ME
NU

NE MUTLU…

Pantocrator.jpg

NE MUTLU… 

İsa’nın sözleri dikkat gösterilmeye değer sözlerdir; çünkü onlar, bilgelik hazineleri olarak hayat, ışık, sevinç kaynağı ihtiva ederler: İsa, hayatımızın somut ortamları için sözünü bize anlaşılır kılan ve onları yaşamak için bize güç, cesaret ve sevgi bahşeden Kutsal Ruh’un nehirlerini yüreklerimize akıtmaya devam eder.

“Ne mutlu” diyerek başladığı sekiz ifadesi, “İncil’deki İncil” olarak tanımlanır; çünkü bir ağacın tohumda ihtiva edildiği gibi, zaten her şeyi kapsıyor gibidir.

Onları dingin bir şekilde okumaya çalıştım.

Peder Vigilio Covi

 

İsa görkemli bir şekilde konuşmaya başlıyor ve şöyle diyor: NE MUTLU!

İsa, buyruk ve emirler; hüküm ve yasaklamalar listelemiyor. Peki bu, insanlara yakınlaşmanın yeni bir biçimi olabilir mi? Konuşan başka bir Allah mı? Yoksa artık konuşmakta olan Musa'nın Allah'ı değil mi?

Hayır! Şimdi sadece şu gerçekleşiyor: Allah'ın kendisi konuşuyor; Allah'ın Oğlu, aracılardan yararlanmaksızın mesajını doğrudan veriyor. Kendisi doğrudan konuştuğunda, muhatabın sahip olduğu kültürün ve ilerlemenin sınırlarını aşabiliyor.

Şimdiye kadar insan, Allah'ın bir “ilah” olduğunu, her haktan faydalandığını ve emir verebilen biri olduğunu düşünüyordu… Allah da, o zamanın kültürüne sahip elçilerinden faydalanmakla, bazen iyi bazen de sert bir yasa koyucu ve efendi olarak görülüyordu. Şimdi ise Kendisi bizzat beliriyor; şahsen konuşuyor: Emirler yağdırmıyor, buyruk vermiyor! O duyuruyor! O, başlangıçtan beri insanların aradığı ama kendilerinin dışında aradıkları için bulamadıkları mutlulukların nerede olduğunu ilan ediyor!

Ne mutlu!

Bu söz; uyumuyla, yankısıyla, tüm gerçekliği ve hayatıyla süregelen, bir bayramı duyuran çan sesi gibi, bu ifade dağda yankılanıyor!

Ne mutlu! Ne sevinçli! En nihayet, yalnızca sefaletin ve karanlığın tecrübe edildiği yerde, yeryüzünde gökyüzünden bir ışık parlar.

Ne mutlu! Günahkarlara, cahillere, şansı yaver gitmeyenlere, kendilerini mutsuz sayanlara hitap eden bir söz!

Ne mutlu! Böyle olan sizlere… Zaten şimdiden mutlusunuz!

Sevinci arayan insan, kim bilir onu nerede bulacağını, kim bilir onu neyin peşinde yakalayacağını, kim bilir neye ulaşacağını düşünüyor!

İsa ise koşturmuyor. O durduruyor.

Zaten şimdiden mutlusun: Mutluluk senin dışında değil, senin içindedir.

 

Ne mutlu ruhta yoksul olanlara;

çünkü Göklerin Hükümranlığı onlarındır!

 

Göklerin Hükümranlığına sahip olanlara ne mutlu! Göklerin Hükümranlığına girenler, hayatın doluluğuna sahiptir, onlarda hiçbir şey eksik değildir.

Peki, nedir ve nerededir Göklerin Hükümranlığı?

Göklerin Hükümranlığı hiç kuşkusuz, insan diliyle tanımlayabileceğimizden çok daha büyük bir gerçekliktir. Göklerin Hükümranlığı; Allah'ın Kral olduğu yer, putların ortadan kalktığı, yalnızca bir tek itaatin bulunduğu, sadece Peder Allah'a olan itaatin var olduğu yerdir. Belki içimizde var olan Allah'a itaatkar olduğumuz iddiası ile, “Benim yüreğim Göklerin Hükümranlığı'dır” deme arzusunu besleyebiliriz.

Fakat putlar – o putlar ki İsa, Mamon kelimesi (Mamon = yeryüzündeki geçici varlığı ve zenginlikleri simgeleyen bir yalancı tanrı) ile özetledi – yüreğimden tamamen mi kalktı? Para, eşyalar, şeyler, toprak, emeklilik veya sigorta gibi insana dair güvenceler, bizim içsel yapımıza sağlamlık getiren sütunlardır: Rahatım, çünkü kıyıda köşede birikmiş bir şeylerim var; huzurluyum, çünkü hak-hukuk var; çünkü bir cemaate, bir aileye ait olmak için imza attım... Hayata destek mahiyetinde konulan maddi ve beşeri güvenceler: Anlamsızlık, hiçlik, yalan; putlar! Bu türden bir hayat, mutlu değildir, çünkü ebediyete dayalı değildir, fanidir. Yeryüzüne dayalı içsel bir hayat, ruhsal bir hayat değildir; tinsel yaşam değildir, Allah'ın Hükümranlığı hiç değildir!

Böyle bir hayat mutlu değildir, zira ebediyete dayalı değildir; geçicidir.

O halde, Göklerin Hükümranlığı kimin olabilir?

Allah'ın Hükümranlığı; büyük veya küçük putları evlerinden yok etmeye karar vermiş insanların; fakir olmayı tercih etmiş insanların, yalnızca Allah'a kulluk etmek, onun buyruğunu yerine getirmek ve Onun tarafından yönlendirilmeye kendilerini bırakmış ve dolayısıyla bilinçsizce olsa da bir köleliğe maruz kalma tehlikesine düşmemek için kişisel tüm zenginlik ufuklarını ortadan kaldırmış olanlarındır.

Aslında tüm bunları ben uydurmadım! Yeni Musa olarak konuşmaya başlayan Rab bunları söyledi! Kendisi; Musa'nın Halkı'nın putlar tarafından, yani yenecek ve elde edilecek şeylerin arzularına dayalı putlar tarafından yönlendirildiğini biliyordu.

O halk, çölde özgürlük içinde Allah'ın gözetiminde bulunmak yerine, kölelik içinde yaşamasına rağmen gündelik öğününün güvencesine sahip olduğu için Mısır'da kendisini daha emin hissediyordu. O halk, ruhun arzusundan ziyade, midesinin arzusuna itimat ediyordu; özgürlük ve içsel hayattan ziyade, duyguları tatmin etmenin daha iyi olduğunu sanıyordu.

Kör olmuş bir halk!

Bu nedenle İsa, ruhta yoksul olanların mutlu olduklarını duyuruyor. Diğerleri ise putları izledikleri için Göklerin Hükümranlığına girmeyi başaramıyorlar.

Ruhta yoksul olanlar! Bunlar kimler? Bunu tercüme etmeye çalışalım.

Ruhta yoksul olan kişi, yüreğinde fakirliğe sahip olandır. Kendisi yoksulluğu değerli görür; Aziz Fransua gibi fakirlik ile evlenmeyi arzular. Dolayısıyla ruhta yoksul olan insan, en azından hiçbir şeyde beklentisi olmayan, her şeyle yetinen, çok az ile hoşnut olmayı bilen, her şeyi bir armağan olarak kabul edendir! O kişi için en küçük şey bile sevinç kaynağıdır, minnet nedenidir.

Böyle bir kişi, hiç kimseden hiçbir şey talep etmez ve her şeyi yalnızca Peder Allah'tan bekler! Bu insan hiçbir şeyden asla yakınmaz, çünkü asla onda bir şey eksik değildir! Ellerini boş tutar ve onları güven ve emanet duygusuyla Allah'a uzatır. O, hak iddia eder gibi hiçbir şeyi talep etmez! Soluduğu havayı bile büyük bir armağan olarak görüp şükretmeyi bilir. Sonuç olarak denilebilir ki, ruhta yoksul olan insan, somut şeylerden değil, Allah'tan hoşnut olmayı bilendir!

Kendisi hiçbir şey aramaz, çünkü onun zenginliği Allah'tır; her şeyi bırakmıştır, çünkü sevincini Allah'ta bulmuştur!

Böyle bir kalp İsa'nınkidir! İsa'nın yüreği, Göklerin Hükümranlığıdır: Bu yürekte her put yok edilmiş, Allah Kral olarak itaat görmektedir; bu yürekte Allah, hüküm sürmekte özgür, Peder olmakta ve “Baba” olarak hareket etmekte özgürdür! Göklerin Hükümranlığı İsa'ya aittir.

Biz insanlar, hem Şeytan'dan dolayı hem de arzularımız yüzünden, kendimizi gerçekleştirmemizin ve sevincimizin; zenginlikte, sahip olmada ve ait olmada yer aldığını her daim demesek de, sık sık düşünmeye eğilimliyiz ve kendimizi bir şeylere bağlı olan arzuların ve sebeplerin kısır döngüsünde kolayca bulabiliriz. Zenginlik, bakışları kendine çeker, bu da yüreği hareketlendirir; yürek ise boş düşüncelere yer verir ve böylece adım adım Allah'ın artık bize konuşamayacağı, artık bizden hiçbir şey talep edemeyeceği bir konuma götürülürüz! İsa'nın, “zenginliğin aldatıcılığının”, buğday başakları arasında büyüyerek onları boğan dikenler gibi, Allah'ın sözüne olan cevabı boğduğunu söylemesi boşuna değildir.

Dolayısıyla zenginlik bir aldatmacadır, çünkü Söz'ün olgunlaşmasına engel olur; Allah'ın tasarısının gerçekleşmesine mani olur. Zaten Ben Sirak (Sir 31,5) şöyle yazıyor: “Altını seven adam erdemli sayılmaz; kârın peşinden koşan kişiyi para en sonunda büyüleyecektir”.

Aziz Pavlus da, “Yiyeceğimiz ve giyeceğimiz varsa, bunlarla yetiniriz… Çünkü her türlü kötülüğün bir kökü de para sevgisidir. Bazıları zengin olma hevesiyle imandan saptılar ve kendi kendilerine çok acı çektirdiler” (1Tim 6,7-10) şeklindeki ifadeleriyle bizim düşünmemizi sağlıyor.

Yürekte yer alan yoksulluk; gözlerin, kalbin, düşüncelerin bu içsel hareketlerini takip etmemeye olan karardır: Bu yoksulluk, daha yüksekte, ruhsal bir seviyede hareket eden ve insanın zenginliğe sahip olduğunun değil, Allah'a ait olduğunun sevincini ve barışını bahşeden Allah'ın esinlerini izleme özgürlüğünü insana sunar.

Yürek fakirliği aslında araçlardan yoksunluk değildir, zira yoksulluk da zenginlik arzularını tetikleyebilir, açgözlülüğü ve hırsı besleyebilir; incilsel fakirlik her şeyden önce hayata yön vermenin yeni bir biçimidir: Değişik bir özen göstermek, aşağıya odaklanmak yerine Yukarı’ya yönelmiş olmaktır.

Ruhta yoksul olan insan, artık kendine değil, Allah'a dikkat eder! Ben ruhta yoksul olduğumda, Allah'ın bende ve etrafımda yapmış olduklarına dikkatliyimdir, Onun etkin olduğu şeyden yararlanır, onun var oluş ve hareket etme biçimine kendimi dahil ederim.

Zenginlikle meşgul olduğumda ise, Allah'a olan dikkatim ortadan kalkar: Yalnızca kendimi görürüm, maddi sorunlarım daha önemlidir, kardeşlerin yüreklerini dinlemede geri kalır ve onlar için Allah'ın isteğini göremem. Bir nevi ruhsal anlamda ölmüş insanlar gibi olurum.

Ruhta yoksul insan - az veya çok fark etmez -, mallara sahip olduğunda onları minnet duygularıyla, Allah'ı yücelterek kullanır. Peder Allah'ın yöntemlerinde olduğu gibi, sevmek ve O'nun Hükümranlığını duyurmak için; zayıf insana ve yardıma muhtaç olana destek olmak için, İsa'nın varlığına önem vererek onları kullanır.

Ruhta yoksul insan, kum gibi altının da Allah'ın yarattığı bir cisim olduğunu bilir! Ve de yoksula ev inşa etmek üzere kullanılan kum, Allah'ın gözünde, kasalarda kapalı tutulan veya boyunları süslemeye ya da hanımefendilerin ve bayanların bileklerinde şıngırdamaya mahkum olmuş altından daha değerlidir.

Ruhta yoksul olan, altının açgözlü ve kibirli insanı kendine çektiğini ve de Allah'ın bu yarattığının insanın ellerinde şiddet, kibir, gurur, haset, kavga, nefret ve ölüm aracı olabileceğini bilir. İnsanın düşmanı olan Şeytan tarafından kullanılan Allah'ın bir yaratığıdır. Bozulmuşluğun köleliğinden kurtulmuş olmayı bekleyen bir yaratıktır; sevginin Allah'ına hizmet etmek için bu efendilerinden özgür olmayı bekleyen bir yaratıktır. Ruhta yoksul insan, elinde bulunan muhtelif altının, herkes için Peder Allah'ın sevgisine fayda getirmesi ve onu belirtmesini ister.

Ruhta fakir olanın yüreği, Allah'ın armağanlarına değil, Allah'ın Kendisine bağlıdır. Allah'ın sevgisi uğruna onları kullanır, Allah'ın sevgisi uğruna onlardan feragat eder.

Ruhta yoksul olanlar böyle kalsınlar diye, ruhta yoksul olmayanlar ise ruhta yoksul olsunlar diye Kutsal Yazılar'ın herkese önerdiği – ve Kilise'nin de yankılandırdığı – bir çift somut uygulamalar mevcuttur.

İlk uygulama sadaka-bağıştır. Bu, maddi olarak ihtiyacı olan bir kardeşini sana takdim eden Allah'a verilen bir cevaptır. Sen Allah'a cevap verirken şöyle düşünmelisin: Benim sahip olduğum Sen'in armağanındır, ey Peder; Sen'in sevginin belirtisi olmaya devam edebilsin diye ellerime koyduğun bir armağandır. Sana şan sunmak için bundan bir kısmını bu yoksula veriyorum. Onun yüreğinden gelen teşekkür, senin için bir övgü olacaktır!

Bağış vererek, kendine gökte bir hazine hazırlarsın, somut ve kutsal bir sevginin hazinesi.

Sadaka, zenginliklerden kopmuş olmanın ve onları Allah'ın armağanı olarak görmenin egzersizi olarak, yüreğinin jimnastiğidir. Eğer sadaka, fakirleri çabucak kendinden uzaklaştırmak veya “Ben iyi biriyim” ya da “Şimdi kendim için her şeyi yoluna koydum” diyerek bir hoşnutluk doğuracak ikiyüzlü bir jest olarak faydalandığın bencilce bir hareket ise, vay haline!

Gerçek sadaka; yalnızca paranın cömertlikle verilmiş bir hareketi değil; misafir etmek, dinlemeye hazır olmaktır: Ruhta gerçek yoksul olan İyi Samiriyeli'nin eylemidir.

Zenginliğe sahip olmak bir şans değil, bir talihsizlik de değil; yalnızca aracılığıyla Rabbe hizmet edilecek özel bir durumdur: “Yoksulluk ve zenginlik, her şey Rab’den gelir” (Sir 11,14). Zenginlikleri tamamen terk etmek ve yoksul olmak; gerçek ve yegane güvence, gerçek ve tek zenginlik, insan yüreğinin gerçek ve tek hazinesi olan Allah'a özel bir şekilde tanıklık eden bir çağrıdır.

Ruhtaki yoksulluğu beslemek üzere faydalı olacak ve önerilen ikinci bir uygulama ise, oruçtur. Bu; gerçek iyiliğin Allah olduğunu, gerçek tokluğun içimizdeki O'nun varlığı olduğunu, hayatımızın O'nun tarafından beslendiğini ve zengin kılındığını, O'na bağlı olduğunu ve O'na hedeflendiğini yüreğimize ve bedenimize hatırlatmak üzere anımsamamıza yardım edecek gönüllü bir yoksulluk biçimidir. Gönüllü oruç; kahveye konulan şekerden vazgeçmek, yemekte şarap içmemek gibi küçük fedakarlıklardan; öğünleri atlamak gibi daha büyük fedakarlıklara kadar Allah'a yönelerek yaşamak için değerli bir yardımdır.

Ama sadece bir yardımdır! Çünkü burada önemli olan durum oruç tutmak değil, Allah'a yönelimdir!

Orucu ruhsal bir gururu ya da dinci bir hırsı, içsel yaşamın ince kibrini besleyen bir puta dönüştürmemeye olan dikkat ise canlı tutulmalıdır. Bu nedenle Kilise, kendisine günahların itiraf edildiği pederin yada ruhsal bir pederin yönlendirmesi ile orucun ele alınmasını önermektedir.

Ruhsal yoksulluğu somut halde muhafaza etmenin üçüncü bir yöntemi de, pazar ve bayram günleri işlerden dinlenmedir. Rabbin gününü kutsal sayıp onu kutlama, belli başlı yükümlülüklerin yanı sıra, işten uzak kalmayı da kapsar. Bununla zahmetten kaçınma anlamı dile getirilmez - nitekim hastalara ve yoksullara o gün içinde de yardım etmek ve destek olmak önerilir -, zira kazançtan uzak kalmak belirtilir.

Kilise, “Pazar günleri çalışma” diyor gibi görünüyor; “Ama eğer çalışsan da kazancını değil, Göklerin Hükümranlığını düşünerek bunu yap!” Hristiyan Allah'ı derinden düşünür, parayı değil! Hristiyan'ı ilgilendiren zenginlik değil, Allah'ın Hükümranlığıdır.

Annem, o günün tüm kazancının dini misyonlarda kullanılmak üzere bağış kutularına atılması şartıyla bir pazar günü çalışmama izin verdi. Rabbin Günü'nün kutlanması, Allah'ın imkanları üzerine düşünüp dinlenmenin, Allah'ın yokmuş ya da Pederimiz değilmiş gibi, beşeri hesaplar üzerinde durmaksızın O'ndan hoşnut olmanın haftalık bir alıştırmasıdır!

Ruhta yoksul olandan Allah, herhangi bir zamanda herhangi bir şey isteyebilir! Yüreğinde yoksul olmayandan ise Allah hiçbir şey isteyemez veya talep etse de… nefesini tutarak bekler! Yüreğinde yoksul olmayan insan, Allah'ın çağrısına hayır demek için bin bir mazeret uydurur.

Ruhta yoksul olandan İsa, onun tüm yaşamını isteyebilir, her şeyini fakirlere vermesini talep edebilir ve bu sayede kendisi de Göklerin Hükümranlığının işareti, Allah'ın zenginliği olabilir.

Allah'ın zenginliği; O'na ait olmaktan mutluluk duyan, şimdiki ve ileriki hayatın güvencesi olarak yalnızca O'na sahip olmaktan memnun olan insanlardır. Bu kişiler, hiçbir şeye sahip olmamalarına rağmen, Allah'ın bir armağanı olarak yaşamaktan memnundurlar ve hiçbir şeye sahip olmamalarından dolayı da Allah'ın herhangi bir isteğini yerine getirmede serbesttirler.

Onların hayatlarında Peder kendisini Baba olarak gösterebilir, babacanlığını somut olarak ifade edebilir: Yani onların ekmekleriyle, şaraplarıyla, su ve yataklarını tedarik etmede kişisel ve somut olarak ilgilenebilir. Onlara Allah Kendisini; İnayet, öngörülü, hassas ve somut sevgi olarak gösterebilir.

“Ne yiyip içeceğiz konusunda kaygılanmayın… Göksel Babanız gereksinimlerinizi bilir” şeklindeki İsa'nın sözleri, kendisi fakir olmaya karar verecek kadar ruhta yoksul olan insanın hayatında gerçekleşir. Böyle insana ne mutlu: Dünyadadır, ama dünyadan değildir; Allah'a bağlıdır. Onu mutlu kılan fakirlik değil; gönüllü fakirlik veya İsa'nın sevgisi uğruna kabul edilmiş bilinçli yoksulluktur ki onun yalnızca Allah'ta engin bir yüreğe sahip olmasını sağlar; her gün yeniden bir Peder'e sahip olduğunun farkına varmasını sağlar.

 

Örnekler

 

Elindeki tüm parası olan, iki bakır parayı mabedin hazinesine bağışlayan dul kadın: Yüreğinde yoksulluk vardır, yani Peder Allah'a ait olma eminliği; bu nedenle aşağı yukarı şöyle bir mantık yürütecektir: “Sahip olduğum her şey Allah'ındır; çünkü ben de onunum ve O benim Babamdır. Kendisi bana her şeyi veriyor, ben ise kendim için hiçbir şey tutmuyorum!” (bkz. Lk 21,1-4).

Mabetteki vergi görevlisi: Bu adam farklı bir yoksulluk yaşıyor. Kendisi iyi eylemlerin yoksuludur, sevapların yoksuludur, insanlar tarafından değer görmekten yoksun bir yoksuldur. Yüreğinde şöyle diyebilir: “Senin tarafından sevilmiş olmam için herhangi bir özelliğe sahip değilim, ey Allah. Benim kurtuluşum Sen'sin!”

Yoksul bir yürek: Mutlu insan; çünkü onun için Allah her şeydir! (bkz. Lk 18,13).

İyileşmiş Samiriyeli cüzamlı: Girişimleriyle yoksul, kendisi için herhangi bir projeye sahip olmayan ve bu şekilde Allah'a şükretmek ve O'nu övmeye dönmek, İsa'yı dinlemek için serbesttir. Dünyanın ve benmerkezciliğin bağlarından kurtulmuş biridir.

Mutludur: Bu sayede Allah onda etkin olabilir! (bkz. Lk 17,15-19).

Marta'nın kız kardeşi Meryem: Endişede yoksul… yetenekte yoksul… Kendisi ve İsa arasına hiçbir şey koymadan, O'nun için zahmet etmede bile yoksul. Mutludur: Çünkü İsa onun yüreğini zenginleştiriyor (bkz. Lk 10,38-42).

İsa, Baba için yaşıyor, çöldeki ekmek de dahil, her şeyini O'ndan bekliyor (bkz. Lk 4,4).

Onu yegane zenginlik, tek hazine olarak başka her hazineden vazgeçmeye hazır kabul edelim ve böylece “mutlu” kelimesinin ne anlama geldiğini tecrübe edelim.

 

Ne mutlu yaslı olanlara;

çünkü onlar teselli edilecekler!

 

İsa'yı dinleyenlerin, bu tür ifadelere alışmış olmalarına rağmen, kafalarında birkaç soru işareti kalmıştı. Çünkü bu ifadeler, insanların günlük konuşmalarının dışındaydılar. Mezmur metinlerinde şöyle yazar: “Gözyaşı içinde ekenler, sevinç ezgileriyle biçecekler” (Mezmur 126) ve Peygamber Yeşaya şöyle duyurur: “Rab, yoksullara müjde iletmem için… Yüreği ezik olanların yaralarını sarmak için… Yas tutanların hepsini avutmak için… Onlara övgü giysisini vermek için beni meshetti” (Yeşaya 61,1-3); “Çünkü O, sizi kurtaracak, size sonsuza dek sevinç verecektir” (Baruk 4,29).

Keder, her türden keder, ümitsizliğe götürmez demek istiyor gibi Rab; çünkü yaslı olanlarla Allah ilgilenir! Ve de eğer Allah bir kişi ile ilgileniyorsa, o insan gerçekten mutludur demektir!

Sevinç, mutluluk, hayat doluluğu; hiç kuşkusuz kederde değil - çünkü keder bir şeylerden yoksun olmaktır -. Bunun yerine Rabbin müdahalesinde, O'nun kurtaran varlığındadır. Acı çeken insan kendi tarafında Allah'ı bulur!

Peki, yaslı olanlar kimlerdir? Bunlar, ağlamak için – çeşitli şekillerde – nedenleri olduğundan gözyaşı döken kişilerdir: Belki kendilerini günahkar, imansız, bedende veya ruhta hasta hissettikleri için kendilerine güvenemediklerini keşfettiler...; belki de ya hiç kimseye güvenemedikleri için ya da en sevdikleri insanların hastalanması veya ölmesi için hiç bir yaratılandan teselli ya da desteği bulamadıklarının farkına vardılar...

Bazen insan, beklentisi olduğu dünyanın düzeninde bile artık güvence bulamadığının ya da arzuladığı ve endişe veren zenginliklerinin, sevgide ve dostlukta hayal kırıklıklarından ya da hastalıklardan kurtarmadığının farkına varır.

Bazıları kronik bir keder yaşar, çünkü kendisini her zaman durumlardan, insanlardan veya onun seçmediği, istemediği ve sevmediği bir hayatı yaşamaya mecbur bırakan koşullardan etkilenmiş bulur.

Böyle insanlar, bir şeylere sahip olmakla, güçle ve zevkle kalıcı bir sevincin olamayacağını keder aracılığıyla öğrenirler. Bunlar, bu şekilde yoksunlukla gelişerek, yüreklerinin susadığı şeyi maddi varlıklarda artık aramak istemezler ve “tüm kederlerini Allah'a atarak” Ona güvenirler, işte o zaman bunlar mutludurlar!

İşte, İsa'nın bu mutluluğu atfettiği kederliler: Acı çekerler, ama sevinçlerinin ümitlerini Rabbe bağlarlar. Yoksunluktan, zayıflıktan muzdarip olurlar, belki zulümlere maruz kalırlar, fakat ümitlerini yalnızca Rab'de ararlar.

Dünyanın gözünde onlar kederli insanlardır; çünkü dünya onların mal-mülkten mahrum olduklarını görür, onların bahtsız insanlar olduklarını değerlendirir, ama Allah'ın huzurunda onlar mutludurlar ve içsel huzuru yaşarlar; zira onlar, kendilerinde hiçbir şey eksik olmayanların durumundadırlar: Onların doluluğu, güvencesi, istikrarı Allah'tan başkası değildir!

Onlar mutludurlar, çünkü teselli edileceklerdir!

Bu kelime (teselli edilmek) aslında İncil’in orijinal kaleme alınışındaki Yunanca dilinde kullanılan terimin anlamını biraz daraltmaktadır. Nitekim orada, “Paraklitos” teriminin aynı kökenini ihtiva eden bir terim kullanılmıştır ve anlamı teselliden daha fazlasıdır.

Bu kelime tercüme edilirse: “yakına çağrılacaklar” şeklinde bir mana doğurur. Peki kimin tarafından? Hangi sebepten dolayı? Allah onları kendisine çağıracak ve Allah'ın nezdinde elbette teselli vardır, ama savunma, güç, sevinç, barış, yücelik, doluluk da mevcuttur: İşte gerçek mutluluk!

Onların “yakına çağrılmış” olmaları, kendileri için bir teselli, huzur ve güç kaynağı olmasından öte, onların “Paraklitos'a” dahil olmalarını da sağlar: Kendileri Peder Allah'ın tesellisinin, huzurunun, cesaretinin birer aracı haline gelirler. Aziz Pavlus'un söylemiş olduğu şeyler onlara atfedilir (2.Korintoslular 1,3-4): “Her türlü tesellinin kaynağı olan Allah'a, merhametli Baba'ya, Rabbimiz İsa Mesih'in Allah'ı ve Babasına övgüler olsun! Kendisinden aldığımız teselliyle her türlü sıkıntıda olanları teselli edebilmemiz (savunmamız, cesaretlendirmemiz ve sevindirmemiz) için bizi bütün sıkıntılarımızda teselli ediyor”.

O halde mutluluğu şu şekilde tanımlayabiliriz: Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü Paraklitos'un tesellisine katılacaklar: Hem O'nu alacaklar hem de O'nun görevine paydaş olacaklar! Onlar; Allah'ın Hükümranlığının, Peder Allah'ın canlı kılan sevgisinin aracı haline gelecekler!

Sık sık tecrübe ettiğimiz üzere; tam da acı çekmiş olan, tam da iman ile kederden geçmiş olan kişi; acı içinde olan başkalarını anlamayı bilir, onları kabul etmeyi bilir, onlara yakınlaşmayı, sessizlikte ve sözlerde onlarla karşılaşmayı, yeniden güven ve ümit bulmalarında onlara yardım etmeyi bilir.

Yaratılmış varlıklarda teselli ve yardım aramamış olan kişi, acı çekmekte olanlar için Allah'ın bir lütfu halini alır.

Bu tecrübeden ve bilinçten hareketle dertlerimizi Rab'be tüm güvenimizi ve ümidimizi bağlamak için, bu sayede de daha derin ve istikrarlı düzeylerde huzuru ve barışı bulmak için Rab'bin lütuf fırsatları olarak görmeye kadar varabiliriz.

Bizlerin herhangi bir kedere maruz kalmamız durumunda, sonunu görmeden önce hemen şükredebiliriz: Nitekim kendimizin, bizleri Rabbe özel bir şekilde yakınlaştıracak ve O'nun teselli götürme görevinde yetenekli kılacak bir durumda olduğumuzu biliriz.

Keder durumunda Allah'a sadık olmak, mutluluklara giriştir. Dolayısıyla, yine bir keder içinde bulunduğumuzda, büyük bir iman eylemiyle, Rabbin bizlerle ilgilenmekte olduğunu ve onun bizi yüceliğinin aracı kılacağının kesinliğinin sevincini peşinen yaşayabiliriz.

Bu şekilde, kederin içinde barındırdığı ayartmaları mağlup etmeyi başarabiliriz: Depresyon, ümitsizlik, benmerkezcilik.

Sürekli tekrarlanacak alıştırmalarla, Aziz Pavlus'un kelimelerini yaşamayı öğrenmeliyiz: “Yas tutanlar, yas tutmuyormuş gibi… olsunlar.” (1Korintoslular 1,30).

İsa, Diriliş bahçesinde Mecdelli Meryem'e, “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Meryem'in ağlamak için nedeni vardı; daha doğrusu, öyle olduğunu düşünüyordu, ama aslında nedeni ortadan kalkmıştı.

Aynı şey bizim için de geçerlidir. Neden ağlıyorsun? Henüz farkına varmıyorsun, fakat Allah sana yakındır. Şimdilik bunu sezmiyor olabilirsin, fakat şimdi seni ağlatan şey senin ruhsal binanın inşası, kişiliğinin olgunlaşması, imanının büyümesi, sevginin arınması için değerli ve gerekli bir taştır.

İsa, Meryem'e “Neden ağlıyorsun? Benim ölümüm benim yücelmemin şartıdır” der gibidir. “Ağlayamazsın; zira ağlayış ile yalnızca körlüğünü ortaya koyarsın. Ben diriyim, Ben buradayım!”

 

“Neden üzgünsün, ey gönlüm,

Neden içim huzursuz?

Allah'a umut bağla,

Çünkü O'na yine övgüler sunacağım;

O benim kurtarıcım ve Allahım'dır” (Mezmur 41,12).

 

Örnekler

 

Yakup, kardeşi Esav tarafından büyük bir kedere maruz kalıyor: Şefkat bağlamında kendisinin çok bağlı olduğu annesini, evini, hayatını terk etmeye ve kaçmaya mecbur kalıyor! İşte tam da bu ümitsiz kaçış esnasında, rüyasında şöyle denildiğini duyuyor: “İşte, seninle birlikteyim; her yerde seni koruyacağım!” (Yaratılış 28,15). Bir rüya, ama özel bir rüya: Yakup'un olayında bir yenilik, sevinç sağlayan ve yolculuğun artık bir kaçak olarak değil, Allah'a itaat ve birlik olarak devam etmesine yardım eden bir müjdeli haber getiriyor.

Ne mutlu yaslı olanlara!

Suzanna; ölümcül bir keder içindedir. Onun ölüme mahkum edilişi duyuruluyor. Kendisini Allah'a emanet ediyor ve Allah da onunla ilgilenerek, onu kurtaracak olan Daniel'e ışık ve cesaret veriyor (bkz. Daniel 13).

Mecdelli Meryem; boş mezarın karşısında gözyaşlarına boğuluyor. Hıçkırıklar arasında kendisinin ismiyle çağrıldığını işitiyor. İsa'dan teselli bulmak ve onun müjdeli haberini iletmek ve görevine katılmak üzere İsa’nın yanına çağrılıyor. Teselli edilen kadın, tesellici oluyor (bkz. Yuhanna 20,15-18).

İstefanos; taşlandığı esnada, kendisini Rab İsa'ya emanet ediyor: Ondan teselli ve güç alıyor ve Saul için etkin bir tanık haline geliyor (bkz. Havarilerin İşleri 7,59).

Savurgan oğul; kederli bir biçimde babasının yanına dönüyor, ama onun bu üzgün yüreği eşliğindeki dönüşü aslında onun hayatının en güzel bayramına doğru giden bir yürüyüş oluyor! (bkz. Lk 15,22).

“Bunlar, o büyük sıkıntıdan geçip gelenlerdir. Tahtın ortasında olan Kuzu onları güdecek ve Allah onların gözlerinden bütün yaşları silecektir” (Vahiy 7,14.17; 21,4).

İmanın tanıkları, dünyanın günahlarına ağlayarak yaşarlar; katı ve tövbekar bir hayat ile günahtan gelen acıları üstlenirler: Kendileri büyük bir huzur içinde yaşarlar ve de bu huzuru kendilerini arayanlara ve kendilerine yakınlaşanlara iletirler (çöldeki keşiş Aziz Antuan, Assisi’li Aziz Fransua, Flüe’li Aziz Nikolaus, Mutlu P. Charles de Foucauld).

Acılarında dayanakları Allah olanlara ne mutlu;

onlar güç ve teselli bulacaklar

ve kardeşleri için destek ve teselli olacaklar!

 

 

Ne mutlu yumuşak huylu olanlara;

çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar!

 

Bir mezmur metninin dediği gibi: “Alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak, derin bir huzurun zevkini tadacaklar” (37,11). Kutsal Kitap'ın başka metinleri de alçakgönüllüyü, yumuşak huyluyu, mütevazı insanı yüceltir, çünkü böyle kişilere “Allah lütfunu bahşeder”. Bu nitelik, halkının en büyük yönlendiricisi olan kişinin de özelliği oldu: “Musa yeryüzünde yaşayan herkesten daha alçakgönüllüydü” (Çölde Sayım 12,3).

Yumuşak huylular Allah'a hoşnut olurlar; O'nun tarafından beğenilirler, alçakgönüllülükleriyle onun dostluğunu kazanırlar. Bu bizi şaşırtmıyor, çünkü mütevazı insanlar bizlerin de hoşuna gider: Onlar misafirperver, tatlı, yumuşak bir ruh eşliğinde hareket edip katlanma, susma ve dinleme yeteneklerine sahiplerdir.

İşte, sonuç olarak uysal bir insan hali.

Böyle bir kişi dikkat çekmez, nedenlerini desteklemez ya da savunmaz. Onun dinleyebilmesini sağlayan ve böylece katılıkları mağlup eden nedene sahipmiş gibi görünür. Nedeni şudur: Yaşamak için iyilik ve anlayış; sevgi ve sabır gerekir. Bu, Kutsal Ruh'un düşünce tarzıdır. Kendisi Kutsal Ruh'ta kalan kişi haklıdır; çünkü Allah'a yakındır!

Yumuşak huylu insan kendi kişiliğini ortaya koymaz; konuşmalarıyla, sesini yükseltmesiyle, tuhaf giyinişiyle, çekici kokularla, garip yöntemlerle dikkat çekmez.

Kendisini Allah'ın çocuğu olarak görür ve bu nedenle kendi etrafındaki alanı Peder'i için bırakmak ister. Kendisinin değil, Allah'ın varlığının parlamasını ister. Allah da yumuşak huyludur, dayatma yapmaz, asla zorlamaz.

Alçakgönüllü insan ayrıca, diğer insanların da Allah tarafından sevildiğini görür ve bu şekilde onlara saygı gösterir. Dolayısıyla hiç kimseden bir beklentisi yoktur; iyi huyludur ve herkese hayranlıkla bakar, çünkü herkeste, herkesin Babası olan Allah'tan bir şeyler saklıdır ve ortaya çıkar.

Özellikle yumuşak huylu olan, Allah'ın nurunun ve sesinin alanını işgal etmek istemez.

Allah'ın başkalarına ve başkaları aracılığıyla konuşabilmesi lazım. Allah parlamalıdır, sevgisi insanın hareketlerinde şeffaf olmalıdır O halde yumuşak huylu insan, alçakgönüllü ve yüreğinde yumuşak olan Allah'ının yöntemlerini şeffaf kılacak hareketlere ve birlikte yaşam şekillerine sahip olacaktır!

Böyle bir kişi, kendisini belli etmeksizin var olur, bununla birlikte herhangi bir beklentisi olmaksızın hizmet etmeye de hazırdır.

Yumuşak huylu, her zaman güvenebileceğin ve kendisine bir yanlışlık yaptığında asla gücenmeyecek bir kişidir. Başkalarının yapmasını talep etmeksizin görevini uygulayandır. Herkesi kendi özgürlüğünde bırakmayı bilir; çünkü özgürlük, Allah'ın armağanıdır!

Bu insanlar, hiç kuşkusuz Allah tarafından evlatlar olarak, “yüreğiyle yumuşak huylu ve alçak gönüllü” Oğlu gibi kendisinden doğmuş olarak görülürler. Bu nedenle onlar mirasçılardır; Allah'ın sahip olduklarına ve Allah'ın ne şekilde sahip olduğuna paydaş olurlar. Allah yeryüzünün ve içindekilerinin sahibidir! O halde yumuşak huylular yeryüzüne sahip olacaklar!

Sahip olmak ne demektir? Hangi yeryüzünden bahsedilir? Yumuşak huylu olanlar, nasıl bir yeryüzünü miras alacaklar?

İsa'nın ilk dinleyicileri, topraktan bahsedildiğini duyduklarında hiç kuşkusuz kadim anılarının akıllarında canlandığını hissediyorlardı. Onlar, kendilerine toprakların vaat edildiği, ancak onlara sahip olamadıkları ataların geçmişlerini biliyorlardı! Vaat edilen topraklar, Allah'ın bereketli kıldığı toprak; Davut Krallığının toprağı: Yalnızca İsrail'in sınırlarında bitmeyen, zira ruhun doluluğunun ve sonsuzluğun arzularını dahil eden bu toprak, artık yukarıda yer alan, nihai vatan olan Yeruşalem ile eşleşebilmektedir.

Ne mutlu yumuşak huylu olanlara, yurda sahip olacaklar!

Yumuşak huylu olanlar, İbrahim'in gerçek mirasçılarıdır! “Yeryüzünde yabancı ve konuklar olduklarına açıkça tanıklık ettiler... Oysa onlar daha iyisini, yani göksel olanı arzu ediyorlardı. Çünkü onlara bir kent hazırlamış bulunuyor” (İbraniler 11,13-16).

İman atası İbrahim, yumuşak huylu insanın tipik örneğidir. Lut'a ait olanlar ile kendi hizmetçilerinin birlikte yaşamlarının zorluklarının farkına varmakla, İbrahim şöyle demiştir: “Biz akrabayız. Bu yüzden aramızda da, çobanlarımız arasında da kavga çıkmasın. Gel, ayrılalım. Sen sola gidersen, ben sağa gideceğim. Sen sağa gidersen, ben sola gideceğim” (Yaratılış 13,8-9).

“Rab; İbrahim'e şöyle dedi: ‘Gördüğün bütün toprakları sonsuza dek sana ve soyuna vereceğim’” (Yaratılış 13:15).

“İbrahim'e ve onun soyuna dünyanın mirasçısı olma vaadi, Kutsal Yasa yoluyla değil, imandan gelen aklanma yoluyla verildi” (Romalılar 4,13). Yumuşak huylu olanlar, İbrahim'in mirasçılarıdır: Onun ile imanı paylaşırlar, Allah'ın vaadine ortak olurlar.

Bu mutluluk, yalnızca vaat edilen toprakları ve ataları düşünen İbrani kültürüne konuşmaz; zira bugün hala sahip olmaya acıkmış, tarla üstüne tarla eklemeye, sınırlarını genişletmeye ve altın adı verilen o sarı toprağı büyütmeye çalışan insanlara da konuşur!

O halde yalnızca yumuşak huylular yeryüzüne sahip olur; yani sadece yumuşak huylu olanlar yeryüzünden fayda, meyve ve zevkini alırlar. Onlar için yeryüzü; korku, dehşet ve yük vesilesi değildir. Onların yüreklerine sahip olan yeryüzü değildir! Biri, herhangi türden bir toprağı “sahiplendiğinde” ondan fayda sağlaması zordur. Çünkü bu sahiplenmeden haset, kin, kıskançlık, açgözlülük, korku, zihinsel ve ruhsal hastalıklar, hayal kırıklıkları vs. türer.

Benim sahip olduğum veya sahiplenilmiş olduğum nereden görülür? Ellerimde olanı bağışladığım olgusundan, sahip olduğum sonucuna varabilirim. Fakat eğer biriktirdiklerimi genişletmek istersem ve onlar yüzünden endişe duyarsam, sahiplenilmiş olurum.

Hiç kimseyi zorlamayanlara ne mutlu: Her nerede olurlarsa olsunlar, nihayetinde onları kabul edecek olan Pederlerinin evinde olacaklardır!

Yalnızca yumuşak huylu insan yeryüzüne “sahip olur”, yani yeryüzünden bağımsız olarak hareket eder, gerçek bir içsel özgürlükten faydalanır. Yumuşak huylu insan, başkasının evinde uyuyor olsa da kendisine ait olmayan dükkanlarda çalışsa bile, başka bir isim taşıyan patikaları kat etse bile, nerede olursa olsun yeryüzünden faydalanır. Yumuşak huylu insan her yerde mutludur, çünkü her yerde Peder’inin evinde olduğunu bilir!

 

Örnekler

 

Meryem'in eşi Yusuf.

Toprak, tapuda onun adına kayıtlı değil! Ama her yerde, Nasıra'da, Beytlehem'de ve Mısır'da o, Allah tarafından korunuyor.

“Gençtim, ömrüm tükendi, ama hiç görmedim doğru insanın terk edildiğini, soyunun ekmek dilendiğini” (Mezmur 36,25).

“Doğrular ülkeyi miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak” (Mezmur 36,29).

“… Rabbe umut bağla, O'nun yolunu tut, ülkeyi miras almak üzere seni yükseltecektir” (Mezmur 36,34).

Yusuf'a her ülkede Peder tarafından ulaşılıyor.

Sığınak ve güvence yeri olarak toprağa sahip olan yumuşak huylu odur; çünkü her yerde Allah onun üzerine mantosunu seriyor.

Zakay: İsa ile karşılaşmasından önce mi yoksa sonra mı daha çok sahip oluyor? Öncesinde daha çoğuna sahip oluyor, sonrasında ise armağan ediyor, geri veriyor. Fakat öncesinde yüreği yeryüzü tarafından sahiplenilmiş, yalana ve korkuya mahkum duruyor; sonrasında ise, sahip olduğu altın ellerinden çıktığında, kendisi bağışlanmanın ve İsa'ya ait olmanın sevincini tecrübe ediyor.

Armağan ettiğinde Zakay, dünyadan fayda almaya da başlıyor; bağışladığında o, gerçekten sahip oluyor (bkz. Luka 19).

“Zengin adam üzüntü içinde oradan uzaklaştı, çünkü çok malı vardı” (Markos 10,22).

O bir köle gibiydi, Rabbi izleyemeyecek kadar ve dolayısıyla vaat edilen topraklara erişemeyecek kadar dünyaya bağımlı olduğundan özgür değildi!

 

  1. Mezmur, İsa tarafından duyurulmuş ve yaşanmış mutluluğu ısrarla vurguluyor!

 

Rab'bin önünde sakin dur, sabırla bekle;

kızıp üzülme işi yolunda olanlara. 

Sen Rabbe güven, iyilik yap,

ülkede otur, sadakatle çalış.

Rab’den zevk al,

O senin içindeki istekleri yerine getirecektir. 

Rab'be umut bağlayanlar ülkeyi miras alacak. 

Alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak,

derin bir huzurun zevkini tadacak. 

Doğrunun azıcık varlığı,

pek çok kötünün servetinden iyidir.

Rab'bin kutsadığı insanlar

ülkeyi miras alacak

 

Rab insana sağlam adım attırır,

insanın yolundan hoşnut olursa.

Düşse bile yıkılmaz insan,

çünkü elinden tutan Rab’dir.

Gençtim, ömrüm tükendi,

ama hiç görmedim doğru insanın terk edildiğini,

soyunun ekmek dilendiğini.

Doğrular ülkeyi miras alacak,

orada sonsuza dek yaşayacak.

 

Rab'be umut bağla, O'nun yolunu tut,

ülkeyi miras almak üzere

seni yükseltecektir.

 

Ne mutlu doğruluğa acıyıp susayanlara;

çünkü onlar doyurulacaklar!

 

“Doğruluk” kelimesi, İsa tarafından çeşitli ortamlarda telaffuz edilir. Onun ağzından bu terim, günümüz kültürünün ve zihniyetinin ona atfettiğinden çok daha uzak bir anlama sahiptir. Bizler için “doğruluk,” sosyal ilişkilerle alakalı, çoğu kez de iyilikte ve kötülükte uygun bir karşılık anlamındadır. Geçmişe dayalı, birinin yapmış olduğuyla ilgili bir gerçeği temel alır.

İsa bu terimi kullandığı zaman, eğer bizler kendi zihniyetimizde kalırsak onu gerektiği gibi anlayamayız. “Allah'ın Hükümranlığını ve onun doğruluğunu arayın” diyor Rab.

Peki, İsa'nın öğrencisinin “araması gerektiği” Allah'ın doğruluğu nedir? İyiliği kötülükten ayıran, suçluyu cezalandırıp iyiyi ödüllendiren kılıç mı? Bu kavram, İsa'nın düşüncesine değil, içinde bulunduğumuz dünyanın kültürüne bağlıdır.

Eski Antlaşma tarafından Allah'ın doğruluğu bize; zayıfların, korumasız olanların uğruna Allah'ın müdahalesi olarak takdim edilir. Kurtuluşun, merhametin, hassasiyetin; “Allah-bizimle” oluşuna sadakatinin anlamı, “Sizleri kurtarmak için Var Olan Ben'im” anlamı taşıyan JHWH (Yahve) ismine sadakatin bir müdahalesidir! Allah'ın adaletinin bu bakış açısından görülmesi, bizim daimi arayışımızın, açlığımızın ve susuzluğumuzun, hayati arzumuzun de konusu olacak kadar yeni bir genişlik, bir derinlik ve bir güzellik kazanır.

Allah; insanı, başlangıçtan beri düşmanın tuzaklarına düşmüş, onu aldatan ve yıkıma götüren ruhlar tarafından tehdit edilen zayıf bir varlık olarak görür: kendine yeterlilik, benmerkezcilik, bencillik, başkalarının üzerinde hakimiyet, suçlama, kıskançlık, haset…

Bu ruhlar; insanın yüreğinden ruhsal oksijeni çekip alırlar, sevme ve kendisini adama yeteneğini sonuna kadar yaşamasına engel olurlar; maddi şeylerde onu boğarlar ve dolayısıyla onu kardeşlerin aldatıcısı ve onları ezen biri kılarlar.

İnsandan Allah'a doğru evlatlık boyutu, insanlara doğru da kardeşlik boyutu alınmıştır.

Allah; insanı derinden yaralanmış, onu ezmeyi hiç kesmeyen düşmanlarının etkilerine maruz kaldığı için özellikle kurtuluşa ihtiyacı olan bir varlık olarak görür.

İnsanda öylesine hakarete uğramış şekilde kendi canlı görüntüsünü gören Allah'ın yüreği, merhametle ve – hatta diyebiliriz ki – öfkeyle hareket eder: Ama kime karşı? O kötü ruhların yegane kaynağı, tek babası olan kadim yılana karşı!

Allah'ın adaleti; kötüleri yargılayacak ve mahkum edebilecek bir davranış takınmak yerine, Kötü olanın etkisinden her insanı – nitekim her insan kendi üstünde belirli bir ölçüde kötülük barındırır – kurtarmaya yönelen ve bu yönde karar alan; işledikleri günahlarından ve günah işleme arzusundan yada denenmeden onları kurtarmaya olan Allah'ın isteğidir!

Allah, insanı “adaletsizliğinden” koparmayı ve bencil yüreğine sevgiyi koymayı ister.

Dolayısıyla Allah'ın adaleti, insanlara karşı onun merhametine ve sevgisine denk gelir ya da onun bir yönünü temsil eder; o halde Allah'ın adaleti kendi Oğlu'nu sunmaya Onu götüren istektir. Biz anlarız ki tam da o zaman Allah ait olduğu yerde, “doğru” yerdedir: kaybolmuş olanı kurtarmak için hiçbir şeyi esirgemediğinde. Yani Baba olduğunda.

Allah'ın adaletini beklemiş olan İsrail halkının sadık insanları, Mesih'in yani Kurtarıcı'nın bekleyişinde idiler:

“Oysa adaletim sonsuza dek kalacak,

kurtarışım kuşaklar boyu sürecek” (Yeşaya 51,8).

Aracılığıyla içsel düşmanı tarafından altüst edildiği günahlardan halkı kurtaracak olan Allah'ın “adaleti” Mesih'in ta kendisidir! İsa; Allah'ın adaletidir! O, Peder'in merhametini gerçekleştirir; O, Allah'ın babacanlığını bize gösterir ve bunu bize somut kılar.

“O bizim için tanrısal bilgelik, doğruluk,

kutsallık ve kurtuluş oldu” (1Korintoslular 1,30).

O, Yeremya'nın Ona atfettiği adı gerçekleştirir: “O, ‘Doğruluğumuz’ adıyla anılacak” (23,6).

İsa bize Allah'ın adaletini gösterir ve bahşeder. Günahkarlar için Peder'in sevgisinin ne kadar büyük olduğunu bize açıklar. Örneğin, Eriha'ya girdiğinde, Zakay'ın haksızlık yaptığı o kenti Zakay'dan kurtarmayı düşünmez; bunun yerine günah işlemeye götüren açgözlülük ruhundan ve para putundan yüreğini özgür kılmak için Zakay'a gönderildiğini hisseder.

İsa ayrıca bize, Allah'ın en büyük doğruluğu olan Allah'ın affını da bize bahşetmektedir.

Peder Allah adildir, çünkü Ona geri dönen bir günahkarı yargıladığında, onun günahlarını unutarak onu bir evlat gibi kabul eder.

İsa; Allah'ın adaletidir. İsa'yı kabul eden, Peder'in gözünde doğru bir insan olur çünkü o, evlat olur.

Evlat olmak ise, insanın doğru yeridir, onun insanlığının en üst seviyelerde gerçekleştirdiği konumudur.

Romalılar'a Mektup'un ilk altı bölümünde Aziz Pavlus, Allah'ın adaletini tasvir eder: “Sevindirici Haber'de Allah'ın insanı doğruluğa nasıl eriştirdiği açıklanır. Doğruluk yalnız imana dayanır ve imana ulaştırır. Tıpkı Kitap'ta yazılı olduğu gibi, 'Doğru kişi imanla (= iman aracılığıyla) yaşayacaktır'” (Romalılar 1,17). Allah'ın “Doğru” olarak belirmesi, İsa'nın aracılığıyla oluşan Peder'in sevgisinin mesajında (=İncil) gerçekleşir.

Sonrasında, insanın gerçek doğruluğu, onun kendi işleri ile kazanmaya çalıştığı değil, Allah'tan gelendir; çünkü insan her zaman günahkardır: “Hiç kimse Allah katında aklanmayacaktır” (Romalılar 3,20). Doğruluk, İsa'ya olan imanın bir sonucu olarak, her zaman Allah'tan bir armağan olarak gelir: “Ama şimdi Yasa'dan ayrı olarak Allah'ın insanı doğruluğa nasıl eriştireceği açıklanmıştır; Yasa da peygamberler de buna tanıklık ediyor. İman edenlerin tümü, aralarında hiç bir ayrım olmadan İsa Mesih'e iman yoluyla Allah tarafından doğru sayılırlar” (Romalılar 3,21…).

Allah; doğruluğunu açıklamak amacıyla İsa'yı önceden belirledi (Rom 3,25)! İsa, Allah'ın doğruluğunu ortaya koyar, çünkü kendisi aracılığıyla Allah, günahkar insanlara sevgisini – adaletini - gösterir: “Bizler henüz günahkar iken, Mesih bizim için öldü”.

İsa; Ürdün Nehri'nde günahkarlarla birlikte sıraya girdiğinde “her adaleti” kendinde yerine getirdi (Mt 3,15); o zaman kendisi, gönüllü olarak, Kutsal Yazılar'da önceden açınlanmış olan, “Bundan dolayı günahkarlar arasında sayılacak” (Yeşaya 53,12) şekilde Peder'in tasarısını tamamlamıştır.

İsa bu noktaya kadar kendisini insanlığın içine dahil etmiştir: Günahkarları kabul eden suların içine kadar tanrısal sevgiyi getirmiştir! Ve de aynı sevgiyi Golgota Tepesine getirdiği zaman, bu sevgiyi haçta – başkaları için skandal ve rezillik! – yaşadığı zaman “Her şey tamamlandı!” diyebilecektir; yani Allah'ın adaleti, insanları kurtarmaya kadar ulaşmıştır ve evlat olmuş ve ölüme kadar evlat kalmış insanın adaleti tüm parlaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Allah'ın kurtarış isteği İsa'da ifadesinin doluluğunu bulmuş ve hedefine ulaşmıştır. Her kim Oğul'u kabul ederse hayata sahip olacak, Allah'ın evladı olacak (bkz. Yh 1,12), doyacak ve susuzluğu giderilecektir.

“Doğruluğa acıkıp susayan”ların başında, İsa'nın kendisi yer alır; o, Peder'e itaat ederek doyar: “Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O'nun işini tamamlamaktır” (Yh 4,34). Böylece Onun kendisi, doğruluğun tamamını arzulayan insanın açlığı ve susuzluğu için ekmek, su ve şaraba dönüşür. O'nda, insan huzuru bulur, çünkü O'nda Allah'ın sevgisinin doluluğunu bulur.

Doğruluğa acıkıp susayan insan, günahkarların mahkumiyetini, şiddet dolu insanların yıkımını, gaddarlık yapanların tutsak olmasını ve ölümünü arayan insan değildir; her zaman günah ve şiddet, intikam ve hak talebi izlerini taşıyan insanların adaletini arayan kişi de değildir!

Bu, kardeşin geri dönüşünü ve pişmanlığını isteyemeyen, yalnızca hataları ve günahları değerlendirip, kendi bencilliğini ve yürek kapanıklığını aklamaya çalışan kayıp oğlun ağabeyinin tutumudur.

Doğruluğa acıkıp susayan insan ise, Peder'in arzuladığı ve sunduğu şeyi alevli bir şekilde arzulayandır: Kendisi ve başkaları için başkaldırma ve bencillik ruhundan ve bu davranışların sürüklediği kötülükten kurtuluş.

Kayıp oğlun Babası doğru bir insandır, çünkü içine düşmüş olduğu dışsal sefalet ve içsel kölelik durumundan oğlunu kurtarmak istiyor. Baba doğru bir adamdır, çünkü içinde bulunduğu sahte sevgi ilişkisinin ölümüyle geri kazanılan ve dönen oğlundan dolayı hoşnuttur. Baba ileriye, kendisinin karşılıksız olarak sevildiğini keşfeden insana açılan imkanlara bakmaktadır.

Doğruluğa acıkıp susayan insan, Allah'ın etkin olmaya niyetlendiği şey için kendini hazır kılmak üzere Peder'in sevgisine tamamen katılmayı arzulayandır. Nitekim Aziz Pavlus şöyle teşvik eder: “Bedenlerinizin üyelerini haksızlığa araç ederek günaha sunmayın. Ölümden dirilenler gibi kendinizi Allah'a adayın; bedenlerinizin üyelerini doğruluk araçları olarak Allah'a sunun” (Rom 6,13). Yine: “Eskiden günahın köleleri olan sizler, adandığınız öğretinin özüne yürekten bağlandınız” (Rom 6,17).

O halde doğruluğa acıkıp susayan insan, İsa'ya itaat etmeye aç ve susuzdur; Mesih İsa'ya aç ve susuzdur: Allah'ın Oğlu'nun, kendi bedeninde, gündelik deneyimlerinde, Aziz Pavlus'un cesaretle söylediği, “Artık ben yaşamıyorum; Mesih bende yaşıyor” (Gal 2,20) sözünü gerçekleştirmeye kadar somut olarak yer edinmesini ister.

İsa'ya acıkıp susayanlara ne mutlu!

Kutsal Kitap'tan bazı alıntılar, bu mutluluk metninin tercümesine ışık tutabilir:

“Doğruluğun ardından giden,

Rabbe yönelen sizler, beni dinleyin:

Yontulduğunuz kayaya,

çıkarıldığınız taş ocağına bakın.

Atanız İbrahim'e… bakın” (Yeşaya 51,1-2).

Bizler için, temel kaya İsa'dır; nitekim “Her şey O’nun aracılığıyla var oldu!” (Yh 1,3).

 

“İşte günler geliyor,

ülkeye kıtlık göndereceğim”

diyor Rab Yahve;

“Ekmek ya da su kıtlığı değil,

Rabbin sözlerine susamışlık göndereceğim” (Amos 8,11vd.).

 

İsa “Bana gelen asla acıkmaz,

bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi (Yh 6,35).

 

“Artık acıkmayacak,

artık susamayacaklar.

Çünkü Kuzu onları güdecek” (Vahiy 7,16-17).

 

Allah'ın adaleti olan İsa'ya acıkıp susayanlara ne mutlu, onlar doyurulacaklar!

Arayacak bir şeyi kalmayacak, barışa ulaşacak, gerçek bir evlat gibi Peder'in yanında olacak, özgürlüğün tadını çıkararak kendi evinde oturacak: Bu kişi mutludur!

İsa'nın bir sözü daha bu konuda bize ışık saçıyor: “Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisilerinkini kat kat aşmadıkça, Göklerin Egemenliğine asla giremezsiniz” (Mt 5,20).

İsa'nın öğrencisi; seçilmiş halkın bu iki sınıfının yaptığı şekilde Allah'ın isteğini yerine getirmekle yetinemez.

Din bilginleri, bir efendinin emrine uyarmışçasına Allah'ın isteğini yerine getirirler: Cezalandırılmamak için gereken minimum koşul. Bu tutum, Peder'in isteklerinin yanında – veya üstünde – kendi özel çıkarlarının varlığını ortaya koyar, Allah'ın isteklerinden öte kendinden bir şeyler savunma endişesini belirtir.

Allah'a bu türden bir itaat, sevgiyi ortaya koymaz, aksine, Allah'ı Baba'dan çok bir efendi gibi, dosttan çok insanın bir rakibi gibi göstererek, O'nun imajını altüst eder.

Ferisiler; insanlar tarafından görünmek, hayranlık uyandırmak, dindar olduklarını göstermek, dolayısıyla da örnek görülüp itaat edilmek için Allah'ın isteğini yerine getirirler. Başkalarının vicdanlarına hükmetmenin bir biçimi, insanların huzurunda kendi itibarını artırmak üzere Allah'ın emirlerini suistimal ederek sahte dindarlık şeklidir. Ayrıca onlar, kendi doğruluklarının idarecisi olduklarına inanırlar, kendileri hak ettikleri için kurtuluşlarından emin olduklarını düşünürler. Bu türden bir hayat tarzı da, Allah'ın sahte, pagan görüntüsünden hareket eder ve dindar görüntüyle aldatarak kurnazca bilinçaltından başkalarına aşılar. Dolayısıyla kurtuluş, Allah'ın bir armağanı değil, kendini iyi sayan insanın bir kazanımı gibidir.

İsa'nın öğrencisinin doğruluğu, bu sahte doğruluğu aşmalıdır.

Oğlu İsa'yı kabul eden kişiyi karşılıksız olarak aklayan Allah'tır. İsa'yı kabul eden kişi, evlat olur ve Peder'in tasarılarını ve etkin olma biçimlerini üstlenir. İsa'nın öğrencisi, hem Peder tarafından evlat olarak görülmesiyle hem de başka insanlara karşı, onların kurtuluşları için kendini sunmakla Peder'inki ile aynı doğruluğu uygulamaya başlamasıyla doğru bir insan olur.

O ayrıca Allah tarafından karşılıksızca sevilmeye izin verir, aldığı sevgiyi ödemek istemez! Nitekim bu sevgiyi karşılayamayacağını bilir.

 

Örnekler

 

Kardeşleri tarafından satılmış ve nefrete maruz kalmış Yusuf, kendisini Allah'a emanet ediyor. Mısır'da yönetici olduğunda ise, ayaklarının dibinde öz kardeşlerini bulduğu vakit, Allah'ın harikulade adaletini görüyor ve onunla bütünleşiyor: “Beni buraya sattığınız için üzülmeyin. Allah insanlığı korumak için beni önden gönderdi... Beni buraya gönderen siz değilsiniz, Allah'tır” (Yar 45,5.8).

Davut, kendini öldürmek için arayan Saul'a karşı “adaleti” kendisi sağlamıyor, Allah'a bırakıyor.

Saul ona şöyle karşılık veriyor: “Sen benden daha doğru bir adamsın. Sana kötülük yaptığım halde sen bana iyilikle karşılık verdin. Bugün bana iyi davrandığını kanıtladın: Rab beni eline teslim ettiği halde beni öldürmedin” (1Sam 24,17-18).

Aziz Yusuf da doğru bir adam olarak biliniyor: Zira kendisi, boşanma yasalarına değil, sevgi Allah'ına itaat etmek istiyordu: “Yusuf, doğru bir adam olduğu için ondan gizlice ayrılmak niyetindeydi” (Mt 1,19). Meryem’i kurtarmak istiyordu.

İsa ile birlikte haça gerilen haydut, Onu kabul ettiği ve Onun ile bir sevgi teması kurduğu andan itibaren, “iyi” biri oluyor. İşlemiş olduğu suçlarına rağmen, Rab tarafından aklanıyor, çünkü doğruluğumuz olan Rab İsa'yı kabul ediyor. Ayrıca, maruz kalması gereken ölüme rağmen mutludur, öyle ki artık haçtan bile inmeye çalışmıyor (bkz. Lk 23,43).

Bazı Mezmurlar, Allah'ın gerçek doğruluğu üzerine derinden düşünmede bizlere yardım edebilir: Mez 30; 33; 72; 85.

Gerçekten Allah'ımın doğruluğundan yararlanabilir ve onun adaletinin bir aracı olarak Ona kendimi sunabilirim!

 

Ne mutlu merhametli olanlara;

çünkü onlar merhamet bulacaklar!

 

Merhamet ve doğruluk, Allah'ın yüreğinde aynı sevginin ifadeleridir. Dolayısıyla bu düşünce bir öncekinin devamı olarak görülebilir.

Adem ve Havva'nın, Allah karşısında kendi bağımsızlıklarına karar vermelerinden itibaren, kendilerini her seviyede bir sefalet durumunda buldular: Maddi sefalet ve manevi sefalet, çıplaklık ve karşılıklı suçlamalar, her birimizin er ya da geç kendimizi içinde bulacağımız birçok durumun simgesidir: Maddi sağlık yoksunluğu veya ekonomik noksanlıklar, şefkat, rehberlik ve/veya içsel nedenlerin eksikliğine bağlı psişik noksanlıklar, günahın ve bencilliğin sonucu olarak ortaya çıkan ruhsal noksanlıklar. Maddi zenginlik, kültür, ün ve kendine yeterlilik, bu sefaletten kurtarmaz, aksine bazen onları ağırlaştırır veya çoğaltır.

Bu durum karşısında nasıl davranmalı? Suçlamalı mı, terk etmeli mi, suistimal mi etmeli, zorlamalı mı, yoksa şantaj mı yapmalı? İsa'nın öğrencisi, yüreğinin hareketiyle bütünleşmek için, insanın sefaletleri karşısında Allah'ın nasıl davrandığına bakmalıdır.

Allah; günahın sonuçlarına maruz kalmış insana acır, merhamet duyar ve sevgiyle müdahale eder. Daha Adem ve Havva ile ilgili anlatımda, insanın sefaletlerini hafifletmek için Allah'ın müdahale biçiminin bir değerler dizisini buluruz.

İlk sevgi eylemi, Allah'ın adama bir kadın vermek üzere davranmasıdır. İnsanın sevgisi somut bir kişi tarafından doldurulabilir: Birçokları, görünmeyen Allah'ın sevgisiyle yetinmeyecekti.

İnsanlar arasındaki sevgi ve dostluk, Allah'ın merhametinin bir armağanıdır.

Allah'ın sevgisinin ikinci eylemi, insana bir hayat kuralı vermektir.

Her şeyden önce görürüz ki Allah, bir yasa koymada acele etmiştir, çünkü aksi halde insan kendi arzularını düzene koyamaz, tek başına başa çıkamaz ve hemen ölümün akıntısına kapılırdı.

İtaatsizliğinin ardından insan, Allah'ın arayışına girmede yeteneksiz olurdu. O halde Allah'ın kendisi harekete geçiyor, yeniden Adem'in gözleriyle karşılaşmak için ilk adımı atıyor. Ona “Neredesin?” diye sesleniyor. Diyaloğu yeniden ele alma şeklini kazandırıyor, içinde bulunduğu durumun farkına varmasında ona yardım ediyor, hala saklandığı yerin dışarısında yaşayabileceğini ona anlatıyor: Ümitsizliğe kapılmamalıdır, çünkü hala seviliyor.

Bununla birlikte Allah, yılanı mahkum ediyor: İnsanı mahkum etmiyor, aksine, itaatsizliğinin sonuçlarından kurtuluş vaat ediyor, ona yardımcı oluyor. Bu şekilde insan Allah'ı bir müttefik olarak, kendisini savunmak ve kurtarmak isteyen biri olarak keşfedebiliyor.

Allah'ın son merhamet eylemi: “Rab Allah, Adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi” (Yar 3,21). Allah'ın sevgisi hassas ve somut bir hal alıyor. Allah, insanın günahının sonuçlarına çare oluyor. İnsan çıplaklığı hissediyor, Allah onu giydiriyor.

İnsanlığın tüm tarihi, bu ilahi müdahalelerde temsil ediliyor ve özetleniyor. İnsanların tarihi, günahlarının ve sefil sonuçlarının Allah'ın merhametiyle bir örülmesidir, o kadar ki, “Allah'ın merhametli sevgisinin Tarihi” olarak tanımlanabiliyor.

Peki, “merhamet” nedir? Bu kelime, İbranice iki terimin tercümesi olarak, biri çocuğu için annenin içgüdüsel şefkati; diğeri ise yaptığı bir vaadi tutmak için bir insanın isteyerek yaşamaya karar verdiği sevgisidir.

Her iki sevgi boyutu da Allah'a atfedilmekle birlikte, özellikle ikincisi daha uygundur.

Her zaman zayıf, hem tabiatın korkunç güçleri karşısında hem de ona derinden düşman olan şeytan karşısında başarısız insan ile ilgilenmeye karar vermekle Allah merhametli olduğunu gösterir.

Allah her daim insanın iyiliğini ister; insanın dini zihniyetine göre “Allah'ın cezalandırması” olarak görülen o olaylar bile, aslında Onun tarafından merhamet eylemleri olarak kullanılır.

Eğer insan, kötü eylemlerinin sonuçlarına (cezalara) maruz kalmasaydı, hep daha kolay bir şekilde putların (şeytanın) ayartmalarına düşerdi ve kendisinin tam yıkımına sebep olurdu.

Günahkâr için Allah'ın merhametinin en büyük işareti İsa'dır. O yalnızca bir işaret değil, görünür olan Peder'in merhametidir. Onun hayatı, zamanda onu mevcut kılarak, Peder'in sonsuz merhametini ortaya koyuyor ve somutlaştırıyor. Sözleriyle, mucizeleriyle, duasıyla, ama özellikle de ölümüyle O, fakirler ve günahkarlar için Allah'ın sevgisini bize bahşeder. İsa'nın ölümünde, Peder ve Oğul en yüksek sevgiyi - Kutsal Ruh'u - vermek için işbirliği yaparlar. Her Hristiyan, Allah'ın evladı olarak, merhametli olur, çünkü İsa'nın ona gösterdiği ve öğrettiği üzere, Peder'inin yaptığını görerek aynısını yapar.

Her şeyden önce Hristiyan, İsa aracılığıyla Peder'in merhametini minnettarlıkla kabul eder: Çünkü her gün ona ihtiyacı vardır!

Onu alçakgönüllülükle alarak, başkaları için de kendisini Allah'ın merhametinin mekanı kılar. İsa'nın arzuladığına dönüşür: “Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun” (Lk 6,36).

Bir insanın başka bir insana olan merhameti küçük bir şey gibi gözükse de, Allah'ın merhametini kapsayan bir alandır. Bu küçük bir şeydir, ama her şeydir: Onu alan için büyük bir anlam ifade eder. Bir kişi için merhamet göstermenin, bakışları bu kişinin yapmış olduğu kötülükten çevirmek ve onun yüreğinin gereksinimine döndürmek anlamında olduğuna inanırım. Merhamet; insan yüreğinin boşluğunu, bir yargılama veya mahkumiyet vesilesi değil, zira doldurmaya çalışabileceğim bir yer olarak, sevgiyi uygulamanın bir fırsatı olarak görmektir.

Merhamet; ekmeği eksik olan fakire veya sevgiden mahrum günahkara yöneltilebilir. İlk durumda, maddi nimetlerin paylaşımına dönüşür; ikinci durumda ise misafir etme ve affetme, aynı zamanda da, eğitim, şefkat gösterme, ahlaki ve maddi yardım şeklinde, tam da Adem için Allah'ın müdahalesinin örneğine göre gösterilir.

Merhamete sahip olmayan insan, her zaman bir çelişkidir; gerçek manada insani değerlere sahip değildir.

İki borçlu adam meseli (bkz. Mt 18,23-35), merhamet eksikliğinin saçmalığını ortaya koyar. Her insan, ben dahil, ölçüsü olmayan bir ölçüde Allah tarafından affedilmiş ve bağışlanmış bir insanım! Eğer bana küçük bir borcu olan kardeşi affedemiyorsam, ben gerçekten sefil biriyim, konusu olduğum sevgiyi kendi sevgime dönüştürmeyi ve ondan hoşnut olmayı reddeden biriyim.

Merhametsizlik; Allah'ın huzurunda kalmayı başaramayan, Allah'ın yüreğinde oturmayı bilmeyen bir bencilliği belirtir.

Merhamete sahip olmayan kişi, “ağlayış ve diş gıcırtısı” içinde yaşar ve yaşayacaktır.

Ne mutlu merhametli olanlara; çünkü merhamet bulacaklar!

Peki, kimden?

Merhametli insan kimden merhamet bulacak?

Tabi ki Allah'tan ve insandan!

Eğer ben merhametli isem, Allah bende bir evlat yüreği, Kendisinden doğan birinin yüreğini bulabilir.

“Yargı, merhamet göstermemiş olana karşı merhametsizdir. Merhamet, yargıya galip gelir” (Yakup 2,13).

“Rab çok şefkatli ve merhametlidir” (Yakup 5,11); bunun için bizler bunu taklit ederiz, onun yüreğinin bu yeteneğinin yayıcıları oluruz (bkz. Yakup 3,17; Ef 4,32; Lk 6,36).

 

Örnekler

 

Merhamet meselleriyle İsa, bizler huzur bulalım ve kötülüklerin, bizleri çevreleyenlerin günahlarının labirentlerinde nasıl yön bulacağımızı bilelim diye, Allah'ın hayatının bu yönünü temaşa etmeye devam etmemizi sağlıyor (bkz. Lk 15).

Gözdeki çöp ve mertek meseli (Lk 6,41vd.) bizlere yine merhametsizliğin, büyük bir adaletsizlik olduğunu, hatta bir kendi kendine mahkûmiyet olduğunu görmemize yardım ediyor.

  1. Mezmur'un duasını yaparken, merhamet müdahaleleri olarak yaratılışta ve tarihte Allah'ın tüm dahil olmalarını görmede yardım buluyoruz: “Onun merhameti sonsuzdur”.

Bizlerin Ona vermekle hoşnut olduğumuzdan, Allah hoşnut olmuyor: Kurbanlar ve sunular, kibrimizi gün yüzüne çıkarabilecek şeylerdir; bundan ziyade O, kendi yüreğini ortaya koyacak çok büyük bir merhamet arzu ediyor.

Şimi'nin ölümünü istemeyen, kaçış içindeki Davut'un örneği (bkz. 2Sam 16,5-14), bizim merhametimizi üstlenebilecek boyutlar üzerine ışık tutuyor.

Şimi, krala karşı taşlar atıp, lanetler okuyup, hakaretler ediyor. Nöbetçilerden biri, böyle bir kışkırtıcıyı öldürmeyi öneriyor, ama Davut müdahale ediyor: “Bırakın onu, lanet okusun, çünkü ona böyle yapmasını Rab buyurmuştur… Belki Rab sıkıntımı görür de, bugün okunan lanetlerin karşılığını iyilikle verir…”.

Dönüşünden sonra, tahtına yeniden yerleşen Davut, Şimi'yi müdafaa etmeye devam ediyor (bkz. 19,24).

Merhametli olanlara ne mutlu!

“Eğer bir kimse dünya malına sahip olur da kardeşini ihtiyaç içinde görüp şefkatini ondan esirgerse, o kimsede Allah'ın sevgisi nasıl yaşar?” (1Yh 3,17).

İşte mutluluk: Merhametli olan kişi, içinde Allah’ın sevgisini taşır; Allah'ın Kendisi, merhamet gösterenin yüreğini dolduruyor.

 

Ne mutlu yüreği temiz olanlara;

çünkü onlar Allah’ı görecekler!

 

İnsan; Adem kendisini ayartmaya teslim ettiğinden beri yetim hissetmekte ve Allah ile evlatlık ilişkisini muhafaza etmede artık yetenekli olmamaktadır. Gözleri Onu artık Baba olarak göremiyor, Onu Baba olarak görememekten dolayı O'nu gerçekten görmemektedir. Eğer bizler Peder'i evlat yüreğiyle görmezsek, gözlerimiz Allah'ı görmez ve gördüğüne inansa da, aslında başka bir şey görür.

O halde insanın duası şuna dönüştü: “Bana yüzünü göster Rab; senin yüzünü arıyorum!”

İsa'nın öğrencisi Filipus da, bu ihtiyacın sözcüsü olmuştu: “Bize Peder'i göster, bu bize yeter!”

Filipus, insanın mutluluğunun Allah'ı görmekten ibaret olduğunu sezdi. Allah her şeydir; her yüreğin içsel yolunun başlangıcı ve hedefidir.

“Onu zaten gördün” diye cevap verdi İsa.

Nasıl olur da Filipus bunun farkına varmadı? Neden?

Gözleri kapalı mıydı? Hayır; onun yüreği temiz değildi! Ferisiler de İsa'nın hayatında Allah'ı görememişlerdi: Onların da yüreği saf değildi: … ile doluydu.

Ne mutlu yüreği temiz olanlara; çünkü Allah'ı görecekler!

Mutluluk, sevinç ve doluluk; temiz olmakla değil, Allah'ı görmekledir. Bizler kişisel bir paklığın, bir erdemin arayışı içinde değiliz: Her zaman ve sadece Allah'ın arayışındayız. Kendi temizliğimizi, mükemmelliğimizi arıyor olsaydık, zaten yürek temizliğinin dışında kalıyor olurduk; çünkü ben-merkezci bir kalbe sahip olurduk. Temizliğimiz, bizim için put olurdu. Yalnızca Allah'ı arıyoruz; her zaman ve her yerde sadece Allah'ı arıyoruz.

Bu radikallik, içimizde yürek temizliğine yol açacak ve Allah da kendisini sezilebilir kılacaktır.

Peki, yürek temizliği nedir?

Eğer bu şekilde ifade edilebilirse, yürek insanın merkezidir. Yürek; duyguların ve zekanın, hafızanın ve arzuların, iradenin ve sevginin makamıdır.

O halde yürek temizliği, cinsel saflığı barındırıyor olsa da, bundan çok daha ötesidir.

Saf yürek, şeffaf bir içsellik, ikili oyun olmadan, sade; çıkarsız bir niyet; Allah'ın arzuları ve duygularıyla uyum içinde yaşamak ve ümit etmektir.

Bu yürek temizliği imkansız gibi görünebilir. Bizim “benliğimiz”, bilinçaltında ve bilinçdışında, bilmeden ve istem dışı olarak, çok gurur, çok kibir, çok yüzeysellik ve hırsı da kendisiyle beraberinde sürükler.

Eylemleri, özellikle de iyi eylemleri temiz bir yürekle gerçekleştirdiğimizi söyleyebilmek, zordur.

“İyi eylemlerimizin” altında saklı ne kadar çok arzular vardır: Görülmüş olma, büyük olma, aziz olarak tanınmış olma, değerli bir insan olma, faydalı bir insan olma... arzuları. Yaptığımız en güzel şeyler, neredeyse her zaman ben-merkezciliğin rengini beraberinde barındırırlar. Bir şeyleri başaramadığımızda ya da küçümsendiğimizde veya tam tersi, övüldüğümüzde bunun farkına varırız; o zaman bizim yöntemlerimizin ve niyetlerimizin temiz mi, ben-merkezcilikten özgür mü, sadece “sevgi” olup olmadığını gözlemleyebiliriz.

Yeter ki biri, hakkımda olumsuz bir kanaat getirsin, hemen moralim bozulur veya üste çıkmaya çalışırım. Yeter ki biri, benim iyi eylemlerimi engellesin, hemen öfkelenirim; yeter ki biri beni övsün, hemen kendimi yüceltirim. Tüm bu davranışlar; yüreğimin temiz olmadığının işaretleridir.

Peki, bir yüreğin temiz olup olmadığı ne zaman görülebilir?

Bir keder sınaması baş gösterdiği vakit!

İsa'nın yüreği çöldeki kırk günde temiz bulundu. Orada, onun Peder'e ve insanlara olan sevgisi sınandı. Onda ikinci bir niyet yoktu. İsa, o kırk günü temiz bir sevgi olarak, yani hiçbir memnuniyet ve karşılık arzusu beslemeden, ekmek bile aramaksızın, Peder'e sunuyordu.

Zaten Nasıra'da saklı geçirdiği otuz yılda da sınandı ve yine, kalabalık içinde olmasına rağmen, yalnızlık sınamasıyla denendi. Sınama da sadece Haç Tepesi'nde tamamen tamamlanacak ve aşılacaktır.

Bizler için gizli yaşamak, yalnızlık, acı çekmek, temiz bir yüreği belli eden ve aynı zamanda onu hazırlayan Baba'nın sevgi dolu hikmetinin araçlarıdır.

Bir dostun yüreği temiz midir? O senin için ve seninle acı çektiğinde bunu göreceksin. O zaman, dostluğunun temiz mi yoksa çıkarla karışık mı olduğunu anlayabileceksin.

Benim duam temiz midir? Duam ne kadar ince çıkarlarla doldurulmaktadır! Bu yürek “murdarlığı” kaldığı sürece, Allah'ı görme imkanı olmaz, hatta O bizim karşımızda veya içimizde dursa bile. Dindar biri olduğumuz halde, temiz olmayan bir yüreğe sahip olmak ne kadar da kolaydır! Lazar'ın kız kardeşi Marta; İsa için kendisini armağan ediyor, kendisini sunuyor, yoruluyor. Peki nasıl oluyor ki o, İsa'yı yargılamaya ve kız kardeşini mahkum etmeye kadar ilerliyor? Çünkü yüreği temiz değildir. İsa uğruna çektiği zahmet, kendisine olan dikkat, işleri kendi kafasından yapmakla karışmıştır. Eğer İsa'yı sevdiğini söyleyen bir yürek temiz değilse, homurdanmaya, suçlamaya, yakınmaya ve sabırsızlığa yeltenir.

Petrus da İsa'ya kendisini sunmak istiyor ve bunu yüksek sesle duyuruyor. Fakat nasıl oluyor ki sonrasında O’nu inkar ediyor? Çünkü onun da yüreği temiz değildir! Onda İsa’ya olan sevgi, ... hayatını kurtarma çıkarıyla yoğrulmuştur.

Yürek temizliğine ulaşmak için bir yol var mıdır?

Yürek temizliği Allah'ın bir armağanıdır: “İçimizde temiz bir yürek yarat, ey Allah”; onu elde etmenin yolu da sevilmeye kendini teslim etmektir.

Marta'nın kız kardeşi Meryem, kendisini İsa tarafından sevilmeye bırakıyor: Onun baş aktör olmasına izin vermekle, bu sayede itaat edebiliyor ve kız kardeşine öfkelenmiyor. Onun yüreği temizdir.

İsa bu yolu Petrus'a da öğretmek istiyor ve de bunu şu sözlerle yapıyor: “Seni yıkamazsam yanımda yerin olmaz” (Yh 13,8).

Petrus; İsa ile birlik içinde olmak için, İsa'nın kendisi uğruna yorulmasını kabul etmelidir, sonra da kendisi uğruna İsa'nın acı çekmesini ve ölmesini de kabul etmesi gerekecektir. Kendini sevilmeye bırakmak, İsa'nın temiz yüreğine girmek için kat edilecek yoldur. Nasıl ki bir çocuk, sevinç içinde annesinin kendisi için yorulduğunu ve acı çektiğini kabul ediyorsa, İsa'nın öğrencisi de aynı şekilde davranmalıdır.

Kendisinin sevilmesine izin veren kişi, her şeyi Allah'ın sevgisi olarak kabul edebilir, her küçük ve büyük olayda Peder'in mevcudiyetini görmeyi bilir. Kendisinin sevilmesine izin veren kişi, Ruh'u alma derecesindedir ve Kutsal Ruh da insan yüreğinin her zaman ve her yerde Allah'ı görmesini sağlayan ışıktır.

Allah'ı görmek için istenen temizlik, bizlerin daima çeşitli yüzeysellik ayartmalarından; temizlik, hijyen ve yanlış yapmama putlarından sınanmamıza rağmen dışsal bir temizlik değildir. Hatalar ve kirlilik – içsel bir düzensizlikten gelmedikleri sürece – yürek temizliğine zarar vermezler.

Peki, “Allah'ı görmek” ne demektir?

Birini görmek, onun varlığından eminlik verir.

Allah'ı görmek demek, Allah'ın varlığının ve sevgisinin kesinliğine sahip olmak, onun ziyaretinin tesellisini ve doluluğunu elde etmek demektir.

Allah'ı görmek, Onun tüm niteliklerini ve mükemmelliğini tanımak demektir, üstünlüğünü ve otoritesini kabul etmektir.

Allah'ı görmek, kendi bütün özelliklerini ve mükemmelliklerini O'na atfedebilmektir, O'nun üstünlüğünü ve otoritesini tanımaktır. Allah'ı görmek; her şeyi O'na bağlı olarak, O'na dayanmış olarak görmektir; yine, Allah'ı görmek; her şeyin, önemini kaybedip Allah'ın Hükümranlığına hizmet vermek üzere kendisine verilen görevi üstlenmesine izin vermektir.

Yüreği temiz olanlar; bu doluluğa ulaşacak, bu ışıktan ve sonucundaki huzurdan tatmaya varacaklar.

Fikirlerin, inanışların, nedenlerin, alışkanlıkların, paranın vs. şeylerin bağlarından özgür olduğumuzda bizler; içsel aydınlığa, Allah'ın varlığının ve eserinin bilincine, Allah'ın 'görüşüne' sahip oluruz.

Çocukların sadeliğiyle kendimizi sevilmeye bırakarak, bizlerin dahil olduğu küçük veya büyük olaylarda Allah'ın elini ve yüreğini keşfedebileceğiz.

Yürek temizliği, her şeyden gerçek özgürlüğü gerektirir ve bahşeder.

Yüreği temiz olan, iddia etmez ve talep etmez (zenginlikten özgürdür).

Yüreği temiz olan, tartışmaz (fikirlerden özgürdür).

Yüreği temiz olan, öfkelenmez (alışkanlıklardan özgürdür).

Yüreği temiz olan, suçlamaz (kendisinden özgürdür).

Yüreği temiz olan, sevgiye dönüşür: Sevgi olan Allah'ın içine girer.

Aziz Pavlus “Sevgi pak yürekten doğandır” (1Tim 1,5) der ve Aziz Yuhanna bunu şöyle ifade eder: “Seven herkes Allah'tan doğmuştur” (1Yh 4,7).

Yüreği temiz olanlara ne mutlu: Onlar Allah'ı görürler!

O'nu bir yabancı olarak görmezler,

O'nu görürler; çünkü severek kendilerinde O'nun Sevgisini tecrübe ederler!

O'nun Sevgisine paydaş olurlar!

Allah'a katılırlar.

Ne mutlu yüreği temiz olanlara: Sevgi olmayı bilirler

ve bu sayede, yalnızca Allah'ta yaşamakla kalmazlar,

ayrıca O'nun herkes tarafından görülmesini sağlarlar!

Yüreği temiz olanlar, başka hiç kimsenin fark etmediği yerlerde de Allah'ın eserini tanımak için içe girebilen bir bakışa sahiptirler: Acıda ve talihsizlikte, fakirde ve günahkarda.

 

Örnekler

 

Simeon, kendisi için hiçbir şey aramayan, zira Allah'ın yüceliğini arzu eden yüreği temiz bir adamdır; gözleri de Çocuk'ta Allah'ın kurtuluşunu temaşa edebiliyor.

Yusuf ile ilişkisinde bile kendisi için hiçbir şey talep etmeyen, kişisel tasarılardan özgür Pek Azize Meryem, Allah'ın varlığının “fiziksel” eminliğine sahip oluyor.

Yalnızca Allah için doğru olan şeyi arayan, yüreği temiz adam, Aziz Yusuf, kendisi için hiçbir şey istemiyor: Allah'ın tesellisinden faydalanmaya nail oluyor.

Öğrenci Yuhanna, elleri kolları bağlı İsa'yı izleyerek yüreğinin temizliğini kanıtlıyor. Tamamen çıkarsız bir adamdır. Ve kıyıda bir adam “gören” ve Rabbi tanıyan onun kendisidir.

“İçimde temiz bir ruh yürek yarat, ey Allah!” (Mez 51).

Yüreğimde bu duayı tutarak, kendimi Allah tarafından sevilmeye bırakma alıştırması ve her şeyi armağan olarak görme alıştırması yapmaya çalışacağım.

Her şeyden ve her olaydan hoşnut olmaya çalışacağım, çünkü tam da bunlarda Onun Sevgisinin varlığı saklıdır ve kendisini gösterebilir!

 

Ne mutlu barışı sağlayanlara;

çünkü onlara Allah'ın evlatları denecek!

 

Barış! Sık sık duyulan bir kelimedir. Çoğu kez yalnızca arzuların ifadesidir, sık sık da yüzeysel arzuların ifadesidir: İnsanlar, çeşitli kişi kategorileri, uluslar arasındaki uzlaşmayı ya da baskıların, savaşların, şiddetin aşılmasını işaret eder.

Fakat insanın yüreğinin bencil çıkarlara, ekonomik arzuya, güce bağlı ve bu nedenle dünyayı ve insanları sömüren hırsa büründüğü bir anda bu gerçeklerden kaçabilmesi nasıl mümkün olur?

İnsanlar kendilerini maddi çıkarlar tarafından hükmedilmeye bırakırlarsa, onlar arasında güvenli ve istikrarlı bir barış var olamayacaktır. Maddi çıkarlar, bir gün Kayin'i sahiplenmiş ruhu her zaman içlerinde barındırırlar.

Allah'ın halkı olan Kilise bile, dünyada barışı bekleyemez. Dünya her zaman ona düşman olacaktır. Bu gerçekliğin herkesten daha fazla bilincindeki İsa bunu saklamadı ve şöyle bildirdi: “Barış değil, ayrılık getirmeye geldim” (Lk 12,51). İsa'yı izleyen kişi, kendisini dünyaya zıt olan bir duruma koyup dünyanın olumsuzluğunu uyandırıyor, böylece de kendisini bir hedef haline getiriyor.

İsa; barışı sağlayan biri olmak istiyor, fakat O'nun gerçek barış eserinin, kendi üzerine bencilliğinde inatlaşmış insanın nefretini ve düşmanlığını çektiğini bilmektedir. Bunun için: “Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz?” demek zorunda kalmaktadır.

Bu durumda İsa, barışı insanların anladığı şekilde ifade etmektedir. Fakat O'nda “barış” başka bir anlama sahip oluyor.

Havariler Diriliş gününde bunun tecrübesini yaşadılar. “İsa ortalarında durdu ve onlara: «Size esenlik olsun!» dedi. Bunu söyledikten sonra, onlara ellerini ve böğrünü gösterdi”.

“«Size esenlik olsun!... Babam beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum». Sonra onların üzerine üfledi ve «Kutsal Ruh’u alın» dedi”.

Barış, bir kelime değil, bir armağandır. “Esenlik” diyerek İsa, en değerli ne varsa bahşediyor: Ölüme kadar ulaşan sevgi, O'nun ilahi görevi, O'nun Ruhu.

İsa'nın barışı – temenni edilmemiş zira verilmiş – bir paylaşmadır. “Sahip olduğum ne varsa, onu sana armağan ediyorum. Benim tattığım şeyi sen de tat! Benim doluluğuma ve görevime paydaş ol”.

“Size esenlik veriyorum, size esenliğimi veriyorum”.

“Benim” esenliğim! Esenlik terimi, duyguların bir dinginliğini, insan ilişkilerindeki durgun bir durumu işaret etmekten ziyade, verilen ve alınan armağanı ifade eder. İsa'dan bahşedilen barış, onun hayatının ve sevgisinin doluluğudur; Onun Peder ile olan birliği.

Havari Pavlus şöyle yazıyor: “O, esenliğimizdir” (Ef 2,17).

İsa; Peder Allah'ın zenginliğidir, Allah'ın ilettiği ve insanlara teslim ettiği armağandır. İsa, Peder'in hoşnutluk duyduğu ve insanların eline ve yüreğine koyduğu Oğul'dur.

Bu nedenle İsa'nın kendi kişiliği gök ile yer arasında, insan ile Allah arasında esenliktir. “O'nun çarmıhta akıtılan kanı aracılığıyla esenliği sağlamış olarak yerde ve gökte olan her şeyi O'nun aracılığıyla kendisiyle barıştırmaya razı oldu” (Kol 1,20).

İsa esenliktir; Allah'ın yüreğinden çıkıp benimkine geçen armağandır. Eğer onu kabul edersem, Allah ile bir bütün olurum, Allah'ın yürekte sahip olduğuna yüreğimde sahip olurum, Allah'ın armağan ettiğini bahşedebileceğim.

İşte o halde barışı sağlayan kimdir: Allah'ın zenginliğinin insanların yüreklerine girmesini sağlayacak şekilde çalışan insandır.

İnsanlara antlaşma önerini sağlamak, az ve istikrarsızdır: Onların yürekleri bencil kalır. Bundan gelen barış, her zaman biraz bencillik barındıracak, şiddet tohumları muhafaza edecektir.

Gerçek barış, insanların anlaşmalarının sonucu olamaz, sadece Allah'ın zaferinin ürünüdür.

Barış sağlayan kişi, Allah'ın zenginliğinin insan tarafından kabul edilmiş olmasını sağlayandır: O zaman yürekler barışı tadacaklar, çünkü Allah'ın zenginlikleri doluluk verir ve her arzuyu tatmin ederler. O zaman insanlar arasında barış olacaktır, çünkü onlar birbirleri için ölmeye kadar yetenekli olacaklardır.

Ne şekilde “barış sağlayan biri” olabilirim?

Eğer barış Allah'ın armağanı ise, Onun nezdinde tüm dünya için kendimi bir dua aracısı kılabilirim. İnsan nezdinde kendimi Allah'ın lütfunun ve Sözünün aracısı kılabilirim. Kendimi İsa'yı taşıyan kılabilirim.

Dünya için dua eden, Allah'ın Sözünü yayan, sevgiyle İsa'nın adını ileten kişi: İşte barışı sağlayan kişi budur.

Barış sağlayan kişi olmak; kendini Allah'ın hayatını içinde barındırıp susamış yeryüzüne getiren kanal kılmak, Allah'ın bahşettiğini alıp başkasına bahşetmektir.

Birçok kez, barışın imkansız gözüktüğü durumlarda bulunabiliriz: İsa'nın Haç'ı ile birlikte reddedilmiş olduğu yerler bunlardır!

Burada gerçekten Allah'ın Sözüne daha fazla kararlılıkla itaat etmeye koyulmanın zamanıdır: “O zaman her türlü kavrayışı aşan Allah'ın esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır” (Fil 4,7).

Barış sağlayanlar Allah'ın evlatları olarak adlandırılacaklardır! Allah'tan doğarlar, “Esenlik yolundaki adımları yönetmeye” gelen Biricik Oğul olan İsa gibidirler, çünkü bizim Allah'ımız, esenlik Allah'ıdır.

İnsana Allah'ı iletenler, mutludur, bireylere ve birlikteliklere uyum sağlar; yaratılışın uyumuna katkıda bulunurlar.

Allah ile birliğin ve iletişimin olduğu yerde, insan ilişkilerini hareketlendiren unsur artık bencillik değil; orada yalnızca savaşlardan konuşulmaz, hatta sesler bile yükseltilmez, tartışılmaz. Orada yeni bir yaşam, sevgiden oluşan bir yaşam hüküm sürer: Kutsal Üçlü Birliğin benzerliğinde. Burada Peder, Oğul ve Kutsal Ruh, birbirlerine dikkat etmede ve hiç karşılık beklemeden, birbirlerine devamlı olarak kendilerini armağan etmede yarışmaktadır.

“Size esenlik veriyorum, size esenliğimi veriyorum!”.

 

Örnekler

 

Herkes tarafından, barış yapıcı olarak bilinenlerden biri de Assisi'li Aziz Fransua'dır. Kendisi ne yaptı? Dünya için kendisini duaya çevirdi; farklı kesimlerden insanların birbirlerini öldürdükleri Siena Meydanı'nda İsa’nın müjdecisi, Sultan'a İncil'i götüren kişi oldu. İsa'yı yüceltmek isteyerek Allah'ın Sözü'ne açıkça itaati yaşadı: Hayatı barış getirdi ve hala bugün ona yakınlaşanların üzerine onu yaymaktadır, çünkü ona yakınlaşarak, esenliğimiz olan İsa'nın hayatının yansımasını alırlar.

Flüe'li Aziz Nikolaus, Allah'a itaat içinde olan keşiş hayatıyla İsviçre’nin ve onun tarafsızlığının kurucusu haline geldi: Siyasi barış da onun duasının bir eseridir.

Az ya da çok tanınan diğer büyük azizler de, yüreklerinde barındırdıkları İsa'ya olan büyük sevgileri sayesinde yürekteki, aileler ve halklar arsındaki ve özellikle de Allah ile olan barışı çevrelerine yaymaktadırlar.

Ne mutlu doğruluk uğruna

zulüm görenlere;

çünkü Göklerin Hükümranlığı onlarındır!

 

Allah'ın yoksulları ve O'nun isteğini sevenler, zulüm edilmekte birleştirilmişlerdir: İlkleri, ruhta yoksulun mütevazılığını sömüren şiddetli, bencil ve cimri kişiler tarafından; ikincileri ise, Allah'a nefretle bakan ve O'nu rakip görenler tarafından zulüm edilmektedirler.

Bu korkunç gerçek, İsa'nın dikkatinden kaçmamaktadır ve O, sevdiği insanlardan bunu saklamamaktadır.

Hükümranlığı arayanlar, Peder'in isteğini tamamen yerine getirmek isteyen ve dolayısıyla kendi hayatında İsa'yı kabul eden kişi, zulümlerle karşı karşıya kalır.

İsa'yı izleyen kişi, Peder'in hoşuna gideni yapar, ama tam bu durum katlanmak istemeyen bazı insanların hoşuna gitmez.

“Mesih İsa'ya ait olup Allah yoluna yaraşır bir yaşam sürmek isteyenlerin hepsi de zulüm görecek” (2Tim 3,12). Aziz Pavlus birçok kez ve çeşitli biçimlerde bu açıklamanın gerçeğini tecrübe etmişti: Tam da kendisi, ilk doğan Kilise'ye karşı inatçı zalimlerden ilki oldu (bkz. 1Kor 15,9). Zulmeden Pavlus, bu şekilde Allah'a itaat ettiğine inanıyordu (Hav İş 26,9-11); onun Allah'a dair hatalı bir bilgisi, bu davranışının nedeni idi.

Yeni imanlı olan, henüz vaftiz olmamışken Rab onun hakkında Hananya'ya, “Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çekmesi gerekeceğini ona göstereceğim” (Hav İş 9,16) şeklinde konuştu: Zulüm eden biri iken, hemen zulüm gören biri oldu, hemen.

Her insanın kurtuluşunu barındıran İsa'nın adı, Kötünün nefretini çeker. Ve bu ad bir kişiyi sararsa, bu nefret onun üzerine dökülür: “Benim adımdan ötürü herkes sizden nefret edecek” (Mt 10,22).

“Ejderha doğum yapmak üzere olan kadının önünde durdu. Kadın doğurduğu an ejderha çocuğu yutacaktı” (Vahiy 12,4); ancak bunu başaramayınca, kadına yönelerek ona zarar vermeye ve acı çektirmeye çalışıyor.

Allah'a devamlı olarak evlatlar doğuran bu “kadın” Kilise'dir. Şeytan, Kilise'nin yaşamasını, dünyada mevcut ve etkin olmasını engellemek istemektedir.

Şeytan, İsa'nın öğrencilerine tek zulüm edendir. İhanet etmesi için Yahuda'nın yüreğine giren odur. O, sadece o; fakat o, insanlar arasında çekici ve ayartıcı araçlar arar.

İsa ile de bu şekilde hareket etmiştir.

Refah, mucize, siyasi güçle ilgili mantık yürütmeleri ile “adaletten” İsa’yı uzaklaştırmaya çalışmıştır.

Sonrasında akrabalarının sırasıdır: “Yakınları bunu duyunca, «Aklını kaçırmış» diyerek O'nu almaya geldiler” (Mk 3,21). Nitekim kardeşleri bile O'na inanmıyorlardı (bkz. Yh 7,5).

Allah'ın isteği, insan ruhunun sahip olduğu ve Allah'ın armağanı olarak gördüğü en derin bağlarından ayrılmaya yol açabilir.

Akrabalarda nefret olmaz, sevgi olarak gözüken duygular vardır. Bunlar, Allah'ın isteğini yapmaktan uzaklaştırmakta çok güçlüdürler. “Kardeş kardeşini, baba çocuğunu ölüme teslim edecek” (Mt 10,21).

İsa'nın sevgisinin gerektirdiği seçimler, akrabalar tarafından anlaşılmaz ve bu da büyük acılar doğurur.

İsa, üçüncü bir “zulüm” şekline maruz kalmıştır: Özellikle dini önderler olmak üzere, üstler tarafından kayıtsız kalınması ve anlaşılmaması: Tam da bunların O'nu tanımak ve yardım etmesi gerekirdi! “Sizi havra dışı edecekler. Evet, öyle bir saat geliyor ki, sizi öldüren herkes Allah'a hizmet ettiğini sanacak” (Yh 16,2).

Bizler memnuniyetle Kilise için, Kilise'de ve Kilise ile acı çekeriz. Fakat en acı verici keder, - bunu tecrübe edinen bir aziz diyordu - “Kilise'den” kaynaklanandır.

İsa'nın maruz kaldığı başka bir zulüm biçimi daha, kendisinin bizzat seçmiş olduklarından birinin kendisine ihanet ettiğini ve bir diğerinin de inkar ettiğini görmekti.

“Beni aşağılayan bir düşman olsaydı, katlanabilirdim;

bana küstahlık eden bir hasım olsaydı, gizlenebilirdim.

Ama sensin, bana denk, yoldaşım, yakın arkadaşım.

Birlikte tatlı tatlı yarenlik eder;

toplulukla Allah'ın evine giderdik” (Mez 55,13-15).

Aziz Pavlus da bu acıyı tecrübe etmiştir (bkz. 2Tim 4,14).

Son olarak İsa, para ve güç çıkarlarıyla hareket eden insanlar tarafından zulmedilmiştir: Gerasalılar, O'nun varlığının, kendilerinin ekonomik çıkarlarına olumsuz etki yaptığı düşüncesiyle O'nu kovdular; Pilatus da, Roma'daki itibarını yitirme korkusu yüzünden O'nu İbrani önderlerin nefretlerine bıraktı.

Pavlus, falcılık ruhuna tutsak köle bir kızı kovduğu için zindana atılacaktır: Kızın efendileri bir kazanç kaynağını yitirdiler (bkz. Hav İş 16,18-20). Havari'nin vaazı, Efes'teki tapınağın ve Artemis heykelciklerinin ticaretini riske atıyordu: Bu durum, o kentteki Hristiyanların zulme maruz kalmasına yol açtı (bkz. Hav İş 19,24).

Zulüm eden, her zaman ve sadece Şeytandır.

İsa ne akrabalarına, ne ihanet eden dostuna, ne Pilatus'a, ne Gerasalılar'a ne de cellatlara gücenmedi.

Kendisinin sert kelimeler yönelttiği tek kişiler, dini önderlerdi; çünkü onlarda şeytani aldatma Allah'ın sevgisi ve hizmeti ile maskeleniyordu.

Zulmeden her zaman Şeytan, zulüm gören ise her zaman İsa'dır. Hristiyanlara zulüm etmekte olan Pavlus'a Rab, “Ben senin zulmettiğin İsa'yım”, demiştir.

“Doğrusu ben de, Nasıralı İsa adına karşı elimden geleni yapmam gerektiği düşüncesindeydim” (Hav İş 26,9 vd.). Kötülüğün iyiliğe karşı değil, daima ve sadece Şeytan'ın İsa'ya karşı mücadelesi var.

İsa insanlara içsel bir hayat bahşetmek ister, onları Baba'nın sevgisini tatmaya yeniden götürmek ister, ve de Şeytan buna engel koyar!

İsa'nın öğrencisi, devamlı ve korkunç biçimde ortaya çıkan bu mücadeleden nasıl zaferle çıkabilir?

“Mesih İsa'da olan lütufla güçlen” (2Tim 2,1).

“Allah'tan gelen güçle Sevindirici Haber yararına benimle birlikte sıkıntılara katlan” (1,8).

Aziz Petrus, acı çeken Hristiyanların bakışları önüne İsa'nın örneğini koyar: O'nu temaşa ederek, bizler de hayata ve güce sahip olacağız: “Mesih, kendi izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu” (1Pt 2,21).

“Doğruluk uğruna acı çekseniz bile, size ne mutlu! İnsanların korktuklarından korkmayın ve telaşlanmayın. Tam tersine, Mesih'i Rab olarak yüreklerinizde yüceltin” (3,14-15).

İsa'nın sevgisi ve tapınma, Hristiyan'da imanın ve sevginin bütünlüğünü muhafaza eden silahtır. Bu şekilde o, kendisine zulüm edenleri bile sevme yeteneğinde kalır, çünkü onlarda Şeytan'ın eserini ayırt etmeyi bilir.

“Mesih'in adından ötürü hakarete uğrarsanız, size ne mutlu! Çünkü Allah'ın yüce Ruhu üzerinizde bulunuyor” (4,14).

Her daim gizem kokan; her zaman: Kutsal Kitap'ın başından sonuna kadar, tarihin başından sonuna kadar, Hristiyan yaşantımızın başından sonuna kadar; var olan bir gerçek ile karşı karşıyayız:

“Kötü, doğruya pusu kurar, onu öldürmeye çalışır.

Ama Rab onu kötünün eline düşürmez” (Mez 37,32).

“Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama imanın sarsılmasın diye senin için dua ettim” (Lk 22,31vd.).

Yakup'un sevgili oğlu olan ama kardeşleri tarafından nefret görüp satılan Yusuf'ta öncelenmiş, peygamberler tarafından keder hayatı olarak bildirilmiş İsa'nın hayatı, bir ölüm ve diriliş gizemidir, direnen karanlıklarda beliren bir ışık gizemidir.

Hristiyan'ın yaşamı, bu gizeme paydaştır: O buna şaşırmayacak, bunun yerine ruhta güçlenmeye çalışacaktır. Onun bedeni ölüme maruz kalabilecek, ama Allah'tan kaynaklanan sevgisi yok olmayacaktır. “Sevgiyi engin sular söndüremez; ırmaklar süpürüp götüremez” (Ezgiler Ezgisi 8,7).

Vaat edilen ödül büyüktür:

“Göklerin Hükümranlığı onlarındır”!

“Ölüm pahasına da olsa sadık kal, ben sana yaşam tacını vereceğim” (Vahiy 2,10).

“Ben nasıl galip gelerek Babamla birlikte Babamın tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim” (3,21).

“Sınandığım zamanlarda benimle birlikte dayanmış olanlar sizlersiniz: Ben de size bir Egemenlik veriyorum” (Lk 22,28-30).

Acı çekmek; bizleri sevmiş Olanı sevebilmek ve kurtarışının tanıkları olabilmek için ödenmesi gereken bedeldir.

Bizler, kendisinin Hristiyan olduğunu iddia eden bir dünyada yaşamaya alıştık ve bu nedenle herkesin yaptığını yapmakla Hristiyan olduğumuza inanıyoruz.

Bu örtülü bir zulümdür, en tehlikelisidir!

Eğer biri gerçekten İncil'i uygulamaya koymaya girişirse, Aziz Pavlus'un sözlerinin gerçek olduğunu görecektir: “Mesih İsa'ya ait olup Allah yoluna yaraşır bir yaşam sürmek isteyenlerin hepsi de zulüm görecek”. Zulüm, sevginin bir meyvesi ve sevgi gösterisi ise ağır olmaz: İçeriğinde ve onun üstünde sevgi var!

“Şimdi kısa bir süre çeşitli denemeler sonucu acı çekmeniz gerekiyorsa da, sevinçle coşmaktasınız” (1Pt 1,6).

“Elçiler, İsa'nın adı uğruna hakarete layık görüldükleri için Yüksek Kurul'un huzurundan sevinç içinde ayrıldılar” (Hav İş 5,41).

 

Örnekler

 

Tarih, bu mutluluğun gerçeğine tanıklık eden örneklerle doludur: Ataların, peygamberlerin, havarilerin ve Kilise'nin tarihi; belki de şimdiden seninki de.

Birkaçını hatırlatmak istiyorum:

Tobit (2,14) ve Eyüp (2,9), denenme zamanlarında Allah'a olan sadakatlerinde sebat etmelerinden dolayı karıları tarafından “zulmedilenler”: Ödüllendiriliyorlar!

Yazıcı Elazar ve anneleriyle birlikte yedi kardeş (2Makabeler 6,18; 7), dini yasalara sadakatlerinden dolayı; kızgın fırından kurtarılan üç çocuk gibi (Dan 3) putları reddetmeleriyle işkencelere maruz kalıyorlar. İsa'ya karşı Şeytan'ın nefreti, Havarilerin aleni olarak ortaya çıkmalarının başından itibaren onların üzerine iniyor (bkz. Hav İş). Kilise tarihi, İsa'ya olan tanıklığın tarihidir ve dolayısıyla da şehitliğin tarihi - Martyria'nın tarihi; Grekçe 'Martyr', hem 'şehit' hem de 'tanık' anlamına gelir -! Tüm dünyada, çeşitli şekillerle, hem eski Kilise'nin tarihi, hem de yeni Kilise'nin tarihi zulüm tarihidir.

Her zulüm, Kilise'nin gençliğini yeşertir, onu arındırır ve güçlendirir!

Şehitler Kitabı'nda - gün ve gün şehitlerin isimlerini listeleyen kitap - senin için de bir yer var! Benim için de!

Yanlış anlaşılmamıza, alaya, suçlamalara, iftiralara, karalamalara, dışlamalara ve gerçek zulümlere rağmen ve bununla birlikte, düşünce şeklini normal bir ortammış gibi olan pagan düşünce akımları içinde Hristiyan korumaya olan gündelik zahmet de eklendiğinde, İncil'e olan sadakatimizle bizler gerçek birer şehidiz: Yani karşılaştığımız dışsal sıkıntılara rağmen, İsa'nın tanıklarıyız; İsa'nın sevincimiz ve içsel esenliğimiz olduğunun tanıklarıyız! İşte, tam da yüreğin bu sevinci ve barışı gerçektir ve paha biçilemez!

Her şeye rağmen, yürekte taşıdığımız İsa sayesinde bizlere ne mutlu!

İÇİNDEKİLER

 

Ne mutlu ruhta yoksul olanlara;

çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır!

 

Ne mutlu yaslı olanlara;

çünkü onlar teselli edilecekler!

 

Ne mutlu yumuşak huylu olanlara;

çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar!

 

Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara;

çünkü onlar doyurulacaklar!

 

Ne mutlu merhametli olanlara;

çünkü onlar merhamet bulacaklar!

 

Ne mutlu yüreği temiz olanlara;

çünkü onlar Allah'ı görecekler!

 

Ne mutlu barışı sağlayanlara;

çünkü onlara Allah evlatları denecek!

 

Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere;

çünkü Göklerin Hükümranlığı onlarındır!

  

 


Baskı onayı: Mons. Lorenzo Piretto, Archiep. Izmir, 28 Ocak 2020



Aşağıdaki kitapçıklar da mevcuttur

 
  1. Efkaristiya (Ayini kutlamak: Hareketler ve sözler)
  2. İsa susuyordu
  3. Ruhsal sohbetler
  4. Ben’im
  5. Kutsal Kitap’ı açalım (Yaratılış Kitabı’nın ilk on bir bölümüne kolay bir giriş)
  6. İnanıyorum
  7. Haç Yolu
  8. Esenlik sizinle olsun
  9. Yetmiş kere yedi kez (Affedin ve affedileceksiniz Lk 6,37)
  10. On Emir
  11. Tanrı Sevgidir (İnziva-Sessizlik anları Tanrı’mıza sevgi ile bakmak için)
  12. Kentte kalın (Kutsal Ruh hakkında)
  13. Meryem Ana’ya Tesbih Duasının Olayları
  14. Onlar için istekte bulunuyorum (Mesih İsa’nın iman edenler için duası Yh 17)
  15. Meryem
  16. Işte Kralınızı!
  17. Bağışlandım

 Bu kitapçık Hıristiyan Cemaatler için Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya) Hazırlanmıştır.