ME
NU

İMAN VE İMAN ETMEK

İMAN VE İMAN ETMEK

Alahan, Karaman - Mut

Ama İnsanoğlu geldiğinde, yeryüzünde iman bulacak mıdır?

Lk 18,8



“İnanç Bildirgesi”nin üzerine ruhsal düşünceler



01. 

“İnsanoğlu geldiği zaman acaba yeryüzünde iman bulacak mı? (Lk. 18,8). İsa’nın bu sorusu beni çok düşündürüyor. Acaba İsa imanın zayıflayacağını önceden tahmin ediyor muydu? Yüzyıllar boyunca Hıristiyan imanı yayıldı, ama bazen de zayıflayarak tamamen kayboldu. Ülkemizde gelecek yıllarda iman nasıl olacak? Rabbimiz İsa’nın sevgisini yaşayan hala olacak mı? Verebileceğimiz tek cevap; yaşamımızı ve tüm seçimlerimizi, Allah’ın Oğlu Mesih İsa’ya olan bize verilen imanın üzerinde inşa etmeye göstereceğimiz sorumluluktur. Ben iman edince başkalarının yaşamlarını Rab’bin ışığında gözden geçirmelerine yardım ederim. Ben, açık ve kararlı iman seçimleri yaparsam, başkalarının da böyle yapmasına yardım ederim. Böylece İsa’nın sorusuna ben şöyle cevap vermek istiyorum: “Evet, Rab’bim, yeryüzünde imanı bulacaksın! Benim imanımı ve benim ektiğim imanı bulacaksın: Gel, Rab’bim İsa!”

“İman” terimi, iman ederek gerçekleştirdiğimiz eylemi somutlaştırır. İman etmek, imanın fiilidir. İman, sahip olunan veya sahip olunmak istenen “bir şey” dir ve iman etmek imanımızı göstermek için yaptığımızdır. Yuhanna’nın İncil’inde iman teriminin kullanılmaması anlam doludur, tersine iman etmek fiili kullanılmaktadır. Belki de bize imana sahip olduğumuz için bunun hep süreceğine inanmamamızı anlatmak istemekte, çünkü Allah ile bir güven ilişkisidir ve sadece bu gerçekleştiğinde var olur.

Ben “iman ediyorum” dediğim zaman yalnız olmayıp Allah ile ilişkide olduğumu bilirim, O’na güvendiğimi ve bu sebepten dolayı mutlu olduğumu, O’nun beni kollarında taşıdığını bilirim. Burada güven tamdır. “İman ediyorum” demek Allah’ın kendisi hakkında bize açıkladıklarının veya Sözü, Oğlu Mesih İsa aracılığıyla açıkladıklarının gerçek olduğunu bildiğim anlamına gelir.

02.

İnsanoğlu İsa, döneceği zaman Sözünü yaşayan ve sevgileriyle bunu dünyaya gösteren kişiler ve uluslar bulmak isteyecektir. O, öğretilerini gerçekleştirerek yaşayan cemaatler bulmaktan, hatta O’na bağlı, Baba’nın her insana karşı olan sevgisini göstererek misyonunu gerçekleştiren cemaatler bulmaktan sevinecektir. İman ve sevgi değişik davranışlar olmalarına rağmen birbirlerinden ayrılamazlar. Kim iman ediyorsa, bunu Allah’ın sevgisini gerçekleştirerek yapar. Kim seviyorsa ve bunu sadece Allah için yapıyorsa, gerçekten seviyordur. Sadece imana dayanan bir sevgi; karşılık beklemeyen, hür bir sevgi olabilir. İman etmek gerçek sevginin temelidir; onu var edendir ve devam etme gücünü verendir. Bunun için İsa iman edeni arar. Sevgi önemlidir, çünkü bizim Allah’ın özünü paylaşmamızı sevgi sağlar, ama bu gerçek sevgi olmalıdır, imana dayanan bir sevgi!

“İman etmek” derken sadece yukarıda bir Allah olduğuna inanmak veya herhangi bir ilaha inanmak demek değildir. Yeni Ahitte “imanlılar”, İsa’yı Rab; ölmüş ve ölüler arasından dirilmiş Allah’ın Oğlu olduğunu kabul edenlerdir. Bu terim Hıristiyanları, Musevilerden bile ayırır. Museviler de Allah’a inanır, ama onların imanı tam değildir. Onlar “Baba’nın yolladığına” iman etmiyorlar. İnsan hayatına iz bırakan inanış işte budur. İman etmek insana, ümit verir ve sevgi yaşamanın sebebi olur. Bu sebepten Hıristiyan imanı, diğer dinlerdeki inanmadan ayrılır. Bazı dinlerde iman etmek sözü kullanılmaz bile, çünkü kişisel bir Allah’tan bahsedilmez ve O’nunla karşılaşma söz konusu değildir. Örneğin, Budizm gibi. İlk dinlerde, bir veya daha fazla ilahın varlığına inanılırdı. Evet, bunlara dua edilebilir, yani bize iyilik yapmaları veya kötülük yapmamaları istenebilir, ama onlarla ölüm sonrasına uzanabilecek bir güven ilişkisi olamaz. İslam dininde bile tek bir Allah’ın varlığına inanılır, ama o Allah, insanla canlı bir ilişkiyi kurmak için kendini küçültmez, o zaman ölümün varlığının meyvesi olan insanın tüm korkuları kalır.

03.

 

İman etmek, bir çocuğun babası ve annesine karşı duyduğu güven ilişkisini yaşamakla aynıdır. O, ona destek olan ve yol gösteren baba ve annesinin eline güvenir, onların ağzından çıkanın kendisini aldatmayacağını bilir. Bizlerin de Allah’a güveni aynen böyledir, sevgisine huzurla emanet olup, Sözünü arzu ile beklememizdir. Hem Kutsal Kitapta, hem de günlük yaşamımızda çok güzel örnekler vardır. Kutsal Kitap, İbrahim’in yaşamını, değişik anlarda gerçekleşen büyük bir iman eylemi olarak gösterir. İbrahim, Allah’ın sevgisine inanır, bu sebepten O’na itaat ederek Harran’dan yola çıkar ve daha sonra yine aynı sebeple oğlunu kurban etmek için dağa çıkar (Yaratılış 22). Meryem’in yaşamı da, bizim çok sevdiğimiz başka bir iman örneğidir: Meryem, Cebrail’in ona söylediği peygamberlerin sözlerini dinler ve ciddiye alır (Lk 1). Meryem kendisini ilgilendiren olayları da dinler, aklında tutar ve dinlemiş olduğu Sözle karşılaştırır, bundan güç kazanır ve imanla dinlemeye devam eder. O, Allah’a ve dolayısıyla Oğluna inanıyor, haçtan konuşulduğu zaman bile O’na inanıyor. O, O’nun Sözüne sadık kalmak için yaşamının kalanını İsa’nın sevdiği şakirdinin yanında yaşamayı da kabul ediyor. İbrahim ve Meryem, Hıristiyanların çok sevdiği ve hatırladığı, karakteristik örneklerdir. Ama takvimimiz her gün, yüzyıllar boyunca yaşamı ışık, örnek ve başkalarına kuvvet, imanlarına teşvik eden örnek kişilerin isimleriyle dolu. Hepimizin yüreği de sevdiğimiz ve yaşamımızda karşılaştığımız örnek kişilerle doludur, onlar imana bağlı kararlarıyla iman zorluklarımızda bize destek olurlar ve imansızlık denenmelerimizi aşmamıza yardım ederler.

İmanımızı, insanı bir Baba gibi seven Allah’a güvenme olarak tasvir etmeye çalıştım. İbrahim ve Meryem, harika örneklerdir; onlar imanlarını, konuşan Allah’ı dinleyerek, göstermişlerdir. Gerçekten de “dinleme” olmadan iman yoktur. Ben Allah’ımın bir Sözünü dinlediğimde ve kabul ettiğimde iman ederim. Dinlemiyorsam, iman ettiğimi de söyleyemem. Bir Hıristiyan iman ettiğinde Allah’ın Sözünü arar, sever, arzu eder ve onsuz yaşayamaz. Allah’ın Sözü, Kutsal Yazıların dediği gibi gerçekten de “adımlarıma ışık, yolumda aydınlatma” (Mezmur 119,105) dır. Gerçek bir tövbenin ilk işareti, Söz sevgidir ve her gün onunla beslenmek arzusudur. Allah’ın Sözünü umursamadan, dinlemeden, aramadan haftalarca geçiren Hıristiyan, iman ettiğini nasıl söyleyebilir? Böyle bir kişi kendisine inanır ya da günlerini ve yorgunluklarını başka insanların sık sık boş sözlerine dayanarak, önem vererek yaşar; bu sözler, onun ekmeği olur ve bu onu ne besler ne de doyurur. Biz gerçek imanlılar olmak isteriz ve bu sebepten Allah’ın Sözünü ararız. Allah kendi Sözüyle bize kendisini tanıtır ve bizim O’nun için ne kadar değerli olduğumuzu gösterir. Kilise tarihinin ilk yüzyıllarındaki ilk Hıristiyanlar ve onların çobanları, Allah’ın kendisini belirttiği ilk olayları ve gizemleri hatırlanmasının kolay olması için ezberlenecek bir şekilde anlatmaya çalıştılar. Bunlar, ümitle zenginleşmiş ve sevgi ile güçlenmiş olarak O’nunla birlik içinde ve aramızda barış içersinde yaşamak için gereken değişmez gerçeklerdir. Bu gerçekleri belirten bildiriyi, her Pazar günü Allah’ın Sözünü ve açıklamasını dinledikten sonra tekrar ederiz. Bu bildiriyi bütün detaylarıyla bilmemiz önemlidir, çünkü kapsadığı gerçekler vasıtasıyla gerçek imanlıları tanıyabiliriz. Bu bildiri bize nesiller boyunca “iman sembolü” olarak, yani Hristiyanların gerçek imanını tanıyabilmemiz için nesilden nesile aktarılarak olarak gelmiştir. Çağdaş zihniyet tarafından açık veya örtülü bir şekilde bize sunulan her gerçeği kabul etmeden önce, “iman sembolü” ile karşılaştırmamız gerekmektedir.


İMANIN “SİMGESİ”

05.

Her Pazar günü tekrar ettiğimiz Büyük İman Açıklamasına aynı zamanda “İznik- Bizans Sembolü” de denir. Gerçekten de bu bildiri, 325’te İznik’te ve 381’de Bizans’daki Konsillerde yazıldı. O Konsillerin episkoposları, Hıristiyanlara iman gerçeklerini tam ve doğru bir şekilde belirten resmi cümleleri sunmak için çok dikkatle çalıştılar, öyle ki imanlılar o zamanki sapık düşüncelere düşmesinler. Özellikle İznik Konsili Allah’ın Oğlunun ilahi tabiatını, Bizans Konsili de Kutsal Ruh’un ilahiliğini bildirmektedir. Büyük İman Bildirisi, imanımızın temel gerçeklerini sıralamaktadır. Bunlar; Kutsal Yazıların dikkatlice ve doğru bir yoruma göre okunmasından, Havarilerin ve tüm Hıristiyan cemaatlerinin yaşadıkları imandan kaynaklanır. Bir imanlı için bu bildirimi bilmek önemlidir: bunu sadece ezbere bilmek elbette yeterli değildir, her cümlenin anlamını bilmek ve her sözü anlamak gereklidir. Bu bildirim, ilk bakışta gözümüze ilginç gözükebilen günümüzün bin bir çekici inanışlardan korunmamız için önemli olacaktır. Kendimizi korumak gereklidir, bunun için iman ettiğimizi bilmek ve bunu derinleştirmek de gereklidir: yani İsa’yı yollayan Baba’nın büyük sevgisini ve bize Kutsal Ruh’u yollayacağına söz veren ve yollayan İsa’nın sevgisini ve hikmetini! Bu konuda benim anlamayı başardığımı sizlere de aktarmaya çalışacağım ama içerdiği tüm zenginliği tamamen anlatabileceğimi iddia edemem.


BİR TEK PEDER ALLAH’A İNANIYORUM

06.

“Bir tek Allah’a… her şeye kadir Peder Allah’a inanıyorum”! İman bildirimimiz bu cümlelerle başlıyor. “İnanıyorum” diye söylüyorum, bununla da Allah’ın mevcudiyetini bildiğimi söylemiyorum, O’na güvendiğimi söylüyorum. Bizler birçok ilahın varlığına inanamayız, çünkü Allah’ın yaratılmamış olup tüm evrenin O’ndan kaynaklandığına ve O’nun mükemmel varlık olup hiçbir şeyin eksikliğini hissetmediğinin bilincindeyiz. O halde Allah’ın tek olduğu açıktır, birçok Allah olamaz. Geçmişte ve belki de halen bazı kişilerde iki ilahın var olduğu düşüncesi vardır, iyi ve kötü ilah: bu inanışa düalizm denir. Ayrıca halen günümüzde birçok ilaha inanan kültürler ve dinler de vardır: onlara politeist denir. Bu dinlerde ilahlar korkuluklara benzetilirler: insan onların lütuflarını törenler ve uygun kurbanlarla satın almalılar. Bu ilahlara inanmak ‘ruhani rüşvet kültürünü’ uyandırır, hatta sihirbazlığı canlandırır; sanki birileri, meydana gelen felaketlerin kimin sebep olduğunu tayin etmeye vazifelendirilir, kimin bunu ödemesi gerektiğine karar verebilir, bazen incitilen ilahlar sakinleşsinler diye bir insanın ölmesi gerektiğine karar verebilirler bile. Bizler ise ilahi varlığın tek olduğunu bildiriyoruz ve bizimle sevgi ilişkisi olduğunu kesinlikle belirtiyoruz. Bizim Allah’ımız Babadır, bizi isteyen ve sevendir! Tek bir sözle, yani O’na Baba diye hitap ederek birçok duygu ve düşünce bildiriyoruz. Her şeyden önce O’na Baba diye hitap etmemiz, O’nun sayesinde var olduğumuza inandığımızı söyler. Yaşamımız Ondan, Onun bir sevgi kararından kaynaklanır; O daima zeka ve yaşam hikmeti olarak da bizden üstündür. Baba terimi, İsa’yı dinlediğimizde daha da zenginleşir ve anlam kazanır, çünkü İsa bizlere, Allah’ın bize karşı olan sevgisinin yeni ve beklemediğimiz yanlarını gösterir. Allah’a “Baba” diye hitap ederken, otomatikman kendi babamızla olan ilişkimizi de düşünürüz, ama İsa’yı dinleyerek, hiçbir dünyevi babanın Baba Allah’ın hikmeti ve sevgisiyle yarışamayacağını görürüz.

07.

Peder Allah’a inanıyorum…! İsa’yı dinleyerek Allah’ın sevgi dolu kutsal yüzünü tanıyabiliriz! Günahkâr oğul ve kaybolan kuzu mesellerini düşünürsek, Baba’nın günahkârlarla karşılaştığında duyduğu sevinci görür ve onları cezalandırmayı düşünmediğini anlarız; bağcı örneğinde ise Baba bağcı gibi gösterilmekte ve kendisinin sevgiyle bağına baktığını görürüz. İsa’nın af hakkında söylediklerini hatırlayalım, çünkü affı ilk Allah’ın bağışlayabileceğini bilmekte. Baba sadece sevmeye kabiliyetli gibi gözüküyor: O “güneşini iyiler ve kötüler üzerine doğurtur!” Allah’ın sevgisi insanın kapasitelerinin öncüsü, hatta O’nun sevgisi, onları doğuran ve büyütendir: Bir mezmur şöyle diyor: “Senin iyiliğin beni büyüttü”. Allah’ın bizi cezalandırdığı hissine kapıldığımızda bile gerçekte o sadece sevgidir: O, günahımızın getireceği daha büyük acıları çekmemizi önlemek istemektedir. Sonra İsa’nın duasında, Baba’nın özel bir açıklamasını bulmaktayız: bu duayı ezbere biliriz ve Baba’yı tanıyabilmemiz için tükenmeyen bir kaynaktır. O “bizim” Babamızdır, yani İsa’dan evladı olmayı öğrenen herkesin babasıdır. O göklerde saklıdır, biz O’nu göremiyor ne de etkileyemiyorsak da, O daima bizim yanımızdadır! O’nun kutsallaştırmak istediği bir adı vardır ve kutsallaştırmak için yaşamımızın güzelliğini ve beraberliğimizi kullanmakta. O’nun bir hükümdarlığı var ve onu dünyada kurmak için bizden faydalanmakta ve bunun sayesinde yaşamımızı da zenginleştirmektedir. O’nun bir arzusu var ve bu sevgiden başka bir şey olamaz, onu gerçekleştirmek için de işbirliği yapmamızı ister. Her gün için bir ekmeği var, bu ekmek sayesinde bizler kişisel olarak ve cemaat olarak büyümekteyiz; bir affetme kapasitesi var, onun sayesinde yaşamımızı bir bayrama çevirir! Denenmelerde yanımızdadır, bizi mahvetmek için yakalayan kötülükten kurtarmaya hazırdır. Baba Allah’a inanıyorum!


HER ŞEYE KADİR PEDER

 

08.

 

Her şeye kadir Peder tek Allah'a inanıyorum. Bir Babanın her şeye kadir olması nedir? Kutsal Kitap bize birçok kere “Allah için, hiçbir şeyin imkansız olmadığını” söyler. Bu cümleye bakarak herkes kendi arzularını düşünür. Ama anlaşılması gereken, Allah’ın bize söz verdikleridir. O’nun söylediği sözlerden hiçbiri boşuna değildir. O, bir şey söylediğinde onu mutlaka gerçekleştirir. O’nun için hiçbir şey imkansız değildir, derken de keyfi hareket ettiğini söylemeyiz. O daima Baba’dır, bu sebepten her şeye kadir olması sevgisinin bir niteliğidir. Baba’nın her şeye kadir oluşunun en büyük ve en güzel gerçekleştirmesi İsa’nın ölümü ve dirilişidir! Her şeye kadir olması, sevgisinin her şeye kadir olmasıdır: sevgisi her şeyi yapabilir, ölmemi, kendimi reddetmemi, acılarımı sunmamı isteyebilir; negatif gibi gözükeni Hükümdarlığını kurmak için kullanabilir, acıklı bir durumdan faydalanarak sevgide büyümemi sağlayabilir. Aziz Pavlus şöyle yazar: “Allah’ı sevenler için her şey iyiliğe yarar”. Allah’ın her şeye kadir olması, bizim yamuk çizgilerimiz üzerine doğru yazabilen bir sevgidir. Bütün tersliklerimizi kullanarak O’nun büyük projelerini gerçekleştiren bir sevgidir. Biz bunu görmediğimiz zamanlarda bile! Mademki Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanıyorum, hiçbir şey için sinirlenmemeliyim, kızmamalıyım, her durumda huzurlu olmalıyım, en zor ve karanlık dönemlerde bile ümidimi korumalıyım. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmek, imanımız, sevgimiz için iyi ve güvenli bir temeldir, özellikle de O’na itaatimiz için huzur kaynağıdır. O her şeye kadirdir ve O’nun söyledikleri, iyi bir şeyler doğuracağına, imkânsız gözüktüğünde bile itaat etmemi sağlar. Allah’ın her şeye kadir olduğunu düşündüğümüzde O’nun gerçek sevgi kaynağı olan bir Baba olduğunu daima hatırlamamız gerekir.


GÖĞÜN VE YERİN YARATANI

 

09.

 

Allah’ı düşündüğümüz zaman O’nun gökyüzünün ve yeryüzünün yaratıcısı olduğuna inanmaya alışığız. Bu, Kutsal Kitap bilgimizin meyvesidir ve bununla Kutsal Kitabın gerçekliğini anlamakta zorlanmamaktayız. Allah her şeyin yaratıcısıdır! Bu, Kutsal Kitabın ta ilk sayfasından itibaren belirttiği şeydir. Biz buna inanıyoruz! Buna inanıyorsak, bilimsel bir araştırmanın sonucu olmadığı anlamına gelir: bu, bir iman eylemidir! Bir yerde bilimsel düşünme bizi terk etmekte, gizemin etkisi altında bırakmaktadır. Bu geçidi geçmemize yardım eden imana minnettarız. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna inanmamız sayesinde etrafımızı saran gerçeklere büyük saygı ve değerle bakarız: Her şey Allah’ın eseridir, her şey Baba’nın armağanıdır! Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna inanmak, O’nunla yakından ilgilenmektir, aynı zamanda da gördüğümüz her şeye dikkatli olmaktır. Mademki Allah her şeyin yaratıcısıdır; her şey aracılığıyla sevgisini, sadakatini, bilgeliğini, merhametini, iyiliğini göstermektedir. Çehresi bizi ilgilendirir ve her eserinde bıraktığı izlere bakarız. Her şey bizim için değerli olur, elbette ticari veya mali bir değeri kast etmiyoruz. Ama Babamızın istediği ve gerçekleştirdiği bir eser olduğu için gözümüzde değerlidir. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna inanmak, her şeyde daha fazla bir şey görmek, anlamaktır, aynı zamanda da her şey, Allah ile ilişkimizi zenginleştirmek ve kardeşlerimizle bağlarımızı olgunlaştırmak için sebeptir. Allah’ın yaratıcı olduğuna inanmak bizleri pozitif, güvenli, dayanıklı bir kültüre kavuşturur ve gerçeği kabullenmemize ve aramamıza yardımcı olur. Bu iman, yüreğimizi ve aklımızı objektif bir gerçeğe açar, bunun sayesinde birbirlerimize daha yakın oluruz ve karşılıklı olarak birbirimizi anlamamıza ve değer vermemize de yardım eder. Bu son yüzyılda imanımıza karşı gelenler çoğaldı, bazıları bilimsel bilgilerine bürünerek onunla savaşıyorlar; sanki düşünme ve keşfetme kapasitelerimiz, Allah’ın yerini alacak yeni bir ilahmış gibi.

10.

 

Allah gerçekten her şeyin yaratıcısı mı? Bu imanımızdır, ancak Allah’ın düşmanı bunu inkâr etmekte. Bazı bilginler buluşlarıyla böbürlenirler veya bazı teori veya hipotezlerle övünürler, sanki bunlar yüreğimizdeki imanı yok edebilirmiş gibi. Sadece bir big-bang varsayımının Allah’ın varlığını ve yaratıcı eylemini yok edeceklerini zannediyorlarsa, büyük bir yanılgıdalar. Biz onların düşünce tarzını ilerletelim: Her şey bir patlama ile başladıysa, patlayan nedir? Patlayan bir şey varsa nerede idi? Nereden geldi? Niçin böyle bir patlama meydana geldi? Hangi fiziksel veya kimyasal kanun sonucu biz buradayız, konuşmakta ve dinlemekteyiz? O ‘patlayan şey’ ve o kanunlar nereden gelir? Bu veya başka teorileri, varsayımları söyleyen insanların söyledikleri doğru olsa bile; bu bana daha da büyük bir hikmetin varlığını işaret ederler ve her an Allah’ın büyüklüğüne daha da hayran kalırım. Yaratıcı Allah’a imanımız Uzak Doğunun inançlarından ve felsefelerinden uzaktır. Bu inançlar sağlığımızı garantilemek için tavsiye edilirler. Bunlar, düşünce tarzımıza iyi ve kötüyü ayırmadan yerleşirler, imanımızı ve güvenimizi yavaş yavaş yok ederler. Bu Uzak Doğu inançları neler söyler? Ben bunları sadece yüzeysel olarak özetleyebilirim. Her şeyin başında felsefi bir başlangıç var, bu ‘Bir’’dir ve cahil halk onu Allah diye de çağırabilir. Bu Bir, dengesini kaybetmiştir. Bundan doğan enerji vibrasyonları vardır, bunlar da sertleşerek tüm maddenin var olmasına sebep olmuştur, buna beden de dahildir. Bu bilgiler ışığında Allah bizimle diyalog kurabilecek bir kişi değildir, tersine her şey Allah’tır, ben bile! Benim kişiliğim okyanus olan Allah’ın içinde bir damla su gibi yok olur. Eğer evren Allah olursa, kurtarılmaya ve kurtuluşa ihtiyaç yoktur, çünkü ben Allah’ın bir parçasıyım, dolayısıyla da günah işleyemem! Elbette kendini günahkâr olarak ve kurtarılmaya ihtiyacı olmadıklarını kabul etmek istemeyenlerin yaratıcı bir Allah’ı inkâr etmenin işlerine geldiğini, anlamak zor değildir.

11.

 

Yaratıcı Allah’a imanımızın çok derin ve güzel sonuçları vardır. Benim size bunları sıralamaya ve açıklamaya yeteneğim yok. İmanımızın, yaratılanlara sempati ile ve Babamızın eseri ve sevgisinin belirtisi olarak bakmamıza yol açtığını önceden söylemiştim. Bu iman sayesinde her şeye tarafsız bir gerçekçilikle bakabilir ve yaşamımızı duygular üzerine değil somut gerçekler üzerine kurabiliriz. Oysa tam tersine her şeyin Allah’ın eseri olduğunu inkâr etmek, insanı korkutucu bir duruma iter: herkes kendini her şeyin sahibi görür, her şey insanın kaprislerine bağlı kalır, insan kendi egoizmlerini doyurmakta haklı olduğunu zanneder ve başkasının yaşamına dikkat etmez. Yaratıcı Allah’a inanmayanlar kendine inanır, kendilerini yaşamının temeli olarak görür, dolayısıyla kendi davranışlarının hesabını kimseye vermek istemez. Yaşadığımız kültür bu atmosferi teneffüs etmektedir. Bu sebepten dolayı herkes gerçeğin kendi hissettikleri, kendi arzuları ve kendi mutluluğu olduğunu zanneder. Biz yaşamımızın ve her insanın yaşamının, Allah’ın eseri olduğuna kesinlikle inanıyoruz. Bu iman sayesinde, Kutsal Kitabın da bize yaratılış hikâyesi ile söylediği gibi, Allah’a benzer yaratıldığımızın bilinci kesinleşmiştir. Her insan Allah’ın eseridir, bu sebepten her insan diğer insanlar için de bir hediyedir. Her kişinin değeri kapasitelerine veya güzelliğine veya zenginliğine bağlı değildir, var olmasına bağlıdır. Başka bir insan için yaptığım her şey, Allah’ın sevinci ya da üzüntüsüdür; yaptığım şey fiziksel veya ahlaki bir zarar getiriyorsa, Allah’a üzüntü getirir. Bir insanın başka bir insana yaptığı her şey, Allah tarafından kendisine yapılmış gibi görülür, çünkü Allah insanı kendisine benzer yarattı!


GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN HER ŞEYİN YARATANI

12.

 

Allah, Baba olmaya devam ederken yaratıcıdır! Allah’ın yaratıcı olması yaşam veren sevgidir; kendini gösteren ve veren sevgidir. Allah her şeyi yarattı, yani sadece duyularımızla gördüğümüz ve duyduğumuz her şey değil; görmediğimiz ve ulaşılmaz gibi görünenler ve hükmetmediğimiz şeyler de onun eseridir. O, “görülen ve görülmeyen” şeylerin de yaratıcısıdır. Bunu söylerken insanın faydalandığı ya da korktuğu tüm ruhani gerçeklerin de Allah’ın elinde olduğunu hatırlamaktayız. Görünmeyen gerçeklerden bahsederken ruhumuzu düşünüyoruz, melekleri ve şeytanları, ama aynı zamanda içimize baskı yapan ruhları veya dışarıdan bizi boğan güçleri düşünüyoruz. Aziz Pavlus da bu gerçekleri düşünür. Biz onları açıklamayı bilmiyoruz, çünkü onlar görülmez varlıklardır. Aynen bu şekilde doğa güçleri de görünmezler ve biz onlara hükmedemeyiz. Her şey Allah’a boyun eğmektedir, her şey O’nun eseridir. Bizi kötüye sürükleyen güçlerin ve şeytanların, Allah’ın eserleri olduklarını düşünmek, bize sorun yaratabilir. Allah sonsuz iyilik ve sevgi olduğundan O’nun kötülüğü yarattığını düşünemeyiz. Allah insani yaratıklarına büyük armağan olarak özgürlüğü verdi; kötülük, yaratıkların Allah’a olan itaatsizliklerinden gelmektedir. İnsanları kötüye sürükleyen ve onlara acı veren şeytanın varlığını bu şekilde açıklayabiliyoruz. Babamız Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bilerek biz hiçbir şeyden korkmayız ve de her şeye içimize koyduğu sevgiyi aktararak yaşarız.

Din dersi kitaplarını okurken yaratıcı Allah’a imanımızın daha birçok değişik yönlerini de keşfedebiliriz. O hiçten yaratır, O her şeyin tek yaratıcısıdır, Oğlu ve Kutsal Ruh ile birlik içerisinde yaratır. Oğlu, Sözüdür, projesidir, Ruh ise hikmetidir. Yaratılış Baba’nın, Oğul’un, Kutsal Ruh’un sevgisinin meyvesi ve sevgisinin hür eylemidir.

13.

 

Allah’ın yaratması hakkında konuşulacak çok şey var: Hem insan ve evren, hem melekler ve ruhlar; aralarındaki ilişkiler ve özellikle de ‘niçin her şeyi yarattı’ hakkında söylenecek çok şey var. Allah yaratmaya iten neden nedir ve yaratılıştan ne beklemektedir? İnsan, zekâsı ve hürriyetiyle yaratılışı değişime uğratabilir, geliştirebilir ve yeni imkânlarını keşfedebilir. Son yıllarda bilim ve teknik alanındaki gelişmeleri düşünmek yeterlidir. Diyebiliriz ki, Allah’ın eseri hiç tamamlanmadı, devamlı yeni gelişmeler gösterebilir; bu da, Allah’ın isteğidir. O zaman da kendi kendimize sorduğumuz soru daha da önem kazanmaktadır: “Baba Allah ne için dünyayı yarattı ve ondan ne beklemekte?”. Bu sorunun cevabını bilmemiz çok önemlidir, çünkü bu; yaratılışı geliştirmek için Onunla birlikte ne yapabileceğimizi ve yapmamız gerektiğini bilmemize yarar. Bizler, Allah’la aynı motivasyona sahip değilsek ve O’nun beklediğini beklemiyorsak, yaratılışa bir çeşit şizofreni, insan ve yaşadığı ortam arasında bir çelişki, eklemiş oluruz. Eğer Allah’ın sevgi olduğuna inanıyorsak, evreni yaratma sebebinin sevgiden başka bir şey olamadığını da anlarız. “Evet, tüm varlıkları seviyorsun, yarattığın hiçbir şeyden tiksinmiyorsun; çünkü herhangi bir şeyden tiksinseydin, onu yaratmazdın” (Bilg. 11,24). Akuino’lu Aziz Tomas şöyle diyor: “El, sevgi anahtarı ile açılınca yaratıklar ışığa geldi”. Allah tüm yaratılışı insana emanet ediyor: bunu bize Kutsal Kitap söylüyor. O halde projesi insandır ve her şey insan için, onun iyiliği ve gelişimi içindir. Bu sebepten biz hep Allah’ı övüyor, yaratılış için hep şükrediyoruz; her birine dönerek şöyle diyoruz: “Rabbin kulları! Rabbinizi kutsayın; onu ulu kılın ve sonsuza dek övün” (Dan 3, 57). İnsan, hakikaten de Allah’a benzer yaratıldı! Bu bize Allah’ın sevgisinin güzelliğini, büyüklüğünü ve alçakgönüllülüğünü söyler. Öyle bir sevgidir ki, kendini gösterip sunmak ve birlik kurmak ister. Hakikaten de Allah insanı, ilahi kılmak istiyor, Baba onu yanında evlat olarak istiyor! Allah, insanların evlatları olup böylece dünyada yaşamalarını ve Oğlu İsa sayesinde sahip oldukları sevgiyi her yerde dağıtmalarını istiyor.

14.

 

Yaratıcı Allah’a imanımız ruhani ve ahlaki sonuçlar bakımından da zengindir. Her şeyden önce her insana saygı: hatta saygıdan daha çok... Gerçekten de her insan, tam eğitimli olmasa da, çocuk, hasta veya bir suç işlemiş olsa da, Allah’ın suretini taşımaktadır ve O’nun sonsuz sevgisini kabul edendir, O’nun tarafından istenmiştir ve dolayısıyla bizim sevgimize layıktır. Mademki her gördüğümüz Allah tarafından istendi ve yaratıldı, biz tüm yaratılışı Baba’nın sevgisinin meyvesi olarak görürüz ve bu sebepten dolayı ona karşı davranmamaya çalışırız. Hiçbir şeyi hor görmeyiz, tersine her şeyi muhafaza edip ilerletmeye çalışırız: bizden sonra gelenler de Baba’yı tüm eserleri için övecek ve ulu kılacaktır. Yaratılışın muhafaza edilmesi sadece ülkelerin sorumlularının veya endüstriyel tasarımcıların görevi değildir, aynı zamanda her kişi kendi ortamını değiştirmekle sorumludur. Kutsal Kitaptan bizlere bilgeli bir azarlama gelmektedir, çünkü bizler yaratılışa sadece maddiyatçı yönden bakarız. Bilgelik Kitabı (13,1.7-9) şöyle der: “Evet Allah’ı tanımamış tüm insanlar doğuştan aptaldır, görülen iyi şeylerden “Var-Olan-O”yu bulamamışlardır veya yapıtlarını inceleyerek, sanatçıyı tanıyamamışlardır. Allah’ın yapıtları arasında yaşarken, onları anlamak için uğraşıyorlar, o denli güzellik görünce görünüşe aldanıyorlar. Öyle olsa bile, kusurlarına göz yumamayız! Dünyayı incelemek için gereken bilgiyi elde etmek yeteneğinde iseler, dünyanın efendisini bulmakta neden bu derece yavaş davrandılar?”. Küçük ve büyük şeyler karşısında sadece teleskop ve mikroskopları açık tutmayalım, aynı zamanda onları bize vereni görmek için yüreğimizin gözlerini de açık tutalım. Mademki Allah görünmez şeylerin de yaratıcısı, iyi melekleri ve kötü melekleri, yani şeytanları, ayırmayı bilelim. Çünkü melekler Baba’ya tapmamıza yardımcı olur, şeytanlar ise bizi O’ndan uzaklaştırmaya çalışır. Yaratıcı Allah’a olan imanımız, her türlü büyü, sihir, ruh çağırma ve satanistlikten uzak kalmamızı sağlar, her çeşit batıl inançtan uzak tutar, her an O’na doğru sade, sadık, sevinçli bir sevgiyle bağlı kalmamızı sağlar.


ALLAH’IN BİRİCİK OĞLU, TEK RAB OLAN MESİH İSA’YA İNANIYORUM

15.

 

Baba Allah’a imanımız bizleri İsa’yı dinlemeye yöneltir. Dağda görünüşü değişen İsa’nın yanında olan üç havari şu daveti duydular: “O’nu dinleyiniz!”. Aynı zamanda O’nun gerçekleştirdiği mucizeler de, Allah’tan gelen açık bir işarettir, ancak “bize yolladığına” güven vererek söylediklerine dikkat edersek, Baba’ya imanımız tam ve sabit olur. Zaten Allah’ı, Baba olarak İsa sayesinde tanıyoruz ve O’nun sayesinde evlat olarak yaşamayı öğrendik. O’na “Rab” unvanını veriyoruz, bu unvan Eski Ahitte “İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Allah’ına” verilirdi. Baba’nın bize yolladığı bu kişi, bizler için temeldir, tüm yaşamımızı, düşüncelerimizi, arzularımızı ve eylemlerimizi yönetmelidir. Bize doğru Allah’ın otoritesini kullanır, çünkü Allah’ın kendisi “Onu denedi ve kendisine layık buldu”, Onu ölümden dirilterek ve şana büründürerek O’na tam onay ve otorite verdi. Bizler de O’nu “Rab” diye çağırarak otoritesinin tüm evreni kapsadığını tanıyoruz, O’nun tanınmadığı yerlerde ve O’nun hikmetine göre yaşanmayan yerlerde insanların tüm sevgi ve birlik kapasitelerini gösteremediklerini de görüyoruz. Mademki İsa’da Allah’ın otoritesi var, biz yüreğimizi de O’na sunuyoruz, O’nu seviyoruz ve O’nunla birlikte Allah’ı Babamız olarak kabul ediyoruz. İsa bizim üzerimize ve evrene hükmünü mecbur etmiyor; hürriyetimizi korumamıza tamamıyla saygılı. Biz O’nun egemenliğini kabul ediyoruz, çünkü bunun, yaşamımızı gerçekleştirmek için ve diğer insanlarla birlik kurabilmek için tek yol olduğunu biliyoruz. “Rab İsa’dır” derken davranışımızın söylediklerimize uygun olması biraz zordur, fakat bu, günlük çabamızdır. İsa’nın Rab olduğuna inanıyorsak arzuları, sözleri, daima gözümüzün önünde tutmaya çalışacağız, öyle ki yaşamımızda bize yön gösterenin iyiliği ve hikmeti; ait olduğumuz ve hizmet ettiğimizin kim olduğu da belli olsun! İsa’nın Rab olduğunu söylemek insani otoritelerin bizim için her şey demek olmadığını söylemektir; onların otoritesinden önce tek ve gerçek “Rabbimizin” otoritesi gelir!

16.

 

Bir tek Rab olan Mesih İsa’ya inanıyorum: Baba’nın bize Rab olarak yolladığı insana “İsa” adı verildi. Melek, Meryem’e ve daha sonra Yusuf’a müjdeyi getirdiğinde, Museviler arasında çok yaygın olan bu isim bebeğe verildi. Bu ismin anlamı “Allah kurtarıyor”, “Allah kurtarıcıdır” anlamındadır ve “Allah bizimle beraber” adına denk gelir: Allah bizimle birlikte ise kurtarıldığımız açıktır, hiçbir şeyden korkmayız! İsa adı en büyük armağandır: Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur” (Hav. Kit. 4,12). Havariler İsa’nın adıyla mabedin kapısındaki sakatı iyileştiriyorlar: “Bu adam, sizin çarmıha gerdiğiniz, ama Allah’ın ölümden dirilttiği Nasıralı İsa Mesih'in adı sayesinde önünüzde sapasağlam duruyor” (Hav. Kit.4,10). Samiriye’de de Filipus ise “Allah’ın hükümranlığı ve İsa Mesih adıyla ilgili müjdeyi duyuran Filipus'un söylediklerine inandıkları zaman, erkekler de kadınlar da vaftiz oldular” (Hav. Kit.8,12): İsa’nın adı müjdedir, İncil’dir! Bu gerçeği bizler de tecrübe ediyoruz. İsa’nın adını çağırmak veya sadece telaffuz etmek bizi her korkudan, şüpheden, zayıflıktan, yetsizlikten kurtarır. Ancak sihirli veya yanılmaz bir teknik olarak kullanmak hatalıdır. Bu adı sevgi ile telaffuz etmeliyiz, O’nunla ilişkiye girerek, O’nunla hem güzel, hem de zor ve acılı anlar yaşayarak, özellikle de O’nu dinlemeye hazır olarak söylemeliyiz. O, “Mesih’tir” (Yunanca “Hristos”, İbranice “Meşiha”). Mesih de mesh edilmiş yani yağlanmış, kutsanmış demektir. Eski Ahit’te kral ya da kahin (rahip) olacak kişi mesh ediliyordu. Mesih, en mükemmel mesh edilendir, yani Mesih, Allah tarafından meshedilen kişidir; krallığın tamlığını; mükemmel ve Baba’nın hoşuna giden kahinliğini de taşıyan kişidir. Mesih, Allah tarafından kutsanandır; Allah için sözcü ve peygamber olsun diye, bizim için “kral” - yani dünyamızda Allah’ın hükümranlığını sürdüren - ve “kahin” - yani Allah’a bizim kurbanımızı sunan kişi- olsun diye kutsanmıştır!

 

ALLAH’IN BİRİCİK OĞLU OLAN MESİH İSA’YA İNANIYORUM

17.

 

Şimdi bu cümlenin, “Allah’ın Oğlu” sözünü inceleyelim. Biz İsa’ya iman ederiz, çünkü O, Allah’tır. Eski Ahitte “Allah’ın Oğlu” sözü sadece bir unvandı o kadar ki meleklere, tüm halka, tüm Musevilere de verilirdi. Daha sonra beklenen Mesih için daha belirtili olarak kullanılmaya başlandı (Mezmur 2). Petrus bu sözü ilan ettiğinde ise tam anlamını belirtmeye başlamaktadır: Sen, yaşayan Allah’ın Oğlu Mesih'sin” (Mt 16,16). O kadar ki İsa ona bunu kendiliğinden söylemiş olmadığını, bunu Baba’nın ona bildirdiğini söylemekte. Aziz Pavlus da “İsa'nın Allah’ın Oğlu olduğunu” ilan ediyordu (Hav. İş. 9,20). Bunu ilan ediyordu çünkü İsa, kendisini böyle tanıttı (Ürdün nehrinde vaftiz olurken ve görünüşünün değiştiği Dağda). İncil’de, dini mahkemenin İsa’ya açıkça bu soruyu sordukları yazılıdır: “Sen Allah’ın Oğlu musun?” O da şöyle cevap verir: “Söylediğiniz gibi, ben O’yum”! Biz bunu iman bildiriminde tekrar ederken ne demek istiyoruz? Daha sonraki sıfatlar bunu belirtmekte: bunlarla “oğul” sözünü inceliyoruz ve İsa’nın ilahi tabiatını belirtiyoruz. Yüzyıllar boyunca Kilisenin bu imanı sebebiyle birçok şüphe doğdu ve ilk Ekümenik Konsillerde Hıristyanların ve Episkoposların teolojik düşünmelerinin konusu oldu. Açıklanmaya çalışılan hep, İsa’nın ilahi evlatlığının anlamıdır.”Biricik” sözü de Oğul terimini genel değil de, özel olarak telaffuz etmemize yardımcı olur. Hepimizin Allah’ın evlatları olduğumuzu söylemeye alışığız; bu doğrudur, ancak bizim için kullanılan “oğul” sözü, “insan” olduğumuzu belirtmekte, yani hayvanlar değiliz, ama Allah da değiliz. İsa ise “Allah’ın biricik Oğlu’dur”: yani O, özel ve eşsiz bir şekilde Oğul’dur.


TÜM ASIRLARDAN ÖNCE PEDER’DEN DOĞMUŞ OLAN... MESİH İSA’YA İNANIYORUM

18.

O, “Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, gerçek Allah’tan gerçek Allah’tır. Yaratılmış olmayıp, Peder ile aynı özdedir”. İsa’nın ilahi tabiatını açıkça ve tartışılamaz şekilde belirtmek için sıralanmış niteliklerdir. O’nun, insan olduğu ileride söylenmektedir. Şimdi, bizler onun ilahiliğine imanımızı belirtmek için duraklıyoruz. Elbette insan olan İsa’nın Allah olduğunu belirtmek için de, Allah olmanın tek bir şeklini ve bunun sevgi olduğunu kabul ettiğimizi hatırlamalıyız. Sevgi kendini sunmaktır! Allah kendini, yaşamını sunuyor ve ondan doğan armağan yine tam, ilahi ve mükemmel sevgidir! Bunun için şöyle söylemekteyiz: “O, Allah’tan Allah! Gerçek Allah’tan, gerçek Allah’tır”! Kutsal Yazılar da bize Allah’ın ışık olduğunu ve onda karanlık olmadığını belirtmektedir (1Yh.). Bunun için O’ndan gelen ışık tam, gerçek ışıktır! 325 yılında yapılan ilk İznik Konsilinde ariyanizm reddediliyordu, - bu sapık doktrin, İsa’nın sadece insan olduğunu belirtiyordu -. Bu doktrinle kurban olmasının, ölümü ve dirilişinin ebedi değeri inkar ediliyordu. İsa, Allah olmasaydı öğretilerinin değeri kaybolurdu: gerçekten de o sadece insan olsaydı, sözü de Allah’ın Sözü olmazdı, bizler için de onu tanımak o kadar da önemli olmazdı. Hatta onunla, “Ben asmayım, siz çubuklarsınız. Bende kalan, benim de kendisinde kaldığı kişi bol ürün verir” ve “Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi...” diyerek, ifade ettiği ve kendi arzuladığı, samimi ilişkiye de giremezdik. İsa’nın ilahiliği, paganların düşündüğü gibi değildi, sanki her istediğini yapabilen, egoist bir süper güç gibi. O’nun ilahiliği Baba’nın ilahiliğiyle bir çeşit yarışma değil, “oğul” olmaktır yani Baba’ya itaatkâr ve Baba gibi sevgi dolu olmaktır. O’nun ilahiliği hizmettir, kendini sunmaktır, kendi yaşamını vermektir. Bu sebepten O’nda Allah’ın sevgisi parlar, o kadar ki O’nda Allah yüceltilir, diyebiliriz. O’nun yaşamına bakarak Baba Allah’ın merhametinin ve sadakatinin büyüklüğünü görebiliriz.


MESİH İSA’YA İNANIYORUM. O, ... YARATILMIŞ OLMAYIP, PEDER İLE AYNI ÖZDEDİR.

 

19.

 

İsa’nın yaşamının gizemi ve dünyadaki mevcudiyeti bizim anlama kapasitemizi aşsa da, O’nun hakkında fikirlerimizin net ve emin olması bizler için çok önemlidir. İlk Ekümenik Konsillerin bize aktardıkları bazı gerçekler temeldir: bunların arasında metnin başında söylediğimiz cümle de dahildir. İsa’nın ilahi tabiatını belirtmek için O’nun bir yaratık değil de, ‘Allah’tan gerçek Allah’ olduğunu, yani Peder Allah’ın varlığından geldiğini söylemekteyiz. Ayrıca ‘aynı özde’ olduğunu da ekleriz: Grek ve Latin dünyasının antik kültürünün tipik terimlerini kullanmaktayız, bunlar günümüzde de anlaşılıyor ve ters anlam yaratmamaktadır. Oğul’un “Baba ile aynı özde” oluşu bize açıkça Baba’nın ilahiliğine katıldığını ve yaratılamayacağını açıkça anlamamıza sebep olmaktadır. Bu gerçek niçin önemlidir? II. Vatikan Konsilinin dediğine bakalım: Allah’ın Oğlu beden alarak, bir şekilde her insanla birlik oldu. İnsan eliyle çalıştı, insan aklıyla düşündü, insan isteğiyle hareket etti, insan yüreğiyle sevdi. Bakire Meryem’den doğarak, kendini bizlerden biri yaptı, günah hariç her şeyimize benzer oldu (Gaudium et Spes, 22). Allah olan Allah’ın Oğlu kendini bizden biri yaptı. Bu şekilde O, her insanın değerini ve saygınlığını tasdik ediyor. Bu gerçekten yola çıkarak Hıristiyanlık, yavaşça ve kuşkusuzca, vardığı yerde köleliği yok etti ve de insanların sınıf ayırımını da yok etti; herkesin, hasta, hapis, çocuk ve yaşlıların saygınlığını belirtti. Hıristiyanlığın reddedildiği yerlerde ise bu bölünmeler görülür ve kişiye egoist gözlerle bakılır, müşteri olarak veya ekonomik açıdan faydalı veya engel yaratacak, bir mal olarak görülür. Biz emin olarak İsa’nın tam ilahiliğini ve tartışılamaz insanlığını belirtiyoruz.

 

HER ŞEY O’NUN ARACILIĞIYLA YARATILMIŞTIR

20.

İman duasının ilk bölümünde Baba Allah’ın tüm evrenin yaratıcısı olduğunu söyledik. Mademki Oğul da Allah, o halde O da mı yaratıcı? Elbette Oğul da Allah’ın yaratıcı eylemine katılıyor. Biz, Yeni Ahitten bazı cümleler tekrar ederek, yaratılışın O’nun sayesinde gerçekleştiğini söyleriz. İncil yazarı Yuhanna önsözünde şöyle diyor: “Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı” (1,3). Aynı kavramı Aziz Pavlus da Koloselilere mektupta tekrarlar: “Her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için yaratılmıştır” (1,16). Oğul, Babanın yaratıcı eylemine, Oğul olduğu için ayrı ve değişik şekilde katılıyor! O, Allah’ın Sözüdür, Allah’ın vermek ve paylaşmak istediği sevgi projesidir; bu sevgi vasıtasıyla Allah her şeyi yaratır. Bu sebepten biz her şeyde Oğul’un izini ve damgasını buluruz. O, bu yolla bizleri, etrafımızı saran şeyleri görmemize yöneltir, örneğin: Yol, ışık, kapı, ekmek, asma... dendiği zamanlar. Her şey bizlere Baba’nın sevgisinin bir yönünü gösterir; o sevgi ki, Oğul’da tam ve mükemmel bir şekilde bulunur. Biz Hıristiyanlar her şeye Allah’ın ışığıyla bakmaya alışmalıyız, her yerde O’nun sevgisinin yansımalarını, dolayısıyla da Oğlu İsa’nın özellikli niteliklerini görmeye alışmalıyız. Keşke bizler de, birçok azizin yaptığı gibi, bunu yapmayı bilsek! O zaman daha huzurlu ve sevinçli olurduk, düşüncelerimizde daha derin, elbette daha iyimser olurduk! Etrafımızı saran her şey “O’nun aracılığıyla var oldu”: Dolayısıyla her şeyin anlamını kavrayabilmek için O’na bakıp, sevgisini benimsemeliyiz. Bunu yaparsak, hiçbir şeyden; ne soğuk ne de sıcaktan, ne yağmur ne de güneşten yakınmayacağız. Her şey bizi sevindirecek, her şey için şükredeceğiz, her şeyde Peder’in Oğul aracılığıyla bize ulaşan sevgisinin bir yönünü aracağız!

 

BİZ İNSANLAR VE KURTULUŞUMUZ İÇİN GÖKTEN İNMİŞ

 

21.

 

Daha önce Allah’ın Oğlunun ilahi tabiatına olan imanımızı belirttik; şimdi ise insanlığını, İncil’de bize anlatılanları söyleyerek, basit bir şekilde belirtiyoruz. Her şeyden önce O’nun yeryüzünde nasıl var olduğunu söylemeliyiz; O diğer insanlardan farklıdır, yani bütün insanlar yaratıldı, O ise yaratılmadı. O, yeryüzüne her zamanki ‘evi’ olan gökten, geldi. Göğü, Allah’ın ikameti olarak, ilahinin “yeri” olarak görürüz. “Gökten inmiş”, derken Allah’ın Oğlunun artık ulaşılamaz olmadığını, gizle saklı olmadığını söyleriz. Eğer, gökten indi ise, şimdi yeryüzünde bulunmakta, bizim olduğumuz yerde, bizim hareket ettiğimiz, yaşadığımız yerde, yanımızda! Ama peygamber Yeşaya’nın dediği gibi Allah niçin gökleri yardı ve yanımıza geldi? Bunu kendisi için yapmadı; buna ihtiyacı yoktu. Bunu “biz insanlar için” yaptı, Adem’in itaat etmeyi reddettiğinden ve Peder Allah’ın gözünden saklandığı andan beri günahkar ve Allah’tan uzak olan bizler için yaptı. Biz insanlar ve kurtuluşumuz için. Allah’ın Oğlu bizim için, kurtulabilmemiz için insan oldu: O’na verilen isim de bunu anlatmakta: “Allah kurtarıyor”! Bu sebepten bizler, O’nun insanlığının kurtuluşumuz için gerekli olduğunu bilerek, Ona tüm arzumuzla bakıyoruz. Gerçekten de başka hiç kimse bu görev ve bu kapasite ile dünyaya gelmemiştir. İnsanlığa öğretmen veya peygamber olarak kendini tanıtan insanlar, kendilerine kurtarıcı adını veremediler. Onlar günahın varlığından ve negatif gücünden haberdar değildiler. Onların belki bir hikmetleri vardı, ama sadece öğretecek bir hikmetti, kendi yaşamlarını vererek ölümü yenecek bir şahitlik sunamazlardı. Kurtuluşumuz için ancak ve ancak İsa geldi!


KUTSAL RUH’UN KUDRETİYLE BAKİRE MERYEM’DEN VÜCUT ALIP İNSAN OLMUŞTUR.

 

22.

 

Allah’ın Oğlu insan oldu: bu elbette insanların arzusuyla veya kabiliyetleri sayesinde gerçekleşmedi, sadece Allah’ın isteğiyle ve eylemiyle oldu. Allah’ın bu eylemi sadece bir mucize değil, sadece doğa kanunlarını aşan olağanüstü bir olay değildir, Baba’nın sevgi planlarını gösteren ve gerçekleştiren büyük bir gizemdir. Allah’ın insan doğasındaki veya insan bedenindeki mevcudiyeti, Kutsal Ruh’un eylemidir. Düşünülemez bu adımı atan, Allah’tır; O, sevgi ilişkisi ile düşünemeyeceğimiz kadar büyük bir atakla ilahi sonsuzluğu ve ebediyeti, sınırlı olan insan yaşamına sığdırıyor. “Beden aldı”! Bu olay İncil’de ve diğer Yeni Ahit Yazılarında birçok kere anlatılmaktadır. “Kelam beden aldı ve aramıza geldi”, diyor Aziz Yuhanna. İncil yazarı Luka ise Meryem ile Cebrail’in buluşmasını şöyle anlatıyor: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, en Yüce Allah’ın kudreti senin üstüne gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Allah’ın Oğlu denecek”. Biz bu olayın anlatmasını ve bu olaya imanımızı şu cümle ile özetliyoruz: “Kutsal Ruh'un kudretiyle bakire Meryem'den vücut alıp insan olmuştur”. Bakire Meryem’i de açıkça dile getiriyoruz, çünkü Allah’ın kendisi onun kabul etmesini bekledi: Allah’ın Oğlu’nun beden alması, Allah’ın eylemidir, ancak Allah, Annesi olacak Kadının da bunu hür olarak kabul etmesini bekledi. Meryem, Allah’ın Oğlunun Annesidir, ama hep bakiredir. Bakireliğini dile getirerek İncillerin dediklerini tekrar ediyoruz ve Allah’ın ilahi bir şekilde davrandığını da tekrar doğruluyoruz. O, insanlığın yardımıyla Kadın aracılığıyla hareket etmek istedi ve erkeğe gerek olmadan bunu yapmak istedi. Allah’ın davranma şekli hayret vericidir!


MERYEM’DEN VÜCÜT ALIP İNSAN OLMUŞTUR

 

23.

 

Tarihin ve ebediyetin en büyük gizemini böyle ifade ediyoruz. Bu gizem sayesinde diğerlerini de anlayabiliyoruz yani Allah’ın babalık ve merhamet gizemlerini, bizim kutsallaştırılmamızı, insanın değerinin büyük olduğunu ve kaderinin Allah’ın yaşamına katılmak olduğunu anlayabiliyoruz. Allah’ın Oğlu beden aldı ve somut, tutulur, görülebilir insan oldu. Bu haber bir gizem ve Allah’ın bir armağanıdır. Gizem olduğundan biz bunu tam olarak anlayamıyoruz, hatta bunu gerektiği gibi ifade bile edemiyoruz: Bu, tasvir edilemez, anlatılamaz! Ama buna rağmen bu gizem tüm yaşamımızı ve insanlığın tarihini üzerine dayamamız için bize emanet edildi. Biz bu gizeme inanıyoruz, çünkü İncil bize bu gizemi açıkça anlatmakta ve bunu çok eski peygamberliklerin gerçekleşmesi olarak göstermektedir.

Allah, Kadın Havva’ya, yılanın başını ezecek bir nesil söz veriyor, yani kötülükten güçlü bir nesil! Atalara ise, nesillerinden “tüm milletlerin sözünü dinleyeceği” (Yar. 49,10) yani Allah’ın otoritesine sahip kişinin doğacağına söz verdi. Yeşaya peygamber ise açıkça bakirenin hamile kalacağını ve doğuracağı oğlanın “Allah bizimle birlikte” olacağını söyler. İncil, meleğin Nasıra’da halktan bulduğu alçakgönüllü genç kızı anlatır. Peygamberin sözleri ona tekrarlanıp, onda gerçekleşecektir. Kız alçakgönüllü, ama dünyaya gelmek için bu kızın ‘Evet’ini bekleyen Allah ise, daha da alçakgönüllüdür.


İNSAN OLMUŞTUR

 

24.

 

Noel Bayramında bu sözleri söylediğimizde diz çökeriz. Biz hakikaten gerçekleşen Allah’ın bu projesine tapınıyoruz. Allah’ın kendisi insan oldu. İlahi sevginin tamlığı bir fikir, bir düşünce, bir hayal değil, somut bir gerçektir. Allah kendini insan için öyle büyük bir sevgiye kaptırdı ki doğasını aldı ve bizim gibi biri oldu. Biz bu gizemle Allah’ın bize gösterdiği yakınlığı tam olarak algılıyoruz. Bizler günahkârız, dünyayı acı dolu bir yere çevirebiliriz, kötülük sebebiyiz. Allah buraya, yanımıza geliyor. Bizim kirli ve kötü yöntemlerimizle işbirliği yapmaya gelmiyor, egoizmlerimizi desteklemeye gelmiyor, tersine bizim O’na gösterdiğimiz bu toprağa yenilik tohumları ekmeye geliyor. O, kendini insanlığa yeni bir insanlığın tohumu olarak ‘ekiyor’, öyle ki insanlık Baba’nın herkese olan sevgisini yaşayabilsin. Bu toprak bizi temsil eder ve İsa kendini bu toprağa, ölecek ve bu şekilde ürün verecek tohum olarak koyar. Toprağı, ölüm toprağından yaşam toprağına çevirmek için tek yol budur. “İnsan olmuştur!”. Durumumuzun fakirliğini ve tehlikesini yaşadı, böylece bizler de Onun ebediyetinin gücünü ve garantisini elde ettik. O, insan olalı, artık kirli, kötü ve acı sebebi olmaya mahkum değiliz. Tersine ilahi eylemleri, yani sevgi eylemlerini gerçekleştirebiliriz ve teselli, barışma, huzur taşıyıcıları oluruz. Bunu da sadece O ve yalnız O, yanımızda olduğu için yapabiliyoruz!


BİZİM İÇİN ACI ÇEKEREK ÇARMIHA GERİLMİŞ

25.

 

Büyük İman duasında İsa’nın mucizelerini veya öğretilerini hatırlamıyoruz, ama sadece doğumunu ve ölümünü anıyoruz. Doğumu, Allah’ın insanlık için olan büyük sevgisini göstermekte, çünkü O bizim sınırlı ve zayıf doğamıza büründü. İsa’nın ölümü ise Baba’ya ve her birimize olan sevgisini göstermekte. Bizim için çarmıha gerildi” : İsa’nın öldüğü korkunç şekilden utanç duymuyoruz. Havarinin dediği gibi biz şimdi Rab’bimizin haçı ile gurur duyuyoruz. Çünkü onu yaşam ağacı sayıyoruz, kurtuluş ağacı olarak görüyoruz. Paganlar, haça gerilmiş bir insanı takip eden Hıristiyanlarla dalga geçiyorlardı. Biz ise onunla gururlanıyoruz, çünkü onun haçta yaşadığı sevgiyi tanıyoruz ve yaşamını sunmasına Allah’ın ne kadar değer verdiğini de anlıyoruz. Son Akşam Yemeği esnasında İsa Baba’ya şunu söylemişti:”Kendimi onların uğruna adıyorum”. Daha önce Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm.” (Yh. 10, 17-18) demişti. Haç, İsa’nın kendini sunmayı gerçekleştirme şekli oldu ve bu, tam ve mükemmel bir sevgi eylemidir! “Bizim için çarmıha gerildi”. Büyük İman Duasını söylerken, O’nu haça gerenlerin kimler olduğu hakkında da durmuyoruz. Çarmıha gerilmesinin temel sebebinin insan günahı; tüm insanların günahı olduğunu biliyoruz, sadece O’nu mahkum edenlerin veya öldürenlerin günahı değil… Ayrıca sevgi eylemi olarak ölümünün sonucunun herkesin kurtuluşu olduğunu da biliyoruz, bu sebepten de ölümünü reddetmiyoruz. Bu ölümün “bizim için”, bizim uğrumuza gerçekleştiğini vurguluyoruz. Gerçekten de Allah, Ürdün nehrinde vaftiz olduğu andan beri üzerine günahlarımızı alan İsa’nın yaşamını sunmasını kabul ederek, hepimizi evlat olarak kabul eder. Biz haçta olan İsa’ya bakarken O’na teşekkür ediyoruz: severek ölen İsa’ya teşekkürler ve Allah olan Oğluna bizim yaşamamız için ölmesini soran Baba’ya da teşekkürler!

 

PONTİUS PİLATUS ZAMANINDA...

 

26.

 

İsa’nın ölümünün gizemi, insanlık tarihine belirgin şekilde konulmuştur. Pontius Pilatus adı, burada başka bir sebep için kullanılmadı. İmanımızı bildirirken kimseyi yargılamak, suçlamak istemiyoruz çünkü İsa’ya küfreden ve ölümünü isteyen zamanındakiler gibi, bizler de kendimizi günahkar tanımalıyız. Pilatus adını kullanırken İsa ile ilgili olayların ve O’nun beden almasının insanlık tarihinde somut bir yer aldıklarını güçle belirtiyoruz. İmanımız; güzel, kutsal ve bilgili fikirlerin toplaması değildir. Kilisenin imanı tarihin belirli bir zamanında ve dünyamızda gerçekleşmiş olan olaylar üzerine kuruludur. Bu olayların belli zamanı ve somut yeri, tam olarak o yıllarda, 26 ila 36 yılları arasında, Yahudiye Bölgesinin Valiliğini yapan kişinin adıyla, yani Pilatus’un adıyla, belirtilmiştir. Büyük İman duasında adını söyleyerek ne kendisine ne de etrafındaki Musevi önderlerini, hiçbir şekilde yargılamak istemiyoruz. Adını söylememizin amacı bu değil, imanımızı belirtmemizin amacı da bu değil! Tam tersine! İmanımızın bizleri düşmanlarımızı sevmeye çağırdığını biliyoruz, çünkü Allah günahkarları da sever, düşmanlarını da sever. Biz İsa’nın ölümüyle ilgisi olmuş olanları yargılamayı Allah’a bırakıyoruz. Hatta havarilerinden birinin de O’nu para için ele verdiğini biliyoruz ve hatta Petrus da O’nu inkar etti ve diğerleri de O’nu terk etti. Biz ne onlardan iyiyiz, ne de Pilatus’a “Haça ger, haça ger” diye bağıranlardan iyiyiz, ne de İsa’nın eziyetini çoğaltmaktan eğlenen askerlerden bile daha iyiyiz. İsa yaşamını Baba’ya bizim için sundu, ama onlar için de sundu, O’na küfreden ve O’nu insanlığa unutturmak isteyenler için de öldü. Herkesin kurtuluşu için kendini feda etti.


ÖLMÜŞ VE GÖMÜLMÜŞ

 

27.

 

Ara sıra gazetelerde İsa’nın ölmediğini ve dünyanın şimdilik ulaşılamaz bir yerinde yaşadığı yazılır. Hatta ölmemiş olup da Golgota tepesinde başkasının O’nun yerini almış olması, İslam dininin imanında da vardır. VIGILIO Tarih boyunca İsa’nın ölümü sık sık inkar edilmek istenmiş, çünkü bu gizem zekamıza ve gururumuza hep problem yaratmıştır. Allah’ın Oğlu İsa’nın ölmüş olduğunu kabul etmek kolay değil. Bu, Allah’ın, insanın en derin sefaletine bürünmüş olmasını kabul etmek anlamına gelir; O’nun, bizi en çok korkutan ve bizim kabul edemediğimiz şeyi yani ölümü kabul ettiğine iman etmektir. Bizler ölümden kaçmak, ölümden uzaklaşmak, ertelemek, yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz, Allah’ımız ise onu kabul etti! Hatta İsa ölümden geçerek kendi mevcudiyeti ile onu kutsal kıldı! Biz buna inanıyoruz, bu imandan da yeni bir ışık, inanılamaz bir güç alıyoruz, bunun da tanıkları İsa’nın şehitleridir. O öldüyse, ölüm en kötü şey değildir. İsa öldüyse, biz de huzur içinde ölebiliriz, hatta imanı ve Allah’la birliğimizi kaybedeceğimize ölmeyi tercih edebiliriz. İsa’nın öldüğünü söyleyerek de sadece İncil’in ve Havarisel yazıların tanıklık ettikleri ve Eski Ahitteki peygamberliklerin tasdik ettiği tarihi bir olayı tekrar etmekle kalmıyoruz, aynı zamanda Allah’ın Oğlunun beden almasının tam olarak gerçekleştiğini de bildiriyoruz: O insan olmakla, insan olmanın tüm sonuçlarını üstlendi. Aynı zamanda yaşamımızın tamamlanmasına doğru baktığımızda bunu korkusuzca, ümitsizce yapmak istediğimizi de belirtiyoruz. “Ölmüş ve gömülmüş”. Gömülmek, ölmenin sonucudur, en azından, ölülerin dirileceğine inanan Musevi kültüründe öyledir. Başka milletler, ölülerini gömeceklerine yakıyorlar veya kuşlara veyahut da hayvanlara yediriyorlar. İsa’nın bedeni gömüldü, toprak O’nu Allah’ın ölüleri diriltebilen gücü ortaya çıkacak güne kadar korusun diye, toprağa emanet edildi. İncil İsa’nın gömülmesini anlatırlarken birçok detay anlatmaktadır: Kefen, kokulu yağlar, kayada yontulmuş Arimatyalı Yusuf’un yeni mezarı, onu kapatan kaya, girişini koruyan mühürler ve sonra yalan söylemek için para alan askerler gibi. Gerçekleştirilen gömülme, ölümünün tartışılamaz bir tasdikidir.


KUTSAL YAZILARA GÖRE ÜÇÜNCÜ GÜN DİRİLMİŞTİR


28.

 

Ölenin Allah’ın Oğlu olması bize ümit vermektedir. Peygamberlikler, Allah’ın hizmetkarının ölüm diyarında kalmayacağını belirtiyorlardı, ama insanlar bunu ciddiye almadılar, çünkü bizler sadece gördüklerimize inanırız, bu sebepten de ölümü, yaşamın tamamen sona ermesi olarak görürüz. Havariler bizlere İsa’nın dirildiğinin şahitliğini yaptılar ve bunu şüphe edemeyeceğimiz bir şekilde yaptılar. En büyük şüpheleri onlar yaşadı. Nitekim mezarda melekle karşılaşan kadınları hayalperest olarak nitelendirdiler. Tomas da diğer on kişinin sevinçli haberine inanmak istememişti. İsa’nın dirilişinin bir başka kanıtı Saul’un, yani Pavlus’un imana varmasıdır. Pavlus dirilmiş İsa’yla karşılaştı ve sesini duydu.

İsa’nın dirilişini, Kutsal Yazıların sözleriyle karşılaştırmak bize çok yardım eder ve imanımızı güçlendirir: Allah önce söz verdi, sonra da sözünü tuttu! İsa’nın canlı mevcudiyetinin bazı kanıtları bizde de var, bu kanıtlar kendimiz içindir. Günahların itirafı ile elde ettiğimiz sevinç ve teselli, Sözünü dinlerken kavuştuğumuz huzur, Komünyon’dan sonra hissettiğimiz güç: tüm bunlar İsa’nın canlı olduğunu bize kanıtlar. O halde bizler İsa’nın dirildiğine inanırız. Bu nasıl oldu bilmiyoruz, dirilmiş bedeni de nasıl bilmiyoruz, ama O’nun canlı olduğunu; O’nun hayatının şanlı bir hayat olduğunu, biliyoruz. Şanlı bir hayat, Allah’ın sevgisini gösterebilen bir hayattır. Biz onun canlı olduğuna inanıyoruz, bu sebepten de ölümün yenildiğine inanıyoruz. Dirilişe iman ettiğimiz için de Sözü zor ve imkansız gibi gözüktüğü zamanlar da bile, Allah’a itaat ederek yaşayabiliriz. Mesih İsa üçüncü gün dirildi: Allah’ın zaferi hemen gözükmüyor, ama garantilidir. Ne zaman zorluklar ve acılar yaşıyoruz, İsa’nın dirilişi bizi teselli eder ve ümitli olmaya çağırır.


GÖĞE ÇIKMIŞ VE PADER’İN SAĞINDA OTURMAKTADIR

 

29.

 

Allah’ın Oğlu hakkında konuşurken kurtuluşumuz için gökten indiğini söyledik. Şimdi doğumunu, ölümünü ve dirilişini andıktan sonra, yaşamının diğer bir geçişini bildiriyoruz. Göğe çıktı. Allah’ın konutuna gök diyoruz. Orası “ilahi” yerdir. İsa şöyle demişti: “Gökten inmiş olan İnsan-Oğul’dan başka hiç kimse göğe çıkmamıştır.” (Yu 3,13). Göğe çıkıp inmek, Allah ile yakınlık belirten bir konuşma şeklidir, hatta aynı ilahi hayatı paylaştığını belirtir. Dirilişten sonra, bizler artık İsa’yı görmüyoruz. Ama O, halen bizimle birlikte olan Allah’tır. O halen Yaşayan Olan’dır. O bizden uzaklaşmadı, tam tersi beden almasından önceki durumuna döndü. “Ya İnsan-Oğul’un önceden bulunduğu yere yükseldiğini görürseniz…”(Yh 6,62). İsa, şimdi Allah’ın şanında yaşamaktadır ve “Peder’in sağında oturmaktadır”. Kraliyet saraylarından gelen bu konuşma şekli de İsa’nın ilahi otoritesini belirtmektedir. Kim kralın sağında oturuyorsa, kralın damgasını taşıyan yüzüğü de o takar ve gücünü kullanır. İsa, Peder’in sağında oturuyorsa, Peder Allah’ın sevgisinin otoritesine de sahiptir. Bu cümlelerle Allah’ın; İsa’nın bize tanıttığı gibi olduğuna iman ettiğimizi ve Sözünün gerçekten Allah’ın bizden istediği olduğunu belirtiyoruz. Hiçbir şey O’nun bize emanet ettiği öğretilerden daha güvenli ve önemli değildir. Yanılmaktan korkmadan, O’na itaat edebiliriz ve hatta O’nun sözlerine uymadığımızda yanıldığımıza emin olabiliriz. Peder bizleri Sözüne itaat ettiğimiz ölçüde yargılayacak ve kurtaracaktır, çünkü şimdi hep yanında olan Oğlunu sevdik.


DİRİLERİ VE ÖLÜLERİ YARGILAMAK İÇİN ŞANLA TEKRAR GELECEK

 

30.

 

İsa’nın göğe çıkışı, insanların yaşamından ve kaderlerinden uzaklaşması için kullandığı bir yol değildir. Peder Allah ve Mesih İsa, bizi hiç unutmuyorlar! Peder’in kurtulmaya ihtiyacı olan dünyaya tam ve kesin sevgi eylemi olarak yolladığı Oğul, insanları sevmeye devam etmektedir. O, “tekrar gelecektir” ve biz O’nun bu gelişini bekliyoruz, O da bize sevgisinin tamlığını göstermek ve tattırmak için gelmeyi beklemektedir. Biz O’nu bekliyoruz, çünkü her gün kurtulma ihtiyacımızı fark ediyoruz. O’nu sevinçle bekliyoruz, çünkü bizi sevdiğine eminiz. Beklerken de Sözünün, yaşamımıza ve çevremize kutsallık, sevgi ve gerçeklik meyveleri vermesi için, emirlerine uygun yaşıyoruz. Bize bunu, öğretileri ve hikâyeleriyle O tavsiye etti. Bizler Efendimizi bekleyerek yaşıyoruz, O beklemedik bir şekilde ve zamanda gelecek. Sadece O’nun hoşuna gitmek ve O’nun projelerini gerçekleştirmekten başka arzumuzun olmamasına çalışıyoruz. Gerçekten de döndüğünde ”dirileri ve ölüleri O yargılayacaktır”. Bu, herkesin canlı ve ölü, Hıristiyan veya olmayan, imanlı veya imansız, herkesin O’nunla karşılaşması gerektiği anlamına gelir. Bir kişiyi “doğru” ilan edebilecek O’ndan başkası yoktur dünyada. İncil şöyle der: “Allah, Oğlunu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O'nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi” (Yh 3,17): O, yargısını Sözüne uyarak yaşayanları ve O’nu kabul eden öğrencilerini kurtarmak için kullanacaktır. Diğerleri O’nun tarafından mahkûm edilmezler, ama kurtulmayı kabul etmeyenlerin durumunda kalırlar. Biz O’nu bekleyerek yaşayalım: bu bekleyiş bizleri dünyevi şeylerden hür kılar, boşuna zaman harcatan yüzeysel şeylerden uzak tutar, önemli olanı aramak için bize hikmet verir, sadece sevgiye önem vermemizi, özellikle de bakışlarımızı hep İsa’ya doğru çevrili tutmamızı sağlar.


HÜKÜMDARLIĞI SON BULMAYACAKTIR

31.

Melek Cebrail, Nasıra’da, Meryem’e kabul etmesi gereken Oğul’u tarif ederken konuşmasını işte bu sözlerle tamamladı: “O büyük olacak, kendisine ‘En Yüce Allah’ın Oğlu’ denecek. Allah O'na, atası Davut'un tahtını verecek. Yakup'un evi üzerinde sonsuza dek hükümran olacak. Hükümranlığının hiç sonu gelmeyecektir.”(Lk 1,32-33) İsa, daha sonra vaaz etmeye başladığında, Allah’ın hükümranlığının yaklaşmasını en büyük sevinç olarak müjdeliyordu. Bu sevinç insanların yaşam ve düşünme tarzlarını değiştirerek tövbe etmelerine yardımcı olacaktı. Kendisinin kral olacağı Allah’ın hükümranlığı, bu dünyevi hükümranlıklarla mukayese kaldıramayacak türdeydi. İşte Rab, Roma İmparatoru Sezar’a karşı isyanla suçlandığında, Pilatus’un karşısında bu şekilde konuştu. Ayrıca, Aziz Pavlus’un söylediği gibi, Allah’ın hükümranlığında besin veya içki konu önemli olmayacak ve de bu hükümranlık, kendisini sürdürmek için, baskı yapan bir güç kullanmayacaktır. Tersine Allah’ın hükümranlığı, “Kutsal Ruh’ta barış ve sevinçtir”. Allah’ın hükümranlığı tüm insanların rüyasıdır, çünkü herkes, insani hükümranlıkların getirdiği ve artık yok ettirilemeyen şiddet ve haksızlıklardan yorgundur. Allah’ın hükümranlığında birinci olan, herkesin hizmetkârıdır, önemli olan, kendisini küçük yapar, küçük olan ise korunur ve ona özen gösterilir, acı çeken ziyaret edilir, zengin olan ise zenginliklerini sevgi ve merhamet eylemlerine dönüştürmek için yolu bulur, kimin yetenekleri varsa başkalarına yararlı olmaya çalışır, herkes kardeşlik içersinde olmaya çaba gösterir. “Hükümranlığı son bulmayacaktır”, çünkü artık kral ölemez, O dirildi. Allah’ın hükümranlığının sınırları da yoktur, güçle elde edilemez ve onun içinde kendini İsa’ya sunan birinin olduğu sürece, yenilemez ve yok edilemez. Allah’ın hükümranlığına karşı çıkmak isteyenler, üyeleri yani Hıristiyanları öldürebilirler, kralları olan İsa’yı da öldürmeye çalıştıkları gibi. Ama onu yok etmeyi başaramayacaklar, çünkü ta zulüm zamanında şahitlik ve şehitlik Ruhu, daha da çok dağılmakta ve güç kazanmaktadır!

32.

“Hükümranlığı son bulmayacaktır”. İsa’nın hükümranlığı! İsa bu hükümranlık hakkında çok konuşmak istedi, özellikle de mesellerle konuştu. Birçoğu şöyle başlıyor: “Göklerin Hükümranlığı … şuna benziyor”. O halde, mesellere bakarak, İsa’nın, göklerin hükümranlığı ve de onda olan kendi kral rolü hakkındaki düşüncelerini anlıyoruz. Hükümranlık, Sözün ekilmesiyle başlıyor; Söz de sonra büyüyor ve durumlara göre eşit olmayan bir şekilde meyve veriyor! Hükümranlık, engeller ve kötülükler yaratan tohumlar eken düşmanıyla da boy ölçüşmelidir. Bu kötü şeyler acı getirirler ve Allah’ın elçilerine artı iş getirirler, ama çok kişinin kurtuluşunu engelleyemezler. Hükümranlık, neredeyse gözükmeden başlar, aynı küçücük hardal tanesi gibi, ama hiçbir şey onun büyümesini ve çok kişi için kurtuluş olmasını engelleyemez! Hükümranlık mayanın unda saklı olduğu gibidir, aynen maya gibi gereklidir, onun sayesinde un kolay hazmedilecek ve yenilebilecek ekmeğe dönüşür. İsa’ya, bir kral gibi, itaat edenler dünyadaki yaşamı, güzel ve neşeli kılarlar. Çünkü Allah’a olan güveni yayarlar ve insani ilişkileri hoş ve güvenli kılarlar. Hükümranlığa giren, biraz da kurnaz olmalıdır; aynen, değersiz bir tarlada saklı hazineyi bulan kişi gibi: hiç kimseye bir şey söylemeden, hazinenin bulunduğu tarlayı satın alabilmek için her gerekeni yapıp, her şeyini satar. Hükümranlığa giren, aynı zamanda bunu her şeyden çok istemelidir: aynen çok değerli inciyi bulan tüccar gibi, onu almak için elindeki bütün diğer incileri satar. Hükümranlık her şeyi toplayan bir ağ gibidir, ama sonra biri Allah’a ait olanla olmayanı, İsa’ya ait olanla olmayanı ayırmalıdır. Bu işi ancak görevlendirilmiş olan kişi; gerçekçilikle ve yalancı merhamet göstermeden, yapacaktır. İsa’nın hükümranlığında afla yaşamak gerekmektedir, affetmek ve affedilmek gerekir, çünkü oraya inatçılık ve öç asla giremez. Aynı zamanda zenginler giremez, ancak zenginliklerini sevgiye yönlendirdikten sonra girebilirler. Hükümranlığa ancak çocuk yüreğine sahip olanlar girebilir! Biz mutluyuz, çünkü “hükümranlığı son bulmayacaktır”.


KUTSAL RUH’A İNANIYORUM

33.

“Kutsal Ruh’a inanıyorum”. Şimdiye kadar Baba’ya ve Allah’ın Oğlu İsa’ya olan imanımızı bildirdik. Şimdi Baba’nın ve Oğul’un Ruh’una hitap ederek yaşamımızı O’na emanet ediyoruz. Ruh kimdir? “Ruh” terimi “esinti” anlamındadır, yani insandaki yaşamın mevcudiyetini garantileyen, insanın içinden çıkarak dışarıda bir hareket meydana getiren ve bir ısı ileten ‘bir şey’dir. “Ruh”u büyük harfle yazarsak eğer; Allah’ın saklı ve ulaşılamaz yaşamından çıkıp yaşamımı hareket ettirmek, etkilemek, değiştirmek, Baba’nın ve Oğul’un sevgi hareketlerine uymak için gerekli “esinti”yi kast ediyoruz. Birileri güneşten gelen ısı ve ışıkla mukayese yapmaya cüret etti: Allah bize, tüm insanlara ve tüm yaratılışa Ruhunun ısısı ve ışığıyla ulaşır. Allah’ın Ruh’u kutsaldır. Tabii ki hepimiz bunu biliyoruz, ama ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Bu terim Kutsal Yazılarda, İsrail Allah’ına en uygun niteliğin gösterilmesi için kullanılır. Allah, daima sadakatsiz, itaatsiz, eğitilemez olan halkını daima severek kendi kutsallığını gösterir. O halde kutsal olmak dışarıdan etkilenmemektir: sanki Allah, halkına şunu söylemekte: “Sen bana isyan mı ediyorsun? Ben seni yine de seviyorum, çünkü ben iyiyim! Sen beni sevmek istemiyor musun? Ben seni sevmeye devam ediyorum. Sen beni suçluyor, kötülüyor ve hakaret mi ediyorsun? Ben seni kutsuyorum ve mevcudiyetimden ve kurtuluşumdan faydalanman için her yolu arıyorum”. Allah’ın Ruh’u kutsaldır. O’nun etkisine açık olduğumuzda, bize de kutsallık veren bir Ruh’tur. O’nu içimize kabul ettiğimizde ve duygularımızı, zekamızı ve irademizi O’nun etkisine göre yönlendirdiğimizde, bize de kutsallığını iletir. Kutsal Ruh’a inanmak, O’nun bizi içten itmesini istemektir, o zaman biz de bizi sevmeyenleri seveceğiz, bizi kötüleyenleri kutsayacağız, bize zulüm edenler için dua edeceğiz, bize kin duyanların kurtulması için elimizden geleni yapacağız, Allah’tan aldığımız sevgi sebebiyle sevinçli olacağız, insanlardan nankörlük görsek bile! “Kutsal Ruh’a inanıyorum”: bu, büyük bir lütuftur ve büyük bir sorumluluktur, sevgi ve tükenmeyen bir sevinç kaynağıdır!


HAYATIN KAYNAĞI VE RAB OLAN KUTSAL RUH’A İNANIYORUM

34.

“Kutsal Ruh’a inanıyorum” dedikten sonra, Allah’ın Ruh’u hakkında yanlış fikirlere saplanmamızı önleyecek bazı cümleler gelir. Bu fikirler kolayca düşünülür, ama onlar imandan gelen gücü yok edip Kutsal Üçlüğün gerçeğinin tanınmasını engellerler. Bazı sapık görüşler, Kutsal Ruh’un kişiliğini inkar eder ve onun sadece Allah’ın bir enerjisi, bir niteliği olduğunu söyler, dolayısıyla da Allah olduğunu inkar eder. Bu fikirler eski devirlerde de çok yaygındı. Bu konu hakkında tartışmak için Konstantinopolis’te 381 yılında ilk Konsil toplandı. Şimdi, o Konsil’e uygun olarak, Yeni Ahit’tin verdiği bilgileri takip edelim. İncil ve aynı zamanda Havarilerin Yazılarında Kutsal Ruh, hürce hareket eden, imanımızı ve sevgimizi desteklemek için yaşamımızda çalışan bir kişi olarak anlatılmaktadır. Allah’ı “Baba” olarak çağırmamızı O sağlamaktadır, İsa’yı da “Rab” olarak çağırabilmek için bizleri itaatli kılan yine O’dur. ‘Rab’ unvanı, İbrani Kutsal Kitabın, yunan tercümesinde Allah’a verdiği isimdir (Kyrios): bu sebepten biz onu Ruh için de kullanmaktayız. Gerçekten de şunu söyleyerek İman Bildirisine devam ederiz: “hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyorum”. İsa’nın kendisi şöyle dedi: “Yaşam veren Ruh’tur” (Yh. 6, 63): mademki yaşam vermeye kabiliyetli, o halde hareket edip çalışabilen ve etkileyebilendir, kişidir, Allah’tır! Meleğin, Meryem’e müjdeyi vermesinin anlatıldığı İncil sayfası, Baba’nın istediği Oğul’un Beden alması Kutsal Ruh tarafından gerçekleştirildiğini söylemektedir. Ayrıca Yuhanna İncil’i bize Ruh’un eserini belirten İsa’nın birçok cümlesini aktarmaktadır. O, Teselli edicidir, O İsa’ya tanıklık eder, şakirtlerin İsa’nın şahitliğini yapmalarını mümkün kılar; onlara İsa’nın sözlerini hatırlatır, gerçeğin tamlığına doğru kılavuzluk eder, günah olanı ayırt edebilmeleri ve Allah’ın hoşuna gitmeyenleri anlamaları için onlara yol gösterir, sonuçta da İsa’yı onlarda yüceltecektir.


PEDER VE OĞUL’DAN ÇIKIP...

35.

“Peder ve Oğul'dan çıkıp” Kutsal Ruh’tan konuşuyoruz: O, ilahi bir “Kişi”dir, fakat Allah’ın yanındaki bir Allah değildir! Allah tektir, ama O, yalnızlık içersinde yaşayan bir varlık değildir. Allah sevgidir, hayatı sevgidir; sevgi de ilişkidir, kendini sunmaktır. Bu sebepten Oğul’un Baba’dan doğmuş olduğunu ve Baba ile aynı ilahiyatı paylaştığını doğruluyoruz. Baba ve Oğul arasında bir sevgi alışverişi oluyor ve biz ona “Kutsal Ruh” diyoruz. O halde Ruh’un Baba’dan çıktığını söylüyoruz. Kutsal Ruh yaratılmadı, sevgiyle Oğul’a bakan Baba’dan çıkmakta, dağılmakta. Eğer kendi tecrübelerimize dayanarak bir imaj aramak istiyorsak, şöyle diyebiliriz: bizden çıkan bir esinti gibidir, güneşin ışığı, sesin çıkarttığı ses, alevin ısısı gibidir. Ama bir şey değil, ilahi niteliklere sahip bir Kişidir: sevmeye, hareket etmeye, mükemmel şekilde cevap vermeye kabiliyetlidir. Her şeyin kaynağı olan Baba’dan gelmektedir. İsa, Kutsal Ruh’u göndereceğine söz verdiğinde, O’nu Baba’dan göndereceğini veya Baba’nın “benim adımla” O’nu göndereceğini söylüyor. O açıkça Ruh’un “Baba’dan çıktığını” da söylemekte (Yu 15,26). Doğudaki Hıristiyanlar, Ortodokslar, İman Bildiriminde sadece “Baba’dan çıkıyor” diye söylemektedirler. Biz Batıda, Şarlman zamanından beri yani 800’lerden itibaren “Baba’dan ve Oğul’dan” çıktığını söyleriz. Bu ekleme, İncil tarafından desteklenir. “Baba’dan size göndereceğim Tesellici, yani Baba’dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek” (Yh 15,26). Ayrıca Dirilmiş İsa havarilerine üfleyerek şöyle de dedi: “Kutsal Ruh’u alınız!”. Onları Allah’ın şahitleri yapan nefes, İsa’nın ağzından çıkıyor. Maalesef Doğu Kilisesi, yapılan bu ek için yüzyıllar boyunca sorun yaptı. Aslında Katolik Kilise ile birliği bozan, bu iman terimi değildi. Bozma nedenleri siyasi veya askeri nedenler idi.

36.

“Peder ve Oğul'dan çıkıp...”. Bu bildiriyi, yaşamımıza güç ve ışık veren Büyük İman Duasının tüm gerçekleri gibi, büyük bir gerçek olarak söyleriz. Bu sözleri söylemek bizim için ne anlama gelir?

Eğer Kutsal Ruh “Peder ve Oğul’dan” çıkıyorsa” içimize gelerek Baba’nın ve Oğul’un sevgisinin özellikleriyle bizi doldurur.

Baba’nın sevgisi; ilk olarak sever, girişimcidir, henüz olmayan yerde yaşamı verir. Bu sevgi aynı zamanda bizleri affetmeye kabiliyetli, bize selam bile vermeyenleri sevmeye hazır kılar, hatta bize lanet edenlere bile, affetmeye hazır kılar. Ebeveynler, çocuklarından teşekkür almadan da çok önce onları severler. Aynen bu şekilde Kutsal Ruh’u alan, Baba’nın Ruhunu aldığı için herkesi, onu sevmeyenleri de karşılık beklemeden sever. İsa bize şunu da söyledi: size bir tokat atana diğer yanağınızı da uzatın, kin işaret ve hareketleri gösterenlere gülümsemeye devam edin! Bu mümkün mü? Evet, Kutsal Ruh’u alan için bu mümkündür. Ruh, Baba’dan gelir. Bir baba, oğlunu yaramazlık yapsa da, asilik yapsa da sever. Baba’nın Ruh’u daima sever, “iyileri ve kötüleri” ayırmadan.

Baba’nın bu Ruh’unu, Oğul İsa içimize üfler. Bu sebepten Oğul’un sevgisinin özelliklerini de verir. Bunlar nelerdir? Oğul dinleyerek ve itaat ederek sever. Oğul, başkalarının girişimlerini kabul eder ve ona söyleneni gerçekleştirmek için kendini sunar. Kendini sunarak sever! Oğul her şeye hazır olmak istiyor! Kutsal Ruh bizleri herkese hizmet etmeye hazır kılar, İsa’nın yaşamı ile örnek verdiği ve sözleriyle öğrettiği gibi, herkesin arasında sonuncu olmayı arzulamamıza yardım eder. Ruh, Baba’dan ve Oğul’dan geldiği için herkes için, hem tesadüfen rastladıklarımız, hem de devamlı beraber yaşadığımız kişiler için, tedbirli babalar, özen gösteren kardeşler ve itaatli evlatlar olmamızı sağlar. Bu yüzden Kutsal Ruh’un Peder’den ve Oğul’dan çıktığını söylememiz çok önemlidir. Böylece birbirimiz için baba ve evlat olma görevine ve kabiliyetine sahip olduğumuzu hatırlarız. Birbirimize karşılıklı sevgi verebileceğimizi biliriz. Bu sevgi herkese açık, hem girişimcidir, hem de başkalarının girişimlerini onaylamayı bilir; hem sever, hem de sevilmeyi kabul eder.

 

PEDER VE OĞUL İLE BİRLİKTE TAPILAN VE YÜCELTİLEN

 

37.

 

“Peder ve Oğul ile birlikte tapılan ve yüceltilen”. Baba’ya ve Oğul’a taptığımızda, Kutsal Ruh’a da tapılmakta ve O da şan almaktadır. Kutsal Ruh, Baba ve Oğul ile birlikte Allah’tır. Ne birinden ne de ötekinden ayrı tutulamaz: Kutsal Ruh, onlarla birlikte çalışır, onlarla itaatimizi ve sevgimizi alır. Biz Baba’ya ve İsa’ya taparız. Günümüzde “tapma” sözcüğü bir kişiye ya da bir hobiye veya çok zevk veren bir alışkanlığa karşı duyulan şiddetli bir isteği belirtmek için kullanılır. Biz Hıristiyanlar ise bu kelimeyi sadece Allah’a olan itaatimizi, sevgimizi ve sadakatimizi belirtmek için kullanırız. Tüm Kilise Kutsal Ruh’a tapar ve yüreğimizi gelip doldurması, düşüncelerimizi iyiye yöneltmesi, bizi merhametli, dengeli ve Allah’ın Oğlu’nun Sözlerine dikkatli kılması, O’nun aracılığıyla Baba’nın bize gösterdiği arzuları gerçekleştirmemizi mümkün kılması için yalvarır. Biz Allah’a tapmak için sadece övgü ve şükran sözleri kullanmayız, aynı zamanda diz çökme, saygı ile eğilmek gibi hareketler de yaparız. Ancak, bu davranışlarla birlikte, yeni bir hayat yaşamaya özen göstermeliyiz, Rab’bin öğretilerine uygun yaşamalıyız, yoksa O’nun sertçe azarladığı Ferisilerden kötü oluruz. Allah’ı “ruhta ve gerçekte” tapmaktayız: ruh nefes alışımızdır, gerçek ise gizli Allah’ın kendini belirtmesidir. Allah’ı “ruhta ve gerçekte” tapmak, sürekli nefesimizle, yani tüm yaşamımızla, Allah’ın sevgisini göstermek demektir. Baba’ya ve Oğul’a taptığımızda, bunu içimizdeki Kutsal Ruh aracılığıyla yaparız, bu sebepten bizi sevgiye dönüştürmesine izin vermekle O’na da şan vermiş oluruz. Birçok kere şu duayı söyleriz: “Peder’e, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a şan ve şeref olsun”. Bu dua, Kutsal Üçlüğün üç Kişisini yüreğimizde birleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda düşüncelerimizin ve eylemlerimizin her bir ilahi şahısın sadık sevgisinin ve onların üçlüksel birliğinin işaretleri olmalarına bizi dikkatli kılıyor.


PEYGAMBERLER ARACILIĞIYLA KONUŞMUŞ OLAN

38.

 

“Peygamberler aracılığıyla konuşmuş olan” Kutsal Ruh Peygamberler aracılığıyla konuştu: O’nun kendisine ait bir sesi yok, bu sebepten tavsiyelerini vermek için ilhamlarına dikkat eden kişilerden faydalanır. Bu kişilere peygamber diyoruz. Onlar, Allah ile derin bir bağlantı içinde yaşamakta ve Allah’ın herkese veya bazı kişilere hatırlatmak veya söylemek istediği şeyleri bildirmeleri için seçilmişlerdir. Allah kimi istiyorsa seçer, ama O’nun, itaatkâr kişileri, ilk olarak kendileri itaat etmek isteyenleri tercih ettiğini görürüz. Musa peygamberdi, dağda Allah’ın Sözünü dinledi ve aynen halka iletti. İlyas da peygamberdi. Sessizlikte, gerçek Allah’ın, gerçek imanı fısıldayışını duydu ve bunu güçle bildirdi. İsrail’de daha birçok peygamber oldu, halkı azarladılar, iyiye yönlendirdiler, imana çağırdılar. Aynı zamanda da Allah’ın mesajlarını sözden başka şekillerle de iletmek için değişik davranışlarda bulundular ve anlamlı seçimler gerçekleştirdiler. Tüm bunlar, halkı Mesih’in gelişini karşılamaya hazırlamak için yapıldı. Yunus da peygamber olarak çağrılır. Yunus, Ninova şehrini tövbe etmeye çağırmayı reddetmişti. Bu kişi aklımıza şunu getiriyor: Allah’ın Sözü kişinin iyiliğine, becerikliliğine veya kutsallığına bağlı değildir. Allah’ın sözleri merhametli olmayan bir kişinin ağzından da gelebilirler. Kutsal Ruh, onun aracılığıyla da konuşabilir. Peygamberlerin sonuncusu Vaftizci Yahya’dır. O, İsa’yı Allah’ın kuzusu ve damat olarak gösterdi, yani Baba’nın sevgisinin kendi halkına ve bütün halklara gösterilmesi olarak. Vaftizci Yahya’dan sonra peygamberliğin anlamı değişti. Artık İsa geldi, mevcuttur ve gelişinin müjdelenmesi gerekmiyor. Şimdi O’nun sözlerini tekrar eden, peygamberdir, Kilisenin yaşamında dirilmiş olarak mevcudiyetini gösteren ve hatırlatan, peygamberdir. Tüm Kilise peygamber bir halktır; Kutsal Ruh’un rehberliğinde yaşar, Baba’nın sevgisini ve Mesih İsa’nın kurbanını müjdelemeye devam eder. Kilise’ye olan imanımızı belirtirken bu yönünü inceleyeceğiz. Şimdilik, Kutsal Ruh’un Eski Ahitte peygamberler aracılığıyla söylediklerini vurgulayarak, “peygamberler aracılığıyla konuştu”, diyoruz.

39.

 

“Peygamberler aracılığıyla konuşmuş olan”. Kutsal Ruh insanların ağzına Allah’ın Sözünü koydu. Bunu nasıl yaptı? Allah’ın doğrudan konuştuğunu söylemekle, Kutsal Ruh’un peygamberler aracılığıyla konuştuğunu söylemek arasında ne fark vardır? Bunu anlamak, Müslümanların Allah’ın konuştuğunu söylerken anlatmak istedikleriyle biz Hıristiyanların söylediği arasındaki farkı anlamaktır. Müslümanlar, Kuran’ın, yani onların kutsal kitabının gökten gelen Allah’ın Sözü olduğunu söylerler. Bu yüzden kitabı okurken de harfi harfine kabul etmek gerekir, çünkü Allah böyle dediyse böyledir. Biz ise Allah’ın Kutsal Ruh tarafından ilham alan peygamberler aracılığıyla konuştuğunu söyleriz. Ruh’tan gelen ve insanlar tarafından söylenen Söz, Allah’ın mesajını iletmek için bizim dilimizin terimlerini, kültürümüzü, sorunlarımızı, problemlerimizi, acılarımızı, sevinçlerimizi kullanır. Peygamberlerin kullandıkları imajlar, sözler ve deyimler artık bizlerin kültür bagajına dahil olmasalar da, onların konuşmasını canlandıran Ruh’a dikkat edeceğiz. Bu sebepten Kutsal Yazıların her sayfasını okurken, Allah’ın, sevgisini insani dile çevirmek için kullandığı yazarların sahip oldukları sevgi Ruh’una, yani Allah’a ve insana olan sevgi Ruh’una bağlı kalacağız. Bir örnek verelim: Ne zaman ki “Rab benim çobanımdır” diye okuyorum, ben bir hayvan, bir kuzu olduğumu düşünmüyorum, ama Allah’ın bana en küçük detaylara kadar özen gösterdiğini, beni önemsediğini, beni hiç terk etmeyeceğini düşünüyorum. Böylece, şimdiki düşünce tarzında olmayan, modası geçmiş imajları ve alışkanlıkları aşarak, Allah tarafından gelen mesajı alabiliriz. O halde görevimiz, Allah’a aykırı her çeşit düşünceyi bırakarak, kıskançlık, egoizm, ahlaksızlık, yalan, gurur, büyüklük ruhlarını bırakarak, Kutsal Ruh’ta, Baba’nın ve Oğul’un sevgisinin Ruh’unda kalmaktır: Bu sayede yeni sevgi girişimleri düşünen Baba’nın ve onları gerçekleştirmek isteyen Oğul’un sevgilerinin bize söylemek veya bizden dilemek istediklerini anlayacağız.


KİLİSE’YE İNANIYORUM

 

40.

“Kilise'ye inanıyorum”. Biz güvenimizi ve yaşamımızı sadece Allah’a emanet ediyoruz. Güvenimizi ve yaşamımızı Baba’ya, O’na daima itaatkar olan İsa’ya ve Baba ile Oğul’un sevgi ruhu olan Kutsal Ruh’a emanet ediyoruz. Kendimizi üç ilahi Şahısa emanet ederek tek bir sevgiye, bizi arındıran tek Allah’a, bizi kurtaran, değerlendiren ve yaşam tamlığına kabul eden Allah’a emanet oluyoruz. Kilise’ye inanıyorum” demek; Allah’ın, insanlığı değiştirmek için Oğlu İsa’yı kabul edenleri bir araya getirmek ve onları, cemaat olarak kullanmak istediğine inanmak demektir. Bu toplanan insanlar, Kiliseyi meydana getirir. Kilisenin Allah’ın bir eylemi olduğuna inanıyorum; onun Baba’nın arzusu olduğuna, Oğul tarafından birleştirildiğine ve Kutsal Ruh tarafından canlandırıldığına inanıyorum. Eski Ahit’in peygamberleri Allah’ın, bütün ulusların insanlarını, kaybolan kuzuları toplayan bir çoban gibi toplamak istediğini bildirdiler. İsa gelmeden önce Allah bu projesini gerçekleştiremedi, çünkü bu olayı gerçekleştirmeleri gereken, İsrail halkının başkanları bunu anlamadılar. Birlik daima herkes için, uluslar için de zordur; bazı şeylerden vazgeçebilme ve çaba gerektirmektedir. Bu sebepten İsa’dan önce bu gerçekleşemedi. İsa’nın acılarını ve ölümünü, sevgi için sunmasıyla ve Ruh’unun armağanı ile insanların birlik içersinde olma imkanları doğuyor. Sevgi ve merhamet olan Allah’ın yeni halkı olarak Kilise, İsa’dan doğuyor. İsa ilk öğrencilerini çağırmaya başlıyor, onların arasından havarilerini seçiyor, onları öğretileriyle eğitiyor, onlara Ruh’unu veriyor ve etraflarına O’na iman edenleri topluyor. İşte Kilise böyle doğdu. Kilise, tüm uluslara sevgisini ve armağanlarını getirmeye devam etmek için Allah’ın bir aracıdır. İsa, Kilise hakkında da çok önemli öğretiler bıraktı. Önce beş bin kişi için ve sonra dört bin kişi için ekmekleri çoğalttığında, ekmekleri dağıtmaları için öğrencilerine verdi. İsa’nın ekmeğini isteyenler bunu doğrudan O’ndan almaz, öğrencilerin ellerinden almalılar. Böylece Allah’ın arzusunu da anlıyoruz: Kim O’nun armağanlarını, sözlerini dahil, almak istiyorsa, O’nun Kilisesine yönelmelidir. Gerçekten İsa: “Sizleri dinleyen beni dinler” demiştir.

41.

“Kilise’ye inanıyorum”. Bunu söylediğimizde çok insanın ve kendini Hıristiyan olarak gösteren çok kişinin de düşüncesine ve yaptıklarına ters düşeriz. Birçok kişi inatla şunu söyler: “Mesih’e evet, ama Kilise’ye hayır”. Biz ise “Kilise’ye inanıyorum” diyoruz. Kilisenin Allah’ın bir eseri olduğuna inanıyorum, dolayısıyla da Allah’a karşı çıkmamak için, ona karşı çıkmıyorum. Ben vaftiz olduktan sonra Kilisenin bir üyesiyim, bu sebepten onu ana gibi görüyorum, imanda büyüdüğüm yerdir; beslendiğim, affedildiğim, birçok kişinin emeğinin meyvesini tattığım yerdir. Orada İncil’e sadık azizlerin ve azizelerin örneğini gördüm, orada Allah’ın diğer evlatlarının imanını ve sevgisini desteklemek için bazı görevler üstleniyorum. “Kilise’ye inanıyorum”. Onun hakkında kötü konuşulduğunda, söylenilenlerin küfür olduğunu, Allah’ın sevgisini ve merhametini inciten sözler olduklarını biliyorum. O, Kiliseyi İsa’nın ölümü ve dirilişi üzerine inşa etti. Kilise Oğlunun kanına mal oldu, Ruh’unun ışığı ve barışı ile ona değer verdi. O, Kiliseyi tüm acı çeken insanlara ulaşmak isteyen sevgisinin çalıştığı yer olarak kurdu; bazıları günah işledikleri için yüreklerinde acı çekerler, bazıları hastalıklardan, bazıları yaşamlarının anlamsızlığı yüzünden veya birlik olmayışından acı çekerler. Kilise herkese Allah’ın sevgisini vermekle sorumludur. Allah’ın, kurtuluşa ihtiyaç duyanları topladığı ruhsal binadır. Onlar her yerden gelirler, tüm uluslardan, her kesimden gelirler, hatta her çeşit günahı tecrübe etmiş olanlar da var. Onlar tövbe yolundadır, tövbenin basamaklarını çıkmaktadırlar. Onlardan bazıları iyi yürümekte, bazıları yeni yola çıkmış ve günahlarının yükünü hissetmektedir, bazıları halen denenmeler yaşar ve onları daima yenemez. Kilise, ruhani yönden sağlıklı ve sağlıksız kişilerin beraber yaşadığı ve işbirliği yaptığı bir ulustur. Kilisede başkalarının günahına bakıp, kendi adaletimden gurur duyuyorsam, Allah’ın yüreğine acı çektiririm. Ama kendi günahıma bakarsam, o zaman başkalarınınki için utanç duymuyorum, merhametliyim ve herkesin tek Rab’bi İsa’ya ulaşabilmek için herkese yardım etmeye çalışırım. “Kilise’ye inanıyorum” diye söylemek, “Mesih’e inanıyorum ve O’nunla birlikte olan Kilise’yi kabul ediyorum” demektir!


TEK KİLİSE’YE İNANIYORUM

 

42.

 

“Tek Kilise'ye inanıyorum”. Allah biricik Oğlunu yolladı ve O da tek Ruh’u verdi. Kilise çift olamaz ve de bölünemez. İsa bize bunu birçok şekilde, özellikle kendini iyi çoban, gerçek asma, yol ve gerçek ve yaşam olarak tanıtarak, açıklamaya çalıştı. Maalesef gurur günahı, halen Allah’ın evlatlarında mevcuttur ve onları ilk mevkileri, saygı ve güç yerlerini aramaya itmektedir. İsa’nın bize emrettiği gibi, sadece hizmet yerlerini arasalar, Kilise’de bölünmeler olmazdı. İsa, tüm öğrencilerinin birliği için ısrarla dua etti. Bu duasının her gün Baba tarafından gerçekleştirildiğini söylemeliyiz, çünkü Kilise’de birlik işaretleri çoktur ve imanlılar arasında birliği muhafaza etmek için acı çekmeye hazır birçok öğrenci vardır. Bu da Allah’a her gün şükretmemiz için sebeptir. Ama birlik için dua etmek daima ve daha da gereklidir ve etrafa zararlı ot diken şeytanın bulunduğu bu dünyada yaşadıkça daima ihtiyaç olacaktır. Askerlerin yırtmadığı Rab’bin tek parça kaftanı ve içersinde birçok balık taşımasına rağmen yırtılmayan ağ, Allah’ın planını gösteren işaretlerdir: Kilise bölünmemelidir. Ama dünyada günah oldukça tek Kilise içersinde de bölünmeler, yırtılmalar olacaktır. Bu bölünmeler sadece kendi zekasını izleyenler, her şeyi kendi fikrine göre görenler ve bunu başkalarına zoraki inandıranlar veya başka kültür ve anlayışta olan kardeşleri kabul etmeyenler, dünyanın ürünlerini kendilerine isteyenler veya yaşadığı haksızlığı affetmek istemeyenler yüzündendir. Biz bölünmelerin trajikliğinin farkındayız, çünkü Allah’ın arzusunu biliyoruz ve iman ve sevgi birliğinin güzelliğini de biliyoruz. Biz İsa’nın duasına katılıyoruz, Baba’ya evlatlarının birliği ve bütün Kiliselerin birliği için yalvarıyoruz. Aynı zamanda, İsa’nın haçı taşımasına yardım ediyoruz, çünkü ancak O’nun haçını taşırsak aramızda birlik olacaktır! “Tek Kilise’ye inanıyorum”: Bu, Allah’ın isteğinde bir gerçektir, yüreğimizde bir arzudur, bunun için fedakârlık yapmaya ve kendimizi sunmaya hazırız!


 

“Tek Kilise'ye inanıyorum”. İman bildirimimizde bu söz önemlidir, çünkü Kilise, birliği ile Allah’ın birliğinin tanığıdır ve öyle olmalıdır. Baba Allah, Oğul ve Kutsal Ruh tek bir Allah’tır, değişik cemaatler de aynen Rab’bin tek ağılıdır, tek ailesidir, tek Ruh’tan can alan, birçok uzvun tek bedenidir. Birlik, Allah’ın eylemi ve armağanıdır, devamlı bir mucizedir, ilahi Şahısların sevgisini gösteren lütuftur. İsa’nın, Allah’ın diğer bir eylemi olan evli eşler arasındaki birlik için söylediği, aynen Kilise için de geçerlidir: “İnsan, Allah’ın birleştirdiğini ayırmasın!”. Fikirlerimiz, alışkanlıklarımız, hayal ve projelerimiz, ne de herhangi bir şey Allah’ın birleştirmek istediğini bölmemeli. Bizler tek Allah’ın evlatları, tek Rab’bin öğrencileriyiz ve tek Ruh tarafından canlandırılırız; bu gerçeğin tanıklığını etmeliyiz. Bunu, haksızlıklar çeksek de, acı pahasına da, Aziz Pavlus’un dediği gibi, birlik içersinde kalarak gerçekleştirebiliriz. Aziz Pavlus Hıristiyanların aralarındaki kavgaları çözmek için avukatlara ve imanlı olmayan hakimlere baş vurmanın ayıp olduğunu söylemekte. “Haksızlığa uğrasanız daha iyi olmaz mı? Dolandırılsanız daha iyi olmaz mı?” (1Kor 6,7). Hıristiyanlar her gün “Hükümranlığın gelsin“ diye dua ediyorlar, çünkü Allah’ın hükmetmesini istiyorlar, fakat daha sonra ise kendileri hükmetmek istiyorlar! Baba’ya şöyle diyoruz: “Senin isteğin olsun”, sonra da birleştirdiğini bölüyoruz! Kilisenin birliği vazgeçemeyeceğimiz bir hazine ve bir armağandır; tüm zenginliklerden ve tüm projelerden vazgeçebiliriz, ama bundan asla! Bölünmeyi haklı gösterebilecek tek sebep olabilir, o da bir kardeşin veya bir grubun imanı inkar etmeleri veya episkoposa karşı gelmeleridir: İşte onlardan, acı çekerek de, ayrılabiliriz. “Tek Kilise'ye inanıyorum”. Bu sözleri söyleyince, büyük ve ağır bir sorumluluk yüklenmekteyiz. Fakat bunu seve seve ve imanla yapmaktayız, çünkü birliğin armağanının Allah’ımıza verebileceğimiz en güzel tanıklık olduğunu, insanları iman etmeye getirebilen mucize olduğunu da bilmekteyiz. “Tümü bir olsunlar. Senin bende, benim de sende olduğum gibi, Ey Baba, onlar da bizde olsunlar. Böylece beni senin gönderdiğine dünya iman etsin” (Yh 17,21).

44.

“Tek Kilise’ye inanıyorum”: Asırlar boyunca bir çok etkenden dolayı bazı halklar, coğrafya, siyasal, ideolojik, dilsel ve askeri bakımından öyle durumlara vardılar ki onlar için birbirleri ile iletişim kurmak imkansız oldu. Bu şekilde bu ülkelerde bulunan Kiliseler de, asırlarca, karşılıklı bir alış verişi olmayan bir yürüyüşü ettiler ve de dünyada tek olanlar varmış gibi, gerçeğine, ve de tüm gerçeğine, sahip olmuş gibi kendilerini hissettiler. Şimdi, birkaç yıllardan beri, önceden hiçbir zaman olamayan bir iletme imkanını yaşamaktayız, bunun için Kiliseler’de de birbirlerini tanıma; Rab’den aldığı iman ve şehitlik zenginlerini birbirlerine alıp verme; görünür ve somut bir birliğe giden bir yürüyüşü başlama isteği doğup gelişti. Bu yürüyüş ne kolay ne de anidir, çünkü kültürel, tarihsel ve dilsel bir çok farklılık yığıldılar, bunlardan dolayı imanın gerçeklerinin anlamakta da ve yaşama şeklinde de çok farklılıklar doğdular. Buna rağmen, bütün Kiliseler’de tanıkların, azizlerin ve azizelerin bir sürü var ki bizlere Kutsal Ruh’un armağanı olan canlı bir birliği hissettirirler! Bu Azizlerin hayatına bakarak, herkesten tek birini yapan, tam İsa’ya olan canlı bir sevginin olduğunu fark ediyoruz. Bu Azizlerle kendimizi Kutsal Ruh’tan gelen güçlü bir birliğin içinde hissediyoruz! Bu yüzden, Kiliseler’in birliği için gösterilebilen gayretimizin tam kutsal hayatımızla, sevinçle ve tamamıyla yaşanan kutsallık hayatımızla, bağdaş olduğunu anlamaktayız. Tam bir birliğe varabilmek için dua ettiğimiz Kiliseler şunlardır: Kıpti Kilisesi (Mısır), Etiyopya Kilisesi (Etiyopya), Ermeni Kilisesi, Süryani Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi (Ortadoğu, Rusya) ve daha başka küçük Kiliseler. Bu Kiliselerden bazıları, kendi özel dualarını ve Gizemlerin törenlerini muhafaza ederek de, Roma’daki Episkopos’la tam bir birliği içinde olmayı istediler. Bunun için Kıpti Katolik Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Malankar Kilisesi (Hindistan) v.s. var. Ayrıca, Latin Katolik Kilisesi ile birlik içinde olan Keldani Kilisesi (Irak), Malabar Kilisesi, (Hindistan), Maruni Kilisesi (Lübnan) de var. Allah’ın yüreğinde Kilise tektir, fakat bu dünyada o, gerginlikler ve bölmeler için acı çekmektedir. Zamanların sonunda, İsa’nın bizi Baba’ya sunacağı zaman, tamamıyla “tek” olacağız!

 

KUTSAL OLAN TEK KİLİSE’YE İNANIYORUM

 

45.

 

“Kutsal olan tek Kilise’ye inanıyorum”. Kilisenin başka bir özelliği de tek kutsal olan Allah gibi, kutsal olmasıdır. Kutsal Ruh hakkında konuştuğumuzda, kutsal terimin anlamını incelemiştik. Kilise, Kutsal Ruh’un bir eseri olduğundan, o da bu unvana layıktır ve insanlara Allah’ın kutsallığını göstermeye çağrılır. Kilise kutsaldır, çünkü onda Allah’ın Oğlu İsa mevcuttur ve Kutsal Ruh tarafından yönlendirilir. Kilise kutsaldır, çünkü onun aracılığıyla birçok kişi Kutsal Ruh’u alır ve sonra onlar da O’nun tesellisini, sevincini, gücünü, iyiliğini yayar. Bu sebepten Allah’a itaatte ve O’nunla birlik içersinde günahkâr insanları da bir araya getirirse de, Kilise kutsaldır. Günahkârların kilisede var olması, Kilise’nin kutsallığını azaltmaz, tersine günahkârları kabul ederek, severek, affederek ve onları sabırla Allah’ın Oğlunun boyutuna doğru geliştirerek, kutsallığını gösterir. Sadece insanlara bakanlar, Kilise’nin günahkâr olduğu sonucuna varır. Ama kim Allah’ın çehresine ve eline bakıyorsa, gururlanır ve Kilisenin bir evladı haline getirildiği için Allah’a şükreder. Hiçbirimiz Kilise’yi günahla suçlayamayız, çünkü bu tek tek üyelerinin suçudur. Ben günahkâr oldukça da, ne Kilise’nin diğer üyelerinden üstün sayamam kendimi, ne de onların günahsız olmalarını bekleyebilirim; tek yapabileceğim, benim ve diğerlerinin affedilmesi için dua etmektir. Kilise, aynı cennet gibi Allah’ın sevdiği birçok affedilmiş günahkârı içersinde toplar. Kiliseyi içinde antipatik ve günahkar rahipler ve episkoposlar var diye kınayanlar bizi etkilememelidir. Bu eleştiriyi kabul edelim, çünkü Kilise’de ben de varım ve ben gerçekten bir günahkârım, ama onu sevmeye devam edelim, çünkü onda ve sadece onda affedilebiliriz! Kilisenin en önemli eylemi Kutsal Gizemlerdir. Bunlar sayesinde insanlar Allah’ın kutsallığı ve gücü ile ilişkiye girebilirler. İsa beş bin kişiyi beş ekmekle ve dört bin kişiyi yedi ekmekle doyurduğunda, çimenlerde oturan aç insanlara kendisi doğrudan ekmek uzatmadı. O, havarilere ekmek parçalarını verdi ve dağıtmalarını istedi. İsa’nın ekmeği Petrus ve Yuhanna’nın, Yakup ve Bartolomeus’un, Tomas ve Yahuda’nın ellerindeydi. Başka seçenek yoktu, bugün de başka seçenek yok: Hiç kimse doğrudan Allah ile anlaşamaz, kimse “Mesih’i, evet, kabul ediyorum, Kilise’yi, hayır, kabul etmiyorum” diyemez. Böylece konuşan, İsa’nın kendisi ile ve diğer O’na iman edenler ile birleştiren ekmekten kendini mahrum eder. Mesih, Kilise’nin Başıdır; O’nu Kilise’den başka yerde bulamazsın. Bu sebepten Kilise kutsaldır.

 

 

“Kutsal Kilise’ye inanıyorum”. Mademki Kilise kutsal, onun eylemleri de kutsallık damgasını ve etkisini taşır. Özellikle de Kilise’nin, Rab İsa’ya itaat ederek, gerçekleştirdiği bazı eylemler kutsaldırlar ve kutsallaştırırlar. Bunları söylerken Kutsal Gizemleri düşünüyorum. Kilise onlar sayesinde Baba’nın sadık sevgisini göstermekte ve iletmektedir. Vaftiz Gizemi insanı, Allah’ın yaşamına, sevgisinin mükemmelliğine “daldırır”. Kuvvetlendirme Gizemi bu yeni yaşamın tanığı olsun diye, insanı ‘mesheder’ ve kutsallaştırır. Efkaristiya Gizemi ise imanlıyı, İsa’nın kendisini ölüme kadar Baba’ya sunarak gösterdiği sadık sevgiyle besler. Barışma Gizemi imanlıya işlediği günahtan sonra Allah ile ve cemaatteki kardeşlerle tekrar birliği verir. Hastaların Kutsal Yağ ile sürülmesi Gizemi, bedenin hastalıklarının verdiği acıları kutsallaştırır ve Rab İsa’nın haç üstünde dünyanın kurtuluşu için sunduğu acılarla birleştirir. Ruhbanlık Gizemi, insana ilahi bir otorite verir ve bu sayede Kilise, Allah’ın evlatları için yaptıklarını gerçekleştirebilir. Evlilik Gizemi ise eşlerin sevgisini kutsallaştırır ve ilahi sevginin yararlı bir işareti haline getirir. Bu şekilde aile kutsal olur ve aynı zamanda kutsallaştırıcıdır. Kilise’nin kutsallığı ailenin kutsallığında yansır ve aile Allah’ın eyleminin öncelikli yeri olur. Burada evlatlar, Allah’ın babalığını tanımaya başlarlar, itaatkar Oğul ile birlik içinde yaşamayı öğrenirler; evli çift sadık sevgileriyle herkese, sadık kalmak için haçını taşımaya hazır olan İsa’nın sadık sevgisini gösterirler.

Kilisenin kutsallığı tüm evlatlarına değişik boyutlarda ve derecelerde iletilmektedir, bu değişik ‘tonlar’ Kiliseyi rengârenk bir çiçek buketine dönüştürür. Ancak Kilise’nin kutsallığını en çok gösterdiği an, zulüm edildiği ve acı çektiği anlardır, dünyanın onun İsa’ya sadık kalmasını ve Hıristiyanların herkese sevgilerini sunmalarını engellemeye çalıştığı anlardır. O anlarda sevinç ve gururla şunu diyeceğiz: Kutsal Kilise’ye inanıyorum.


KATOLİK KİLSE’YE İNANIYORUM

 

47.

“Katolik ... Kilise'ye inanıyorum”. Katolik, evrensel anlamını taşır. Kilise katoliktir, çünkü İsa’nın etrafına yeryüzündeki her milletten ve her ulustan, her dilden ve her ırktan insanlar toplayabilir. İsa, havarilerini tüm milletlere yolladı: Bunu yetmiş iki şakirdi Allah’ın hükümranlığının geldiğini müjdelemeye yolladığında söyledi. Bu şakirtler, yetmiş iki kişiydi, Nuh zamanında Kutsal Kitabın sıraladığı milletlerin sayısı da bu kadardı! Havari Yuhanna da bu gerçeği, dirilmiş İsa’ya itaat etmek için atılan ve 153 büyük balığı yırtılmadan yakalayan ağ imajı ile bildirdi. Bu 153 sayısı da, o zamanlarda bilinen milletlerin sayısıydı. Kilise katoliktir, çünkü başı olan İsa, Baba tarafından tüm milletler için gönderilmişti. Matta İncil’i de Rab’bin Havarilerine verdiği şu emirle sona erer: Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Peder, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin”. İsa gerçekten tüm insanları sever ve herkes O’nun sevgisini kabul edebilir ve cevap verebilir. Herkes O’ndan, birlik Ruh’u olan Kutsal Ruh’u alabilir ve dolayısıyla kardeşlik ve yaşam yeri olan Kilise’de toplanmayı kabul edebilir. Bu sebepten Kilise, “katoliktir”! Birkaç yüzyıldan beri bu söz, Roma episkoposu, yani Batı’nın Patriği olan Papa ile tam bir birlik ve itaat içersinde olan Kilise’yi göstermek için ve Papa’nın otorite tanımayan Hıristiyanları ve Kiliseleri ayırt etmek için kullanılır. Biz bütün insanların “Katolik” Kiliseye dahil olmak için Allah tarafından çağrıldıklarına inanırız, yani İsa’nın tek olmasını arzuladığı ağıla, tek olan Bedenine, Bab’anın O’nun üzerine inşa ettiği ve O’nun köşe taşı olduğu tek binaya dahil olmalarını istedi. İman etmeyen veya İsa’ya iman etmesine rağmen, kendini Kilise ile birlik içersinde hissetmeyen kişi, Rab’bin lütfu sayesinde imana ve birliğe ulaşabilir; bunun için bizler şimdiden her insana kardeş diyoruz. Onlar, Mesih İsa’da kardeşlerimizdir, ya tek Kilise’de birlik içinde olduklarından, ya da olabileceklerinden: onlara karşı beslediğimiz sevginin ümidi, misyoner sevgimizin ümidi, budur!


HAVARİLERİN İNANCINA DAYANAN KİLİSE’YE İNANIYORUM

 

48.

 

“Havarilerin inancına dayanan … Kilise'ye inanıyorum”. Bu sıfat ile Kilise’nin başka bir niteliğini belirtiyoruz. Kilise, Havarilerin temeli üzerine (Ef. 2,20) inşa edildi. Kilise’nin başlangıcında havarilerin Mesih İsa’ya yaptıkları şahitlik var. Mesih İsa, havarilerini, gelecekteki şakirtlerine rehber ve öğretmen olarak vermek istedi. On iki havarilerin her biri İncil’de ismen çağrılmakta ve İsa’nın bu sözleri onlara yöneliktir: “Sizi dinleyenler beni dinler” ve “Sizi hor görenler beni hor görür”. Onlar İsa’nın ilahi otoritesine sahip oldular ve kendileri de elleri koyma işaretiyle, yani Ruhbanlık Gizemi ile bunu kendi vekillerine naklettiler. Bu şekilde nesilden nesile Rab’bin otoritesi yeryüzünde, Kilisede kaldı ve kalacaktır, böylece Kilise imanlılara hep kurtuluş yolunu açabilecek ve imanlıları kandırmak isteyenlere kapıyı kapatabilecektir. Kilisenin Havarilerin inancına dayandığına inanıyoruz, çünkü öğretisi Havarilerinkidir. Çünkü asırlar boyunca Rab Mesih İsa’ya sevgileri ve sözleri sadakatle nakledildi. Bunun garantisi, Kilise’nin peygamberlerin sözleri ve bazı havarilerin ve diğer şakirtlerin yazdıkları İncil ve mektuplarla devamlılıkla yaptığı karşılaştırmadır; bu karşılaştırmayı biz de yapmaktayız. Kilise havarilerin inancına dayanır, bu sebepten İsa’nın verdiği şu emri hevesle yaşar: “Baba’nın beni gönderdiği gibi, Ben de sizi gönderiyorum” (Yu 20,21) ve “Dünyanın her yanına gidin, Müjde'yi bütün yaratılışa duyurun”. (Mk 16,15). O halde Kilise misyonerdir: Yani Baba’nın sevgisini dünyanın her tarafına ve bekleyen tüm milletlere götürmek ister. Gerçekten de insanların tüm dinleri sadece İsa’nın tam olarak giderebileceği arzuları beslerler!

Biz kendimizi Kilise’de emniyette hissediyoruz, çünkü Kilise havariseldir, yani havarilerin İsa’nın kendisinden aldıkları otoritesine dayanır. Bu sebepten Kilise’ye bağlı, İsa’ya sadık ve O’nun bize verdiği, bizi emanet ettiği çobanlarımızın dediklerine itaatkar olmak istiyoruz!


GÜNAHLARIN AFFEDİLMESİ İÇİN, TEK BİR VAFTİZİ KABUL ADİYORUM

49.

 

“Günahların affedilmesi için, tek bir vaftizi kabul ediyorum”. Kilise’nin Allah’tan kaynakladığına olan imanımızı bildirdik. Biz Kilise’ye Vaftiz aracılığıyla girdik. Yani Kilise’ye girmemiz için Vaftiz, emin bir kapı gibi oldu ve de Vaftiz, İsa’nın Baba olarak tanıttığı tek Allah’ın huzuruna çıkarabilmemiz için, olabilen tek geçiş de oldu. Vaftiz, bizleri Allah’ı tanımaya ve sevmeye bağışlatmakla kalmamaktadır, aynı zamanda bize bizzat Allah’ın hayatını iletiyor, bizi O’nun sevgisine katılıp O’nun evlatları kılıyor. Kilise’nin kutsallığını ve ilahi otoritesini bağlayan eylem olan bu Vaftiz, bizlerden tek kutlanan Vaftizdir. Museviler, suya her daldırmayı vaftiz diyorlardı; bunların da çeşitli sebepleri ve anlamları vardı. O halde Museviler tek bir vaftizi değil, daha çok vaftizleri tanımakta idiler. Bizler ise sadece İsa’nın ilettiği ve kutlamamızı emrettiği vaftizi tanıyıp gerçekleştiriyoruz. Hayatımız, ancak ve ancak İsa’ya olan bir itaattir, hatta İsa’nın Kendisi hayatımızdır. Bizden kutlanan vaftiz, İsa ile birlikte Baba’ya geri dönmektir. Bu şeklide günahlardan geliştirildiği ve bizi Baba’dan ayırttıran uzaklık azaltıyor, hatta yok ediliyor. Vaftizin, İsa’ya itaat etmek ve, Kutsal Ruh sayesinde, İsa ile birlik içinde olmak olduğu için, Vaftiz günahların bağışlanmaları ve onların sonuçlarının yok olmalarıdır. Günahlarımız ve de atalarımızın günahları da, yaşadığımız toplumun günahları da, bizimle Allah arasında uçurumları yarattılar ve de bu uçurumlar, bizle İsa aramızda halen kalmaktadırlar. Gitgide bu uçurumlar bizleri Baba’dan daima daha çok uzaklaştırıyorlar, çünkü bizler hayatımızın bir çok alanlarını, farkına varmadan da, Baba’ya itaatsizlikle yaşamaya alıştık. Vaftiz bizi ilahi hayata daldırıyor ve de, eğer biz vaftizimizi - bize öğretilmekte gibi -, evlat gibi ve güvenen bir sevgi ile yaşarsak, gerçekten vaftiz bize her bakımdan yeni bir hayatı başlattırıyor. Yetişkin olduğunda vaftiz edilen kişi, bunu daha da kolayca tecrübe ediyor. Aynı şekilde gerçek imanlıların – yani İncil’i tamamen yaşamak isteyenlerin - bir grubunda, olgunlukta, kendi iman hayatına başlama lütfuna sahip olanlar da, bunu tecrübe ediyorlar. Bunlar, Rab İsa’ya teşekkür etmekte, Kilise’ye minnettar olmakta, her andaki sorumluluğunu kendi hayatını yenileyen Allah’a bir şükran olarak yaşamakta, durmamaktadırlar!

ÖLÜLERİN DİRİLİŞİNİ BEKLİYORUM


“Ölülerin dirilişini bekliyorum”. Hayatımız, sürekli bir bekleyiştir. Gerçekten de bir hedefe doğru yürümekte olduğumuzu ve bu hedefin, yıkım olmayacağını biliyoruz. Ölüm sanki hayatımızın son olayı gibi gözükmektedir, ama böyle olmadığına dair çok belirti mevcuttur. Birçok insan, ölü akrabalarını ya da dostlarını rüyalarında gördüklerini anlatmaktadırlar. Bu olaylar, ölümün ötesinde bir hayatın devamlılığının işaretleridir. Fakat Allah’ın Sözü, bütün bunlardan daha çok kesindir. Ölülerin dirilişini kesin bir ümitle beklerken, biz Allah’ın Sözüne dayanmaktayız. Ölülerin dirilişinin neyi gerektireceğini bilmemekteyiz: Bu bir gizem olarak kalmaktadır. Aziz Pavlus şöyle diyor:Ölülerin dirilişi de böyledir. Beden çürümeye mahkûm olarak gömülür, çürümez olarak diriltilir. Düşkün olarak gömülür, görkemli olarak diriltilir. Zayıf olarak gömülür, güçlü olarak diriltilir. Doğal bir beden olarak gömülür, ruhsal bir beden olarak diriltilir (1Kor 15, 42-44). Bu, bir gizemdir, yani Allah’ın Kendisinin bildiği bir plandır. Allah, bu planı bize anlayabildiğimiz kadarıyla açıklamaktadır, fakat biz bu gizeme kuşku duymadan inanabiliriz. Bizim için kurtuluş olan bu gizemin gerçekleştirilmesini bekleyerek yaşamaktayız: Sevgisini tamamen anlamazsak da gerçekten de Allah bizi sevmekten geri durmamaktadır. Bu bekleyiş sayesinde Hıristiyanlar, gelecekteki vatanlarını göz önünde tutarak hayat seçimine yön vermektedirler ve bu dünyasal hacılığın acılarını ve haçlarını aşan bir ümidi canlı tutmaktadırlar. İsa’nın pek çok eğitici örnekleri, ölümün ötesinde olan gelecekten bahsetmekte ve bekler haldeki yaşantımızı teşvik etmektedirler. Havarilerin Mektuplarında toplanmış tüm öğretileri, bu imana dayanmakta ve bu imandan güç almaktadırlar. Aziz Pavlus şöyle yazıyor: “Ölüler çürümez durumda dirilecek; biz de değiştirileceğiz” (1Kor 15,52); “Oysa vatanımız göklerdedir. Oradan bir kurtarıcıyı, Rab İsa Mesih’i bekliyoruz. O, bu zavallı bedenimizi değiştirip kendi yüce bedenine benzer kılacak.” (Fil 3, 20-21). Aziz Petrus da şöyle demektedir: Sevgili kardeşler, size yalvarırım, cana karşı savaşan bedensel tutkulardan kaçının. Çünkü bu dünyada yabancılar ve konuklarsınız (1Pt 2,11).

Bizi, dirilmiş Mesih İsa’nın gizemiyle birleştiren dirilişten emin olmasaydık, Rab’be tanıklık etmeyi de başaramazdık, hatta Kilise tarihindeki pek çok şehidin sadakatlerini hor görecektik.

 

EBEDİ HAYATI BEKLİYORUM

51.

“Ebedi hayatı bekliyorum”. Efkaristiya Ayini esnasında birçok kez gelecek hayata olan imanımızı ve bu hayatın bize yaklaşmasını istediğimizi bildiriyoruz: “Şanlı gelişini bekliyoruz” ve “Sonsuz mutluğun ümidi içinde yaşayan ve Kurtarıcımız Mesih İsa’nın gelişini bekleyen bizleri yaşamdaki zorluklar karşısında koru ve kuvvetlendir”. Bizler, hayatımızı şekillendiren bu önemli sözleri, daima tekrarlıyoruz. Rab’bin Kendisi, Petrus’a ve diğer havarilere yüz katını vaat edince, şunu da ekliyor: “ve gelecek çağda sonsuz yaşamı alacaktır” (Mk 10,30). Önceki cümle için söylediğim gibi, bu cümle için de aynı şeyi tekrarlıyorum: Allah’ın sevgisinin tümünü ve kurtulmamız için hazırladığı kurtarış gizemini anlayamadığımız için gelecek hayatı tanımıyoruz, bu nedenle de cahiliz. Bu durumda imanımız devreye giriyor ve onun sayesinde biz şöyle diyebiliriz: “Ben anlamıyor, geleceği bilmiyor ve ebedi hayatı görmüyorum, fakat senin bizi sevip, bizi aldatmayacağını biliyorum, tutamayacağın hiçbir şeyi vaat etmiyorsun. Kendimi sana teslim ediyorum, beni aştığından dolayı anlayamayacağımı, senin bildiğini biliyorum!” Gelecek olan dünya, güzel, muhteşem olacaktır! Havari Yuhanna, Vahiy Kitabında, gökten inen yeni Kudüs’ü tanımlarken, gelecek dünyanın güzelliğini bize anlatmak için, bir çok simgeler kullanmaktadır. Bizim için, İsa’nın Son Akşam Yemeğinde havarilerine yönelttiği vaat, yeterlidir: “Size yer hazırlamaya gidiyorum” (Yh 14,2). İsa’nın bize hazırlayacağı “yer”, bayağı olamaz, aksine arzulayabileceğimizden çok daha iyi olacaktır! Bu sözle ve geleceğe doğru bakışla, “Amin”i ekleyerek, imanımızın bildirgesini mühürlüyoruz.

Bütün dualarımızın sonunda tekrarladığımız “Amin”, İbranice dilinde bir haykırıştır. Bu kelime, Allah’ın sadakatinden gelen kesinliği, güveni ifade etmektedir. Yüksek sesle duyurduğumuza iman etmekle, hayatımız sabit, ruhani binamız da, tıpkı kaya üzerine inşa edilen bir ev gibi, sağlam ve güvenli olacaktır. Bu kelime, kişisel ve toplum olarak herkes tarafından daha önce ileri sürülen iddialarını doğrulamak için neredeyse bir yemindir. Allah’ın gösterdiği ve armağan ettiği tüm sevgiye, güven ve sevinç içinde, “Amin” diyoruz.

 başa dön