapanlar ise, şeytandan yardım almasalar da, başkalarının cahilliğinden para kazanmak için faydalandıklarından onlar da Tanrı’ya ve kardeşlerine karşı büyük günah işlemektedirler. Kutsal Kitapta şöyle yazılıdır: “Aranızda oğlunu ya da kızını ateşte kurban eden, falcı, büyücü, muskacı, medyum, ruh çağıran ya da ölülerin ruhlarına danışan kimse olmasın. Çünkü RAB bunları yapanlardan tiksinir.” (Yasa’nın Tekrarı Kitabı 18,10-12).

9.

Benden başka Tanrın olmayacak! Birçoğumuz için bilinmeyen, ancak acı ve ıstıraplar yaratan bir konu üzerine dikkatinizi çektim. Baba olan Tanrı’ya iman yetersizliğinden batıl inançlara ve falcılara danışmaya ihtiyaç duyma konusuydu. Birçok kere televizyonlarda ve medyada falcıların veya medyumların, muskalarla, uğurlarla, aslında gerçeklikleri ispatlanamayan sihirli yollarla mutluluk, şans, para, sıhhat vaat ettiklerini görüyorsunuz. Tanrı, evlatlarının bu gizli dünyaya yaklaşmalarını niçin istememektedir? Çünkü O bizi sevmektedir ve bizim de bilmemiz gerektiği gibi, bütün bunlar aldatmacadır, sadece insanların aldatmacası değil, Şeytan’ın da aldatmacasıdır! Şeytan kendine çekmek için, refah ve iyilik sözleri verir ve başlangıçta kısa bir süre için onları yerine getirir, fakat sonra insanların huzurlarını kaçırır, hatta içlerine kötüyü arzulama ve gerçekleştirme isteği yaratır. Bu şeylere ilgi duyanlar ve bunları hemen ret etmeyenler, kötü niyetli hatta satanist gruplar tarafından kapana kıstırılabilirler. Bu grupların amacı imanı ve birliği yok etmektir. Bu yüzden çektiği kişilerin, hem aileleriyle hem de Hıristiyan cemaatiyle, tüm bağlarını koparmaya çalışırlar. Bazı yetişkinlerin grupları; gençleri giz ve büyüğe duydukları ilgi ile kendilerine çekerler, bu gençlerin ailelerine isyan etmelerini sağlarlar, sonra da sığınacak kimseleri kalmayınca, onlara şantaj yaparak kötü işler yapmaya zorlarlar. Böylece ister istemez yavaş yavaş satanist grupların üyeleri olurlar. Gizli şeylere olan bu kötü ilgi bazen alternatif tıp veya jimnastikten başlamaktadır: kabahat tıp veya jimnastik değil, onlara bağlı ve ruhumuz için zararlı bazı şeyleri ayırt etmeye hazırlıksızlığımız ve dikkatsizliğimizdir. Bunun için İlk Emri yerine getirmeye kararlı olmalıyız. Rabbi tüm kalbimizle sevmeliyiz, O’nun arzularını anlayabilmek için yardımcıları aramalıyız; bu şekilde başka insanlar için de, O’nun sevgisinin araçları olabiliriz.

10.

Pek çok kez kendi kendime sorarım, bir Hıristiyan ilk emre uymak için ne yapabilir? Tanrı’nın, benim Tanrı’m ve babam olduğunu, yaşamımın ve sevincimin kaynağı olduğunu, beni her kötülükten kurtarıp, kendisiyle ve diğer insanlarla birlik içinde yaşamamı isteyen olduğunu biliyorum. Bunu daima hatırlamak ayrıca günümü ve eylemlerimi buna uygun olarak programlamak istiyorum. O’nunla dua ederek ilişkimi canlı tutmaya çalışıyorum. İlk duam daima şükran duası olacak. O’na, İsa aracılığıyla bana sevgisini gösterdiği ve düşüncelerini aktardığı için teşekkür edeceğim. O’na şükrettikten sonra, yarattığı her şey için O’nu öveceğim, çiçekler ve dağlar için, ama özellikle günahtan bizi kurtardığı için O’nu öveceğim. Kalbimde af dileme arzusunu da daima canlı tutacağım, çünkü ben de dünyanın günahına katılıyorum, küçük ve büyük günahlarımla, yaratılışı ve Tanrı’nın bendeki görüntüsünü bozdum. O’nun yardımını her an diliyorum: O’nun Ruhu olmadan hiçbir şey gerçekten iyi olamaz, gücü olmadan hiçbir şey verimli bir birliğe yol açmayacaktır, O’nun ışığı olmadan hikmet olmayacaktır! Zorluklarda O’nun yardımını güvenle diliyorum; güvenle çünkü gerçekten neye ihtiyacımın olduğunu benden iyi bildiğine eminim: O Babamdır ve beni sever. Kendimi O’na emanet ediyorum ve O’ndan öğrenmek istiyorum, O’nun merhamet ve sadakat, karşılık beklemeyen sevgi niteliklerinin bende de olmasını istiyorum, O’nu görmek ve özellikle dinlemek istiyorum, bunun için insanlara emanet ettiği “Sözü” arıyorum, sevgili Oğlu İsa’yı arıyorum! Bütün bunların, düşüncelerimin temeli olmasını ve her konuşmamdan gözükmesini istiyorum! Sadece sabahları beş dakika ve akşamları on dakika ayırmanın, Baba ile ilişkimi güçlendirmek için yeterli olmadığını biliyorum, ama bu azıcık zamanı ayırmaktan da kaçınmayacağım. Eğer sabah ve akşam duasını aksatırsam, kısa bir müddet sonra beni çevreleyen dünyanın yüzeysel düşünce tarzının beni etkileyeceğini biliyorum! Baba’yı dinlemek ve övmek, O’na şükretmek, meditasyon yapmak için zaman ayırdığımda hürriyetim ve huzurum artmaktadır!

11.

İlk emri düşününce çok sık rastlanan bir düşünce tarzına değinmem gerekiyor. Kolaylıkla şöyle düşünüyoruz: “Tanrı elbette acı çekmemi istemiyor! Tanrı elbette mutluluğumu istiyor! Tanrı bizi acı çekelim diye yaratmadı!”. Bu cümlelerin doğruluğu Kutsal Kitapta ve bizim Tanrı’yı doğru tanımamızda tasdik bulabilir. Nitekim Tanrı’nın, mutluluğumuzu istediği doğrudur, acı ise Tanrı’nın isteğinden değil, şeytanın kıskançlığı yüzünden dünyaya girdi. Ama sakın, Tanrı’nın davranma şeklini unutmayalım. O, ilk emrin girişinde şöyle demiştir: ‘Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim”. Gerçekten O, halkını Mısır ülkesinin esaretinden ve oradaki büyük acılardan kurtardı, fakat onu “süt ve bal akan diyara” ulaştırmadan önce, halkını korkunç çöl deneyiminden geçirtti. Halk çölde iken elindeki her şeyi bırakmak zorunda kaldı; onun, özellikle hayallerden, kibir ve isyandan arınması gerekiyordu. Bu arınma da, fedakârlıklar ve zorluklar aracılığıyla gerçekleşti. Tanrı mutluluğumuzu istiyor ve bizi buna hazırlıyor, ancak hazırlanış devresi de acıdan geçmeyi gerektiriyor! Aynı şekilde O, İsa’nın acılarından ve ölümünden sonra, dirilişini hazırladı. Daha önce dediğimiz gibi, günlük yaşamımıza girmiş olan bazı cümleler haçı ret etmemizi doğrulamak için kullanılmaktadırlar. Bazen evli çiftler de, fedakarlıklardan kaçıp zor anları ret etmeyi, hatta boşanma ve sadakatsizlerini bu cümlelerle doğrulamaya çalışırlar. Tanrı ise acı çekmemize, kendi günahlarımızın ve sevdiğimiz kişilerin günahlarının yükünü taşımamıza izin verebilir. Ancak sabırdan ve sadık sevgiden sonra, acı çekmeyi ve affetmeyi bilen sevgiden sonra, en güzel, temiz, kutsal ve dayanıklı mutluluk gelir.

12.

İlk emir şu sözlerle devam etmektedir: "Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yeraltındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı'yım” (Çıkış 20,4-5). Bu yasaktan dolayı Museviler, Müslümanlar ve Yehova Şahitleri resimleri tamamen yasak sayarlar. Ancak biz şuna dikkat etmeliyiz: resimler, puta dönüşmemeleri için, yani Tanrı’nın yerine konulmamaları için yasaklanmıştı. Çünkü Tanrı’nın yerine konulurlarsa, insan Tanrı’nın arzusunu yerine getirmez ve gerçek hayattan mahrum olur. Fakat yapılan resimler puta dönüştürülmüyorsa, yapılmaları yasak değildir. Ayrıca Tanrı’nın Oğlu beden alınca, O’nda Tanrı görüldü, tutulur oldu ve işitildi! Biz biliyoruz ki, İsa’da Baba’nın gerçek görüntüsünü, “görünmez Tanrı’nın görüntüsü”nü görmüş oluruz (Kol 1,15)! İsa’nın insanlığı görülebildi, bunun için de İsa’nın yaşamının belirli anlarını gösteren ve birbirimizi sevme emrine yönelten bazı resimler, elbette bu yasaklara girmez. Tehlikeli olan imajlar, resimler değil, Tanrı’nın niteliklerini bozan fikirlerdir. Bunlar egoizmimize göre düşüncelerimizle ve zevklerimizle kafamızda “resmettiğimiz” yanlış imajlardır. Zaten Tanrı’nın, İsa aracılığıyla kendisini tanıtmasını kabul etmeyen herkes, Yehova Şahitleri olsun, Müslüman olsun, Budist olsun, herhangi başka bir dine ait olursa olsun, göz önünde Tanrı’nın, gerçeğe uymayan bu yanlış imajlarını tutar.

O halde Tanrı’nın bu emrini, şöyle algılamalıyız: Tanrı’nın sana verdiği görüntüsünü kabul et, O’nu kendisini tanıttığı gibi tanı, O'nun istediği gibi O’na tap ve arzularını gerçekleştir ve O’nu, yolladığı Oğlu İsa’nın sesi aracılığıyla dinle! Bu emre uymak için de, devamlı olarak Tanrı’nın Sözünü dinlemek gerekir, öyle ki çehresi, kalbinin bizim için duyduğu derin arzuları, yaşamımızın temeli olsunlar ve bizi çevreleyen dünyayı herkes için bir bayrama çevirsinler!

 

II. TANRI’NIN RAB'BİN ADINI BOŞ YERE AĞZINA ALMAYACAKSIN

13.

Kutsal Kitapta ikinci emir şöyle der: "Tanrın Rab’bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü Rab, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır” (Çıkış 20,7). Bu söz Tanrı’nın adıyla ilgilidir. Ad nedir? Bir kişiyi başkalarının arasından ayırmamızı ve tanımamızı sağlayan terimdir. Tanrı’mızı, insanların taptığı diğer sayısız tanrılardan ayırmak için kullandığımız söz hangisidir? İsa’dan önce “İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı” denirdi, İsa’dan sonra ise, “Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı ve Babası” diye çağrılır. Biz Tanrı’yı daima insan isimleri aracılığıyla, dünyada yaşamış somut kişilerin isimleri aracılığıyla belirtiriz, böylece boş hayaller arkasında koşmayız. Tanrı bir fikir değildir, tanınabilen biridir! İbrahim O’na iman etti ve O’na itaat etti, bunun için de yaşamı Tanrı tarafından ve Tanrı’nın ona yönelttiği Söz tarafından şekillendirildi. İsa bize, aynen kendisinin de dua ederken veya halkı eğitirken yaptığı gibi, Tanrı’ya “Peder”, yani “Baba” diye hitap etmeyi öğretti. O’nun ismini boş yere ağza almak ne demektir? “Boşuna”, bir hiç yerine söylemektir. Hiç, var olmayandır. Kutsal Kitaba göre de var olmayanlar, putlardır! O halde Tanrı’ya bir putmuş gibi davranmayacaksın! Yani O’nu, önemsiz bir şey gibi, yaşamının bir kenarına koymayacaksın, O’nun, senin iyi ve kötü her istediğini yapmana izin vereceğini düşünmeyeceksin!

14.

İsmi telaffuz etmek, birinin mevcudiyetini istemektir, birini çağırmaktır. Peder’in mevcudiyetini istemek, bizi yaratanın mevcudiyetini istemektir. O’nun mevcudiyeti Oğlunu kurban olarak verecek kadar bizi sevenin, O’nun şanını paylaşmamızı isteyenin mevcudiyetidir! Sadece “Peder” adı değil, O’nun tüm niteliklerini belirten sözler, İsa’nın adı ve unvanları ve azizlerinkiler sevgi ve saygıyla kullanılmalıdırlar. Bunları boş, gereksiz, değersiz, yersiz konuşmalarda, yalan ve boş şahitlikler için, kibir ve kendini beğenmişliği desteklemek için veya kendini övmek için kullanmak, şakalar veya fıkralarda kullanmak gerçekten hakaret ve saygısızlıktır. Daha kötüsü, küfürdür; küfür etmenin, yani Tanrı’ya ve armağanlarına karşı hakaretli konuşmanın öldürücü günah olduğunu söylemeye gerek yoktur: bunu yapmak Tanrı’nın ve insanların düşmanı Şeytanın sesine uymaktır, sesini duyurmaktır! Küfür etmek öyle büyük bir günahtır ki, hiç bir dinde insanların bunu yapabileceği düşünülemiyor: ama maalesef bu günah, Hırıstiyanlar arasında yaygın oldu, çünkü onlar, Tanrı’nın incinmeyip öç almadığını, O’nun merhametli ve iyi olduğunu bilerek, O’ndan korkmuyorlar. Gerçekten bu, büyük bir ayıptır! Elbette Tanrı incinmiyor, çünkü O’na hiçbir küfür dokunamaz, hatta O, küfür eden insanlara acır, çünkü artık onlar bütünüyle Şeytan’a bağlı olup, onun emrindedirler.

Kutsal Kitap’ta ve İncil’de küfürden bahsedilince daha çok Tanrı’ya Şeytanın işlerini veya Şeytan’a Tanrı’nın işlerini yüklemektir. Bu yüzden insanların işlediği kötülüklerin suçunu Tanrı’nın üstüne atmaktan sakınalım! Bunun için İsa, kendisini Şeytanın işlerini yapmakla suçlayanların ve insanı mahvetmek için geldiğini söyleyenlerin af edilmeyeceğini söylemektedir. Nitekim tek Kurtarıcıyı seni mahvetmekle suçlarsan, kurtuluşu istemek için kime yöneleceksin?

15.

Biz ikinci emre, Babamız olan Tanrı'mızı övmeye ve yüceltmeye bir davet olarak, bakıyoruz! O'nu seviyoruz, bu yüzden O'nunla seve seve konuşuyoruz ve fırsatımız olunca seve seve O'ndan konuşuyoruz. Herkese O'nun iyiliğini ve merhametini, Sözü'nün gerçeğini ve sadakatini tanıtmayı arzu ediyoruz! O’nun sevmekte ve affetmekte yeteneksiz, ya da bilgisiz ve tedbirsizmiş gibi, O'na ne yapması gerektiğini öğretmiyoruz, hatta bunu düşünemiyoruz bile. Tersine her iyi ve güzel olay için O'na şükrediyoruz, aynı zamanda da O'na güvenerek bize acı vereni de kabul ediyoruz ve O'ndan gelen yardımı bekliyoruz. Mezmurlar Rabbi övmek için ve her olayda O'nun kurtaran, arındıran, yenileyen, düzelten, teselli eden, olgunlaştıran müdahalesini görmek için bize büyük yardımcı oluyorlar! O'nun hakkında konuşmak için en güzel ifadeleri arayalım, fakat Onunkilerden daha güzel sözler bulabilir miyiz? Bunun için övgü ve şükranlarımızı ifade etmek için, Kutsal Yazıların bize bağışladığı sözleri kullanalım! "Rabbe övgüler sunun! Ne güzel, ne hoş Tanrı'mızı ilahilerle övmek! O'na övgü yaraşır" (Mez 147). Azizlerden ve özellikle Meryem Ana'dan örnek alabiliriz: "Canım Rabbi yüceltir ve ruhum Kurtarıcım Tanrı'da kıvanç bulur. Güçlü Tanrı benim için yüce işler yaptı. O'nun adı kutsaldır"! Eğer Kilise'nin hazırladığı Övgü Duasını kullanarak dua edersek, her gün, Rabbin Sözü olan Mezmurlarla dua etmiş oluruz; bu şekilde Rabbi överken, gitgide O'nu daha çok tanıyacağız ve ruhsal yaşamımız da olgunlaşacaktır!

 

III. TANRI’NIN GÜNLERİNİ KUTSAL SAYARAK KUTLA

16.

"Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabbe Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksın. Çünkü ben, RAB, yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü'nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim." (Çıkış 20,8-11). Bu üçüncü emirdir. Kutsal Kitap’ta birçok ayrıntı ile anlatılır, Kilisenin Öğretisinde ise daha kolayca ezberlenmesi için böyle özetlendi: Tanrı’nın günlerini kutsal sayarak kutla! İsrail halkının bu emre itaat etmesi çok önemli oldu: yaşadığı ağır zorluklar ve sayısız ayartmalara rağmen, yüz yıllar boyunca bu itaat halkı koruyup, yok olmamasını sağladı. Şabat Günü'nü kutlama emri bir peygamberlikti: nitekim Şabat Günü ümitle dolu bir gündü, Mesih'in gelişini ve kurtuluşunu beklemekti! Biz Mesih'i, Şabat Gününden sonraki günde, yani O’nun ölülerden dirildiği günde, İsa'da tanıyıp, kabul ettik. Bu yüzden Şabat gününün peygamberliği artık gerçekleşti. Şimdi bizim için Şabat günü 'Rabbin Günü'ne, yani Pazar gününe hazırlıktır. Rabbin Günü'nü, sadece kazanç kaynağı olan işlerinden ve dolayısıyla dünyevi kaygılardan uzak kalarak değil de, daha çok İsa'nın ölümünü ve dirilişini anımsayarak kutluyoruz! Ayrıca bu günde ailelerimizde ve Hıristiyan cemaatlerimizde Rabbin en büyük öğretişini, yani karşılıklı sevgiyi daha derin bir şekilde yaşamak istiyoruz.

17.

Tanrı’nın günlerini kutsal sayarak kutla! İmanın her ifadesine anlam veren, İsa’dır, çünkü düğünü kutlayan Damat O’dur ve şakirtlerini bu sevincine katılmaya davet etmektedir. İsa’yı göz önünde tutarak oruç ve sevinç bambaşka bir anlam kazanır (Mk 2,19-20); günler de O’ndan değer kazanır, çünkü O, Şabat Günü’nün Rabbidir (Mk 2,26). O, muhafaza edilsin diye yeni tulumlar gerektiren yeni şaraptır (Mk 2,22): Pazar günü, Hıristiyanların İsa’ya olan sevgilerini ve sevinçlerini muhafaza eden yeni tulumdur! Biz bu kutsal günü kutlamak istiyoruz. Pazar günü diğer günlerden değişik, farklı, “ayrılmış” bir gündür. Biz de bu günde Tanrı’nın kendi adının kutsallığını gösterirken yaptığını yapıyoruz (Hez 36,23ss): İsa’nın etrafında toplanıyoruz, zamanı ve düşüncelerimizi para kazanma hırsından ve egoizmimizi besleyen her açgözlülükten arındırıyoruz; içimizde, taş yüreklerimizi etten yüreklere çeviren yeni Ruh’un, Kutsal Ruh’un gelişini sağlayan başka şeyler yapıyoruz. Bu günü kutlamayan, Tanrı’nın babalığını inkâr etmekte, O’ndan uzaklaşıp kendisini en gerçek sevinçlerden mahrum etmekte ve kendi yaşamını mahvetmektedir. Tanrı’nın diğer evlatlarıyla toplanmayan, aklını ve bedenini egoizmin arzularından arındırmayan, Kutsal Ruh’u almak için hiçbir şey yapmayan (ne dua, ne ayine katılma, ne de Söz’ü dinleme), Rabbimiz İsa’nın dirilişinin gününü kutsal saymayıp, kutlamıyordur ve ‘ölümün efendisi’ olan günaha boyun eğmektedir. Efkaristiya’ya ve diğer dualara katılmak, fakirlere ve muhtaç olanlara yardımcı olmak, kendi ailesinin birliğini korumakla ilgilenmek, cemaati geliştirmeye çalışmak, Pazar günlerini kutsal sayarak kutlayan bir Hıristiyan’ın tipik davranışlarıdır.

18.

Pazar günü İsa’nın, Son Akşam Yemeğinin yapıldığı yerde toplanmış şakirtlerine gelip ortalarında durduğu ilk ve sekizinci gündür.

İsa kendi mevcudiyeti ile buluşmalarını kutsadı, cumartesinden sonraki günü kutsal kılıp, kendisiyle buluşmaya adadı! Pazar gününde dinlenerek, iş ağırlığından uzaklaşarak, iman kardeşlerimizle birlikte buluşarak, şimdiden, hedefimiz olan cennetin mutluluğunu birazcık tatmaya başlıyoruz. Pazar günü sevinç günüdür! Bu gün, egoizme ve yüzeyselliğe değil, Tanrı’ya adanmış bir gündür. Pazar günü, yaşamımızda Peder’in sevgisi, Kutsal Ruh’un birliği ve Mesih İsa’nın haçının hikmeti parlamalıdır! Bu günde sadece kendini düşünen, sadece eğlenmek isteyen, bu günü kutlamıyor, tersine bu günün anlamını yok ediyor, bu günü ‘boşaltıyor’ ve git gide onu en usandırıcı güne çeviriyor. Kilise iki bin yıllık hikmetiyle biz imanlılara, hem işlerden uzaklaşmak, hem de Efkaristiya Ayinine katılmanın hayatımız için çok önemli olduğunu durmadan söylemektedir. Hatta, bunu yapmayanların ağır bir suç işlemiş olduğunu hatırlatmaktadır. Nitekim böyle davranan Hıristiyan kısa bir zamanda, Hıristiyan olmanın ne demek olduğunu anlamayacak hale gelecek, yavaş yavaş cemaatten uzaklaşacak ve İncil'e olan bağını kaybedecek. Sen gerçekten Rabbin Günü'nü kutlamak istiyor musun? O zaman aktif bir şekilde Efkaristiya Ayinine katıl, bu günde yardıma muhtaç insanlarla ilgilen, yalnız yaşayanlar için biraz zaman harca, eğlendirici ve dinlendirici faaliyetler aracılığıyla (fakat sadece bunlarla değil!) ailenin ve cemaatinin birliğini güçlendir, özellikle de kendi din eğitimin ve duan için zaman ayırmaya çalış. Maalesef günümüzde ticaret dünyası insanları ve aileleri, pazar günlerini büyük alış veriş merkezlerinde gezerek, gerekli ve gereksiz alış veriş yaparak, geçirmeye özendiriyor. Sonuç olarak çok insan bu günde çalışmaya mecbur oluyor ve daha da kötüsü, aileler bu günün değerini unutarak, yüzeysel bir şekilde yaşamaya teşvik ediliyorlar. Bu yüzden ben seni, iş günlerinde alış veriş yapmaya davet ediyorum; satıcıların da, Rabbin gününü tadıp kutlayabilmelerine yardımcı ol! O zaman İbraniler'e mektubun yazarının tavsiyesine göre davranmış oluyorsun: "Sevgide, iyi işlerde birbirimizi nasıl isteklendireceğimizi akıldan çıkarmayalım. Bazılarının alıştıkları gibi, ruhsal toplantılarımızı bırakmayalım. Bunun yerine Son Gün'ün yaklaştığını gördükçe birbirimizi yüreklendirelim." (10,24...).

 

IV. ANNENE VE BABANA SAYGI GÖSTER

19.

Annene babana saygı göster. Öyle ki, Tanrın Rab’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun.

Dördüncü emir, insanlara karşı sorumluluklarımızı hatırlatan ilk emirdir. Tanrı’nın Sözünün de karşımıza çıkarttığı ilk insanlar ebeveynlerimizdir. Tanrı yanımızda ilk önce bize yaşamı verenleri görür, onlar O’nun sevgisinin ve her şeye kadir oluşunun araçlarıdır. Niçin onlara saygı duymalıyız? Çünkü Tanrı bize yaşam vermek için onların sevgisinden faydalandı. Onlara saygımızı nasıl gösterelim? Biz de onlar için Tanrı’nın sevgisinin araçları olalım! Bu emir, “Annene ve babana itaat et” dememektedir. Çünkü anne ve babalar da insandır ve onlarda egoizmin veya dünyanın kötülüklerine boyun eğebilirler. Tanrı yersiz ve yanlış eğilimlere itaat etmemizi istemiyor, bunlar anne ve babalardan gelseler bile. O halde anne babamıza nasıl saygı göstermeliyiz? Bunu öğrenmek için İsa’nın Sözüne ve örneğine bakalım: onun da sevecek ve saygı gösterecek ebeveynleri oldu. Çocukken, din öğretmenlerini dinlemek için üç gün Yeruşalim’deki Mabette kaldığında da onlara saygı gösterdi. Onlara acı çektirerek de olsa, kendisinin onların malı olmadığını ve Tanrı’nın çağrısına sadık kalması gerektiğini açıklayarak anne ve babasına saygı duydu. Sonra yıllarca onların yanında kalıp, onlara itaat ederek, Baba’nın çağrısına cevap vermek için hazırlanarak onlara saygı gösterdi. Annesine, her şeyden önce onun fiziksel anneliğinin değil de, Tanrı’nın Sözüne itaat etmesinin önemli olduğunu söyleyince annesine büyük saygı göstermiş oldu. Sonunda haçtayken de, annesine havarisini sevmesinin yeni görevini verdiğinde ve annesini havariye emanet ettiğinde, annesine çok büyük bir saygı gösterdi.

20.

Dördüncü emir sadece evlatların ebeveynlerle olan ilişkisi ile değil, ama ilk önce ebeveynlerin, evlatlarına sonra da evlatların, kardeşlerine, akrabalarına ve bütün eğitimcilerine olan sevgisi ile ilgilidir. Bu sevgi emredilmez, çünkü içgüdüseldir, doğal olarak insan yüreğinde bulunur. Ancak bu sevgi de, ayartmalardan özgür değildir: kendi menfaati ve hırsları önünde, ya da başkalarının günahları ve eksiklikleri önünde azalıp, yok olabilir. Bu yüzden Tanrı’nın emri bize yardımcı oluyor. Tanrı, maddi çıkarın veya kişisel gururun, ya da herhangi başka bir şeyin, doğal olarak içimizde doğan bu sevgiyi yok etmesini, onun üstüne gelmesini istemez. Çünkü ebeveynlere ve akrabalara olan bu doğal sevgi Tanrı’nın eseridir ve onu geliştirip, korumalıyız; hatta onu sadece içgüdüsel bir sevgiden istenilmiş ve karar verilmiş bir sevgiye, Tanrı’nın nankör halkına olan sevgisinin olduğu gibi, sadık bir sevgiye dönüştürmeliyiz. Kutsal Yazılarda yazıldığı gibi, “aklı başında değilse de”, anne ve babana saygı göstermek, yaşamımızın ‘sağlıklı’ olduğunun işaretidir. Tıpkı son hedefimizi daima göz önünde tutmamız gerektiği gibi, aynen nereden geldiğimizi de hatırlamamız gerekir. Çocukken, ebeveynlerimize itaat etmekle onlara saygı gösteririz, büyükken Tanrı’ya itaat etmekle onlara saygı gösteririz! Hikmet ve iman ile, iyilik ve dengeli sevgi ile dolu olgunluğumuz bize yaşam verenleri onurlandırır. Tanrı’dan uzak yaşayan, yönünü şaşıran ve hiçbir prensibe değer vermeden yaşayanlar, ebeveynlerinin şereflerini lekeler. Onlar, maalesef sık sık olduğu gibi, ölecek kadar üzülürler.

21.

Anne babana saygı göster! Tanrı’nın ailemizle ilgilendiğini gösteren bu emir sayesinde ebeveynler çocuklarına tam bir şekilde hayat vermeye teşvik ediliyor. Hıristiyan anne babalar, sadece dünyaya evlat getirmekle yetinmiyor, çocuklarının büyümesi ile, eğitimleri ile, yiyecekleriyle, sağlıklarıyla ve özellikle inançları ile de ilgileniyorlar. Öyle ki, imanları zayıf ve ‘hasta’ olmasın, tersine hem günlük hem de büyük yaşam kararlarında etkili olsun. Ebeveynler evlatlarına ebedi yaşamı bağışlayan diri ve gerçek Ekmeği de sağlamak istiyor. Dolayısıyla onlarla beraber dua ediyorlar ve evlatlarının, küçükken itibaren Tanrı’nın yakınlığını hissedebilmelerine çalışıyorlar. Evlatlar, kendi kardeşlerini ve diğer akrabalarını sevmek için ebeveynleriyle işbirliği yapmalıdır. Aynı şekilde aile olarak, yardıma ihtiyacı olan yaşlı veya diğer akrabalarına el uzatmalıdır. Akrabalık ilk cemaattir, doğal bir cemaattir, şimdilik Kilisede ve sonunda Azizlerin ebedi cemaatinde yaşanan birlik sevincinin ufak bir tecrübesi gibidir. Bu birlik bize neşe verir, aynı zamanda bizim için bir görevdir. Öyle ki, akrabalarımız arasındaki ilişkimizi kutsal ve sağlıklı tutalım. Zayıf ve güçsüz olanlarımız imanda güç bulsunlar ve ailelerinin himayesinde Göksel Baba’mızın sevgisini hissetsinler!

 

V. ÖLDÜRME

22.

Öldürme! Beşinci emir kısacık, ama düşüncelerimize ve kalbimize çok bağlıdır ve onların içlerine çok derine gidiyor! Tanrı, yaptığını bozmamıza izin vermiyor: O, insanı yaratmak için tüm sevgisini kullandı, ona yaşam verdi, onu işbirlikçisi, hatta kendisine benzer kıldı ve bizim O’nun yarattığı değerli eseri yok etmemizi kabul edemez! Hiç kimsenin Tanrı’nın eseri olan yaşamını yok etme! Bu emri harfi harfine alırsak, onu küçültmüş oluyoruz, çünkü Tanrı, sadece fiziksel olarak öldürmemizin yasak olduğunu ima etmemektedir. İsa Tanrı’nın sözlerini daha dikkatli dinleyip anlamamızı öğretmişti. “Atalarımıza, ‘Adam öldürme. Öldüren, yargılanmayı hak edecek' denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecek. Kim kardeşine aşağılayıcı bir söz söylerse, Yüksek Kurul'un yargısını hak edecek. Kim kardeşine ahmak derse, cehennem ateşini hak edecek” (Mt 5,21-22). Kimsenin yaşamına ne fiziksel olarak, ne psikolojik olarak ne de ruhani olarak zarar verme! Eğer bir kardeşine karşı ret veya hor görme sözleri kullanıyorsan, öldürmeye başlamış oluyorsun. Eğer birine kızıyorsan, onun kişiliğine, sana ait herhangi bir şeyden veya projeden daha az değer veriyorsun demektir. İsa başkalarının yaşamına zarar vermemeni buyurmakla kalmıyor, yaşamlarına hizmet etmeni istiyor. Hatta, “Kendini başkalarının hizmetkarı yaparak, herkese yaşam ver! Küçük veya büyük, herkesin yaşamı daha iyi olsun diye kendini ver!” diyor sana. “Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkârı olsun” (Mt 20,26s). Ancak maalesef bizler kendi üzerimize eğiliyoruz ve başkalarının, sadece egoizmimizi tatmin etmelerini bekliyoruz. Bu şekilde, öldürdüğümüzün farkında bile değiliz!

23.

Öldürme! Dünyada varolan çeşitli kültürler bu konuda da birbirlerinden farklıdır, çünkü her kültür insan hayatına farklı bir değer vermektedir. İncil’in mesajının ulaşmadığı, hem ilk hem de modern çağların ulusları, insan hayatına sınırlı bir değer verirler: kolayca hem bebekleri hem de yaşlıları, hem akrabaları hem de yabancıları, hem ‘suçlu’ hem de suçsuz insanları öldürürler! Biz Hıristiyanlar, iki bin yıl boyunca Kutsal Ruh’un aydınlattığı zihniyeti benimsettiğimiz için insan hayatını son derecede kutsal olarak saymaktayız. İnsan hayatı, anne karnındaki başlangıcından itibaren kendi doğal sonuna kadar kutsaldır, çünkü Tanrı’nın armağanıdır, sahip çıkabileceğimiz değil, tersine hizmet yapmamız gereken bir gerçektir; her insan hayatının önünde kendimizi Tanrı’nın hizmetkârları ve işbirlikçileri hissetmeliyiz. Bu yüzden bizim için, kürtajı önermek ve gerçekleştirmek, kaza geçirilmiş insanın yardımına koşmamak, kendine bakamayan sakat insanla ilgilenmemek, bir hastayı yalnız bırakmak, çok ağır bir günahtır. Mesela Avrupa’da bütün vatandaşların vicdanlarının Hıristiyan prensiplerine bağlı olduğu zamanlarda, toplum yasaları insan hayatının değerini benimsiyordu. Fakat Hıristiyan inancına olan bu bağlar kopunca, önemsiz ve bencil menfaatler bu önemli yasaları değiştirmeye başladı, mesela kürtaj konusunda. Ayrıca şimdi, bilinçli veya bilinçsizce ölümü isteyen hasta ve yaşlıların öldürülmesine izin verme eğilimi, var bile. Ancak biz, Tanrı’nın “öldürme” emrinin, insani yasalardan değil, Tanrı’nın ağzından geldiğini bilmekteyiz! Bundan dolayı insan hayatına, kendi başlangıcından doğal sonuna kadar, saygı göstermeye devam ediyoruz: nitekim insan acısının da, sayılamaz bir değer taşıdığını biliyoruz: Tanrı, kurtuluş projeleri için onu da kullanır!

24.

Öldürme! Tanrı’nın bu Sözüne itaat ederek ve bu emri, İsa gibi pozitif bir ışıkta okuyarak, tüm ölüm düşüncelerimizi, yaşam düşüncelerine çevirmek istiyoruz. İlk önce başkaları hakkında kötü düşünmekten vazgeçelim, şüphelerimizi uzaklaştıralım, herkesin kurtulmasını arzulayalım, hatta cinayet ve haksızlıklar yaparak başkalarına büyük acılar yaratanların da, kurtulmasını arzulayalım. İsa ile birlikte yüreğimizde şunu tekrar edelim: “Babam, onları affet, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar!”. Sadece bizi selamlayanları sevmekle kalmayalım, bize karşı kötülük yapmak isteyenleri de sevelim. Bizi sevenleri sevelim, ama bizi aldatanları da sevelim: aksi halde sevgi olan Tanrı’nın şahitleri nasıl olabiliriz? Bize tatlılıkla konuşanları sevelim, ama kibir ve saygısızlık ile konuşanları da sevelim: biz birileri ve ötekileri için de Göksel Baba’nın işaretleri olmak istiyoruz! Bize iyilik yapanları sevelim, ama bizi evimizden veya hürriyetimizden mahrum etmek isteyerek bizi mahkemeye sürükleyenleri de sevelim: Tanrı’nın lütfu ile onlar ve başkaları için Rabbin Sözünün ve ebedi yaşamın değerinin şahitleri olacağız! Yüreklerinde kötülük taşıyanlar kesinlikle ilk olarak kendileri acı çekiyorlar, Baba’nın sevgisinin ‘müjde’sini tatmaları ve onun araçları olabilmeleri için Kutsal Ruh’a yalvaralım. Bana şöyle diyebilirsiniz: ‘Her şeyi bu şekilde algılamak, böylece düşünüp davranmak için aziz olmak gerekir!’ Zaten biz aziziz! Biz bedenimizde ve ruhumuzda Tanrı’nın kutsallığını taşıyoruz: bunu niçin göstermeyelim?

25.

Öldürme! Maalesef bazen birileri yaşamlarına son verirler. Bu çok ağır bir günahtır: sanki Tanrı’ya bizi yaratmakla kötü bir şey yaptığını söylemektir. Biz yaşamımızla, istediğimizi yapmaya hakkımız yoktur, çünkü yaşamımız Baba’ya şan vermemiz ve Oğlu İsa’yı onurlandırmamız için verilmiştir. Yine de kendilerini öldürenleri yargılamayalım: biz hangi kötü güçlerin etkisi altında kaldıklarını bilemeyiz, ayartmaların ne kadar güçlü olduğunu, psikolojik hastalıkların ne kadar ağır olduğunu bilemeyiz ve onlara dayanmanın zorluklarını, zayıflıklarını tahmin edemeyiz. Kabahati kimseye atmayalım: tersine Tanrı’nın bu aşırı hareketi yapmış olanları af etmesi için dua edelim. Ama söylemeliyiz ki, intihar büyük bir günahtır, hem Tanrı’ya hem de kardeşlere yapılmış bir hakarettir. Bunu özellikle gençlere söylemeliyiz. Bir intihar, akrabalara, tanıdıklara, arkadaşlara, cemaate çok büyük bir acı verir! Bir intihardan sonra etrafta hissedilen rahatsızlık, kendiliğinden konuşur: intiharın ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermektedir. Bu günahı işlemek isteyen birini duyarsak, ona yardım etmek için her imkânı kullanmalıyız: sadece onunla ilgilenmek ve insancıl bir şekilde ona yardım etmek yeterli değildir, onun dua etmesi için yardımcı olmalıyız, takdis istemesini sağlamalıyız, belki de rahibe gidip şeytan çıkarma duasını istemesini önermeliyiz. Çünkü intihar etme arzusu elbette şeytandan gelir, şeytan şiddetli baskılar ve sabit fikirlerle insanın kalbini köle edebilir.

“Öldürme” emri bizi sevmeye çağırır, Tanrı’nın şu diğer emrini tüm boyutlarında yaşamaya çağırır: “Komşunu kendin kadar seveceksin!”. Unutmayalım ki, her insan “komşu”muzdur! Hem acı çeken hem de mutlu olan komşumuzu, özellikle onun İsa ile karşılaşmasını sağlayarak, sevmiş oluruz. Çünkü İsa, gerçek kurtarıcıdır; yaşamın en derin anlamlarını tanıtan tek kişi de, O’dur. Yaşamımıza sevinç verir ve bizi bekleyen Baba ile buluşmamızı sağlar.

26.

Mesih İsa’nın ardından giden, sadece “öldürmeme”kle yetinmiyor! İsa’yı izleyen, başkalarının kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa, başkalarına öyle davranıyor! Kilise tarihine bakarsak, Kilise’nin, yani bizden önce yaşanmış iman kardeşlerimizin, insan hayatının her alanında durmadan ve tamamen kendini vererek, güçsüz olanlara ve acı çekenlere yardım etmeye uğraştığını görüyoruz. Dışlanmış ve hasta olanlara, öksüzlere ve eğitimsiz olanlara,... hayata ve hayatın gelişmesine hizmet edenler arasında Papalar ve Episkoposları, din grupları ve rahipleri, Hıristiyan krallar ve devlet adamlarını ve her ortamdan gelen erkek ve kadınları görüyoruz. Hastanelerin, yetimhanelerin, huzur evlerinin, üniversitelerin, meslek okullarının, işçi derneklerinin, kooperatiflerin ve insan hayatının gelişmesine hizmet eden birçok başka girişimlerin başlatıcılarının çoğu Hıristiyanlardır. Günümüzde de uyuşturucu bağımlıları ile mücadele merkezleri, zor durumlarda bulunan annelerin çocuk düşürmemelerine yardım eden Hayata Yardımcı Merkezleri ve insan hayatını destekleyen sayısız başka kurumlar Kilise’nin eserleridir, ve kesinlikle İncil’e olan itaatten doğdular. Bu şekilde, bizim için kendisini feda eden İsa’nın sevgisinin ışığıyla okunmuş beşinci emir toplumda ve dünyada meyve veriyor!

Biz, hayatımızın, her seviyede ve alanda bir hizmet ve bir armağan olması için, kültürel ve ruhsal eğitimimize özen göstererek de bu emri yerine getiriyoruz. Yaşamımızı, Tanrı’yla işbirliği yapmaya bir çağrı olarak saydığımız sürece, bu emre itaat ediyoruz. Baba’nın sevgisi ile işbirliği yapmam gerekiyor diyen kritere göre küçük ve büyük kararları alarak onu yerine getirmiş oluyoruz. Kendine doğru değer vermekten kaçınma: zar zor geçinme, aksine senin yaşamını Baba Tanrı’nın sevgisinin aracı ve uzatması kıl! Senin, Mesih’in Bedeni’nin üyesi olduğunu hiç unutma: bu, hem kendi hayatına, hem de bütün insanların hayatına daima olumluca değer biçmene yardımcı olacaktır! Bütün insanlar için Rab İsa hayatını verdi!

Beşinci emir hakkında daha başka tartışılacak zor, trajik ve hassas konular var: savaş, kendini savunma hakki, ölüm cezası. Bu durumlarda insana olan sevgimiz sert ve dramatik bir şekilde sınanır. İncil’i dinlemede ve Mesih İsa’nın sevgisinde olgunlaşıp, kendimizi Kutsal Ruh’a açıyorsak, bu durumları, Tanrı’nın babalığına tanıklık etmemizin fırsatları olarak, görebileceğiz.

 

VI. ZİNA İŞLEME

27.

“Zina işleme”. Bu altıncı emirdir. Tanrı büyümemize saygı gösterir: her şeyden önce ebeveynlerimize saygı duymamızı ister, çünkü çocuktan beri onların sevgisiyle çevriliyiz. Daha sonra aile dışındaki yakınlarımızla ve toplumla ilişkiye gireriz: beşinci emir, bu ilişkilerimizi sevgi ile yaşamaya çağırır! Altıncı emir ile ise daha sonra başlayan dönem hakkında bir söz söyler. Ergenlik ve gençlik yılları ile yeni arzular başlar, yeni bir aile kurmaya götüren ilişkiler ve duygular doğar. Bu aşamada fiziksel, psikolojik, ruhani güçler işbirliği içindedirler: her biri, Tanrı’dan aldığımız sevgi gibi, gerçek ve saf bir sevgi göstermelidirler, böylece de yaşamımız mükemmeliyete ulaşabilir. Cinsel enerji sevginin emrinde olduğunda mutluluğumuza katkıda bulunur, ancak sadece sevgimizin değil de, Baba’nın bütün yaratıklarına olan sevgisinin emrinde olmalıdır. Tersine cinsel enerji sadece zevki bulmak için bencilce kullanıldıklarında düzensizlik, fiziksel ve psikolojik hastalıklar, acılar yaratırlar ve bunlar kişiyi ve tüm toplumu zayıflatırlar. Bedenimizin cinsel arzuları diğer cinsten bir kişi ile sabit bir ilişkiyi kurma arzusundan önce doğarlar, fakat bu arzu ile birlikte gelişmelidir. Bu ilişki, ömür boyu sürecek bir karşılıklı desteğe, karşılıklı bir tamamlamaya yöneliktir. Bu şekilde gençler kendilerine ait bir aile kurmaya başlarlar: buna arzu ve ciddiyet ile hazırlanırlar ve bunu gerçekleştirmek için en iyi enerjilerini kullanırlar. Hıristiyan cemaati onlara tavsiyeler vererek yardım etmeye çalışır. Bu tavsiyeler sadece tecrübeden değil de, duadan ve Tanrı’nın Sözünü dinlemeden gelmelidir!

Bu emrin kapsadığı konular çoktur: olgun bir sevgiye eğitmek, evliliğe hazırlamak, evlilikte karı koca ilişkisi, cinsel yaşamın yanlış yönelmeleri, yani mastürbasyon, evlilik dışı ilişkiler, zina, boşanma, cinsel sapmalar, ırza geçmek, homoseksüellik, pornografi, pedofili, fahişelik. Bu yanlış davranışlar büyük üzüntülerin kaynağı olur.

28.

Altıncı emri kapsayan birçok konuya değindim. Günümüzde bu konulara değinmeyi gerektirmektedir: etrafımızı saran dünya, vicdanları sarsan ve yönlerini şaşırtabilecek birçok cinsel sapmalar ve bozukluklarla doludur. Daha zayıf ve eğitimsiz olanları düzensiz düşüncelere ve davranışlara itmektedir, ayrıca saygısız, terbiyesiz, başkalarına acı çektirmeye korkmayan kişiler yetiştirmektedir. Yaşlılarımız cinsiyet konusunda çok saygılı, hatta aşırı utanç duygusunda yetiştirildiler. Günümüzde ise tam zıt bir eğitim görülmektedir; şimdiki aşırılıklar namus duygusu eksikliğindendir. Sağlıklı bir denge uzak gibi görülmektedir, çünkü dünyamız Tanrı’yı dinlemek istememektedir.

Tanrı’nın insanı yaratırken, “erkek ve dişi” yarattığını hatırlamalıyız. O halde kadın ve erkek arasındaki cinsel farklılık ve cinsel çekicilik Tanrı tarafından istenmiş bir projedir. Tanrı, insanı öyle bir şekilde düşünmüştür ki, kendini tamamlaması için diğer cinsin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Onu, bu şekilde yaratarak, alçakgönüllülük yoluna yöneltmiştir ve onu, sevmeye ve başkalarının sevgisini kabul etmeye kabiliyetli kılmıştır. Sevmekte ve sevilmeyi kabul etmekte yetenekli olmasında insan Tanrı’ya benzer, hatta Tanrı’nın yaratma gücüne katılabilir, yani Tanrı’yla yaşam vermede işbirliği yapabilir. Bunun için cinsiyet çok kıymetli ve son derecede kutsal bir armağandır. İnsanların cinsiyetini yaralayan veya saptıran her şey Tanrı’yı yaralar. Yaşamın bu yönü ile dalga geçen fıkralar da küfür sayılabilirler!

29.

İnsan yaşamının her alanında olduğu gibi, cinsel alanda da denenme, hatta ayartılma imkanı var. Birçok kere büyüklerin hatası yüzünden çocuklar, cinsiyet hakkında bilmek istediklerini soramazlar; o zaman sorularının cevaplarını yanlış yerlerde ararlar: orada cinsiyetin güzelliğini ve potansiyelliğini göremez, sadece yüzeysel, eksik ve hatalı cevaplar bulurlar. Böylece şeytan onlarda aradığı elverişli toprağı bulur ve gençleri Tanrı’nın ışığından uzak bir yere sürükler: kolay ve sorumsuz yolu seçtirir, cinsiyeti sadece zevk kaynağı ve cinsel organları zevk aracı olarak gören yolu seçtirir. Böylece bedenin ve hayal gücünün zevkini artıracak yollar aranır, mastürbasyona ve kolay cinsel ilişkilere girilir. Bu ayartmalara düşenler, yüreklerini ve akıllarını bozarlar: artık karşılıksız bir sevgi için kendilerini vermeye çalışmayacaklar, hatta bunu kolayca yapamayacaklar, kendilerini en derin ve en hür sevinçlerden mahrum edecekler ve başkalarıyla huzurlu bir birliktelikten uzak kalacaklardır. Böylece yavaş yavaş, yaşamın sadece kendi zevkini aramaktan ibaret olduğu düşüncesi yayılır. Yapılacak bir evlilik de, sadece zevk almak olarak görülecektir, eşe sadakat ve evliliğin çözülmez bir bağ olduğu fikirleri olmayacaktır. Bu çerçevede aile planlaması yüzeysel olacaktır ve bu amaca ulaşmak için tüm teknik metotlar geçerli sayılacaktır. Bunlar eşler arası ahengi bozsa da, veya hamilelik ilk anlarında durdurulsa, yani kurtaja neden olsalar da, uygun bir yol gibi görülecektir .

30.

Aziz Pavlus İncil hakkında konuşurken, bunun Tanrı’nın büyük bir kargaşa içersinde yaşayan ve kendine acılar yaşatan insanlığa, yolladığı bir merhamet mesajı olduğunu söyler. Romalılara Mektubu’nun başında putperestler hakkında konuşurken şöyle der: “Bu yüzden Tanrı, birbirlerinin bedenlerini aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa terk etti. Onlar Tanrı’yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular. Yaradan'ın yerine yaratığa tapıp kulluk ettiler. Oysa Tanrı sonsuza dek övülmeye layıktır. Amin. İşte böylece Tanrı onları utanç verici tutkulara teslim etti. Onların kadınları bile doğal ilişkiler yerine doğal olmayanları yeğlediler. Aynı şekilde erkekler de kadınla doğal ilişkilerini bırakıp birbirlerine karşı şehvetle yanıp tutuştular. Erkekler erkeklerle utanç verici ilişkilere girdiler ve kendi bedenlerinde sapıklıklarına yaraşan karşılığı aldılar. Tanrı’yı tanımakta yarar görmedikleri için Tanrı onları yararsız düşüncelere, yakışıksız davranışlara terk etti. Her türlü haksızlık, kötülük, açgözlülük ve kinle doldular. Kıskançlık, öldürme hırsı, çekişme, hile ve kötü niyetle doludurlar. Dedikoducu, yerici Tanrı’dan nefret eden, küstah, kibirli, övüngen, kötülük üreten, ana baba sözü dinlemeyen, anlayışsız, sözünde durmaz, sevgiden yoksun ve acımasız insanlardır. Böyle davrananların ölümü hak ettiğine ilişkin Tanrı’nın buyruğunu bildikleri halde, bunları yalnız yapmakla kalmaz, yapanları da onaylarlar” (Rom 1,24-32). Havari bize, cinsel sapıklıkların, insanları huzurlu bir birliktelik yaşamaktan uzaklaştırdığını ve yönlerini şaşırttığını söylemektedir: bunlar, Tanrı’ya iman etmek istemeyenler için büyük bir ceza gibi görünmektedir. Ailemizi ve toplumu birçok kötülükten iyileştirmek istiyor muyuz? O halde fertlerini içgüdülere hakim olmaya, iffete, ahlaka ve “özdenetim”e yönlendirmeliyiz.

31.

Tanrı’nın Sözü açıktır: Aziz Pavlus’un da Romalılara mektubunda yazdığı gibi, Tanrı tarafından kınanan cinsel sapıklıklar çok ağır günahlardır. Bu günahlar kendilerine ve başkalarına acı verirler ve bozukluklar meydana getirirler. Eski Ahit’te, Sodom şehrinin yıkılmasıyla insanlara, eşcinsel davranışın ciddi bir günah olduğu açıklanmıştı. Bu günah tüm toplumu bozar (Yar 19)! Ancak Tanrı’nın Sözü, her türlü ahlaksızlığın, iffetsizliğin de kötü bir şey olduğunu söylemektedir. Ahlaksızlıkların içersinde gençlerin sadece zevk için kurdukları cinsel ilişkiler de dahildir. İşte Aziz Pavlus’un öğrettikleri: “Aranızda fuhuş, pislik ya da açgözlülük anılmasın bile. Kutsallara yaraşmaz bu. Aranızda açık saçıklık, budalaca konuşmalar, bayağı şakalar da olmasın. Bunlar size yakışmaz. Bunun yerine şükredin. Şunu kesinlikle bilin ki, fuhuş yapanın, pisliğe düşkün olanın ya da putperest demek olan açgözlü kişinin, Mesih'in ve Tanrı’nın ülkesinde mirası yoktur” (Ef 5,3-5). Gençlerin yaptıkları cinsel tecrübeler niçin günahtır? Çünkü bu tecrübeler sevgi ifadeleri değil, sevmeye hazırlamazlar, sevgiye yöneltmezler, hatta yaşamın, bir zevk arayışı olduğu düşüncesini yaratır. Kendilerini tutmaya alışmayan gençler sağlam bir aile kurmakta yetenekli olamazlar; kursalar da, bunun sorumluluğunu üstlenemeyecekler; egoist kalıp dengesiz olacaklardır. Kolayca zina işleyecekler, yoksa yaşamın amacını görmeyip, ümitsizliğe kapılacaklardır.

32.

Bir erkek ile bir kadın arasındaki sevgi, sadece sabit ve devamlı olduğunda ve eşlerin birbirlerine ömür boyunca devam edeceğini garantilediklerinde, doluluğuna erişmiş olur ve gerçek bir memnuniyet verir. Bu ortam, çocukların yetişmesi ve huzur içersinde büyümeleri için de, uygun ve gerekli ortamdır. Eşlerden birinin, eşinden başka biriyle gireceği cinsel ilişki veya evli olmayan birinin, evli biriyle gireceği cinsel ilişki, zinadır. Eski Ahit’te olduğu gibi, Yeni Ahit’te de, bu çok büyük bir günahtır: Tanrı’nın kutsamasını görmezlikten gelmek ve hor görmektir. “İsa onlara şöyle cevap verdi: «Musa, yüreklerinizin katılığından ötürü karılarınızı boşamanıza izin verdi; ancak, başlangıçta böyle değildi. Ben size diyorum ki, her kim karısını, zina haline son verme dışında başka bir nedenle boşarsa ve bir başkası ile evlenirse, zina etmiş olur. Boşanmış kadınla evlenen de zina etmiş olur»”. (Mt 19,8-9). Zina ağır günahtır, sadece ilgili olanlara yarattığı acı için değil, tüm toplum içerisinde yarattığı dengesizlik için öyledir. Yarattığı kötü etkilerin vadesi uzundur ve tahmin edilememektedirler. Zina işlemekten boşanmalar doğar, boşanmalardan da, evlat acıları ve çocuk ile gençlerin güvensizlikleri doğar. Çocuk yoksa da, kötülüğün ağırlığı aynı derecededir, çünkü bu davranış gençlerin sadakatsizlik kararlarını kolaylaştıran ve gençlerin, yaşam boyunca sabit ilişkiler kurmalarını engelleyen bir düşünme tarzı yaratmaktadır. “Skandal”, yani kötü bir düşünce tarzını yaratarak, gençlerin ve zayıf karakterlilerin günah işlemesini kolaylaştıran bir davranış, daima çok ağır bir günahtır: İsa, günah işleyerek kötü örnek olanlar ve dolayısıyla tüm cemaatin iman yaşamı kalitesini azaltanlar için çok ağır konuşmuştur (Mt 18,6-9; Mk 9,42-47)! Biz elbette zina işleyenleri mahkum etmek istemiyoruz, ama aynı zamanda yaptıklarının ağırlığını bilmezlikten gelemiyoruz. İsa’nın zinada yakalanan kadına davrandığı gibi davranmak istiyoruz: “Ben de seni yargılamıyorum, git, artık bundan sonra günah işleme!” (Yh 8,11).

33.

Gençlerde yeni moda, evlenmeden önce “sevgilerini” “deneme” ihtiyacını duymalarıdır. Bu sebepten evlenmeden önce bir müddet birlikte yaşamaya başlarlar. Aslında denenen, “sevgi” değildir, duygular veya, daha doğrusu, egoizmlerdir; bu iki egoizm uyuşur mu diye deneme yapılır! Duygusal hisler ve egoizm (biri ötekinin kendisini yeterince tatmin edip etmediğine bakmak ister!) sevginin olgunlaşmasını sağlamaz: evleneceklerinde, ve şayet evlenirlerse de, çoğu kez halen birbirlerini sunmayı öğrenmiş değillerdir. Kim evlenmeden önce partneri ile yaşamayı karar verirse ya da kabul ederse, belirsizlik, güvensizlik, gerginlik içersinde kalacaktır, çünkü her an büyük bir kolaylıkla terk edilebileceğini bilmektedir. Bu belirsizlikten etkilenir ve kabul etmek istemese de, şantaja maruz kalıyormuş gibi olur: “Partnerimin hoşuna gitmeliyim, yoksa beni terk eder”! Böylece de huzuru ve barışı yok. Sık sık bu huzursuz durum evlendikten sonra da acı çektirmeye devam eder. Bu modaya uyan gençler, sevgi kapasitelerini zor olarak olgunlaştırırlar. “Geleneksel” nişanlılık devresinde ise çiftler, uzun zaman için birbirlerini ararlar, arzularlar ve zorlukla da olsa beklemeye alışırlar. Bu sayede sebatlı olmaya alışırlar ve en önemlisi, gerçekten sevgi için birbirlerini sunma kapasitelerini artırırlar. ‘Denemede’ bu alışma, bu gelişme yoktur.

Ne kadar birbirlerini dinlemeyi, birbirlerine itaat etmeyi ve ortak kararlar almayı bilirler? Sevgi bu yönlerle de kanıtlanır, ayrıca gelişmesi için ve kendini gösterebilmesi için uzun zamana ihtiyacı vardır. Biz Hıristiyanlar olarak ruhani yöne de önem vermekteyiz. Ruhani yönden, evlenmeden birlikte yaşamak, yaşam temelini, Tanrı’nın ve Kilisenin kutsaması olmadan, hatta iman kardeşlerinin hiçbir takdisi ve birliği olmadan, atmak demektir. Evlilik Gizemi üzerinde kurulmayan aile sadece kendi gücüne güvenebilir ve elbette, Tanrı’nın kutsamasına ve lütfüne dayanmıyorsa, gerçek gücü az olacaktır. Eğer bu kutsama bilinçli bir şekilde reddediliyorsa, beraber yaşama temelinde kibir ve günah bile vardır.

Genç Hıristiyan ise, yaşamın bu alanında da ters istikamette gitmesi gerektiğini bilir. Yıllarca birlikte yaşayacağı kişiyle tamamen birlik içinde olabilmek için, kendisi gibi inanan biriyle bir aile kurmaya çalışacaktır: nişanlılık devresinden itibaren bu iman birliğini tadabilecektir. Nişanlık dönemini, Rab’be güvenip itaat ederek, cinsel arzularına hükmederek ve Kiliseyle birlik içersinde olarak, yaşayacaktır. Hıristiyan, eşine cennettin kapısına kadar eşlik etmesi gerektiğini bilmektedir: bu yürüyüşe yanlış yola koyularak başlayamaz ve başlamamalı!

Aziz Pavlus aile yaşamını sabit bir kararın gelişmesi olarak görür. Evlenen Hıristiyan, evlilikte Rab’be olan sevgisini ve sadakatini yaşar. Evlilik Rab’bin bir çağrısı olarak görünür, böylece Tanrı’nın sevgisinin ve merhametinin göstergesi olur. Kocanın, karısına beslediği sevgi İsa’nın Kiliseye beslediği sevgiyi gösterir: İsa “Kilise için kendini feda etti” (Ef 5,21-33). Aynı zamanda Kilisenin cevabı kadının, kocasına özgürce ve şefkatlice bağımlı olmasında gösterilmiş olur. İsa’nın Kilise ile olan ayrılmaz bağı, karı-koca arasındaki ayrılmaz bağda somut ve görünür olur. Onlar tutku, ya da duygular ya da bir sosyal sözleşme tarafından birleştirilmiş değillerdir; onlar birbirlerine bağlı ve sadakatlidirler çünkü onlarda İsa’yla olan birlik ve Kilise’ye aitlik var olup gelişir. Evlilik, Rab’be hizmet etme kararının günden güne somut ve görünür olduğu yerdir, Tanrı’nın mevcudiyetinin ve kutsallığının parladığı bir dağ gibidir!

34.

Tüm Hıristiyanlar gibi ben de 2006 futbol şampiyonası dolayısıyla, taraftarların “ihtiyaçları” için Almanya’ya beş bin fahişe “ithal” edildiği haberine hayret ettim. Bu sayının çoğunun de fahişelik yapmaya zorlandığını duydum. Bu konu hakkında Aziz Pavlus’un dediklerini dinleyelim: “Bedenlerinizin Mesih'in üyeleri olduğunu bilmiyor musunuz? Mesih'in üyelerini alıp bir fahişenin üyeleri mi yapayım? Asla! Fahişeyle birleşenin, onunla tek bir beden olduğunu bilmiyor musunuz? Çünkü «İkisi tek bir beden olacaklar» deniyor. Oysa Rab'le birleşen kişi, O'nunla tek bir ruh olur. Cinsel ahlaksızlıktan kaçın. İnsanın işlediği tüm diğer günahlar bedenin dışındadır, ama cinsel ahlaksızlıkta bulunan, kendi bedenine karşı günah işler. Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizde olan Kutsal Ruh'un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Siz kendinize ait değilsiniz”. (1Kor 6,15-19). Kendi bedenini satmak veya bir fahişenin bedenini kullanmak büyük bir günahtır, çünkü kişiyi mal olarak kullanmaktadır; sevgi eylemi yoktur. Bu hareketi yapan evli ise aynı zamanda zina da işler. Ayrıca suiistimal edilen kişi bunu yapmaya zorlanıyorsa, fakir ülkelerin kadınlarını yalancı vaatler ve şantajlarla köle eden tüccarların çok ağır suçlarına ortak olunur. Ayrıca çocukları suiistimal etmenin ve aile fertleri arasında cinsel ilişkilerin büyük günah olduğunu açıklamaya gerek bile yok; bunu herkes anlayabilir. Kendi bedenini veya başkasınınkini cinsel zevk için kullanmak, kendini sunmak olan gerçek sevgiye aykırıdır. Beden bu sevgi için yaratıldı!

Bir diğer konuyu da dile getirmem gerektiğini düşünüyorum. Bir kişinin, özellikle de bir gencin, bir takım sapık cinsel düşünceye yönelimli olması, bu kişinin sapık olduğu anlamına gelmez ve kendisini öyle görmesi de doğru değildir. Birini hatırlıyorum ki, bunun homoseksüelliğe eğilimi vardı. O artık kendini homoseksüel olarak görüyordu. Ona bunun sadece bir ayartma olduğunu söylediğimde yüreği büyük bir yükten kurtulmuş oldu. Eğer bir insanın intihar düşünceleri varsa, o artık intihar etmiş biri değildir! Bu düşünceler, her ne kadar tehlikeli olursa da, aslında sadece şeytandan gelen ayartmalardır. Bu yüzden bunları yenmeyi öğrenmek için iman kardeşlerinden yardım dilemek gerekir.

35.

“Herkes evliliğe saygı göstersin. Evlilik yatağı günahla lekelenmesin. Çünkü Tanrı cinsel ahlaksızlıkta bulunan ve zina edenleri yargılayacak”. (İbr 13,4). Ne kadar çok Hıristiyan, cinsel yönü de kapsayan Tanrı’nın Sözü’nü sevgi ile yaşamışlardır! Örnek olarak alabileceğimiz birçok insan vardır. Cinsel yaşamlarını, hayranlık uyandıracak bir sevginin kaynağı ve aracı olarak kullanmış birçok kadın ve erkeği unutmak istemiyoruz. Birçok şehidi hatırlayalım, bekâretlerini korumak için ölümü tercih edenler: Luçiya, Agnes, Çeçilya, Maria Goretti ve değişik yer ve zamanlarda yaşamış daha birçokları! Ne kadar çok evli çift de evlilik çağrılarını kahramanca bir sadakatle yaşadılar: Kaşya’lı Rita, Giovanna dö Şantal, Gianna Beretta Molla v.s… Kaç evli çift başka çocuklara sahip olamayacaklarından veya eşinin rahatsızlığına ve hastalığına saygı göstermek için evliliklerini, cinsel ilişki olmadan, huzur ve sevinçle yaşamaktadırlar. Birçoğu da, doğal doğum kontrolü hakkında bilgiler edinip sadece bu metodu seçmektedirler. Ne kadar çok aziz ve azize sevgi enerjilerini fakirlere, muhtaçlara, ufaklara, hastalara, ölüm döşeğinde olanlara, cüzzamlılara adayarak yaşamışlardır. Birçok Hıristiyan, onları duaya ve terk edilmiş kardeşlere hizmet etmelerine çağıran İsa’ya tüm sevme yeteneklerini sunmak için evlenmekten vazgeçiyorlar! Etrafımızdaki en güzel, en dikkatli ve cömert, en güvenilir kişiler, cinsel arzularına hükmetmeyi bilen ve sevgilerini itaatte ve hizmette Rab’be sunmuş olanlardır. Birçok kardeşimiz kendine hakim olan neşeli yaşamlarıyla bizim cinselliğimize saygı duymamıza cesaret vermektedirler ve onu iffet ve cömertlikle Tanrı’nın kutsaması altında yaşamamıza yardım etmektedirler.

İçimizden şunu sormak gelir: bu çok bozulmuş dünyada yaşayan gençlerimiz ve çocuklarımız, vicdanlarının ve yaşam alışkanlıklarının bozulmamaları için ne yapabilirler? Mezmur yazarı bile zamanında kendine bu aynı soruyu soruyordu: “Genç insan yolunu nasıl temiz tutar? Senin sözünü tutmakla!” (Mez 119,9). Onun verdiği cevap günümüzde de geçerlidir! Gençleri Tanrı’nın Sözü’ne yaklaştıralım, onlar da çamur ortasında bile olsalar, güzel ve kokulu çiçekler gibi büyüyeceklerdir! Tanrı’nın Sözü, bu dünyada iffetli ve dengeli yaşayabilmek için, gereken güç ve ışıktır: işte tek yol, işte sır! Rab’bin Sözü’nü aramak ve sevmek Azizlerin tavsiyesidir, çünkü Söz, bize tanrısal yaşamını tanıtıp ulaştıran Tanrı’nın armağanıdır!

 

VII. HIRSIZLIK YAPMA

36.

Yedinci emir, “hırsızlık yapma” o kadar açık ki, fazla açıklamaya ihtiyaç yoktur. Tüm insanlar hırsızlık yapmanın kaçınılması gereken bir kötülük olduğunu bilmektedir: nitekim hırsızlık yapan, yaptığı hareketi saklı tutmaya çalışır, çaldığı şey ufak olsa bile. Hırsızlık yapma! Bu emir “şey”lerle olan ilişkimize değinir, fakat “şey”lerle olan ilişkimiz insanlarla ve kendimizle olan ilişkimizi de gösterir! Hırsızlık, para veya bir şey, gözümüzde kişilerden ve iç huzurumuzdan önemli olduğunda gerçekleşir. Başkalarına ait olanı veya geçinmelerini sağlayan bir şeyi ele geçirme arzusu mutlaka bir ayartmadır. Bir şeye veya paraya sahip olma arzusu başkalarını hor görmemize ve onlara zarar vermemize yol açar. Bunun için Aziz Pavlus şöyle yazmıştır: “Her türlü kötülüğün bir kökü de para sevgisidir. Bazıları zengin olma hevesiyle imandan saptılar ve kendi kendilerine çok acı çektirdiler” (1Tm 6,10). Zengin olma arzusu kendi imanını inkâr etmeye bile götürür! Bu açgözlülük bir çeşit putperestliktir, çünkü parayı veya zenginliği Tanrı’nın yerine koyar. Para sadece çalındığı zaman değil, özellikle yüreğimizdeki imanı çaldığında çok tehlikeli olur. Sıkça gözlenen bir olay şudur: dulların, emekliliklerini kaybetmemek için, evlenmemeleri ve evlilik dışı ilişki yaşamalarıdır. Bu şekilde para imanın yerini alır, onlar için para Tanrı’nın, yaşamlarını kutsamasından ve Kutsal Gizemlere katılma imkanından önemlidir.

37.

Hırsızlık yapmanın birçok yolu vardır: dükkânlardan gizlice eşyalar alarak çantasına atanlar gibi; doğrudan başkasının malını çalanlar vardır; sahte tartılar kullanan veya fiyatları normal bir kardan fazla arttıranlar vardır; borç para vererek tefecilik yapanlar vardır; kamuya ait eşyalara zarar verenler vardır ve kendisi için çalışanlara doğru, layık olduğu maaşı vermeyenler vardır; işverenini aldatarak işini yapmayanlar, zamanını boşa harcayanlar, zamanını ve parasını ailesine, cemaatine ayıracağına bunları kötü alışanlıklara harcayanlar vardır. Bütün hırsızlık durumlarını sıralamaya imkân yoktur, çünkü başkasının veya kendi malını dürüst olmayan şekilde kullanmanın bin bir yolu vardır. Güvenerek danışılan avukat veya muhasebecinin veya başka sosyal derneklerin dürüst olmaması daha da ağır bir günahtır. Geleceği gördüğünü söyleyen sihirbazların ve medyumların, zor durumda kalmış olan cahil insanları aldatarak ve onların acılarından faydalanarak, para kazanmaları çifte günahtır. Bizler de, bazen bilmeden veya bunu önleyemeden, hırsızlık suçu işliyoruz: örneğin uluslararası şirketler, bankalara yatırdığımız paralarımız sayesinde kullandığımız malları üretmek için hammaddeyi fakir ülkelerden almaktadırlar. Bunlar çoğu kez fakir ülkelere haklarını vermeden çok düşük fiyatlarla alışveriş yapmaktadırlar. Bu hırsızlıklar tüm bir ülkeyi fakirleştirip köleleştirebilir. Biz her gün kahve veya çay içeriz, çikolata ve egzotik meyveler yeriz, pamuklu elbiseleri giyeriz, altın zincir veya pırlantalı ziynetler kullanırız. Ama düşünmüyoruz ki, bu malları ucuz bir fiyata alabilmemiz için, birçok kişi insanlık dışı bir şekilde yaşamaya mahkûm edilir. İşte o kişilere haksızlık yapıyoruz! Onların fakirliğinden ve bunun getirdiği sonuçlardan biz sorumluyuz; isyanlarından doğan şiddetten dahi. Bu haksızlıkların bir kısmını da olsa engellemek için etik çalışan bankalar ve yardım kuruluşları çalışmaya başlamıştır. Ayrıca Kilise, misyonerleri veya Caritas aracılığıyla, daima bu ülkeler için ufak veya büyük projeler üretmektedir. Bu kuruluşlara yapacağımız yardımlarla biraz da olsa adaleti sağlayabiliriz.

38.

Hırsızlık yapan bir kişinin Tanrı ile ve insanlarla barışmak istiyorsa elbette çaldığını iade etmesi gerekir. İncil bize Zakay’ın örneğini vermektedir: Zakay İsa ile karşılaştıktan sonra kendini mutlu ve gerçekten ‘zengin’ hisseder; artık onun yüreği huzur bulur. O zaman, daha önce çaldığı kişilere dört katını iade eder, hatta sadece bunu yapmakla kalmaz, zenginliklerinin yarısını da fakirlere dağıtır. İşte İsa’nın evimize ve yüreğimize gelmesinin meyvesi şu olmalıdır: O bizi zenginlik hırsından kurtarır, sevincin, zengin olmaktan geldiğine inanmaktan kurtarır, yaşamımızın tek zenginliği olan sevgiyi arttırmamızı öğretir! Kim hırsızlık yapıyorsa veya yüreğinde zenginleşme hırsı taşıyorsa, henüz İsa’ya kavuşmamıştır. Kendini imanlı ilan ediyorsa ve zenginlikler hayal ediyorsa, kendi kendini aldatmaktadır: imanı hasta ve zayıftır, boşunadır, ufacık bir denenme karşısında yok olacaktır. “Hırsızlık eden artık hırsızlık etmesin. Tersine, kendi elleriyle iyi olanı yaparak emek versin; böylece ihtiyacı olanla paylaşacak bir şeyi olsun!”. (Ef 4,28). Hıristiyan çalışarak, sadece kendi ailesi için değil de, fakirler ve hakları verilmeyen fakir ülkelerin yararına da kazandığını bilmektedir. Bunun için Hıristiyan kişi genç yaşından itibaren mesleğini seçerken, egoizmle sadece kendi faydasını düşünmemelidir, birçok kişiye faydalı olacak bir iş seçimi konusunda ona yardım edilmelidir. Mesih İsa’ya iman eden bizler, Kudüs’teki ilk Kilisenin örneğini aklımızda tutalım. İlk Kilisenin üyeleri kazançları ve mallarını havarilere veriyorlardı, bunlar da herkese ihtiyacına göre dağıtılıyordu, böylece cemaatte yoksul olan yoktu. Kilisede, aramızda, gururla ve örneklerini izleme arzusuyla bakabildiğimiz kişiler daima vardır: bunlar, Assisi’li aziz Fransua ve daha birçok Aziz gibi, fakirliği seçerek ve İsa’ya olan sevgileri için abartısız, örnek bir yaşam sürerek, toplumu Kutsal Ruh ile zenginleştiriyorlar.

39.

İsa ekinci masalını anlatırken şunu söylüyordu: “zenginliğin aldatıcılığı sözü boğar ve ürün vermesini engeller” (Mt 13,22). Bunun için İsa O’nun ardından gitmek isteyenlere, her şeyi bırakmalarını, satmalarını ve elde ettiklerini fakirlere dağıtmalarını tavsiye etti. Başka bir gün ise şunu dedi: “Dünyanın aldatıcı servetini kendinize dost edinmek için kullanın ki, bu servet yok olunca sizi sonsuza dek kalacak konutlara kabul etsinler (Lk 16,9). Lazar gibi gökyüzüne kabul edilecek fakirler, cömertliğimizden faydalandıkları için, bizim için şefaatte bulunacak arkadaşlar olacaklardır. Herkes İsa’nın zenginlik hakkında söylediklerini kabul etmiyordu: “Parayı seven Ferisiler bütün bu sözleri duyunca İsa'yla alay etmeye başladılar. O da onlara şöyle dedi: «Siz insanlar önünde kendinizi temize çıkarıyorsunuz, ama Tanrı yüreğinizi biliyor. İnsanların gururlandıkları ne varsa, Tanrı’ya iğrenç gelir” (Lk 16,14). Bunun için zengin olmak tehlikeli olabilir, imanımızı bile engelleyebilir. İşkariot Yahuda’nın mahvolmasının sebebi de budur: “Yahuda gitti, baş kâhinler ve tapınak koruyucularının komutanlarıyla İsa'yı nasıl ele verebileceğini görüştü. Onlar buna sevindiler ve kendisine para vermeye razı oldular” (Lk 22,4-5).

Görüyoruz ki, birçok millette zenginliğin artması o halklardan birçok kişinin, imanlarını terk etmesinin sebebi oldu. Bir mezmur şöyle der: “Zenginlikte yaşayan anlayışsızdır, ölüp giden hayvanlar gibidir”. Sirak Kitabı ise şöyle der: “Çok sayıda kişi kar elde etmek için günaha girmiştir; varlıklı olmak umudunu taşıyan kişi acımasız olmalıdır. İki taşın arasındaki oynak yere bir tahta çivi sokulur, aynı biçimde alıp satma işlemine günah takılır” (27,1-2). Bizim şeylerle ve para ile ilişkimiz daima bir mayınlı tarla gibidir: ne kadar dikkatli ve hazırlıklı olsak da, hiç yetmez. Ayrıca kim Şeytana itaat ederek zenginleştiyse ona borçlu kalır! Bu zenginlikler, oğullara ve torunlara geçtiği zaman bile, Şeytanın onların yaşamlarına karışıp, egemen olacaktır. Zenginliğin çekiciliğine kapılmamak için imana ve Tanrı’nın Sözüne sıkı sıkı bağlı kalmalıyız. İsa daima saklı hazinedir, elde etmeye çalışmamız gereken tek değerli incidir, çünkü kimsenin bizden alamayacağı sevinci veren tek O’dur.

 

VIII. YALAN YERE TANIKLIK ETME

40.

“Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin” (Çıkış 20,16). Hepimiz çocuklara, yalan söylememeyi öğretiriz. Hıristiyan kültüründe yalan söyleyen bir çocuk, yalanları ufak da olsa, sevimsiz olur, ona güvenilemez. Genelde bir çocuğun yalanları çok zararlı değildir, ama büyüdükçe güvenilmez bir genç olur. Yalancıya kimse güvenmez, sonucunda da ahenkli bir birliğin sevincinden mahrum kalır. Bunun için her yalan günahtır, çünkü kendi adının saygınlığından başka tüm ilişkileri, ailevi veya sosyal ilişkileri bozar. Yalanlar, özellikle başkalarına zarar verdiğinde de, büyük günahlardır. Başkaları ile ilgili sahte ve kötü haberler yaymak iftiradır ve büyük bir sevgi eksikliğidir. Dolayısıyla büyük bir günahtır. “Bunun için yalanı üzerinizden sıyırıp atın. Her biriniz komşusuyla gerçeği konuşsun. Çünkü hepimiz aynı bedenin üyeleriyiz” (Ef 4,25). “Birbirinize yalan söylemeyin. Çünkü eski yaradılışı kötü alışkanlıklarıyla birlikte üzerinizden çıkarıp attınız, eksiksiz bilgiye erişmek üzere Yaratıcısının benzeyişinde tazelenen yeni yaradılışı giyindiniz” (Kol 3,9-10). Ayrıca şu deyim hala geçerlidir: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”. Yani kimse yalanını uzun süre saklayamaz: er geç Tanrı’nın çocuğu olma saygınlığını ve onurunu kaybedecek. İsa’nın şakirdi Kutsal Ruh’u aldığını bilir, bunun için de Tanrı’nın yapmayacağını o da yapmak istemez. Gerçekten de Kutsal Ruh “gerçeklik ruhudur”, bunu İsa birçok kere söyledi (Yh 14,16). Yalan söyleyen bir Hıristiyan, inandığı Tanrı’yı da yalancı kılar. Halbuki Tanrı kimseye yalan söylemez ve kimseyi kandırmak istemez!

41.

Yalan yere yemin etmek gerçekten büyük bir günahtır. Bunu hele mahkemede yapan kişi, ve dolayısıyla bir masum haksız yere zarar görür veya mahkum edilirse, çok büyük bir günah işler. Yemin etmek tasdik veya inkar edilen bir bildiriye Tanrı’yı şahit olarak çağırmaktır. Hiçbir yemin insana saygınlık getirmez: kendisinin güvene layık olmadığını gösterir. İsa bize şunu öğretir: “Başınızın üzerine de ant içmeyin. Çünkü saçınızın tek telini ak ya da kara edemezsiniz. Evet'iniz evet, `hayır'ınız hayır olsun. Bundan fazlası Şeytan'dan gelir” (Mt 5,36-37).

İsa’nın, Pilatus’un “Gerçek nedir” sorusuna cevap verecek zamanı olmadı. Ama daha önce Havarilerine bunu söylemişti bile: “Gerçek Ben’im” (Yh 14,6)! Çünkü O, kimsenin görmediği ne de görebileceği Tanrı’yı, bize tanıtıyor: İsa’yı görerek Baba’yı tanıyoruz! Baba’yı tanımak, insanlara hangi sevgiyle bakmamız gerektiğini de bilmektir, ayrıca tüm zamanı İsa’nın dirilişinin ışığında okumaktır, tüm olayları da ebediyete girişimizi hazırlayan olaylar olarak görmektir. İsa Gerçek’tir: gerçekten de O, Tanrı’nın saklı sevgisinin, her olayda ve her insanda mevcut ve saklı sevgisinin, belirmesidir. Gerçeği de sadece Oğlu’na sevgiyle bakan Baba’nın bakışlarından öğrenebiliriz ve Aziz Pavlus’un dediği gibi, haçtan geçen sevgisi sayesinde gerçeği başkalarına gösterebiliriz: “Sevgiyle gerçeğe uyarak bedenin başı olan Mesih'e doğru her yönden büyüyeceğiz” (Ef 4,15)! O halde: “Yalan yere tanıklık etme” emri, İsa’nın, hayatında gösterdiği Tanrı’nın babalığının merhametini ve sadakatini gösteren şeyler yapmaya ve söylemeye bizi sorumlu kılar. Bunun için gerçeği söylemek her bildiğimizi daima ve herkese bildirmek değildir, sadece sevginin müsaade ettiğini ve sevgi, anlayış, barışı destekleyip belirteni söylemek demektir. Bu, aile içersinde, sosyal yaşamımızda, sır gerektiren görevlerde, hatta medyada da, göz ününde tutulmalıdır. Gazetelerde, dergilerde, internette yazanlar, radyo ve televizyonda konuşanlar, her çeşit ortamdan gelen insanın karşılıklı anlayışına, birliğine hizmet etmelidir. Her söylenen yalan insana ve Tanrı’ya saygısızlıktır, ancak ayrılık, kavga, savaş doğuracak, yüzeysel duygu veya ahlaksız düşünce tarzı yaratacak gerçek haberleri yaymak da, büyük bir saygısızlıktır. Sağlıklı bir denge zordur! Medyada çalışanlar Kutsal Ruh tarafından aydınlanmaları ve O’ndan hikmet ve ışık alabilmek için çok dua etmelidirler! Dua aracılığıyla gerçekten“barış sağlayanlar” olabilirler.

42.

Aile ilişkileri için samimi ve gerçekçi olmak çok önemlidir: karı, koca arasına yalancılık girerse “Tanrı’nın birleştirdiği” arasında bölünme olur. Bu ilişkide hiç yalancılık olmamalı: bu konuda dikkatli olan, yabancı kişilere karşı duygu ve ilişkilerden de uzak kalmaya uyanık olur, çünkü bu duygular aileyi yıkar. Eşler arasında karanlık köşeler olmamalıdır: her şey ışık altında olmalıdır, her birinin para kullanımı dahi açık olmalıdır. Birçok aile, eşlerden birinin yaptığı masrafları ve kazançları veya ekonomik ve finansal seçimlerini sakladığından, yıkılmaktadır. Ailenin iyi geleceği ve birliği için eşlerin bu konuda da alçakgönüllülükle ve huzurla birbirlerinden hiçbir şey saklamamaları gerekir.

Bir başka yalan şekli daha vardır. Bunu pek az kişi fark edip pişman olur, sadece evlatlarının imandan veya kilise yaşamından uzaklaştıklarını gören ebeveynler pişman olurlar. Bu yalan imanın gizemlerine karşı cahil olmaktır, iman etmenin nedenini soranlara uygun bir yanıt veremeyen yüzeysel Hıristiyanlar olmaktır. Bu yüzeysellik sebebinden Tanrı’mızın sevgisinin ciddiyetinin ve de İsa’nın ölülerden dirilişinin gerçeğinin şahitleri olmamaktayız. Bu en büyük yalandır, çünkü yaşamımızı Tanrı’nın Hükümdarlığı için faydasız, hatta kardeşlerimizin kurtuluşu için zararlı kılmaktadır, çünkü onların, Kurtarıcı’ya yaklaşmalarına engel olmaktadır. Hele ailede, iş yerinde veya başka ortamlarda tek Hıristiyansak bizim yalancı şahitliğimiz daha da çok kötüdür. Biz dünyanın ışığıyız, ışık da “tahıl ölçeğinin ya da yatağın altına” konulmaz ki! Biz başkalarının inançlarına saygı duyuyoruz diye İsa’yı saklı tutamayız ki! Onların yanılgıya düşmelerini istemiyoruz. İmanımızda güçlü olup sevgiyle Gerçek’te yaşayabilmemiz için çok dua etmeliyiz ve diğer imanlılarla birlik içinde kalmalıyız. İsa dünyaya “gerçeğe tanıklık etmek için” geldiğini söyledi. Biz İsa’nın bu zor görevine katılmak istiyoruz! Zor, ama gerçek mutluluk kaynağı olan bir görevdir!

 

IX. BAŞKASININ KARISINA GÖZ DİKME

43.

İsa: “Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, zaten yüreğinde o kadınla zina etmiştir” (Mt 5,28) dediği zaman “Başkasının karısına göz dikme” emrini düşünüyordu. Hepimizin birçok arzusu vardır, bunlar az çok güçlüdür, eylemlerimize yön ve anlam verirler ve bizi projeler yapmaya iterler. Ancak tüm arzularımız sağlıklı ve aziz değildir! Her şeye rağmen boyun eğmemiz gereken ve bizi mutlaka mutluluğa götürecek istekler değildir. Biz ayırt etmeliyiz. Arzularımız bazen ayartmalardır, bazen Tanrı’nın bize teklif ettiği yoldan bizi uzaklaştırabilirler, onları takip etmemiz sonucu yaşamımızı hatta başkalarının yaşamını da bozabilir. Biz aralarından doğru olanları seçip takip etmeliyiz, diğerlerinden ise vazgeçmeliyiz. Peki bunu nasıl ayırt edebiliriz? Bu seçimi Tanrı’nın Sözü ve Kilisenin öğretisi ışığında yapmalıyız. Bu konuda bizi tanıyan ve bizim için dua eden ruhani rehberimizin ya da bir rahibin yardımını isteyebiliriz. Bir arzumu gerçekleştirmeden önce, göksel Baba’ma ve kurtarıcım İsa’ya danışıyorum! Seçim yapmamız gereken arzularımız arasında duygusal yönümüzü ilgilendirenler de çok önemlidir. Kime kalbimi açabilirim? Kime duygularımı ve arzularımı açıklayabilirim? Biliyoruz ki, kalbimizi başkasına açmak bizi duygusal bir bağa götürebilir, hele o kişi bize sempatik geliyorsa. Bunun için evli olana samimiyetle kalbimi açmıyorum, kalbimi ona bağlama riskinden ve onun beni arzulaması riskinden kaçınmak için. Evli olan çok dikkatli olmalıdır, “Tanrı’nın birleştirdiğini ayırmamaya” dikkat edecektir. Kilisede ve ailemizde yaşamaya çağrıldığımız misyona sadık kalabilmek için, yüreğimizi gözetim altında tutarak, arzularımıza da hükmetmeyi öğrenmeliyiz.

 

X. BAŞKASININ MALLARINA GÖZ DİKME

44.

Komşunun evine, kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin! Onuncu emir Rabbin ve havarilerin birçok öğretisini ve tavsiyesini özetlemektedir. Zenginlik arzusu yaşamımızın birçok kararını ve eylemini etkilemektedir, aynen başka bir kadını ve erkeği arzulamak olduğu gibi. Zenginlik arzusu başkalarının zenginliğini kıskanmamızı sağlar ve düşüncesiz davranmamıza yol açar: hırsızlık, kandırma, aldatma, yalan, cinayet v.s. gibi. Tanrı’nın arzularına göre yönlendirilmeyen arzular ne kadar çok kötülük getirir! Arzularımızın bizi sürüklememesi için daima içsel duygularımızı kontrol altında tutmalıyız, öyle ki, Tanrı’nın arzusu doğrultusunda O’nun isteği ve sevgisi tarafından yönlendiriliriz. Başkalarının sahip olduğu şeyler, çok zengin olsalar dahi, bunları birçokları için sevgi aracı olarak kullanmaları için onlara emanet edilmiştir. Eğer onlar bu zenginliklerini kendi zevkleri, eğlenceleri için kullanıyorlarsa hikmetli davranmıyorlar demektir ve yargılanacaklardır. Aynı şekilde bizler de, bize emanet edileni, fakirler için sevgi aracı olarak ve insanlar arasında birlik kurmak için kullanmalıyız. Eğer tüm zenginlikleri bu gözle görmeyi bilsek, onları artık arzulamayacağız ve yüreğimiz sevmek için hür ve saf kalacaktır. Yüreğimizde zenginlik arzusu varsa başkalarına, kardeşlerini sevenin gözüyle değil, rakip gözüyle bakacağız. Tanrı’nın hikmeti bizi önceden uyarıyor: “Başkasının parasıyla evini yapmak, tabutun için taş toplamaya benzer” (Sirak 21,8) der ve şöyle davranmamızı önerir: “Varlığınız artsa bile, ona gönül bağlamayın” (Mez 62,11). Başka bir yazı ise şöyle söylemektedir: “Zenginliği seven hiçbir zaman paraya ve zenginliğe doymaz, zenginliğinin faydasını da göremez” (Vaiz 5,9).

45.

“...göz dikme”! Arzulama! Son iki emir yüreğimizin en şahsi kısmını ilgilendirir ve bizi nazik, ince bir ayırt etmeye çağırır. Benim arzularım nelerdir? Yüreğimin hazinesi nerede? Arzusuz yaşayamam; hareketlerime ve davranışıma hamle yaptıran ve teselli, ümit ve güç veren onlardır. O zaman Tanrı’nın arzularını benimseyeyim; Tanrı’nın arzuları, benim arzularım olacaktır. “Mesih'le birlikte dirildiğinize göre, gökteki değerlerin ardından gidin” (Kol 3,1), diyor bize aziz Pavlus. Şöyle de ekliyor: “Herkesle barış içinde yaşamak ve kutsal olmak için gayret edin” (İbr 12,14). Arzularımız şunlar olsun: tüm insanlarla barış içinde yaşamak ve Kutsal Ruh’u yaşamımıza kabul etmek! En derin arzularımız duaya dönüşür. Ve elbette Hıristiyan’ın duası Rabbimiz İsa’nın bize öğrettiği duada, yani “Göklerdeki Pederimiz” duasında özetlenmektedir. Tanrı’yı övmeyi arzu ediyorum, O’nun isteğini bilmek ve gerçekleştirmek, Hükümdarlığının inşasına yardım etmeyi arzu ediyorum. O’nun “ekmeğini”, yani söz verilen ve beni sevgide Baba’ya benzer kılan Kutsal Ruh’u arzuluyorum. O’nun affını kendim için ve kardeşlerim için arzuluyorum, böylece her evde ve her yerde gerçek barış olacaktır. Kötülük ve şeytanın her insandan uzak olmasını arzu ediyorum ve bunun için ısrarla dua ediyorum. Baba’nın hikmetini diliyorum, böylece uyum ve sevgi yolunda ilerleyeceğim ve kardeşlerime de yardımcı olacağım. Baba vaftiz anında beni Oğlu İsa’yla birleştirdiğinde, beni kutsallık yoluna yöneltti ve eğer O’nun beni çağırdığı bu yolda yürümeyi arzu etmiyorsam, O’nun emirlerini de gerçekten yerine getirmiş olduğumu düşünemiyorum.

 

GÜNAH VE BÜYÜK GÜNAH

Bir grup insan yola çıkar. Dağın üzerinde yaşayan en yakın arkadaşları ile karşılaşmak isterler. Yol uzun ve yorucudur, kenarları işaretlerle doludur. İşaretlere dikkat etmek gereklidir. Çünkü birçok yol ayrımı bulunmaktadır. Eğer başka yollara girerlerse hedefe yaklaşmak yerine ondan uzaklaşırlar. Doğru yönü kaybetmemek lazım!

Grup yola çıkar ve sevinçle ilerler. Fakat birisi hoşuna giden bir sesten ötürü dikkatini kaybetmiş olup ya da beklenmedik bir gürültüden korkup takılıp düşer. Hiçbir şey, soyulmuş bir dizin acısından daha ağır değildir. Tek başına ayağa kalkar ve yola koyulur. Bazen kenarda yürümekte ihtiyatsızlık ederek başka birisi dengesini kaybeder ve dik bayırdan kayıp düşer. Dikenler yaban otları ve sivri taşlar batar ve kendisini yaralarlar, ama başkalarının yardımı sayesinde yeniden uçurumdan kurtulabilir. Kendisi zaman kaybetti, arkadaşlarına da kaybettirdi. Dalgın olduğu için bir diğeri düşüp, bir dirsek veya bir bacağın kırılmasına neden olur. Tanrı’ya şükür: Kendisine yardım eden arkadaşları vardır. Kendisini de, çantasını da taşırlar. Gerektiğinden daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalırlar. Diğerlerinden daha hızlı ilerleyerek bazıları yanlış yola girerler. Grup farkına vardığı zaman onları aramak ve çağırmak için çok zaman kaybeder. Fakat onlar çağrılara rağmen inatla o yanlış yol üzerinde ilerlemeye devam ederler. Çiziksiz ve kırık bacak olmaksızın hızlı hızlı yürürler, ama arkadaşının yaşadığı ve onları beklediği yere ulaşamayacaklardır. Yürümeye devam edecekler mi? Nereye doğru? Aradıkları sevinç onlardan git gide uzaklaşmaktadır.

Bu seyahat nedendir? Günahın ne olduğunu anlamak içindir. Günah şudur: yanlış bir yönde gidiyorum ve bunun için hiçbir zaman hedefe ulaşamayacağım.

Zaman kaybeder dizlerini yaralarsın? Bu da günahtır, fakat ağır bir günah değildir, çünkü sen yolda kaldın, kaybolmadın, Baba ile karşılaşmak için diğerleri ile birlikte yola devam edebilirsin!

Kendine ve başkalarına acılar yaratıp zaman kaybettirir misin? Karşılaşmayı yavaşlatıp, kendini isteyerek yola devam etme arzunu kaybetme tehlikesine koyar mısın? O zaman bu ağır Günahtır.

Grubun çağrılarına kulak asmadan tek başına yanlış yolda ilerler misin? Senin kibrinden ve inadından kaynaklanan eylemler ölümcül günahtır, çünkü Kiliseden uzaklaştıkça kendini, sonsuz sevgisiyle seni Bekleyen’le asla karşılaşmayacak duruma sokarsın.

 

AYRICA...

 

Eğer zehirli bir mantar toplar ve yersen, seni zehirleyecek, her ne kadar sen onun yenilebilir olduğunu düşünmüş olsan da! Her günah, yani Tanrı’nın yaşamımız için olan bilgeliğini izlememek, hemen veya daha ilerde yerine acı ve ölüm sonuçları bırakır. Hatta günah işleyen, yaptığının, günah olduğunu bilmese de.

 

“Kardeşler, eğer biri suç işlerken yakalanırsa, Ruh’a uyan sizler, böyle birini yumuşak ruhla yola getirin. Siz de ayartılmamak için kendinizi kollayın. Birbirinizin yüklerini taşıyın, böylece Mesih’in yasasını yerine getirirsiniz”. (Gal 6,1-2)

 

 

VİCDAN YOKLAMASI İÇİN TEKLİF

Şunlar günahtır;

1-

Herhangi birini Peder Tanrı’dan üstün görmek.

Tanrı’dan çok, insanları dikkatle dinlemek.

Tanrı’yı ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın hizmetkârı gibi görmek.

Tanrı’yı kötü ve çıkarcı bir patron gibi görmek.

Tanrı Sözünü bir kenara itmek ve aramamak.

Tanrı’ya güvenmeksizin dua etmek ya da dua etmemek veya sadece birşeyler istemek için dua etmek.

Tek başına, ya da aile veya Hıristiyan cemaati içinde dua ederken görünmekten utanmak.

Dua edenlerle alay etmek

Evlatlarını veya başkalarını duadan ya da İncil’i dinlemekten alıkoymak.

Tanrı’nın isteğine karşı isyan etmek

Tanrı’ya kendi geleceğini emanet etmemek, ancak onu ortaya çıkarmaya çalışmak için kart falı ve kristal küre bakanlara, astrolojiye, medyumlara, ölülerin ruhlarına, ruh çağırma toplantılarına baş vurmak. Bu, tehlikelidir ve büyük günahtır.

Büyü aracılığı ile kendi hayatını ve başkasının hayatını karıştırmak.

Başkalarını kendine bağlamak için ya da hasta etmek için veyahut da öldürmek yada iyileştirmek için büyücülere ya da falcılara başvurmak. Bu, Şeytandan yardım dilemek demektir. O da, karşılık olarak çok şey isteyecektir.

Sanki Tanrı yokmuş gibi ve konuşma kapasitesine sahip değilmiş gibi yaşamak.

Sürekli geçmişe ağlamak ve özlem duyarak yaşamak.

Öfkelenmek.

Yürekte kibirli ve gururlu düşünceler taşımak, ya da bunları üstünlük taslayan bir tutum ve bir davranışla göstermek.

İnsanlara (örneğin Sai Baba), bitki, hayvan ve nesnelere tapmak.

Muska ya da nazarlık taşımak.

Başka dinlere, sapık gruplara, alternatif inanç hareketlerine girmek.

Gizli derneklere ve topluluklara üye olmak, başka bir imanın dille ikrarını yapmak, şaka da olsa.

Hıristiyan inancını inkar etmek.

“Ne mutlu o insana ki zevkini ancak Rab’bin Yasası’ndan alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür”. (Mez 1,1)

 

2-

Küfür yani sövüp sayarak hakaret dolu sözlerle Tanrı’ya karşı çıkmak.(Bu, şeytani günahın ağırlığını anlamak için buyruğa bile gerek yoktur).

Başımıza gelen kötülüğün veya insanların günahlarının suçunu Tanrı’ya yüklemek, O’na itaat etmekte yeteneksizliğimizle O’nu suçlamak.

Tanrı yanlış yaptı, böyle yapmak gerekiyordu, Tanrı adil değil vs gibi eleştiriler söylemek.

Tanrı’nın adını boş şeyler için ağza almak, fıkra anlatmak ve zevzeklik yapmak için kullanmak.

Tanrı’nın adını kendi çıkarları için ya da büyülü bir sözmüş gibi kullanmak, kendini büyük göstermek veya sevdirmek için kullanmak.

Hiçbir zaman Tanrı’yı övmemek, hatta O’nun görünen iyilikleri için O’na minnettar olmamak.

 

“Rab’be övgüler sunun, çünkü Rab iyidir. Adını ilahilerle övün”. (Mez 135,3)

 

3- Pazar günleri ve bayramlarda

Çalışmak zorunda olmasa da çalışmak.

Sadece eğlenmeyi düşünmek.

Efkaristiya Ayinine gitmemek.

Efkaristiya Ayinine isteksizce gitmek, iş birliği yapmak için çaba sarf etmemek; Ayine sanki bir gösteriye katılır gibi katılmak.

Ailesine ilgi göstermemek.

Yalnız insanlarla, hasta ve acı içinde olanlarla ilgilenmemek.

Komünyonü mundar bir şekilde almak, yani büyük günahları çıkarmayı ihmal ederek ya da Evlilik Gizemini reddedip beraber yaşayarak, aynı suçu işlemeye devam ederek Efkaristiya’yı almak.

 

“Bazılarının alıştığı gibi, bir araya gelmekten vazgeçmeyelim” (İbr 10,25)

 

4- Genç olan evlatlar için şunlar günahtır;

Ebeveynlerine sormaksızın kendi kafalarına göre davranmak, özellikle de onlarla beraber yaşıyorlarsa.

Onlarla ilgilenmemek.

Onlardan para veya miras iddia etmek, veya kendisine hizmet ettirmeyi istemek.

Kardeşlerle ekonomik konular için kavga etmek.

Kardeşlerin yanlış yaşam seçimlerini desteklemek.

 

Ebeveynler için şunlar günahtır;

Küçük çocuklarla ve gençlerle ilgilenmemek ya da onların tüm isteklerini ve kaprislerini yerine getirmek.

Onların iyi bir şekilde kullanmalarını kontrol etmeden, çocuklara para vermek.

Onların eğitimleri ve karşılaştıkları zorluklar doğrultusunda kendini eğitmemek.

Çocukları anlamak için problemleri ve gelişimleri konusunda başkalarından yardım almayı istememek.

Çocukların imanda ve duada büyümeleriyle ilgilenmemek.

 

“Ey çocuklar, Rab yolunda anne babanızın sözünü dinleyin. Çünkü doğrusu budur” (Ef 6,1)

 

5-

Kendi yaşamında ya da başkalarının yaşamında patron gibi davranmak.

Bu şekilde yaşayarak başkalarına baskı yapmak ve başkalarının yaşam imkanlarını engellemek.

Gurur ve kibirle kendimizi diğer insanlardan daha üstün görmek.

Sözlerle veya davranışlarla hakaret etmek, incitmek, başkalarının sağlığına zarar vermek.

Birileri hakkında kötü düşünmek ve konuşmak.

Biri için kötülük ya da ölüm dilemek.

Lanet etmek.

İntiharı düşünmek ya da denemek.

Öldürmeyi düşünmek.

Kürtajı önermek ya da desteklemek (Kürtaj gerçek cinayet olup, annenin psikolojik sağlığında ağır izler bırakır).

Ötenaziyi desteklemek ya da önermek (Ötenazi gerçek intihar ve cinayettir!)

 

“Kardeşine öfkelenen herkes yargılanacaktır” (Mt 5,22)

 

6-

Porno dergileri satın almak, ahlaksız filmler seyretmek, internette porno sitelerinde gezinmek, televizyonda müstehcen programlar seyretmek.

Görenleri ayartacak kıyafetler giyinmek.

Cinsel hazzı kendi bedeninde aramak.

Tüm eğilimleri takip etmek: Her kiminle olursa olsun cinsel hazzı aramak.

Ahlaksız kitaplar okuyarak veya resimlerle eğlenmek.

Evlilik dışı ya da evlilik öncesi cinsel ilişki kurmak.

Zina işlemek, yani kendi eşinin dışında başka biriyle cinsel ilişkiye girmek ya da bekar birisinin, evli olan biriyle ilişkiye girmesi.

Bebeklere ve çocuklara cinsel arzu ile bakmak.

Homoseksüel ilişkilere girmek.

Cinsellikle ilgili düşünce ve arzularını kontrol etmemek.

“Fuhuştan kaçının. İnsanın işlediği bütün öbür günahlar bedenin dışındadır; ama fuhuş yapan, kendi bedenine karşı günah işler” (1Kor 6,18)

 

7-

Diğerlerinin sahip olduğu şeylerden ötürü yürekte kıskançlık beslemek.

Cimri olmak.

Yakın ya da uzaktaki fakirleri görmezden gelmek.

İş saatlerinde gayretle çalışmamak.

İşçilerine düzgün maaş vermemek.

Alışverişlerde dürüst olmamak, aldatmaya çalışmak.

Maddi zenginlik arzulamak.

Başkalarına ait olan şeyleri herhangi bir şekilde, çalarak ya da dolandırarak, sahiplenmeye çalışmak.

Sürekli olarak vergiden kaçmak.

 

“Yeryüzünde zenginlikler biriktirmeyin” (Mt 6,19)

 

8-

Yalan söylemek.

Kendini onaylatmak için yalan söylemek.

Başkalarına zarar vermek için yalan söylemek.

Mahkemede yalancı şahitlik yapmak.

İtiraf Gizeminde yalan söylemek ya da günahları saklamak.

Kendini inandırmak için yemin etmek.

Kandırmak.

 

“İnsan her şeyi elinde bulunduramaz” (Sirak 17,30)

 

Nihil obstat: Mons. Ruggero Franceschini archiep., İzmir, 1 Kasım 2011

Bu kitapçık Hıristiyan Cemaatler için Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya) Hazırlanmıştır.