ME
NU

Göklerdeki Pederimiz (yeni)

“Göklerdeki Pederimiz”

“Dua ettiğiniz zaman…”

“Dinlenen” bir dua için 40 adım

   

Giriş

Çok sık bize şöyle denilir: “Benim için dua et”. Bir kişi zor durumda ise veya acı çekiyorsa bana: “Benim için dua et” diyor. Ben de her keresinde şöyle cevap veriyorum: “Evet, senin için dua edeceğim”. Bazen kendi kendime şunu soruyorum, birçok kişinin bana dediği: “Benim için dua et” ne demek? Bazen bunu söyleyenlerde, dıştan bakıldığında bir damla iman bile gözükmüyor. Dolayısıyla da düşünüyorum, “dua etmek” ne demektir?

Bu soruyu birçok Hristiyan kendi kendine sorar. Bu sebepten İsa'nın öğretilerini ve örneklerini göz önünde tutarak kendime verdiğim cevapları sizlere de aktarmaya çalışacağım. Aktarmaya “çalışacağım” diyorum, çünkü ben de dua etmeyi bilmediğimin farkındayım, dolayısıyla da bunun hakkında başkalarına konuşmak zor. Ama Rab'bin bana yardımcı olacağına güveniyorum, sizlerin O'na gitmenizi ve yüreğine ulaşmanızı engelleyecek bir şeyler söylememe izin vermeyecektir. Buna güveniyorum, çünkü sizlerin hem yaşam ve iman yürüyüşünüz, hem de size karşı olan görevlerim için dua ettiğiniz zaman Rab'bin sizi dinleyeceğine eminim.  

Ya Rab, aç dudaklarımı

ağzım senin övgülerini duyursun (Mez 51,15).    

  

Aşağıdaki kitapçıklar da mevcuttur

  1. Efkaristiya (Ayini kutlamak: Hareketler ve sözler)
  2. İsa susuyordu (İsa'nın ıstıraplarına ve ölümüne sevgi ile bakmak için meditasyonlar)
  3. Ruhsal sohbetler (Hayali olarak Havarilerle konuşup onlardan somut Hristiyan hayatı öğrenmek için)
  4. Ben'im (İsa Kendisini tanıtıyor)
  5. Kutsal Kitap'ı açalım (Yaratılış Kitabı'nın ilk on bir bölümüne kolay bir giriş)
  6. İnanıyorum (Büyük İman Duası'nı anlamak için)
  7. Haç Yolu (İsa'yı Istıraplarında ve Ölümünde izlemek için bir Hristiyan dua)
  8. Esenlik sizinle olsun (Yuhanna İncil'inin yardımı ile Dirilmiş İsa'ya bakmak için)
  9. Yetmiş kere yedi kez (Affedin ve affedileceksiniz Lk 6,37)
  10. On emir (İsa'nın öğretişlerinin ışığında incelenmesi)
  11. Tanrı sevgidir (İnziva-Sessizlik anları Allah'ımıza sevgi ile bakmak için)
  12. Kentte kalın (Kutsal Ruh'u tanımak için)
  13. Meryem Ana'ya Tesbih Duasının Olayları (Tesbih Duasının her Olayı için bir meditasyon)
  14. Onlar için istekte bulunuyorum (Mesih İsa'nın iman edenler için duası Yh 17)
  15. Meryem (Onu tanımak ve sevmek için)
  16. İşte Kralımız! (Yuhanna İncil'ine göre İsa'nın Istırapları üzerine kırk kısa Meditasyon Yh 18-19)
  17. Bağışlandım (Kilise'de Allah'ın affı)
  18. Ne mutlu (İsa'nın gözünde mutlu kimdir?)

      

Ya Rab, bize dua etmeyi öğret

01.

“Dua etmek” deyimini incelemekle işe başlamak istiyorum. İncil Yazarları ve Havariler yazıları için kullandıkları dilde, yani kendileri için yeni, putperest olan Greklerin dilinde, Grekçede, bir deyim buldular. Nitekim putperestler ilahlarından birçok şeyi diliyorlardı ve buna “dua etmek” ve “dua” diyorlardı. Fakat İsa güçle şöyle demişti: “Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın” (Mt 6,7). Bu sebepten putperestlerin, ilahları ile ilişkileri için kullandıkları sözü, Hristiyanların Allah'ları ve Baba'ları ile ilişkileri için kullanmaları uygun değildi. Onların yeni bir sözü kullanmaları gerekiyordu!

Gerçekten de dua etmek isteyen Hristiyanlar, İsa'dan öğrenirler. Havariler, sinagogda veya aile İbrani törenlerinde daha önce dua etmiş olmalarına rağmen, İsa'nın nasıl dua ettiğini görünce dua etmeyi bilmediklerini anladılar. İsa'yı dua ederken gördüklerinde O'nun Allah ile ilişkiye girmesi, kendilerininkinden çok değişik olduğunu fark ettiler: Öğrenmeleri gerekiyordu. Bu sebepten O'na şöyle sordular: “Ya Rab, bize dua etmeyi öğret!” (Lk11,1).

Fark ettikleri yenilik ne idi? İsa'nın duası kendilerinin dualarından nasıl değişikti? İsa'nın duasının özelliği neydi? Putperestlerin, ilahları ile ilişkileri için kullandıkları söz niçin İsa'nın dua etme tarzı için uygun değildi? İsa dua ederken kendini hiç düşünmez: O sadece Baba'yı düşünür, O'nun arzularını, isteğini, tüm halklar ve her bir kişi için merhametli sevgisini düşünür. İsa dua ederken; dünyaya Baba'nın bakışınla bakmak için, Baba ile tek bir yürek olmak için, O'ndan sevgi armağanı olarak gelenle doldurulmasına izin vermek için, tamamen Baba'ya doğru yönelmiştir. İsa dua ederken ne kendi ne de başkalarının maddi ihtiyaçlarını düşünmüyor. O, Allah'ın gözünden hiçbir şeyin kaçmadığını, Allah'ın isteğini gerçekleştirirsek, hem bizim hem de ötekileri için her şeyin iyi olmasını sağlayacığını da biliyor. O; acıları, terslikleri, hastalıkları ve huzursuzlukları yaratanın insan günahı, yani onun Allah'tan uzaklığı olduğunu biliyor. Bunun için duayı Baba'nın isteğine, sadece sevgi olabilen o isteğine uymak için araç olarak görmektedir. Duanın bu özelliği, kullanılan sözcüklerde de gözükmeli. Bunun için Hristiyanlar Grek dilinde yeni bir deyim yaratmaktadırlar: Paganların kullandığı kelimeyi aldılar, fakat ona bir ek eklediler. Bu şekilde kullanılan ek, duanın, kendilerine bakmak değil de, Allah'a kabiliyetli olduğumuz derecede arzu ve sevgiyle yönelmek, olduğunu anlatmaktadır. İtalyancada ve diğer Latince kökenli Batı dillerinde bu kadar belirgin tonlamalar veren bir deyim yoktur: Yeni bir sözcük icat edemedik, bu sebepten biz dua için paganların kullandığı aynı terimi kullanmakla yetinmeliyiz. Fakat duayı ve dua etmeyi sadece iyilikler ve lütufları dilemek olarak, sadece isteklerimizin gerçekleştirilmesini dilemek olarak, sayma riskisinde olduğumuzun farkında olmak için dikkat etmeliyiz.

Doğru hükümlerin için

seni günde yedi kez överim (Mez 119,164).

başa dön

 

02.

İsa'nın dua etme tarzı, öğrencileri için yeniydi. O'nu ilgilendiren şey, Baba'nın sevinci idi, aynı zamanda da O, her insan için en büyük sevincin Allah'ınkine katılmak olduğunun bilincindeydi. O tamamen Baba'ya yönelikti. Bu, O'nun için doğaldı, çünkü yüreği – bizimkinden farklı olarak - ne günahla kirlenmiş idi, ne de egoizmle doluydu.

İsa'dan dua etmeyi öğrenmeden önce, daha önceki inşa ettiğimiz bencil dua etme şekillerini unutmalıyız. Allah'ın var olduğunun bilinci iken, her şeyden önce O'nu tanımaya ve sevmeye değil de, O'nun her şeye kadir, her şeyi bilme niteliğinden faydalanmaya çalıştık. Böylece dua etmek; ihtiyaçlarımıza sıralamaya ve arzularımıza dikkat etmeye dönüştü, bu da hep Allah'tan neredeyse bedava olarak bir şeyler, tatminleri ve çözümleri istemek veya iddia etmek için. Hep O'na dilekçeler ve isteklerle gitmeye yöneliğiz, bunları da inandırıcı konularla O'na gösteririz, arzularımızın gerçekleşmesi için O'nu ikna etmeyi becerelim diye. İsa, kendi 'dersine' başlarken ilk önce doğal olarak yapmaya alışmış olduğumuz bazı dua etme yöntemlerini unutmamızı istiyor: Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar, söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar” (Mt 6,7); Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar” (Mt 6,5). Allah insanın yüreğine bakar ve insan, düşüncelerini dile getirmek için uygun sözleri bulmazsa da, O onları tanır ve anlayabilir. O halde dua ederken Allah'nın yüreğinin huzuruna çıkması gereken, yürektir. Anlamaktayız ki, gerçekten yüreğimizi Baba'nın hoşuna gidecek şekilde yeniden şekillendirmemizi öğrenmek gerekiyor, yoksa O'nun huzuruna nasıl çıkacağız? O zaman dua ettiğimizde güzel sözleri dile getirmeyi değil de – bu şekilde davranan, putperestlerdir -, bunun yerinde Allah'ın huzurunda olmamızın şeklini düşünelim, buna çalışalım. İkiyüzlüler gibi, bizler de sık sık insanlar karşısında iyi gözükmeye çalışırız ve bu amaçla duamızı bile kullanırız.

Halbuki İsa, duamızın Allah ile gerçek bir buluşma olmasını istiyor; bu sebepten de duamızın, kendisine ikiyüzlülük ve sahtelik tonu veren kaygılardan serbest olması gerekir. Gerçekten de Allah'ın önünde yalancılık, ikiyüzlülük ve sahtelik çok düşük, hatta iğrenç bir kartvizittir!

Ey Allah, sensin benim Allah'ım,

seni çok özlüyorum;

canım sana susamış,

kurak, yorucu, susuz bir diyarda,

bütün varlığımla seni arıyorum (Mez 63,1).

başa dön

 

03.

Öğrenciler İsa'ya, “bize dua etmeyi öğret” dediklerinde O hemen cevap verdi. Sanki bu soruyu bekliyor gibiydi. O'nun gerçek öğrencileri olabilmek için dua etmeyi bilmenin temel olduğunu biliyordu. O, Baba'yı seviyor seviyor ve elbette öğrencilerinin de Baba'yı Kendisinin yaptığı gibi sevmelerini istiyor. Peder Allah, sevilmeye, dinlenilmeye, hizmet edilmeye layıktır. Aynı zamanda da insan için de, Allah'ı sevmek, dinlemek ve O'na hizmet etmek; yaşamdır, tamlıktır, sevinçtir, her şeydir! İsa için dua etmek; O'nun ışığının, isteğinin, sevgisinin etkisi altında kalmak için, Baba'nın derinliğine dalmak için tamamen O'na yönelmektir. Bu sebepten öğrencilerinin dua etmeleri ve de İsa'nın öğrettiğine göre - yani Baba'nın sevgisi, sıcaklığı ve ışığı tarafından değiştirebilsinler diye, bütün varlıkları ile Baba'ya doğru yönelmeleri – dua etmek çok önemlidir. İsa, dua ederken sanki kendini unutuyor, kendisinin, başkalarının da ihtiyaçlarını görmekle uğraşmıyor. Dua ederken O, Baba'yı görmek istiyor, arzularını anlamaya ve gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu sebepten duaya çok zaman ayırıyor, bazen geceleri, bazen tüm gün dua ediyor. Artık tembelliğimizi saklamak için bulduğumuz bazı soruları O'na yöneltmeye cesaret edemeyiz: “Dua neye yarar? Niçin kiliseye veya ıssız bir yere gideceğine kendi evinde dua etmiyorsun? Dua etmekle zaman kaybedeceğine niçin acı çekenlerle ilgilenmiyorsun?” Bu soruları İsa'ya soralım! Belki bize cevap verecektir... Dua etmemiz tövbe etmemize yaramalıdır; Baba ile tek bir oluş olmamıza, arzularımızı değiştirmeye, isteklerimizin sık sık yanlış olduklarını anlamamıza, insanları sevmek için güç ve sebep bulmamıza, acı çekenleri karşılıksız sevmemize yardımcı olmalıdır. İstekler sıralama anlamında değil de, Baba'nın sevgisine katılmak amacıyla O'na yönelmek anlamında olan dua, tövbe ve kutsallık yolunda yürümek isteyen yüreğin devamlı hareketidir.

Rab kendisine yakaran,

içtenlikle yakaran herkese yakındır...

Rab'be övgüler sunsun ağzım!

Bütün canlılar O'nun kutsal adına,

sonsuza dek övgüler dizsin (Mez 145,18.21).

başa dön

 

04.

Aziz Luka, Vaftizci Yahya'nın, kendi öğrencilerine dua etmeyi öğrettiği sebebi ile, İsa'nın öğrencilerinin de, İsa'nın kendilerine dua etmeyi öğretmesini, istediklerini bize anlatıyor. Kim bilir gerçek ve derin sebep ne idi! Belki kıskanç mıydılar? Belki diğer dinsel gruplardan, ruhani öğretmenlerin öğrencilerinden değişik olmak mı ve duayı neredeyse ayırtı edici bir simge olarak kullanmak mı istiyorlardı? Son Akşam Yemeği sırasında İsa, kendi öğrencilerini diğerlerinden ayıracak tek özelliği söyledi: Onların birbirlerini, İsa'nın onları sevdiği gibi, sevmeleridir. Elbette bunu başarmaları için tek şart, dualarının da İsa'nın ki gibi, Allah ile ilişkilerinin de İsa'nın ki gibi, derin olması gerekiyordu. İsa dua etmeyi öğretiyorsa tabi ki öğrencileri kendilerini diğerlerinden farklı olmalarıyla övünebilecekleri için değil de, fakat onların birbirlerine güven ve itaat bahşetmekte, onların Baba'nın yüzünün nurunu yansıtan içtenlik, şefkat ve iyilik yaşamakta ötekilerden farklı olmayı öğrenmeleri içindir!

Dua etmeyi öğrenmek! İsa'nın öğrencileri Museviydi ve her gün dua ederlerdi. Daha aile içerisinde dua etmeyi öğrenmişlerdi ve de duaları çok ciddi idi: Allah'ın Ruh'unun verdiği ve Kutsal Kitap'ta yazılan dualarla, yani mezmurlarla dua ederlerdi. Ama yine de onlar, öğrenmelerini gerektiğini, İsa'nın Allah ile gösterdiği ilişkiye sahip olmadıklarını da anlamaktadırlar.

İsa onların sorusuna büyük bir ilgiyle cevap veriyor: Sanki duada kullanacakları sözleri, Baba'nın hoşuna gidebilmek için gereken sözleri öğretmek istiyormuş gibi. Fakat İsa'nın ne kadar gerçekçi olmayı istediğini bilen bizler, O'nun içsel bir davranışı, yaşamımızı açıklayan sözleri telaffuz etmemizi istediğini bilmekteyiz. O'nun için önemli olan şey, yaşamımızın olgunlaşması ve büyümesidir, öyle ki Baba ile gerçekten baş başa kalabilelim.

Ya Rab, sana şükretmek,

ey Yüceler Yücesi, adını ilahilerle övmek,

sabah sevgini

gece sadakatini,

on telli sazla, çenk ve lirle duyurmak ne güzel (Mez 92,1-3).

başa dön

 

Dua ettiğiniz zaman, şunları söyleyin...

05.

İsa, havarilerin sorularına cevabına şu şekilde başlamaktadır: “Dua ettiğiniz zaman...”. Bu “ettiğiniz zaman” sözleri üzerinde duralım: İsa'nın öğrencileri ne zaman dua ederler? Ne zaman dua etmelidirler? Dua için özel zamanlar var mı? Ayın, haftanın, günün belirli zamanlarında veya saatlerinde dua etmek gerekli midir? Sanki İsa her şeyi belirsiz bırakıyor, daha doğrusu her kararı onlara bırakıyor gibi. Elbette, dua etmek Allah'ı sevmekse ve O'na benzemeye çalışmaksa, bu soruların cevabı sevgiye, O'nu sevdiğimiz miktara ve tarza bağlıdır. İsa öğrencilerine, “hiç usanmadan, her zaman dua etmeleri gerektiğini” belirten bir benzetmeyi anlatmıştı (Lk 18,1) ve şunu da tembih etmişti: “her an uyanık kalın, dua edin” (Lk 21,36). “Daima” ve “her an” dua etmek ne demektir? Devamlı bazı sözleri tekrar etmek midir? Daima Allah'ı düşünmek midir? Başka hiçbir iş yapamayacak mıyız? Dua etmenin anlamını bir daha düşünelim! Dua, bizlerin O'nun sevgisine kabul edilebilelim diye Baba'ya doğru yönelmiş olmak ise, bu, günlük işlerimizi yaparken de mümkündür, aklımız işimizle, sorumluluklarımızla, konuşmalarımızla meşgul olsa da. Daima dua etmek; O'nun isteğini gerçekleştirmek için, dünyada sevgisi ve barışı yayılsın diye O'nunla işbirliği yapmak için Allah ile bir olma arzusunu hep canlı tutmaktır. Bu arzu hep canlı ise, aklımız günlük işlerimizi bitirdiğimiz an hemen O'nu düşünüyor, hatta yaptıklarımızı öyle bir şekilde gerçekleştiriyoruz ki, bunlarla da Allah'ın arzularını ve isteğini açığa vuruyoruz. Bu şekilde birileriyle konuşurken alçakgönüllü ve uysal, ciddi ve gerçekçi, sevinçli ve güvenli oluyoruz; çalıştığımızda ise sabırlı ve sakin, hızlı ve huzurlu, sorumlu ve dikkatli oluyoruz; yerken minnettar ve ölçülü, yanımızda olana tabağımızda, bardağımızda olandan daha dikkatli oluyoruz; yolculukta iken aceleci ve dalgın olmuyoruz, trafik kurallarına uymuş oluyoruz. Böylece Allah'ımıza iyi tanıklık yapabiliriz, çünkü O'nunla birlik içinde olmak istiyoruz. Dua etmemiz, tüm yaşamımızı sarıyor! Ve de mümkün olan anlarda hemen durup O'nunla konuşuyor, O'nu dinliyor, O'na sorular soruyor, sorduklarına ve dileklerine cevap veriyoruz.

Çünkü yaptıklarınla beni sevindirdin, ya Rab,

ellerinin işi karşısında sevinç ilahileri okuyorum.

Yaptıkların ne büyüktür, ya Rab,

düşüncelerin ne derin! (Mez 92,4-5).

başa dön

 

Babamız

06.

“Dua ettiğiniz zaman... şöyle söyleyin: “Baba”. Kim daha önce Allah'a Baba diye hitap etmeye cesaret etti? Doğal insan, Hristiyan eğitimi almamış olan insan, Allah'ı bizden çok daha değişik “biri” olarak, düşünür; O'nun bize bu kadar yakın olduğunu ve bizim O'nun ile samimiyetle konuşabileceğimizi tahmin bile edemez. Hatta Yahudiler dahi, Allah'ın onların halkını kurtarmak için onunla ilgilendiğini bilmelerine rağmen, hiçbir zaman O'na bu kadar yakınlık belirtecek bir şekilde hitap etmediler. Baba, Babacığım! İsa kendisinin duasında kullandığı bu sözcüğü öğrencilerinin ağzına koymak istemektedir. Bu sözcüğü gerçekte telaffuz etmek için onların kendilerini Allah'a doğru evlatları olarak, her şeyde O'na bağlı hissetmeleri gerekiyor; yaşamlarını O'ndan aldıklarının ve devamlı olarak gün ve gün, yıl ve yıl, O'ndan alacakları da gerektiğinin bilincinde olmalıdırlar; onlarda minnettarlık ve bağımlılık, itaat ve güven doğmalı ve artmalı: “Eğer Allah Babam ise, O kendini benim yaşamımdan sorumlu tutuyor, bunun için izin verdiği her şey, benim için en iyidir”. Biz kolaylıkla başımıza gelenden şikâyet ediyoruz, bazen de Allah'ı ilgisizlikle, hatta kötülükle bile suçlamaya varıyoruz: Bu şekilde O'nun sevgi olduğunu, O'nun Baba olduğunu ve kötü gibi gözüken bir şeyden ruhani yaşamımız ve çevremizdekiler için büyük bir iyilik çıkarabileceğini unutuveriyoruz. Allah'ın bizden daha uzağı görebileceğini, bunun için de O'na bir şeyler öğretemeyeceğimizi unutuyoruz. Mademki Allah Baba'dır, bunun için de yaşamımdan sorumludur, ben O'nun projelerini keşfedip O'nunla işbirliği yapmak istiyorum. Yaşamım için Allah'ın sevgisini gerçekleştirmekte işbirlik yapmaktan daha güzel bir anlam olamaz, çabalarım için de Baba'nın eylemine katılmış olmaktan daha büyük ve faydalı bir meyve bulunamaz. Duama “Baba” diyerek başladığımda bakışım, yeryüzünde beni üzebilen her şeyden uzaklaşır. Yeryüzünde günahın meyveleri vardır, acılar, ölüm işaretleri, düş kırıklığını ve kızgınlıkları besleyen geçici sevinçler. Duaya başlarken bu dünyadan çıkıyorum, daha doğrusu bana serin, yeni, canlandıran bir hava teneffüs ettirecek bir pencere açıyorum; ufkumu genişleten, gerçek ve mükemmel sevginin ışığını görmemi – hatta sadece görmemi değil de, onu tatmamı da, onu akciğerlerimde teneffüs etmemi de - sağlayan bir pencere!

Ey egemenimiz Rab,

ne yüce adın var yeryüzünün tümünde!

Gökyüzünü görkeminle kapladın (Mez 8,1).

başa dön

 

07.

Duaya “Baba” diyerek başladığımda, bu dünyada kendimi ne kadar da yalnız hissetsem, artık yalnız değilim. İsa da, Kendini sadık takipçileri gibi gözükenler tarafından terk edildiğini, öğrencileri tarafından bile anlaşılmadığını da gördüğünde, şöyle söylemişti: “Ben yalnız değilim, çünkü Baba benimle birlikte” (Yh 16,32). Seni gerçekten yalnız bırakan diğer inançlardan farklı olan imanımız ne kadar güzel! Örneğin, doğu dinleri senin de, ilahın – bu dinlerin bütün görünen şeylerin ilah olduğunu iddia ettikleri o ilahın - bir “kıvılcımı”, yani bir parçası olduğuna seni inandırıp bundan mutlu kılmak isterdik! Bu dinlere göre, Allah bir kişi, ilişkiye girebileceğin bir kişi olmazdı: O halde bu inançlarda sana Peder ile konuşma imkanı verilmez ve de sen hiç kimse tarafından dinlenmiş olmazdın: Gerçekten yalnız olurdun! Aksine ilkel dinler yaşamın değişik evrelerine veya farklı yerlere hükmeden çeşitli ilahların var olduklarına seni inandırıyorlar. Fakat bu ilahlar seni sadece korkutabiliyorlar veya senin hırslarını tatmin ediyorlar: Onlarla kendini birlik içerisinde hissedemiyorsun ne de bunu arzulardın. İslam dininde ise Allah çok uzak ve bizden çok farklı sayılıyor, o kadar ki sen ona bir kelimeyi hitap etmek ya da ondan almayı hayal etmiyorsun bile. Nitekim bu dine göre Allah, baba unvanını ve bu unvanın gerektirdiği her şeyi reddediyor, aynı zamanda da senin kendini onun evladı olarak görmeni de kabul etmiyor. Bizler gerçekten İsa'ya minnettar olmalıyız, çünkü O bize; dikkatli, yaşamımızla ve sevincimizle ilgili, yanımızdaki sevgi dolu mevcudiyetinin işaretlerini veren bir Allah'ın çehresini tanıtmaktadır. Allah'a şükredelim, çünkü O, İsa'nın Kendisinde sevgisinin somutluğunu, yakınlığının eminliğini bize verdi. İsa; İbrahim'den itibaren Musa'ya kadar, Davut'tan İlyas'a, Elişa'dan Yahya'ya kadar Musevi halka yapılan açıklamaların eminliğini destekliyor ve kuvvetlendiriyor. İsrail halkının tüm öyküleri, özellikle de onun duaları, yani mezmurlar, bizler için bir hazinedir. Çünkü gerçekten bizimle ilişki içerisinde olmak isteyen Allah'ın varlığını anlamamıza ve bundan zevk almamıza yardım etmektedirler; Onun merhameti gerçektir ve sadakati somuttur! Bu sebepten dolayı İsa tarafından yönlendirilmiş olarak şöyle diyoruz: “Baba!” Duamızın birçok zamanını sadece “Baba!” diyerek geçirebiliriz. Bu sözün yüreğimizde uyandırdığı sevgi ve birlik duygularını görerek Baba'nın mutlu olacağını düşünebiliriz.

Seyrederken ellerinin eseri olan gökleri,

oraya koyduğun ayı ve yıldızları,

soruyorum kendi kendime:

“İnsan ne ki, onu anasın

ya da insanoğlu ne ki,

ona ilgi gösteresin?” (Mez 8,3-4).

başa dön

 

08.

Duaya “Babamız” diyerek başladığımızda her şeyden önce yüreğimizi ön plana koymalıyız. Bu söz bizleri aynı zamanda minnettarlık, alçakgönüllülük, samimiyet, sevgi, güven, küçüklük, gurur... ve diğer pek çok duyguları taşıyan bir davranış içerisinde olmamıza yardım etmektedir; bu Söz, devamlı olarak değişmemize ve tövbe etmemize yardımcı olmakta, aynı zamanda biraz önce söylediğimiz o duyguları göstermeye bizi itmektedir. Bu şekilde de bu sözü telaffuz ederek bizler, bizi gören veya duyanlar için tanık oluyoruz. İsa'nın Kendisi duaya başlamak için bu sözü kullanırdı. İncil yazarları İsa'nın dua ederken söylediği sözleri aktardıklarında daima “Baba”, hatta “Abba” yani “Babacığım” sözü ile başladığını söylemektedirler. O, Allah'a karşı hissettiği derin sevgiyi, samimiyeti ve şefkatli küçüklüğünü göstermekten çekinmezdi. İsa'nın Kendini Allah önünde küçük, bir çocuk gibi göstermesi; bizim için korkaklık veya yobazlık göstergesi katiyen değildir, tersine İsa'nın büyüklüğünü, hiç ürkütmeden, tersine Kendisini bize daha yakın, adımlarımızı paylaşan biri olarak gösteren O'nun büyüklüğünü hissettiriyor. Kendimizi büyük gören bizler İsa'dan öğrenmekte, duamıza “Peder” veya “Baba” diyerek başlamakta zorlanıyoruz. Benliğimizin içinde yerleşen gurur ve günah, bunu engellemek istiyorlar; başkalarının şefkatimizi ve güvenimizi görmelerini istemiyoruz. Samimiyetimizi göstermekten çekingenliğimiz, kibir ve kendini beğenmişliğimizi açığa vuruyor. Ben ise sana bu samimiyetini göstermeni tavsiye ediyorum: Dua ettiğin zaman, ailenle birlikte olursa da, Allah'ı sadece “Baba” diye çağırarak senin övgü, tapma veya istek duanı ifade etmekten korkma! Duan, senin için ve diğerleri için, özellikle de Baba'nın Kendisi için, daha güzel olacak: Senin O'na olan sevginin ötesinde, O'nun yakınlığının da tanığı olacaksın. Ve de duan da daha gerçek olacak, çünkü Sevginin Allah'ı ile karşılaşmak için duanın sevgiyi ifade edip göstermesi gerekmektedir.

başa dön

 

Babamız

09.

İsa bize dua etmeyi öğretirken “Baba” sözüne, hemen “mız” ekini ekliyor: Ne bu dünyada ne de Allah'ın önünde yalnız olduğumuz hissine bizi bir saniye için bile bırakmak istememektedir. O, tüm insanların yaratıcısıdır, bunun için yüreğinde tüm insanlar mevcuttur. Allah onları nasıl görüyor? Her şeyden önce onları yaratıkları olarak görür! “Sen var olan her şeyi seversin ve yarattıklarını hor görmezsin” (Bilgelik 11,24): Bu, Kutsal Kitaptaki bir duadır. Allah yarattıklarını sever, onlar ellerinin eseridir. Fakat İsa'yı Rab olarak kabul ettiğimiz andan itibaren Baba, bizi evlatları olarak sever! Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Allah’ın evlatları olma yetkisi verdi” (Yh 1,12). Babamız derken bizler, kendimizi tüm dünyanın insanlarının temsilcileri olarak düşünebiliriz veya yalnızca Kilise'nin vaftiz edilmiş üyelerini ima edebiliriz. İlk durumda duada tüm insanların Yaratanına yönelinmekte ve bizler kendimizi herkesin kardeşi olarak görerek karşılaştığımız her kişiyi, hangi dinden olursa olsun, sevmemiz gerektiğini hatırlarız. Bu şekilde Baba'nın yarattığı tüm insanlara yönelttiği sevgiye katılırız. İkinci durumda ise, yani sadece Kilisenin üyelerini düşündüğümüzde Baba'nın, İsa'ya ve Mesih'in bedeninin üyeleri olup Oğlunun tanıkları olarak dünyaya gönderilen bizlere de sevgisini görürüz. Bizim için Allah'ın önünde diğer tüm insanların, Baba'yı daha tanımayanların da, O'nun tarafından sevildiklerini bilmeyenlerin de, temsilcileri olduğumuzu hissetmek çok önemlidir. Fakat kendimiz Kilisenin üyeleri olduğumuzdan dolayı kendimizi Allah'ın evlatları olarak görmemiz daha da önemlidir: Çünkü bu şekilde bizler, herkes sevgili Oğlu'na yakarıp O'nun vasıtasıyla kurtulsun diye, tüm insanlara İsa'yı tanıtmaya çalışarak O'nun babalığını müjdelemekte kendimizi sorumlu hissederiz.

Ne iyidir, ne güzeldir,

birlik içinde kardeşçe yaşamak!

Çünkü Rab orada bereketi,

sonsuz yaşamı buyurdu (Mez 133,1-3).

başa dön

 

Babamız

10.

“Babamız”! Bu söz gökyüzü ile yeryüzünü birleştirmektedir! Durumumuzu unutmadan bakışlarımızı yükseltmemizi sağlamaktadır. Bu söz yüreğimizi ve bizi dinleyenleri etkiler. Aynı zamanda Allah'ın yüreğinde de özel bir etki yaratıyor olmalıdır. Bunu tasavvur etmeyi deneyelim mi? Bunu yapmak, O'na daha güçlü bir güven duymamıza ve O'nu daha cömertlikle sevmemize yardım edebilir. O, Babamız, diye çağrıldığında peygamberler aracılığıyla bize verdiği ve İsa'nın bildirdiği tüm sözleri hatırlamak “mecburiyetinde” olur. O, Nuh peygamber zamanından, İbrahim'e, Musa'ya, Davut'a yaptığı antlaşmaları ve İsa'nın haçta döktüğü kanıyla gerçekleştirdiği yeni ve ebedi antlaşmayı hatırlamak “mecburiyetindedir”. “Babamız” dediğimizde Peder, içinde duygulanarak, İsa'nın bizlere söylediği sözleri hatırlayıp onları tutmaya Kendisini bağımlı hissediyor: Hem iyilerin hem de kötülerin üzerine güneşi doğduracak kadar merhametli olmaya, hem en ufak kuş hem de tarla kenarındaki çiçek bile uzak kalmayan bakışlarını bize çevirmeye, bizim hakkımızda iyi konuşan koruyucu meleğimize dikkat olmaya, küçük ve alçakgönüllü olan bizlere sırlarını açıklamaya... Kendisini bağımlı hissediyor.

Ayrıca Babamız” dediğimizde benliğimizde köklenmiş, daima canlanmaya hazır, egoizmimizin hareketlerinden kurtulmaya çağrılırız ve yardım görürüz. İlk önce Kayin'in yüreğinde yer bulan ve cinayet işleyecek kadar gelişen kıskançlığı yenmek için yardım görürüz. Madem ki, Baba Babamızdır, diğer evlatlarının her birisi için gurur duyup O'nun tarafından bizim kadar onların da sevilmesinden mutlu oluruz. Babamız, sözünü tüm yüreğimizle söylersek, içimizde kıskançlık kalamaz: Birisinin bizden daha iyi olduğunu görürsek, bundan mutlu olacağız, çünkü bunu Baba'nın ailemizin bir ferdine iyiliğinin işareti olarak göreceğiz. Aynı zamanda Babamız derken bakışlarımız önünde ufuk açılacak: Uzağa bakabileceğiz, başka insanların ve başka halkların durumlarının farkına varacağız, onları yabancı gibi görmeyeceğiz, onların acılarını hissedip paylaşacağız ve farklılıklarının zenginliğini ve güzelliğini tadacağız!

Sevindir kulunu, ya Rab,

çünkü dualarımı sana yükseltiyorum (Mez 86,4).

başa dön

 

11.

“Babamız!” Babamız sözünü söylerken, vaftiz olmakla, yani Allah'ın tek Oğlunun Bedeninin uzuvları ve Mesih İsa'nın Kilisesi'nin üyeleri olarak, Allah'ın evlatları olduğumuzu da hatırladık. Gerçekten de “Göklerdeki Babamız” duası, Kilise tarafından bizlere vaftiz anında emanet edilmektedir ve bizler bu duayı tüm Hristiyan Cemaati ile birlik içerisinde hissederek söyleriz. Göklerdeki Babamız derken İsa'ya tüm iman edenlerle birleşiyoruz, Allah'ın çehresini belirtme aynı misyonunu yaşamak, Hükümranlığını gerçekleştirmek, İsa'nın başladıklarını devam ettirmek için. Allah bizi özel bir şekilde sever çünkü Sözü olan Oğlunu kabul ettik ve bu yüzden bize güvenebileceğini bilmektedir: O; İsa ile birlikte yorulmamızı, hatta acı çekmemizi ve ölmemizi isteyebileceğini bilmektedir. Gerçekten de bizler vaftizi alarak İsa'nın ölümüne daldık, bu sebepten Allah'tan ne özel yararları, ne de bu dünyada huzur ve zenginlik durumlarını bekliyoruz, tersine sevgisinin eylemlerini ve işaretlerini ekmeye hazırız, bu bizim için acıya sebep olsa da. Kendi akrabaları veya iş arkadaşları tarafından haksızlıklara katlanması gereken veya devlet kanunları yüzünden ya da değişik imanları olanların şiddetleri yüzünden acı çeken kardeşlerimizi düşünebiliriz. İmanları yüzünden acı çeken Hristiyanların durumları çoktur, bu kardeşlerimizin çoğu şikayet etmeden acı çekmektedir çünkü onlar, sabırlarının Allah'ın ve Mesih İsa'nın Hükümranlığının tanıklığı olduğunu bilmektedirler. Onlar Baba'nın bakışları önünde Rab'bin haçına katılmaktadırlar ve bütün kardeşlerinin adına acı çekmektedirler. Bizler onlara karşı minnettarız ve çektikleri acıları bildiğimizden bizler de dünyanın ve şeytanın denenmelerinden gelen baskılara dayanmak için güç alıyoruz. Bizler de şikayet etmiyoruz ve çabamızı dua olarak sunuyoruz, böylece güçlük duymadan tekrar ettiğimiz 'Göklerdeki Pederimiz' duasının sözleri değer kazanmaktadırlar.

Hep birlikte, Mesih İsa'nın Bedeni olarak, bir Baba'ya sahibiz ve bu gerçek, birbirimizle, bize bu kadar yakın, dikkatli, özen gösteren, ilerisini gören ve her şeyi düşünen, Baba Allah'ımızla yaptığımız tecrübeleri paylaşma mutluluğunu da vermektedir.

Adını kuşaklar boyunca yaşatacağım,

böylece halklar sonsuza dek övecek seni (Mez 45,17).

başa dön

 

Göklerdeki Pederimiz

12.

“Göklerdeki Pederimiz”: Bu sözlere artık alışığız, öyle ki onlar sanki içimizde bir değişiklik meydana getirmez. Gökleri düşünürken neyi düşünürsün? Güneşli bir gökyüzünün maviliğini mi, gri bulutları mı yoksa yıldızlı bir gecenin aydınlığını mı düşünürsün? Allah gerçekten orada, yukarıda mı? Çocuklar çok soru sorarlar… ve biz kendi sorularımıza ne cevaplar veririz? İsa'nın kullandığı Kutsal Yazıların dili bizlere neyi düşündürmek ister? Elbette gökyüzü olabilecek en ulaşılamaz ve saklı yerdir. Gerçekten de Allah'ı kimse görmedi ve de göremez. Gökyüzüne, ne bakışlarımızla girilir ne ellerimizle dokunulur, ne de insanın yetenekleri ile, ne kadar güçlü olursa olsun, ulaşılır. Bizi seven Baba, bize bakar ve bizi korur, ama biz O'na ulaşamayız: Biz O'nu kontrol edemeyiz, O'na emredemeyiz, O'nu etkileyemeyiz. Tam da bu sebepten dolayı bize olan sevgisi çok güzel ve harikadır, çünkü kaynağı bizde değil, O'nun yüreğindedir. Ya bizler günahkarsak? Ya da kendimizi O'nun arzularının dışında ve O'nun isteğini gerçekleştirmeye kabiliyetsiz görüyorsak? Mademki sevgisinin kaynağı kendi davranışlarımız değil de kendi yüreğidir, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmayacağız. Bazen insan, kendi günahı ve düzensiz yaşamı yüzünden de çok karmaşık durumda bulunabilir, bunun sonucunda, ümitsizliğe kapılır. Ama Baba'nın sevgisinin daima canlı ve sadık olduğunu bildiğinden, kendi durumu değişemez ve sorunları çözülemez olursa da o kişiler de, Allah'a hala güvenip ümitle yaşayabilirler. Babamız göklerdedir: Saklıdır, biz O'nu göremiyoruz, her ne kadar O bizi devamlı olarak görür ve ilgiyle yürüyüşümüzü takip ederse de. Baba saklıysa, sevgisi de saklıdır. Yaşadığımız birçok olayın, Allah sevgisinden uzak olduğunu düşünürüz: Öyle değildir, sadece sevgisi saklıdır. Kardeşleri tarafından satılmış Yusuf'un hikayesini hatırlarsak veya Daniel'in ve Kutsal Kitapta yer alan diğer pek çok kişiyi düşünürsek, onların yaşadıkları zor ve sıkıntılı durumlarda bile, Baba'nın sevgisinin gerçekten mevcut olduğunu görürüz, o kadar büyük, o kadar önceden her şeyi bilen bir sevgi ki, hepimiz topluca birlikte bile onu hayal edemeyiz. Her birimiz de kendi tarihimizde, zor ve acıklı bazı olaylarda, Baba'nın sevgisinin saklı olduğunu doğrulayabiliriz.

Niçin uluslar:

“Hani, nerede onların Allah'ı” desin.

Bizim Allah'ımız göklerdedir,

ne isterse yapar (Mez 115,1-3).

başa dön

 

13.

“Göklerdeki”: Babamız göklerdedir: Göklerde kötülük hüküm sürmez, oraya girmez ve orada kalmayı beceremez. Gerçekten de Lüsifer, taraftarları ile göklerden kovuldu. O, yeryüzüne bela açmak üzere geldi; insanları ayartmak için, onları Allah'a karşı hissettiği kine çekmek için, onunla birlik olanların ve Baba'dan uzaklaşanların üstüne, barıştan ve yaşamdan yoksun kılmaya kadar egemen olmak için geldi. Göklerde sadece Peder, sevgisiyle ve yaşam, barış, birlik arzusu ile hüküm sürer.

Baba'nın göklerde olduğunu söyleyerek, O'nun yaratıktan ve yaratılanlardan ayrı olduğunu da belirtmekteyiz. Günümüzde bu konu hakkında düşüncelerimizin net olması çok önemli: Bu konu hakkında daha önceleri de konuştum, ama tekrar etmekte fayda olduğunu belirteyim. Nitekim günümüzde doğu dinlerinin tipik düşüncesi, kabullenenlerin ruhunda ciddi dengesizlikler yaratarak yayılmaktadır. 'Şahıs' olan Allah'ın açıklamasından yoksun olan bu dinler, yaratığın kendisinin ilahi olduğunu sayarlar. Bu inançlara göre Allah sadece görülen ve tutulan her şeyin alt katmanıdır. Tüm yeryüzü ve yeryüzü üzerindeki her şey ilahidir. Her şey Allah'ın bir parçasıdır! İnsan da ilahidir, her ne kadar onun ilahiliği hala saklı olsa da. İnsan; bilgi, güç, akıl güçleri, bedensel ve psikolojik egzersizler aracılığıyla bu ilahiliği yeniden elde etmeye ve göstermeye çalışmalıdır. Biz bu düşünme şeklinin kandırmaca olduğunu seziyoruz, fakat herkes bu yalancılığı ortaya çıkarmaya hazır değil. Bu inanç, zararsız ve albenili gibi gözükse de, insanı derin bir yalnızlığa itmektedir, başkalarıyla birlik içerisinde olmasını engellemektedir, özellikle de bizi seven, bize konuşan, bizi dinleyen ve affeden Allah ile ilişkiye girmemizi, O'nunla bir diyalog kurmamızı engellemektedir. O halde “göklerdeki Pederimiz” derken imanımızdan gelen şu eminliği belirtmekteyiz: Allah bir Şahıs'tır, bizden değişik, yaratılıştan da değişik ve herkesten ve her şeyden üstün. Allah'ın üstünlüğü, O'nun hakkında şüphe etmemize izin vermez; olsa olsa kendimizden, zekamızdan, duyduğumuzdan, düşündüğümüzden şüphe edebiliriz. Allah'tan ve Baba sevgisinden şüphe etsek, belirsizliklerimizin, her birimiz kendi belirsizliğimizin etkisi altında olurduk, hakikatten uzak, kendi küçüklüğümüz ve zayıflığımız tarafından kandırılmış olurduk. O halde sevinçle diyelim: “Göklerdeki Pederimiz”, Senden eminiz, Seninle gurur duyuyoruz.

Onların putları altın ve gümüşten yapılmış,

insan elinin eseridir.

Ağızları var, konuşmazlar,

gözleri var, görmezler (Mez 115,4-5).

başa dön

 

14.

“Göklerdeki Pederimiz”: Aziz Pavlus, Allah'ın bizleri göklerde oturttuğunu yazıyor. O halde bizler göklere yabancı topraklar gibi bakmıyoruz, tersine şimdiden sahip olduğumuz ve varış noktamız olan bir yer olarak görmekteyiz. Nitekim üye olduğumuz Bedenin, yani Kilise'nin Başı olan İsa şimdiden orada bulunmaktadır. “Göklerde” diye söylediğimizde Baba'nın orada bizleri beklediğini, Oğlu ile tamamen ve ebediyen birleşmiş olacağımızda bizi kabul etmek için kucak açtığını da bildirmekteyiz. Bu gökler; İsa Ürdün nehrindeyken açıldı, O, göklere dönünceye kadar açık kaldılar ve de O'nun adına ölenlerin kabul edilmeleri için halen açıklar. O göklerde, İsa'nın Kendisi İbrahim'i zavallı Lazar ile birlikte gördü: Orası, yeryüzünde acı çekmelerine rağmen Allah'a sadık kalanlar için teselli ve ebedi sevinç yeridir. Şehit İstefanos göklerde “İnsanoğlu'nu ayakta Baba'nın sağında durmakta” gördü (Elç. 7,56), Yuhanna da göklerde “olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadını” gördü, “ay ayaklarının altındaydı, başında on iki yıldızdan oluşan bir taç vardı” (Vahiy 12,1). Ayrıca, Yuhanna, “gökten, Allah'ın yanından inen ve O'nun görkemiyle ışıldayan kutsal kenti” (Vahiy 21,10) de gördü.

Allah göklerdedir, fakat yalnızlığını yaşamak için, bizden ve tüm insanlıktan uzak olmak için değildir! Tersine sanki O'nun için göklerde olmak; hepimizi kucaklamaya olanağı olması demekmiş gibidir. Bir mezmur, Baba'nın yeryüzünde O'nu arayan bir insanın olup olmadığını görmek için göklerden eğildiğini söylemektedir (Mezmur 14,2). Biz O'nu görmüyoruz ama O, dikkatli bakışlarıyla bizleri takip etmektedir ve göz göze gelip sevgisini farkına varmamızı istemektedir. O'nun göklerde olmasının, O'nun bizden uzak olduğu demek olmadığını Kutsal Yazılardaki dualar, yani mezmurlar da söylemektedirler: O, “yeryüzünü ayaklarının sehpası haline getirdi!” O halde Allah'ın “saklandığı” yer, tüm yeryüzünü kaplamaktadır. Biz yeryüzünde hareket ederiz: Dikkatli olmamız gerekirdi, devamlı tapınma ruhu ile hareket ederdik, çünkü nerede olursak olalım Allah'ın “ayağını” dayadığı yere basabiliriz. O halde yeryüzünün her köşesi bizim için dua ve tapma yeridir. Gökler ve yeryüzü gerçekten karşılaşmakta ve kucaklaşmakta, bu da Allah'ın “ayağının” bu varlığının sayesindedir. Bu elbette bir konuşma tarzıdır, ama Allah korkusunun daima ve her yerde bizde olması gerektiğini anlamamıza yardım etmektedir. Kutsal olan ve kutsal olmayan yerler artık yoktur, çünkü Babamız Allah göklerdedir ve yeryüzünü “ayaklarının sehpası” olarak kullanmaktadır!

O'na bakanların yüzü ışıl ışıl parlar,

yüzleri utançtan kızarmaz (Mez 34,5).

başa dön

 

Adın yüceltilsin

15.

“Adın yüceltilsin”. Duamıza devam ederken bakışlarımızı Baba'nın üzerine odaklıyoruz ve O'nun bakışlarıyla karşılaşmak istiyoruz: Bu şekilde yüreğin en derin arzularını anlayacağız. İşte, İsa bizden kendi ihtiyaçlarımızı düşünmemizden daha çok bunu istiyor. O biliyor ki, kendi sorunlarımızı düşünmek; bize fayda sağlamıyor, bizi değiştirmiyor, bizi daha iyi yapmıyor. Baba'nın önem verdiklerine bakalım, O'nun düşünceleri bizim olsun, böylece O'na benzeyeceğiz! Kutsal Yazıları okurken Allah'ın en büyük arzularından birinin, adının kutsallaştırılması olduğunu görüyoruz. Bu, Allah'ın egoist bir arzusu değildir, tersine bizi derin bir şekilde iyiliklerle donatmak için bir yoldur. Gerçekten de peygamber Hezekyel'in Kitabından Allah'ın, adını kutsallaştırmak için evlatlarını topladığını, arındırdığını ve onlara yeni bir yürek, yeni bir ruh verdiğini öğreniyoruz. “Allah'ın adını kutsallaştırmak” sözü, bize fayda getirecek birçok avantajı özetleyen bir ifadedir. Bizim için ve bizimle beraber yapabildikleri sayesinde Allah Kendini tüm dünyaya tanıtır ve O'nun şanı parlar. O, Babil'e olan sürgünden sonra halkını diğer halklar arasında dağılmış olarak, bugün ise bizleri yalnızlıktan sıkıntı çekmekte, dünyanın bizi baştan çıkaran ve kandıran ayartmalarında çok zayıf olmakta görmektedir. O, yüreğimizin, günümüz dünyasının birçok putları tarafından baştan çıkarıldığını ve bu sebepten acilen arınmaya ihtiyacımız olduğunu biliyor: Refah, zevk ve sahte haklar, haçın değerinin gözümüzden kaçmasına yol açıyor ve Baba'yı gerçek bir baba gibi görmemizi engelliyor. Baba kendisi yüreğimizden sahte ilahların yalancılığını kaldırmak için yollar bulacaktır. Bizi azarlamayı mı deneyecek? Acıya, hastalığa, mateme veya zulme uğramamıza izin vermeye mi mecbur kalacak? Bize olan sevgisi, hastayı iyileştirmek için belki acı ilaç veren dikkatli doktor gibi mi veya hastanın canını kurtarmak için bir organı kesip alan bir cerrah gibi mi gelecek? Sonra da Babamız, bize Kendi Ruh'unu bağışlayarak Kendi yaşamını bizimle paylaşmak istiyor: O'nun bizleri kendi evlatları olarak kabul edebilmesi ve yakınlığımızdan mutlu olabilmesi için, hayatımızın da kendi sevgisi ile dolu, kendi merhameti ile mükemmel olabilmesi için bizleri topluyor ve arındırıyor.

Bizi değil, ya Rab, bizi değil,

sevgin ve sadakatin uğruna,

kendi adını yücelt (Mez 115,1).

başa dön

 

16.

“Adın yüceltilsin”, daha doğrusu “kutsal kılınsın”. Bu sözleri söylerken “yüceltilsin” veya “kutsal kılınsın” kelimesinin anlamı ne olabilir ve Babamız Allah'ın “adı” nedir, sorusu geliyor aklımıza. 'Kutsal kılmak' sözü, tek kutsal olan Allah'a bir şey veya bir kişi, adamak demektir. Son Yemek esnasındaki duasında İsa, “Onlar kutsal kılınsınlar diye kendimi onların uğruna adıyorum” demişti (Yh 17,19). O, sınırsız bir itaat ile kendini tamamıyla Baba'ya sunmak istiyordu.

Baba'nın “adı” ne olabilir? Biliyoruz ki, Yeruşalim mabedinin büyük kahini, Kutsalların Kutsalı bölümünde olduğunda ve kimse onu duyamadığında ve de sadece senede bir kere Allah'ın adını telaffuz ediyordu. Allah'ın adı nedir? Ad, birinin veya bir şeyin kimliğini belirtmek için söylediğimiz sözdür. Fakat Allah'ımızın ve Baba'mızın “kimliği” sadece ağzımızın telaffuz edeceği insani bir sözle belirtilebilir mi? Allah kendini bize sözlerle değil, bir kişi olan İsa aracılığıyla tanıtmak istedi. İsa; ilahi sevginin doluluğunu, merhametin ve affın doluluğunu yaşadı ve bu sebepten Allah O'nun aracılığıyla bize kendini tanıtıyor. Bunun için aziz Pavlus Allah hakkında sık sık bu ifadeyi kullanıyor: “Rab'bimiz Mesih İsa'nın Allah'ı ve Babası...” (2Kor. 11,31). Babanın gerçek adı, İsa'nın çehresidir: İsa'nın aracılığıyla Baba'yı tanıyoruz ve Baba ile karşılaşabiliyoruz. Bu sebepten duamızda “adın yüceltilsin” dediğimizde İsa'nın herkes tarafından Allah'ın gerçek çehresini gösteren olarak tanınması arzumuzu belirtiyoruz. İsa'nın kendisi bunu belirtmişti: “Beni görmüş olan, Baba'yı görmüştür” (Yh. 12,45). Bu dua sözleri ile İsa'nın, ölümünü açıkça bildirdikten sonra, belirttiği arzusu ile birleşiyoruz: “Ben bu amaç için bu saate geldim. Baba, adını yücelt!” (Yh. 12,27-28). Baba bu duayı dinleyecek ve Oğlunun kendisini insanların kurtuluşu için feda etmesini kabul ederek kendi Adını yüceltecektir. Bizler “adın yüceltilsin” dediğimizde İsa'nın artık gerçekleştirdiği bu arzu ile birleşiyoruz.

Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar

Rab'bin adına övgüler sunulmalı!

Rab bütün uluslara egemendir,

görkemi gökleri aşar (Mez 113,3-4).

başa dön

 

17.

Bir mezmur şöyle der: “Bize değil Rab, bize değil, kendi adına şan ver” (115,1)! Baba Allah'ın adını yüceltmek isterken bizler kendi şanımızı aramaktan vazgeçeriz. Kendi şanımızı aramak daima bize tuzak kuran bir ayartmadır, sık sık da bunun farkında değiliz. Kendi şanımızı ararken tehlikeli bir duruma düşeriz: İçimizde var olabilen kibri, yalancılığı ve başkalarını hor gördüğünü fark edebilen durumda olacağız. Arzumuzun sadece Allah'a şan vermek olduğunda ise, alçakgönüllülükte kalmayı, her kişiye değer vermeyi ve gerçeği aramayı sürdürmeyi beceririz.

“Adın yüceltilsin” sevinçle demeye devam edelim! Allah'ın, kendi adını yüceltmemizi istemesi, kendi açısından sadece sevgi sebebiyledir, katiyen bir egoizm eylemi değildir: O kendisinin, sadece bu yolla gerçek sevgiye bağlı kalmamıza, bu sevgide büyümemize, gurur ve kibir güdülerimizi yenmemize yardımcı olabileceğini bilmektedir. Kim Allah'ın adını yüceltmeye çalışıyorsa, “benliği” ile ilgili sınırlamaları aşar, dolayısıyla da affetmeyi, kızgınlık veya hor görmek tepkilerini uyandıran durumlarda da sevgi parlatmayı becerirler.

Sen de tüm yüreğinle Allah'ın adının yüceltilmesini arzulayabilirsin. Bu arzu başkalarıyla ilişkilerinde ölçüt olacaktır. O zaman karşılaştığın kişilerin tepkilerini anlamayı, bunlara önem vermeyi, bunlardan hür kalmayı, sevmeye devam etmeyi becereceksin; sadece kendinden konuşanlara, sadece eleştirmeyi bilenlere, sana bağırıp laf atanlara, boş konuşanlara, sevimsiz ve itici davrananlara, iş yerinde sana zarar verenlere, hatta sana küfredenlere bile katlanabileceksin. Bu, ve bunlara benzer durumlarda, Allah'ın şanını arıyorsan, ne saygınlığın ne refahın ne de faydan için merak etmeyeceksin. Acı çekeceksin, ama huzur içerisinde acı çekeceksin, özellikle de sana karşı olanlarda huzur olmadığını görmekten acı çekeceksin; gücendirilmiş olmayacaksın, bunun yerine bu insanların özen ve anlayışlılığa, sevgiye ve eğitime ihtiyacı olduğunu anlayacaksın ve onlarla sevgi ile karşılaşmaya hala hazır olacaksın. “Adın yüceltilsin”.

Umudumuz Rab'dedir,

yardımcımız, kalkanımız O'dur.

O'nda sevinç bulur yüreğimiz,

çünkü O'nun kutsal adına güveniriz (Mez 33,20-21).

başa dön

 

Hükümranlığın gelsin

18.

“Hükümranlığın gelsin”. Allah'ın planlarında bir insanın diğer insanların başına geçip kendini kral yapması imkanı hiç düşünülmedi. Allah insanları sevmeye kabiliyetli, birbirlerine kardeş olmaya kabiliyetli yarattı. Fakat günah Allah'ın niyetlerini alt üst etti: Kayin ile Habil'in olayı bunun ispatıdır ve Babil Kulesinin inşasında meydana gelenler de meyvesidir. Allah en azından kendi halkını kıskançlıktan ve bundan yaratılan insanın insana baskısından gelen anlaşmazlıklar, haksızlıklar ve acılardan korumak isterdi. İsrailliler Samuel'den diğer milletler gibi başlarında bir kral olmasını istediklerinde peygamber onları uyardı: Onların bu arzusu insani kibirden kaynaklanıyordu, Allah'ın yüreğinden değil! İnsan, herhangi bir insan, kral olmak için seçilmiş olsa da, egoizmden, aç gözlülükten, hırs, şan ve güç açlığından muaf değildir; krala sahip olmak, herkes için çok ve uzun acılara sebep olacaktı. İsrailliler bunun farkına hemen vardılar. Günümüzde de milletin ve milletlerin üzerine yetkiyi insanlara emanet etmiş olmanın sonuçlarını tecrübe ettik ve etmekteyiz. Tüm dünya tarihine bakarsak birinin diğerini egemenliği altına almak istemesinin meydana getirdiği acıları ve insani hükümdarlıklar arasındaki savaşları görürüz.

İsa bize dua etmeyi öğrettiğinde duaya hepimizin derin arzusunu da ekledi. Baba'nın ilk niyetine dönmeliyiz: O bizi birbirlerimizle kardeş ve sadece kardeş gördü. Bu da, sadece güçlü kişiler diğerleri üzerine hükmetmekten, zayıf kişiler de sorumluluklarını başkaları üzerine atmaktan vazgeçerlerse ve de bu, sadece herkesin özgürce Allah'a itaat etmesi için yapılırsa, gerçekleşebilir. İsa yüreğimize hükmedenin sadece Allah olması arzusunu koyar. “Hükümranlığın gelsin!”. Sömüren, zenginlerin para hırslarını tatmin etmekten başka şey yapamayan, Allah'ın emirlerini göz önünde tutmadan kendilerini zenginleştirmekten başka bir şey aramayan kişiler de maalesef egemen yerlerinde oturmaktadırlar... “Hükümranlığın gelsin!”. Bunu söyleyerek sadece Allah'ın itaat edilmeye layık olduğunu doğruluyoruz: Sadece Allah'ın 'emri', sevgiden başka bir şey değildir, bunun için sadece O, 'emredebilir'.

Halklar sana şükretsin, ey Allah,

bütün halklar sana şükretsin!

Çünkü sen halkları adaletle yargılarsın,

yeryüzündeki uluslara yol gösterirsin (Mez 67,3-4).

başa dön

 

19.

“Hükümranlığın gelsin!”. Biz kolayca aldanıyoruz. Demokratik bir şekilde bizi yönetecek insanların seçimleri olduğunda biz kolaylıkla boşa umutlanıyoruz. Her defa oy verenler ve seçilecekler için dua ediyoruz: Ancak en gerçek dua daima şudur: “Hükümranlığın gelsin!”. Bir devleti yöneten kişiler, demokrasi ikliminde de olsa, Allah'ın emirlerini görmezlikten gelmeye veya kendilerini dünyanın ve yasaların tek hükümdarı hissedecek şekilde onları yorumlamaya ayartılmaktadırlar. Biz buna hayret etmiyoruz çünkü insanların zayıflığını biliyoruz, ancak bunu ne kabul edebiliriz ne de uygun görebiliriz. Bu sebepten meclis veya hükümet değişikliklerinde fazla ümitli olmayalım: İsimler değişiyor olabilir, ancak başta olacak kişinin yüreği değişmiyor. O, Peder Allah'ın iyiliğimiz için, huzurlu ve uzun sürebilen bir toplum varlığına faydalı olan emirlerini atlamaya denilecektir. Gerçekten de Allah, kötülüğün getirdiği sonuçları, bizlerin göremediğimiz ya da görmek istediğimiz o sonuçları görmektedir, uzak gelecekte de onları görmektedir. Baba bunları önlemek isterdi, ama hükmeden kişiler O'nun yerini almak ister ve de alıyorlar. Bu sebepten bizler şöyle dua etmeye devam etmekteyiz: “Hükümranlığın gelsin”. Sanki şunu diyoruz: “Baba, sana itaat etmek istiyoruz, sen bize emret. Bizi sevdiğini biliyoruz, emirlerin sevgiden kaynaklandığını da biliyoruz. Sana itaat etmek; sağlıklıdır, barış, huzur, iyilik ve sevinç getirir”. Her hükümranlık, kral kendini gösterdiğinde başlar. Baba'nın Hükümranlığının kralı kimdir? Sadece Oğlu olabilir. Bu sebepten dolayı İsa vaaz etmeye başladığında şöyle ilan ediyordu: “Allah'ın hükümranlığı yaklaştı”(Mt 4,17)! İsa yaklaştığında Baba'nın hükümranlığı yaklaşır. Bu hükümranlıkta hepimiz kardeşiz, herkes tarafından sevilir ve herkesi sevebiliriz. “Hükümranlığın gelsin” derken İsa'ya O'nu beklediğimizi, istediğimizi, mevcudiyetinden mutlu olduğumuzu söylüyor gibiyiz. O, Davut'un soyundan, kral soyundan geldi! İsrail Halkı O'nu gerçek kral olarak kabul edebilsin diye, Allah O'nu Kral Davut'un Oğlu gibi gönderdi! İsa, gerçek kral gibi tanınmak istedi: Dünyevi bir kralın hakkı olduğu halde, üzerine hiç kimsenin oturmadığı bir tay istedi, fakat Allah tarafından gönderilmiş kral olarak, bir at yavrusu değil de, hizmetkârların, iş yapan kişilerin, başkalarının faydası için çalışan kişilerin hayvanı olan eşeğin yavrusunu istedi.

Bana, “Sen benim oğlumsun dedi,

bugün ben sana baba oldum.

Dile benden, miras olarak sana ulusları,

mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim” (Mez 2,7-8).

başa dön

 

20.

“Hükümranlığın gelsin”. Böyle dua ettiğimizde Baba'ya İsa'yı, yani O'nun dünyaya yolladığı ve tüm gücü, tüm sevgi gücünü verdiği insanı, arzuladığımızı söylüyoruz. Artık İsa geldi, dünyaya hükmetmeye başladı, çok kişi de O'nu kral gibi kabul etti. Bu adımı atan, bunu sadece kendi için yapabilir, başkaları için yapamaz! İsa'nın Kendisi bunu Pilatus'a, onun Yahudilerin İsa'yı suçladıkları kral ünvanını düşündüğünde, anlatmaya çalıştı. Ona şöyle dedi: “Bunu kendiliğinden mi söylüyorsun yoksa başkaları mı sana benim hakkımda konuştu?” (Yh 18,34). Baba'nın Hükümranlığı, İsa'nın itaat edildiği yerdedir: Yani öğrencilerinin arasında, Kilisede'dir. fakat şunu da görmekteyiz: Kilise dışındaki bazı kişiler İsa'ya itaat ediyorlar, diğer tarafta bazen Kilise'nin üyeleri ise maalesef itaatsizlik edip skandal yaratıyorlar. Bu sebepten Allah'ın Hükümranlığının, sadece Kilise olduğunu söyleyemeyiz. Fakat yine de, Kilise'nin Allah'ın Hükümranlığının hüküm sürdüğünü ve Allah'ın Hükümranlığının görünebilen en güvenli ifadesi olduğunu söyleyebilmek isteriz. Bu sebepten de bizler İsa ile bağlı yaşamaya çalışıyoruz, öyle ki üye olduğumuz Kilise gerçekten Allah'ın hükümranlığı olabilsin! İsa, öğrencilerine, O'nunla birlikte hüküm sürebilsinler diye, on iki taht hazırlayacağına da söz vermişti. O'nunla birlikte hüküm sürmek kesinlikle mümkündür, fakat haçtan geçerek: Hükümranlığında sağına ve soluna oturmak isteyen iki kardeşe İsa her şeyden önce kendi kupasından içmeye hazır olacaklar mı diye sordu! Bu sebepten aziz Pavlus da şöyle yazdı: “Eğer O'nunla dayanırsak, O'nunla birlikte hükmedeceğiz” (2Tim 2,12). O halde “Hükümranlığın gelsin” derken İsa ile birlikte Golgota'ya giden yolda yürümeye, O'nunla haçı taşımaya, kendimizi Baba'ya Mesih'in Bedeninin uzvu olarak sunmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz. Baba'nın Hükümranlığının tamamlanmasını ve tam olarak gelmesini sonda göreceğiz, O'nunla birlikte şanında toplanmış olacağımız zaman! O zaman tüm tanıklar ve tüm kurtulanlarla şöyle haykıracağız: “Allah'ımızın kurtarışı, gücü, egemenliği ve Mesih'inin yetkisi şimdi gerçekleşti. Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları Allah'ımızın önünde gece gündüz suçlayan, aşağı atıldı” (Vahiy 12,10). Hükümranlık; hepimizin dünyanın tek Kurtarıcısına teslim olup sarıldığımızda düşman etkisiz hale getirilmiş olup kimseyi suçlayamayacağı zaman Hükümranlık tam olarak gerçekleşmiş olacaktır.

Rab egemenlik sürüyor, coşsun yeryüzü,

bütün kıyı halkları sevinsin!

Bulut ve zefiri karanlık sarmış çevresini,

doğruluk ve adalettir tahtının temeli (Mez 97,1-2).

başa dön

 

21.

“Hükümranlığın gelsin!”. Bu sözlerle, “Allah'ın hükümranlığı yakındır!” diye müjdeleyen İsa'nın sevincini tekrar yaşıyoruz (Lk 21,31). İsa, hükümranlığın Kralının kendisi olduğunu biliyordu: Annesi Meryem de bunu biliyordu, çünkü melek Cebrail ona bunu açıklamıştı. İsa bunu, bu unvanı Allah'a ve Onun tarafından yollanana bağlayan birçok mezmurdan da, biliyordu. Mezmur 2°, Allah tarafından, “Bugün ben sana baba oldum” diye hitap edilen Oğul için şöyle diyor: “Mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim”. O, herkesin sevinçle hizmet ettiği bir kraldır: “O'na neşeyle kulluk edin, sevinç ezgileriyle çıkın huzuruna!” (Mez. 100,2). Allah'ın krallığının huzurunda hiçbir korku yoktur, dolayısıyla Oğul'un krallığı önünde de yoktur. O iyi bir kraldır, “hakkı ve adaleti seven” bir kraldır, herkesin istediği bir kraldır! O'na itaat etmek kendi arzunu yapmaktan iyidir. O'na itaat etmek; kendi geleceği, herkesle ahenk, farklı milletler arasında barışı garantiye almaktır. O'nun hükümranlığının sınırları yoktur, kültürler ve dillerle, hatta coğrafyası ve uzaklıklarıyla da sınırlı değildir. Onun hükümranlığı tüm insani hükümdarlıkların arasından geçer. Aziz Pavlus da Efes'e vardığında sinagogda “dinleyicileri Allah'ın hükümranlığı hakkında ikna etmeye çalıştı” (Hav İş 19,8). Baba'nın sevgisinin dünyadaki varlığını bu şekilde açıklamak, dünyadaki tüm kültürlerin anlayacağı bir şekildir. Gerçekten de tüm dünyada sevgi dili, İsa'ya iman edenlere Kutsal Ruh'tan verilen gerçek 'yeni' dil anlaşılmaktadır. Bu hükümranlık şimdiden var olduğu içindir ki, birçok kişi başka ülkelere giderek onların hastalarını tedavi etmeye yardım etmekte, besin ve su aramalarına yardımcı olmakta ve fakir halkları çok uluslu şirketlerden korumaktadırlar. İki bin yıldır var olan bu Hükümranlık sayesinde cömert oluyoruz ve fakir ülkelere veya deprem, sel gibi doğal afetlerden zarar gören ya da insan hükümdarlıkları tarafından ya maddi ya psikolojik olarak fakirleştirilmiş ülkelere bağışta bulunabiliyoruz. Şöyle dua etmeye devam edelim: “Hükümranlığın gelsin!” ve gezegenimizin bir parçasını yönetenler tarafından unutulan her kişiye Baba'nın sevgisi ulaşabilsin diye, yardımcı olmaya, işbirliği yapmaya hazır ve cömert olalım.

“Ey Allah'ım, ey Kral, seni yücelteceğim,

adını sonsuza dek öveceğim” (Mez 145,1).

başa dön

 

Senin isteğin olsun

22.

“Senin isteğin olsun”! Baba'nın isteği ne kadar güzel! Sadece sevgiyi bilen O, bütün yaratıkları için sadece iyiyi hatta iyininde en iyisini istiyor. O sadece iyiliği düşünmeyi biliyor. Bu sebepten bizler, O'na sadece 'Baba' diyerek, rahatlıkla ve güvenle, sevinçle ve barışla, O'nun isteğine kendimizi teslim ediyoruz. Duamızda O'nun isteğinin bizim için bizim isteğimizden daha önemli olduğunu güçlü bir şekilde vurguluyoruz. Bizim de bir isteğimiz var, fakat onun, en başından bizim ve sevdiğimiz kişilerinin egoizminden çokça etkilendiğini biliyoruz. İsteğimiz; maddi arzularımızdan besleniyor, arzularımız çoğu kez, kötü alışkanlıklara ve günaha götüren hırs, cinsel arzular ve güç arayışı kaynaklıdır. Baba elbette bizleri bu tehlikelerden korumak veya bunlara artık düşmüş ya da yönelmiş olmuş olursak, kurtarmak istiyor. Bu sebepten sık sık kendi isteğimizle Allah'ın git gide açıkladığı istek arasında büyük farklılıklar buluyoruz. Bunun için her zaman daha çok imanla ve güvenle şöyle diyelim: “Göklerde olduğu gibi, yeryüzünde de senin isteğin olsun”. İsa sadece sözlerle değil, özellikle örnekle bize Baba'nın isteğini kabul etmenin ne kadar önemli olduğunu öğretti: O, Zeytinlik Bahçesinde olduğunda ölümcül sıkıntılar çektiğinde şöyle dedi: “Baba, benim değil senin isteğin olsun!” (Lk 22,42). İsa ne egoizmin etkisinde ne de günah işlemiş oluyordu, fakat yine de Baba'nın isteğini, Kendisini şana, dünyayı kurtuluşa götürecek olan o isteğini kabul etmekte zorlandı: O'nun üzerine dayanışma içinde olma istediği bütün insanların günahlarının sonuçlarının yükü O'nun üzerine yüklendi. Bizler de Baba'nın isteğini kabullenmekte çokça zorlanıyoruz, sebep de, sadece egoist eğilimlerimiz değil, bizden önce olan, bizi çevreleyen günahın, şahsi itaatsizliklerimizin de etkisidir. O zaman İsa'nın Baba'ya olan mükemmel sevgisine katılmak için ve insanlığın Allah'ın projelerinden uzaklaşmasının sorumluluğundan kendimizi kurtarmak için şöyle demeye devam edelim: “Senin isteğin olsun”.

“Ya Rab, kurtarışına umut bağlar,

buyruklarını yerine getiririm.

Öğütlerine candan uyar,

onları çok severim” (Mez 119,166-167).

başa dön

 

23.

“Senin isteğin olsun”. İsa O'nun ardından gidenlere 'dost' dedi, çünkü onlara Baba'dan duyduklarını iletir. O halde Allah'ın planlarını ve isteğini tanınması imkansız, gizemli bir şey değildir, hatta madem ki o Babamızdır ve biz O'nun evlatlarıyız, açıklamalarını anlama sevincine sahibiz. İncelediğimiz dua, Baba'nın niyetlerini anlama arzumuzdur: Onları öğrenmeyi arzu ediyoruz çünkü onları bütün gücümüzle, çabalarımızla ve hayalimizle gerçekleştirmeye çalışacağız. Baba'mızın isteğinin bizim isteğimiz olmasını, planlarını somutlaştırmak için O'nun seçtiği yolları seçmeyi de istiyoruz. Allah'ımızın ne istediğini anlamak için ne yapabiliriz? Arzularının büyük kısmını Kutsal Yazılardan zaten biliyoruz: Onlar bize Allah'ın emirlerini bildiriyorlar. Arzularının diğer işaretlerini havarilerden alabiliriz; İsa onları bize şöyle diyerek gönderdi: “Kim sizi dinlerse beni dinlemiş olur” (Lk 10,16). Havarilerden sonra ve onlar gibi onların halefleri olan episkoposlar bize yardım etmektedirler. Sonra yaşam şartları da her gün bizleri seçim yapmaya zorlamaktadırlar: Bu seçimleri Rab'bin Sözünün ve kurtuluş tarihinin içimizde geliştirdi prensiplere uygun olarak alçakgönüllülük ve huzurla yapıyoruz. Yapmamız gereken günlük seçimlerimiz genelde daha belli başlı seçimlerimizin sonucudur: Yani yaşam şekli (evlilik, rahiplik...), iş durumumuz, sivil veya dinsel toplumda aldığımız sorumluluklar gibi. Kim evlenmeyi seçtiyse ayartmalardan kurtulmak için daima onun sevgi bağını göz önünde tutmalıdır, kuvvetlendirmeli ve derinleştirmelidir. Arkadaş veya iş ortaklarından veya başkalarından gelen teklifler karşısında ilk önce eşinin arzularını ve ihtiyaçlarını göz önünde tutacaktır, önceliği ona verecektir. Kim bir vakfa veya gönüllü işe kendini adamış ise Allah'ın isteğinin aldığı görevlere sadık kalmak olduğunu bilmektedir. Sevgi gerçekten de sadıktır, merhametlidir, iyilikseverdir ve alçakgönüllüdür. Allah'ın sevgisinin nitelikleri bize Allah'ın hangi şekilde O'na karşı itaat eylemlerimizi gerçekleştirmemizi istediğini göstermektedir.

Nasıl kulların gözleri efendilerinin,

hizmetçinin gözleri hanımının eline bakarsa,

bizim gözlerimiz de Rab Allah'ımıza

öyle bakar (Mez 123,2).

başa dön

 

Göklerde olduğu gibi...

24.

Baba'nın isteğini gerçekleştirmek ve daha önce onu bilmek istemeyi ilk planda tutacağız. Babamızın bizi hiçbir şey için zorlamayacağını biliyoruz çünkü O, evlatlarının hür olmasını istiyor. Gerçek bir baba gibi O da evlatlarının olgun, sorumlu seçimler yapabilecek insanlar olmalarını istiyor: Bu sebepten bizi zorlamıyor ve kendimize kötülük yapmamız pahasına bile hürriyetimize saygı gösteriyor. O halde bizler O'na ısrarla şöyle diyeceğiz: Baba, bize arzularını bildir, çünkü seninle işbirliği yaparak dünyayı bir sevgi yerine çevirmek istiyoruz. Bu sebepten mezmur yazarı ile birlikte O'na şöyle demeye devam edeceğiz: “Bana gerçek yolunda öncülük et, eğit beni; çìünkü beni kurtaran Allah sensin. Bütün gün umudum sende” (Mez. 25,4). Duamızın bu cümlesiyle İsa yine gözlerimizi kaldırtıyor, hatta gözlerimizi daima ileriye, dünyevi şeylerin üzerine kaldırmamızı öngörüyor. Baba'nın isteğini nasıl gerçekleştirebiliriz? Biz burada yeryüzündeyiz, ama arzularımız göklerde kök salmalıdırlar. Göklerde Baba'nın sevgisi engel bulmamaktadır, çünkü göklerde yaşayanların bütünü sevmekte hürdür, egoizmin frenlemesinden, her çeşit gurur, her yalancı denenmelerden hürdür. Göklerde bütün yaşayanlar, Baba'nın arzusunu kararlılıkla, hızla, sevinçle, Allah'ın arzularını yönlendirdiği aynı sevgiyle, gerçekleştirmektedirler. Yeryüzümüz göklerin devamı olmalıdır, bizler de bunun olması için işbirliği yapmaya hazır olduğumuzu ilan ediyoruz. Bu sebepten mümkün olduğu kadar meleklerin ve bizden önce yaşamış olan, göklerde yaşayan ve orasını Allah'ın şehrine çeviren kardeşlerimize bakalım. Onlar Baba'nın teklifleri karşısında başka fikirler, başka düşünme şekilleri, kendi bakış açılarını üretmiyorlar. Onlar Baba'nın isteğinin en büyük, en güzel, en güçlü sevgi olduğunu ve bunu gerçekleştirenin O'na layık olduğunu bilmektedirler. Melekler ve Azizler öğretmenlerimiz olsunlar. Senin isteğin olsun! Bu cümleyi daha güncel kılarak şöyle diyebiliriz: Göklerde olduğu gibi, evimde de, yüreğimde de, ortamımda da olsun!

O zaman şöyle dedim: “İşte geldim;

Kutsal Yazı tomarında benim için yazılmıştır.

Ey Allah'ım, senin isteğini yapmaktan zevk alırım ben,

Yasan yüreğimin derinliğindedir (Mez 40,7-8).

Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver

başa dön

 

25.

“Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver”. Bir zamanlar şöyle düşünüyordum: «Nihayet İsa bizim için bir şey dilememize izin veriyor!». Evet, çünkü içgüdüsel olarak duanın bir şey istemek, ihtiyaçlarımızı ve acılarımızı Rab'be bildirmek olduğunu düşünürüz, sanki bunları O bilmiyormuş, görmüyormuş, yeterince bizi sevmiyormuş gibi. Daima biraz pagan-putperest kalıyoruz, yani Allah'ımızın Baba'mız olduğunu kolaylıkla unutuyoruz ve bunun sonucu olarak endişeleniyoruz. Fakat şimdi İsa'nın Kendisi Allah'a arzularımızı sunmayı da bize öğretmek istiyor. Zaten O'nun Kendisi, öğrencilerine şöyle demişti: “Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır” ve Baba'nın, çocuklarının dileklerine cevap veren bir baba gibi, bizi dinlemeye ve bizim dualarımızı gerçekleştirmeye olan arzusun çeşitli hikayelerle anlattı. İsa, Baba'ya karşı sade ve gerçek bir samimiyette, evlat gibi bir samimiyette olgunlaşmamızı istiyor. Bu sebepten bizlere dilemeyi öğretmektedir. Her şeyden önce O, arzuyu çoğul olarak ifade etmektedir, bu bizde hiçbir şüphe bırakmamaktadır: Bizler her birimiz kendimiz için yaşamamaktayız, ama tek bir ailenin üyeleriyiz. Bu ailede birbirimize destek oluruz, her birimiz diğerinin sevinçlerini ve arzularını paylaşırız; bu ailede kardeşiz. Bir ailede biri açsa herkes bundan sıkıntı duyar, herkes aç demektir, birinde de yemek varsa bundan herkes yararlanmaktadır. İsa beş ekmek ve iki balığı dağıtarak örnek vermişti. Eğer Baba'dan bir şey dilersek bunu tüm insanlık için diliyoruz. Ve Baba'dan bir şey sormak istiyorsak gerçekten ihtiyacımız olanı isteyelim: Bu sebepten “günlük ekmeğimizi bugün” ver diyoruz, yani bugünkü ihtiyacımızı diliyoruz, biriktirmek için hatta zenginleşmek için değil. Yarın ne olacak? Yarın Baba hala Baba olacak, O'na yine kendimiz ve kardeşlerimiz için dilekte bulunacağız.

Fakat bu duanın sözleri bizlerde birkaç soru işareti yaratıyor. Ekmek verilmesi gereken “bizler” kimiz? Ekmek sözcüğü ile ne demek istiyoruz? Gerçekten yenilecek ekmeği mi yoksa başka bir şey mi ima ediyoruz? Dediğimiz “bugün”, tam bugün müdür? Şimdi yaşadığımız an mıdır?

Man yağdırdı onları beslemek için,

göksel tahıl verdi onlara.

Meleklerin ekmeğini yedi her biri,

doyasıya yiyecek gönderdi onlara (Mez 78,24-25).

başa dön

 

26.

“Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver”. Bize ekmeğimizi ver: Bu ‘bize’ ve ‘bizim’ sözcüklerini iki şekilde düşünebiliriz. Birinci şekil, bize en doğal gelen şekildir: Bütün insanları, bütün halkları düşünüyoruz. Böylece kendimizi tüm dünyanın temsilcileri kılıyoruz, devamlı olarak açlık çeken ve yaşamak için – bunu her zaman beceremeseler de! - hep terleyen, güçlük çeken halkların sesi oluyoruz. Bu şekilde duamız son derece sorumlu oluyor. Eğer Babamız Allah'tan, açlıktan ölen kardeşlerimiz için ekmek diliyorsak ve bizde fazlalık olan ekmek varsa, o kardeşlerimizin açlığından kendimizi sorumlu değilmişiz gibi düşünemeyiz. Ayrıca kendi refahı için batı dünyanın harcadığı ürünlerin büyük kısmının, fakir ülkeler tarafından üretildiğini ve karşılığında onlara acınacak bir ücret verildiğini düşünürsek adalet diye bağıran çığlığı hep duyacağız: Baba'mız o ülkelerin acılarının haberlerini ve onlar yararına çalışanların başlattıkları teşebbüslerin ulaklarını bize gönderiyor. Onları görmezlikten gelemeyiz! Eğer bankalarda para yatırarak desteklediğimiz çok uluslu şirketlerin elleri ve silahları vasıtasıyla devamlı olarak çaldığımızı iade etmezsek, kendi kendimizi mahkum ederiz ve duamız ikiyüzlü olur. Duamız dünyanın fakirlerini destekleyen tüm girişimlere dikkatli olmaya çağırır bizi. Örneğin sigara ve esrar veya şans oyunları, dergiler, kozmetik ürünleri gibi gereksiz, hatta zararlı şeylere ne kadar çok para harcandığını düşündüğümde ve bunu aç ülkeler için toplanan paraların azlığıyla karşılaştırdığımda, utanıyorum. Bu vazifeyi sadece hükümetlere bırakamayız: Onlar söz veriyor ama yapmıyorlar. Ne zaman “günlük ekmeğimizi bugün de bize ver” diye dua ediyoruz, o zaman ekmeği olmayanları, sonra bankadaki hesabımızı da düşünelim. Allah bizi herkese olan Kendi babalığıyla işbirliği içinde cömert kararları vermemizi bekliyor.

Hepsi seni bekliyor,

yiyeceklerini zamanında veresin diye.

Sen verince onlar toplar,

sen elini açınca onlar iyiliğe doyar (Mez 104,27-28).

başa dön

 

27.

“Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver”. “Bize”yi ve “bizim”i biraz daha öz olarak da düşünebiliriz: Bu dua ile dua edenler; Hristiyanlardır, yani vaftiz olanlar. Nitekim bu dünyada başka hiç kimse Allah'ı Baba diye çağırmayı ve başkaları için ekmek istemeyi, hayal bile etmez! Duanın bu cümlesi ile İsa, bizim için, yani biz Hristiyanlar, vaftiz olmuşlar için, “ekmek” istememizi öğretiyor. Bazılarına göre bu dua etme şekli biraz egoistçe gelebilir. İsa sadece kendimizi düşünmeyi öğretmiş olabilir mi? Sadece kendimizi mi düşünürüz? Bizi ilgilendiren sadece Hristiyanlar mı? Böyle olsa bizim hakkımızda kötü düşünenler haklı olurlardı. Fakat tarihe ve coğrafyaya bakarsak Hristiyanların, dünyanın her köşesinde, Hristiyanlara yasak olduğu yerlerde bile herkesle ilgilenenler olduğunu görürüz. Kim Kalkütalı Rahibe Teresa'nın, ondan önce de ondan sonra da birçok başka Hristiyan'ın girişimlerini bilenler, Orta Doğu ve Afrika'daki Hristiyan okullarına ve hastanelerine dikkatle bakanlar da bu kurumlardan faydalananların çoğunun Hristiyan olmadığını görürler. Fakat eğer “bizi” derken Hristiyan olan bizi düşünürsek (tabi böyle de düşünebiliriz) biz Hristiyanların ihtiyaç duyduğu ekmeğin ne olduğunu kendimize sorabiliriz. Baba'mızdan ısrarla istediğimiz ekmek nedir? Sadece sofrada yenilen ekmek mi? Biz Hristiyanların özel bir ekmeğe ihtiyacı var: Kardeşliğimizi ve tüm dünyaya sevgimizi besleyen, birliğimizi ve kutsallığımızı arttıran bir ekmeğe. Biz Hristiyanların ihtiyaç duyduğu ekmek yeni ve canlı bir ekmektir, bedenimizi değil, özellikle ruhumuzu besleyen bir ekmektir. İsa'nın Baba'mızdan istememizi öğrettiği ekmek; Kilise'nin tüm insanlara affı, barışı, birliği ve sevinci verebilen Allah'ın evi olabilmesi için ihtiyaç duyduğu ekmektir. Her Hristiyan'ın ve tüm Kilise'nin ihtiyaç duyduğu ekmek; her gün beslendiğimiz Mesih'in Bedenidir. Bu ekmek her şeyden önce biz vaftizlileri birbirlerimize birleştirir, ama sonra herkese, Hristiyan olmayana da, hatta bizden nefret edene de, Allah'ın sevgisinin işaretlerini ve armağanlarını vermeye bizi hazır kılar.

Genç aslanlar bile aç ve muhtaç olur;

ama Rab'be yönelenlerden hiç bir iyilik esirgenmez (Mez 34,10).

başa dön

 

28.

“Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver”. Kilise'nin ihtiyaç duyduğu ekmek, Masih'in Bedenidir; bizler, içimizde Kutsal Ruh sabit bir şekilde var olsun diye bu ekmekle besleniyoruz. Efkaristiya Ayini esnasında aynen böyle dua ediyoruz. Nitekim ekmeğin ve şarabın takdisinden önce onları “bizim için” Mesih'in Bedenine ve Kanına çevirsin diye onların üzerine inmesi için Kutsal Ruh'a yalvarıyoruz. Takdisten sonra da şöyle dua ederiz: “Mesih İsa'nın bedenini ve kanını paylaşıp, Kutsal Ruh ile kuvvetlendirmiş olan bizlerin, Mesih’te tek bir beden, tek bir ruh olmasını sağla” (3. Şükran Duası). Biz Mesih'in Bedeni ile besleniyoruz çünkü Kutsal Ruh'a ihtiyacımız var. O halde İsa bize ekmeği istemeyi öğrettiğinde O'nun Kutsal Ruh'u düşündüğünü söyleyebiliriz. Üç arkadaş meselini anlatırken de aynı şeyi düşünüyordu. Bu meseli anlatırken (Lk 11,5-8) İsa, gece yarısı bir arkadaşın, arkadaşını, başka bir arkadaşı için ekmek dilemek uğruna uyandırdığını anlatıyor. O kadar ısrarla istiyor ki istediğini elde ediyor. Aynen Allah Baba da Kutsal Ruh'u, O'ndan ısrarla dileyene veriyor. Kutsal Ruh; Kilise'nin büyümek için, İsa'nın Baba'sından öğrencileri için dilediği birliğin içinde kalmak için beslendiği ekmektir, onunla beslenenleri kardeş kılıp birleştiren bir ekmektir. “Günlük ekmeğimizi” istediğimizde sadece karnımızı doyuran ekmeği düşünmemeliyiz, her şeyden önce bizleri Kilise'nin birer canlı üyesi, Kilise'yi de Rab'be itaatkar, birlikte sabit, dünyadaki misyonunu yaşamakta güçlü kılan Ruh'u arzuluyoruz. Allah tarafından sevilen bu dünyada, İsa'nın tanıkları olabilmek için Ruh'una ihtiyacımız vardır, yoksa Hristiyan olan bizler dünyada bir yenilik olmayacağız. Devamlı olarak Kutsal Ruh'u dileyelim, böylece her gittiğimiz yerde Allah'ın ve Mesih'inin varlığının güzel kokusunu yayacağız; ne yaparsak yapalım, Baba'nın, O'nu tanımaya ve Mesih'in bedeninin üyeleri durumuna gelmeye ihtiyacı olan insanlara bir armağanı olacağız.

Ruhun'u gönderince var olurlar,

yeryüzüne yeni yaşam verirsin (Mez 104,30).

başa dön

 

Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi, sen de bağışla suçlarımızı

29.

“Sen de bağışla suçlarımızı”. Bu, acılı bir konu. Kabul edelim ki suçlu ve borçluyuz. Neye borcumuz var ve kime? Ferisiler ve Herodes'in taraftarları İsa'yı denemek için O'na geldikleri zaman O'na, Allah'ın halkı, İbrani olan kendilerinin, Roma'daki pagan imparatora vergi vermeleri gerekiyor mu diye sordular. Rab, üzerinde Sezar'ın resminin ve yazısının olduğu parayı göstermelerini istedi, sonra onlara şöyle dedi: “Sezar'a ait olanı Sezar'a, Allah'a ait olanı Allah'a veriniz” (Mk 12,17). Allah'a ait olanı Allah'a veriniz! “Yeryüzü ve içindekiler Allah’ındır” (Mez 24,1) diyen bir mezmur vardır. İnsan O'nun eseridir, hatta “O'na benzer” (Yar 1,27) yaratıldı, çehresinde ilahi ışık parlıyor. Allah'a yaşamımız için ve bunu dolu ve sevinçli kılan sevgisi için borçluyuz. Yapmayı becerdiğimiz her iyiliği de O'na borçluyuz, çünkü her becerimiz, entelektüel veya fiziksel olsun, hepsi O'ndan gelir. Eğer Allah'a Kendisine ait olanı verirsek, bize pek bir şey kalmaz! O'nu tüm gücümüzle, tüm aklımızla, tüm varlığımızla sevelim diye O'na her şeyden önce yüreğimizi vermeliyiz. “Sen de bağışla suçlarımızı”, öyle ki huzurlu, korkusuzca yaşayabilelim. Elbette biz bu borcu ödeyemeyiz, bunu Allah'ın Kendisi söylüyor: “Kimse kimsenin hayatının bedelini ödeyemez, Allah'a fidye veremez. Çünkü hayatın fidyesi büyüktür” (Mez 49,7-8). Ama sonra da şöyle devam ediyor: “Ama Allah beni kurtaracak” (Mez 49,15): İşte, istediğimiz tam budur, Allah'ın bizi ellerine almasını ve zayıflığımızı göz önünde tutmamasını. Bu dünyadaki zenginlerin hiçbir avantajları yoktur, çünkü yaşamımızı ödeyemeyiz, onu para ile satın alamayız. Fakat bütün bunlarla birlikte biz, her zaman Allah'ın eseri kalmaktayız, O'na ait oluruz. Zenginler daha acınacak bir durumdadırlar: Kendilerine yettiklerini zannederler ve bu yanılgı onları hemen hayal kırıklığına uğratacaktır! Gerçekten de İsa, zenginliğe ‘haksız’ diyor, çünkü bizim kendimizi Allah'ın evlatları ve kardeş olarak hissetmemizi engeller ve çünkü bizi aldatır: Hakikaten en önemli anda, bu dünyayı terk ettiğimizde, o bizi terk eder, bizimle gelmez ve hiçbir borcumuzu ödemez!

Yine de Allah sevecendi,

suçlarını bağışlıyor, onları yok etmiyordu;

çok kez öfkesini tuttu,

bütün gazabını göstermedi.

Onların yalnızca insan olduğunu anımsadı,

geçip giden, dönmeyen bir rüzgar gibi (Mez 78,38-39).

başa dön

 

30.

“Sen de bağışla suçlarımızı”. İsa bizi, suçlarımızın bağışlanmasını dilemeye davet ediyor. Biz işlediğimiz günahlarla yaşamımızı, hatta yaratılışı bozduk ve de bozmaya devam etmekteyiz. Duanın bu kısa bölümünde iki kere “biz” kullanılmakta: Daha önce dediğimiz gibi bununla bizim üye olduğumuz Kilise'yi düşünebiliriz. İsa'nın öğrencileri olmamıza rağmen günahkârız, devamlı olarak da merhamete, af eden ve unutan sevgiye ihtiyacımız vardır. Biz günahkarız, hem çünkü her birimiz Allah'a itaat etmeyip kötülük yapar, hem de çünkü imanlıların cemaati olarak Allah'ın mükemmel sevgisine tanıklık etmeyiz O halde sadece şahsi günahlarımızdan ve yarattıkları zarardan dolayı değil, aynı zamanda desteklediğimiz veya karşı çıkmadığımız, haksız ve sevgisiz sosyal davranışlarımızdan da sorumluyuz. Bu davranışlar yüzünden Kilise'nin imanı zayıf olur ve dünyayı etkileyemez: Tatsız tuz, gizli ışık, güçsüz maya gibi. Hristiyanların, düştükleri ve yayılmış davranışlar oldukları için haklı çıkardıkları günahlar, çok zararlıdır, çünkü birçoklarının İsa'nın öğretilerine uygun yaşaması için engel teşkil etmektedirler. Bu günahlar yüzünden İncil artık iyi bir haber olarak gözükmemekte, ilgi çekemez ve etkileyemez olmaktadır.

Bu dönemlerde en çok yaygın olan ve genel görüşe göre - maalesef Hristiyanların arasında da - haklı gibi gösterilen günahlar arasında, cinsellikle ilgili günahlardır. Bu günahların sonuçları gerçekten çoktur, zincir şeklinde çoğalırlar ve yarattıkları acılar yıllar, hatta asırlar boyunca sürerler. Bu günahların en kötü sonuçlarından birisi, aile olarak yaşama kabiliyetsizliğidir; bu günahlar aile yaşamının hem başlamasını hem de ilerlemesini engellerler. Böylece Allah'ın en güzel eseri, yani eşler arasındaki ve çocuklara da iletilen birlik, yok edilir. Şeytan, cinsel ve duygusal kaprislerini ön plana koyan, hatta bunların iyi ve doğru olduklarını gösteren insanlar aracılığıyla birçok acılı durumlar yaratır. O, aynı zamanda devletlerin de bu çok yanlış davranışlarını destekleyen kanunlar çıkarmalarını sağlıyor: Çok uluslu şirketler, kazançlarını arttıran cinsel endüstriyi destekleyerek, insanların, ailelerin ve tüm sosyal çevrenin gerçek iyiliğini mahvetmeyi başarıyorlar.

başa dön

 

31.

“Sen de bağışla suçlarımızı”. Daha önce, cinsel günahlarımız ile tüm topluma zarar verdiğimizi söyledik. Gerçekten de bu günahlar; aile kavramını yıkmakta, çocukların küçük yaştan itibaren psikolojik dengelerini bozmakta, şahıslar arası ilişkileri sarsmakta, kürtajı haklı çıkarmaya, onu kabullenmeye yol açmaktadırlar. Kürtaj, insan hayatına değer veren doğru düşünce şeklini değiştirmeye götürmektedir. Bunun sonucunda hiç bitmeyen zincirleme bir değerler kaybı olur! Aileleri evlat sayısını en çok bir veya ikiye indirmeye zorlayarak, çocukları yalnızlık içerisinde büyümeye itmekte ve güven veren kardeşlik, akrabalık tecrübesinden mahrum etmekteyiz. Ayrılmaları ve boşanmaları kolaylaştıran ve kabullenen bir düşünce tarzı ile, birçok çocuğun psikolojik çöküntüsüne sebep olmaktayız: Bu çocuklar ne şekilde büyükler olacaklar? Hangi psikolojik dengesizliği yaşayacaklar? Elli yıl sonra bu günahların meydana getireceği sosyal çöküntünün boyutu ne olacak? Diğer günahlar da düzensizlikler, hastalıklar ve acıları, yıllarca kalan büyük zararları yaratmaktadırlar. Örneğin aç gözlülük ve cimrilik; kardeşleri kardeşlerden ayırıyor, kıskançlık ve kızgınlık yaratıyor, bunlar da dengesizliklere, çeşitli ve tanınmamış hastalıklara yol açıyorlar. Her çeşit günah karşılıklı güvensizlik yaratır, yaşamı zor ve acı kılar. Tek tedavi dilememiz, almamız ve vermemiz gereken aftır. Bunu isteyelim, ısrarla isteyelim. Bunu Baba'dan istiyoruz: Sadece O bizi gerçekten af edebilir! Biz O'nun affının gerçek olduğuna, meyve getirdiğine de inanıyoruz. Af bize barış, huzur verir, Allah tarafından sevilen evlatlar olmanın sevincini yeniden verir. İsa'nın, affın nasıl sevinç verdiğini ve yıkılan ilişkileri nasıl tekrar kurduğunu anlatan meselini hatırlayalım: Bu, babasının evini terk eden evladın hikâyesidir. Baba, O'ndan af dilemek için geriye döndüğümüzde bunu bayram gibi kutlar. Allah Baba'nın sevinci bizim affedilmemizdir!

Büyük bir günah veya olumsuz bir durumdan sonra bile, her şeyin bittiğini, artık çaresiz olduğumuzu söyleyemeyiz. Aynı zamanda da Allah merhametli diye her şeyi hafife de alamayız: Kendimizi alçaltıp O'ndan af dilemek gerekmediğini düşünmemeliyiz. Affı diliyoruz. İsa bu duayı ağzımıza koyar. Alçalmak ve af dilemek bize yarıyor: Yapmazsak gururumuzun içinde, yani günahın içinde, Baba'nın sevgisinden uzak kalırız!

Çünkü biliyorum isyanlarımı,

günahım sürekli karşımda.

Sana karşı, yalnız sana karşı günah işledim,

senin gözünde kötü olanı yaptım (Mez 51,3-4).

başa dön

 

32.

Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi...

“Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi”. Suçlarımızın ve günahlarımızın affedilmesini diledik ve Baba'nın tüm evlatlarına ve tüm yaratıklarına duyduğu merhameti elde edeceğimize güveniyoruz. Fakat doğal olarak bize şöyle düşünme fikri gelir: Bize karşı kötü davranmış olanları biz affetmeye hazır değilsek, biz nasıl affedilmeyi bekleyebiliriz? Bu konu hakkında da İsa çok anlamlı ve açık bir mesel anlattı, kötü hizmetkar meseli. O hizmetkar, sadece dua ederek efendisinden çok çok büyük bir meblağın bağışlanmasını aldıktan hemen sonra arkadaşının az bir borcunu bağışlamayı beceremeyince kendisini çok kötü gösterdi. Böyle bir kötülük, borcunu ödemediği için alacağı cezadan çok daha büyük bir ceza almasına sebep oldu: “Benim sana acıdığım gibi sen de arkadaşına merhametli davranman gerekmez miydi?” (Mt. 18,33). Bu sebepten dolayı biz Baba'ya başkalarına göstereceğimiz merhameti ölçüt olarak almasını ve ona göre bizi yargılamasını söylüyoruz. İsa'nın kendisi dua hakkındaki öğretişinin sonunda şöyle diyor: “Başkalarının suçlarını bağışlarsanız, göksel Babanız da sizin suçlarınızı bağışlar. Ama siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da sizin suçlarınızı bağışlamaz” (Mt. 6,14-15). Havariler bu öğretiye devam ettiler: “Birbirinize karşı iyi yürekli, şefkatli olun. Allah sizi Mesih'te bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın” (Ef. 4,32).

Affetmeyi becerebilmek için Baba Allah'ın daha önce bizi ne kadar çok affettiğini hatırlamalıyız: O bizden sevgisini ‘kazanmamızı’ istemiyor, bize sevgisini bedava veriyor, ama gerçek evlatları olarak O'nun davranışlarını öğrenmemizi ve O'ndan gelen affı kardeşlerimize vermemizi bekliyor. Kaybolan oğul benzetmesini de hatırlayalım: Onda Allah'ın, O'nu terk eden ve davranışıyla inciten oğlunu, büyük affetme kabiliyetini görüyoruz. Baba'nın affı herkes için bir bayram oluyor! Maalesef diğer oğul babasının davranışından öğrenmemişti: Bu şekilde uzak ülkelerde parasını fahişelerle harcayan ve domuzları otlatan küçük kardeşinden, babadan daha da ‘uzak’ olduğunu kanıtlıyor.

Bize günahlarımıza göre davranmaz,

suçlarımızın karşılığını vermez.

Çünkü gökler yeryüzünden ne kadar yüksekse,

kendisinden korkanlara karşı sevgisi de o kadar büyüktür (Mez 103,10-11).

başa dön

 

33.

“Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi”. Duanın bu cümlesinde de özne “biz”dir. Daha önce bu “biz” denildiğinde Kilise'nin ifade edildiğini söylemiştik. Bu bizi teselli ediyor. Çünkü affetmek hiç kolay değil: Bazen bize yapılan kötülük bize o kadar ağır gözüküyor ki, onu affetmek için yeterli gücümüz yok. Düşünün, mesela biri sırlarımızı açıkladıysa veya güvendiğimiz biri bize hırsızlık yaptıysa, eşine tamamen güvenen biri eşi tarafından aldatıldığını gördüyse, biri annemizi veya çocuğumuzu öldürdüyse… Affetmek ne kadar zor olur! Affetmeye alışık değilsek, bazen bu bize imkansız gibi gelir. O zaman da nasıl “bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi” diyebiliriz? Evet, biz Kilise olarak bağışlıyoruz. Kilise, Allah'tan alçakgönüllülükle affedilmeyi dileyen herkesin günahlarını affeder. Kilise, İsa'nın “yetmiş kere yedi” defa affetmek gerektiğini söylediğinde de O'na itaat ediyor! O halde affetmeye kabiliyetli olmadığımı düşündüğümde de şöyle diyebilirim: “Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi”. “Ben” demiyorum, “biz” diyorum! Allah beni affetmek için ölçüt olarak benim affetme gücüme değil, Kilise'nin affetme gücüne bakar. “Bağışladığımız gibi”, şu anlama da gelebilir: “madem ki biz affediyoruz”. Bu takdirde Allah, biz Kendisinden daha iyi gözükmeyelim diye, bizi affetmekte Kendisini hemen hemen mecburmuş gibi hissedecekti! Aynı zamanda da bizler de bize karşı bir suç işleyenleri veya eksik iş yapanları daha candan affetmeye hazır olacağız! Affetmekte zorlandığımda Rab'be şöyle demeye alıştım: “Rab'bim İsa, o kişiyi sen affet. Seninle karşılaşmasını ve kurtulmasını sağla. Seni tanıyıp sevmesini ve kendini sana sunmasını sağla”. Bu şekilde engeli aşmaktayım: O kişi benim şahsen onu affetmemden çok daha kârlı çıkacaktır! Benim de günahkar olduğumu ve daima günaha düşme tehlikesinde olduğumu hatırlamam da bana çok yardımcı olur. Ben affetmezsem, beni kim affedecek? Günahkar olduğumu hatırlamam büyük bilgeliktir; bu beni alçakgönüllü kılar, bu şekilde de Allah'a ve insanlara karşı açık olmamı, ayrıca benim Allah ve insanlar tarafından sevilecek duruma kavuşmamı da sağlar.

Bir baba çocuklarına nasıl sevecen davranırsa,

Rab kendisinden korkanlara öyle sevecen davranır.

Çünkü mayamızı bilir,

toprak olduğumuzu anımsar (Mez 103,13-14).

başa dön

 

Bizi günah işlemekten koru

34.

“Bizi günah işlemekten koru”. Bu cümleyi İncil'de şöyle buluruz: “ayartılmamıza izin verme”. Ayartılmak fiili Yunanca olarak denenmek, sınanmak anlamını da taşır. O zaman bu dua şöyle anlaşılabilir: Ayartıldığımızda günaha düşmemize izin verme, sınandığımızda bizi kendi gayretlerimize bırakma, sana sadakatimizi göstermek istediğimizde bize destek ol! Kutsal Yazılar, Allah'ın dostlarının sınanmaları gerektiğini yazar: Sadakatimiz yaptığımız işlerle ispatlanmalıdır, ispatlanmadıkça O'na olan imanımız güvenilir değil, komşumuza olan sevgimiz anlayışsızlığın ve minnettarsızlığın zorluklarını aşmadıkça emin bir sevgi değildir. İbrahim sınandı, herkesten çok sınandı. İshak ve Yakup da sınandı. Yakup'un oğlu, Yusuf'un denenmelerini nasıl aştığını biliyoruz. Musa ve İlyas'ın da Allah'a olan sadakatlerini ispatlamak için katlandıkları yalnızlığı da biliyoruz. Kutsal Kitapların arasında Eyüp Kitabı, tam da ayartmaları aşmamız ve acı veren zor denenmeleri atlatabilmemiz için özellikle yazılıp eklenmiştir. Ve de Yudit hemşerilerine şöyle konuştu: “Bu ortamda, atalarımızı sınadığı gibi şimdi bizleri sınayan Rab'bimize şükredelim. İbrahim'e nasıl davrandığını anımsayın, İshak'ın çektiği büyük sıkıntıları, Yakup'un annesinin kardeşi Laban'ın koyunlarına bakarken Suriye'nin Mezopotamya'sında başına gelenleri anımsayın. Bu büyük sıkıntıların amacı onların kalplerini okumaktı, şimdi de Allah bizden öç almıyor, ama Rab'bim gönlüne yakın olanları uyarıyor” (8,25-27). Kutsal Kitap ayartmayı aşamama durumunda olmanın ne olduğunu da açıklıyor: Örneğin, Davut günaha ayartıldığında zina yaptı, sonra günahını saklamak için bir de cinayet işledi. Süleyman önce birçok eşe sahip olmak istedi, sonra da, onların putperestliğini kabul etti bile. Pek çok başka kişi de insanın zayıf oluşunun onları nerelere götürebileceğini gösterdi. Kurtuluş tarihi, birçok sadakatsizliğin, düşmenin ve sonucunda gelen cezaların, bunlarla beraber Allah'a imanın ve sevginin küçük ve büyük zaferlerinin de hikayesidir. Alçakgönüllüler ayartmaları reddetmeleri ve denemeleri aşmaları için yardım alırlar, kibirliler ise bayağı şekilde günaha düşerler: Çünkü bunlar sadece kendilerine güvenirler, yardım istemezler ve bize tek yardımcı olabilen Allah'tan yardım dilemezler.

Rab her kötülükten seni korur,

esirger canını (Mez 121,7).

başa dön

 

35.

“Ayartılmamıza izin verme”. Allah'ın bizi hangi ayartmalardan korumasını istiyoruz? Bunlar çok mu ya da tek mi? Mutlaka İsa'nın da katlanması ve yenmesi gereken ayartmaydı. İki İncil yazarı bizlere ayrıntılarıyla bu ayartmayı anlatmaktadır. İsa çölde denendi, oraya O'nu Ruh götürdü. Ayartmanın sözleri; İsa'nın, Kendisinin Allah'ın Oğlu olduğunu bilerek yaratılış ve insanlar üzerine gücünü ve hükmedişini göstermesini istiyordular: Bu şekilde İsa, Allah'ı Baba olarak değil de, ama zorba bir hükümdar olarak, Kendisini de, istediğini yapan, yaptığının hesabını kimseye vermeye mecbur olmayan onun oğlu olarak görecekti. Biz İsa'nın şöyle cevap verdiğini biliyoruz: “İnsan sadece ekmekle yaşamaz; insan Allah'ın ağzından çıkan sözlerle yaşar” (Mt 4,4). Şöyle diyormuş gibi: Ben sadece Baba'mın dediğini yapacağım, O'nu dinleyeceğim, O'na itaat edeceğim! Daha sonraları da İsa, Ferisilerin veya yazıcıların veya başkalarının sözlerinde de aynı ayartıcının mevcudiyetini tanıdı. Ne zamanki “ayartılmamıza izin verme” diyoruz, sanki Baba'ya, O'nu dinlememize, O'na itaat etmemize, O'nun gönderdiği işaretlere dikkatli olmamıza yardımı için yalvarıyoruz. Kendi düşüncelerimizi ve fikirlerimizi, bizi çevreleyen dünyanın düşünce şekillerini, baştan çıkıp kandırarak insanların düşüncelerini ve ikna etmelerini değiştiren “büyükler”in düşünce şekillerini de takip etmememiz için gerekli ışığı ve gücü Baba'dan diliyoruz. O'ndan İsa gibi sevgi dolu bir itaate ulaşmamızı da diliyoruz. Ayartma bize saklı, kurnaz şekilde yaklaşır, çok ikna edici fakat bizleri Allah'ın yüreğinden uzaklaştıran fikirleri sunar: Bir şeyleri ve bazı düşünceleri sanki sevgiden daha önemliymiş gibi gösterir. Bu şekilde de aynen aziz Yuhanna'nın, birinci mektubunda söylediği gibi Allah'ın sevgi olduğuna inansak da, Allah, bir akıl yürütmeymiş gibi davranırız. Ayartma; İsa'yı, evet, bir Mesih, ama insanların egoist arzularını yerine getiren bir Mesih olmaya teşvik ediyordu. Halbuki İsa; Kendisinin, Babası tarafından yeni bir yol, “sonuna kadar” sevginin, reddedilme ve öldürülme pahasına kadar sevgi kalan o sevginin yolunu gösterip kat etmek için gönderildiğini biliyordu. Ayartıcı - Şeytan - bize de aynı şekilde davranır: İsa'ya bağlı, O'ndan yardım alarak sevmeye devam edeceğiz.

Şimdiden sonsuza dek

Rab koruyacak gidişini, gelişini (Mez 121,8).

başa dön

 

36.

“Ayartılmamıza izin verme”. Ayartıcının, yani bizi günaha teşvik eden şeytanın, Allah'ı olduğu gibi, yani seven ve sevgiden mutlu olan gibi, görmemizi istemediğini gördük. O bize Allah'ı güçlü, diktatör, patron gibi göstermek ister, öyle ki kendisi 'tanrı' olarak tanınsın. Hiç birimiz öyle bir şeyi onaylayıp şeytana Allah yerine tapmak istemez. Ama ayartıcı çok kurnazca davranır; biz dikkatli olmazsak ve yardım almayı kabul etmezsek, kolaylıkla düşebiliriz. Yani kolaylıkla Allah'ın bir Baba değil de, bir patron olduğunu inandıracak işler ya da davranışlar sergileyebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, şeytan bizi Baba'dan uzaklaştırmak için akıl yürütmelerimizi kullanır. Fakat biz Allah'ın sevgi olduğunu ve dolayısıyla sadece sevgi yolunda O'nunla karşılaşmanın mümkün olduğunu biliriz. Biliyoruz ki, sadece sevgi aracılığıyla biz kendimiz Allah'ı başkalarına göstermeye ve O'nun peygamberliği olmaya kabiliyetli olabiliriz. Fakat öyle bir şey başımıza gelebilir – ve işte, bu anda ayartıcının işi meydana gelir! -: Daha faydalı ya da daha mantıklı nedir diye akıl yürütmeye teşvik ediliriz. O zaman içimize, kendimizin haklı olduğumuza emin olarak bize başkalarından üstün zannetmemizi sağlayan kötü bir ruh girer. O zaman yaşamımız Allah'ı göstermez: Ne zamanki Rab'bimiz İsa'ya tanıklık etmekten çok, kendi haklarıma ve fikirlerime önem verirsem, o zaman başkalarına Allah'ın sabırlı, merhametli ve uysal sevgisini tattırmam, tersine şeytanın özellikleri olan kibirliliğin acılığını ve daima haklı olma isteğini gösteririm. Hakikat, Allah'ın sevgisidir: Eğer Allah'ın sevgisinin bir yönünü göstermiyorsam, hakikatte değilim, “haklı” olduğuma çok emin olsam da! Eğer fikirlerim doğru ve ‘haklı’ olarak kabul edilirlerse de, ama kardeşim benim aracılığımla Allah'ın sevgisini hissetmezse, ben hakikatte değilim, yalandayım ve her yerde yalanın kokusunu yayarım. Loyola'lı aziz İgnatius kendine şöyle bir prensip edinmişti: “Allah'ı en büyük şekilde yüceltmek için!”. Bu söz; birçok şey, davranış ya da teşebbüs arasında Allah'ın sadık, merhametli, alçakgönüllü, cömert, daimi ve sabırlı sevgisini daha çok yansıtanı seçmesine yardımcı oluyordu. Bizler de böyle yaparsak, yaşamımız; Allah'ın açıklanması, O'nun tatlılığını, iyiliğini, gücünü, sadeliğini herkesin tecrübe etmesi için yardımcı olacaktır. Her ayartma bizi bu yoldan uzaklaştırmaya çalışarak, Allah'ın güzelliğini ve iyiliğini saklamaya, onun yerine O'nun ezen bir patron olduğu fikrini yaymaya bizi teşvik eder.

Ama benim için en iyisi Allah'a yakın olmaktır;

bütün işlerini duyurayım diye

sığınak yaptım Egemen Rab'bi kendime (Mez 73,28).

başa dön

 

37.

“Bizi günah işlemekten koru”. Allah'a her itaatsizliğe düştüğümüzde yaşamımız bir yalan oluyor: Sanki Allah'ı yaptıklarımıza, günahımıza ortak yapıyoruz, insanlara Allah hakkında bu fikri veriyoruz. Dolayısıyla din adamlarının günahları çok tehlikelidir ve Hristiyan olmayanlar için, her Hristiyan'ın günahı da tehlikelidir. Bu sebepten yürekten, güçle ve alçakgönüllülükle yalvaralım: “Bizi günah işlemekten koru”, “Ayartılmamıza izin verme”. Yaşam, cinsellik, evlilik konusunda ayartılıyoruz; yaratılışa olan saygıya karşı, Allah'a adamak gereken dua zamanlarına karşı ayartmalar yaşıyoruz. Şeytan yaşamımızın her yönüne ve har alanına, aldığımız her armağana zarar vermeye çalışır. Allah ile işbirliği yapabileceğimiz her fırsatı da yok etmek ister. Özellikle bizi her şekilde ayırmak için uğraşır: Ayırtıcı, “bölücü” demektir. O bizi Allah'tan ayırmak ister, aynı zamanda da aramıza anlaşmazlık tohumu – deliceler - atmak ister. O, Kutsal Ruh'un eserini yıkar: Çünkü Kutsal Ruh birlik ve barış Ruhu'dur, şeytan ise bölünme ve savaş ruhudur. Şeytan mutlu olmamızı istemez, bu sebepten de sadece İsa'nın bize verebileceği birlik sevincini engellemeye çalışır. Kabul ettiğimiz her ayartmanın meyvesi günahtır ve günah hiç bir zaman, hiç kimseye yardım edemez. Şeytan bizi dostlarımıza, onların Allah'a itaat etmedikleri zamanlarda da, yardımcı olmamız gerektiğine inandırmaya çalışır. Bu yöntemle birçok erkek ve kız genci “anlaşma” amacı ile Allah'ın emrine karşı gelerek günah işlemeye iter. Bu şekilde erkek ve kız gençler; evliliğe değil, onu anlamamaya, onu yaşayamamaya, onu temellerini kaya yerine kum üzerine kurmaya hazırlanırlar. Şeytan bölünmenin, her şeyden önce Kilise'de var olmasını ister. O, mahalli kiliselerde, cemaatlerde ve manastırlarda bölünme tohumları eker: Başardığı yerlerde artık Allah'ın mevcudiyeti ve İsa'nın mükemmel sevgisi hissedilemez olur. İsa'nın Kendisi Baba'ya, öğrencilerini “bölücü”den koruması ve aralarına birliğin büyük lütfunu vermesi için yalvardı. Hristiyanlar birlik içerisinde yaşayarak Baba ile Oğul arasındaki sevgi doluluğunu gösterirler: Bu şekilde dünya için ilahi ışık ve lütuf olurlar.

“Ayağım kayıyor” dediğimde,

sevgin ayakta tutar beni, ya Rab Mez 94,18).

başa dön

 

Bizi kötülükten kurtar

38.

“Bizi kötülükten kurtar”. İsa bu isteği, duanın sonuna bıraktı: Kötülük pek çok kez Hristiyanın yaşamında ve yaşadığı dünyada vardır, bu sebepten ondan kurtulmayı istemek önemlidir. İnsan tek başına kötülüğü yenemez, ne onu dışarıdan etkileyeni, ne de onun yüreğinden doğanı. “Bizi kötülükten kurtar”. Bu cümleyi İncil yazarının dilinde okuyan, tercümeyi daha iyi ifade edebilen bir şekilde yapabilir: “Bizi Kötü Olan'ın pençesinden kurtar”. Kötü Olan, yani Şeytan bizi artık yakaladı, hatta aziz Petrus'un bir söylemi gibi diyebiliriz: “Düşmanınız İblis kükreyen aslan gibi yutacak birini arayarak dolaşıyor” (1Pt 5,8). Şeytan artık bizi ele geçirdi ve kendisinden kaçmamıza izin vermez. O, yaşamımızın arasına girdi ve üzerimizde hak iddia ediyor. Hem kendi günahlarımızı, hem de miraslarını çekmekte olduğumuz atalarımızın günahlarını düşünelim. Sadece çalınmış zenginlikleri değil de, düzensiz duyguların ve ilişkilerin durumlarını da, bölünmeleri ve anlaşmazlıkları besleyen davranışları da hatırlayabiliriz: Bunların bütünü; bizden ya da bizim için başka kişiler tarafından alınmış, belki de bizim için daima bilinmez kalacak yüzeysel kararlardan gelen durumlardır. Bunlardan dolayı düşman bizim kendisine - en azından kısmi olarak - borçlu olduğumuzu söyleyebilir. Bunun farkına varmak ve bundan kurtulmak için yardım sadece yukarıdan, Allah'tan, insanları evlatları gibi seven o Allah'tan gelebilir. Bu sebepten bizler, Göklerdeki Pederimiz duasında Baba'dan diliyoruz:“Bizi kötülükten kurtar”, Kötü Olanın pençesinden bizi güçle al. Şeytandan uzaklaşmak için ne yeterli gücümüz ne yeterli cesaretimiz ne de yeterli kararlılığımız vardır. Eğer Baba yardımımıza koşmazsa bizler zincirlenmiş gibi kalıyoruz. Şeytan bizi kandırıyor, aynen şahinin çayırkuşuna veya yılanın yutacak olduğu hayvanlara yaptığı gibi. Allah'tan ağlayşlarımıza acımamasını dileyelim: Yaşamımızı kurtarması için gerekli olan tüm yolları, gerekiyorsa bize acı çektiren yolları da, kullansın. Gerçekten Allah bizi Kötü'den kurtarmak için bazı acılı eylemleri gerçekleştirmelidir: Bazen hastalıklardan veya ümidimizi kaybetmekten veya yaptıklarımızın yok olmasından geçmemize izin vermesi gerekiyor. Göklerdeki Babamız için yaşamımız önemlidir ve daha az değerli bir şey için onun yıkılmasına göz yummaz. Biz kendimiz “Bizi kötülükten kurtar” diye dua ederek bunu O'ndan diliyoruz.

O ayaklarının kaymasına izin vermez,

seni koruyan uyuklamaz (Mez 121,3).

başa dön

 

39.

“Bizi kötülükten kurtar”. İsa, öğrencileri için Baba'ya dua ederken şunu istedi: “Onları dünyadan uzaklaştırmanı değil, Kötü'den korumanı istiyorum” (Yh. 17,15). O biliyor ki dünyanın tehlikeleri “dünyanın Prensi”nden gelmektedir, yani dikkat dağıtan, aldatan, baştan çıkaran ve kandıran Şeytandan! Şeytan; Allah'a itaatsizlik olanın iyi olduğunu göstermeyi, bizi itaat hakkında akıl yürütmeye götürmeyi, ilahi isteğe karşı ya da onu aramadan yaptığımız seçimlerin kötülüğünü görmemizi engellemeyi becerir. Biz daima uyanık ve dikkatli olmalıyız. Allah'ın takdis etmediği her ne varsa, yaşamımızda iyi meyve veremez. Allah tarafından istenmeyen her şey, güzel gözükse de, aldatmacadır. Uyanık olmamız bizi yaptığımız ve karar verdiklerimiz Rab tarafından kutsanıyor mu, onaylanıyor mu, O'nu yüceltiyor mu, öğretilerine uygun mu, sorusunu sorgulamamıza getirmeli. Maalesef daima uyanık değiliz ve dolayısıyla ruhani seçimi de yapamayız. Böylece çok sık olarak yanlışlığa ve günaha dalmış bulunuruz. Şeytan gözlerimizi ve yüreğimizi bozmayı becerir, içimize kıskançlık ve kızgınlık, nefret ve ahlaksızlık, tembellik ve yüzeysellik, hırs, kendini beğenmişlik ve gurur tohumlarını eker. Sık sık yüreğimizde ve bedenimizde kötülüğü buluruz ve nereden geldiğini bilmeyiz, ama Rab'bin Sözü bizi aydınlatır: Kötülüğü Şeytan ekmiştir, aynen İsa'nın benzetmesindeki düşmanın kötü otu buğday tarlasına ektiği gibi (Mt 13,24 vs)! Bizlerin Şeytanın içimizde ne yarattığı kötülükten ne de güçlü ve sıkça gerçekleşen etkisinden kurtulma kabiliyetimiz yok. Fakat Babamız Allah'tan müdahale etmesini dileme imkanımız var. O, İsa'yı insanları Şeytanın baskısından kurtarmak için gönderdi, tıpkı Aziz Petrus, yüzbaşı Kornelius'a söylediği gibi: “İsa her yanı dolaşarak iyilik yapıyor, İblis'in baskısı altında olanların hepsini iyileştiriyordu (Hav. Kit. 10,38). Baba bizlerin duasını dinliyor ve İsa ile birlik içerisinde olmamızı sağlıyor: “Bu dünyanın Prensi geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur” (Yh. 14,30). “Onları hiç kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Baba'm her şeyden üstündür. Onları Baba'nın elinden kapmaya kimsenin gücü yetmez” (Yh. 10,28 vs). İsa bizi korur, savunur, müdafaa eder. Bunu yapabileceği yollar sonsuzdur, meleklerden bile faydalanabilir! Bunların arasından özellikle Baş Melek Mikail'i hatırlıyoruz; onun hakkında Şeytanı yendiği ve kovduğu yazılıdır (Vahiy 12,7).

Yüreğimi haksız kazanca değil, kendi öğütlerine yönelt.

Gözlerimi boş şeylerden çevir,

beni kendi yolunda yaşat (Mez 119,36-37).

başa dön

Devam etmek...

40.

İsa'nın öğrencilerine öğrettiği duayı gözden geçirdik. Allah ile ilişkimizi geliştirmek için gereken davranışları inceledik. Gerçekten de dua, Allah ile gerçek bir buluşma ise, sadece sözlerden değil, özellikle tüm yaşamımızı değiştiren içsel ve dışa davranışlardan ibarettir. Eğer gerçek bir dua ise, söylenilen sözlerle sona eren bir eylem değildir, saatlerce, günlerce, haftalarca devam eden yaşamdır... İsa bize dua etmeyi öğretirken, yaşamayı öğretti. Yaşamımız başkalarından saklı kalmaz, aksine herkesin gözleri önündedir; herkes yaşamımızdan yardım, teselli ve güç alabilir. Dua etmemiz de, saklı bir eylem değildir, yüreğimizde gerçekleşse de. Bunun için dua ederken içimize dönük ve sakin, etrafımızı çevreleyen düşünce şekline yabancı bir tutum almaktayız. Duamız - ilk önce kendimize - Göklerdeki Babamızın önünde olduğumuzu göstermelidir, bu sebepten gözlerimizi yukarı kaldırır, ellerimizi açık halde O'na doğru yükseltiriz. Bu hareketler anlam doludur. Bazı kişiler bu pozisyonu almakta zorlanırlar, çünkü bu hareket gözlerimizle değil, sadece yüreğimiz ve imanımızla gördüğümüz Olanın mevcudiyetini tanımak üzere kendimizden içsel olarak ayrılmamızı gerektirir. Bize zor gelebilen bir harekettir, çünkü ellerini ve kollarını açarak sevgisini tam ve mükemmel olarak haçta yaşamış Allah'ın Oğluna uygun yaşamayı kabul etmektir. Ellerimizi kaldırarak dua etmekle şunu söylemiş oluyoruz: “İçimde yeni ve saf bir yürek yarat, beni haçta kendini sunan Oğlunla bir bütün yap, bu dünyada ölmek anlamına da gelse, herkesi seven sevginle beni doldur”.

Duamız her zaman haç işareti ile başlar ve sona erer; bu, imanlı olan bizlerin derin arzularımızı özetleyen bir işarettir: Daima Peder, Oğul ve Kutsal Ruh'un sevgisinde dalmış olmak ve İsa'nın haçta gösterdiği ve yaşadığı sevgiye somut bir şekilde katılmaktır. Çoğu kez haç işareti bizleri hiç değiştirmiyor, hiçbir şeye yaramıyor, çünkü yürekten değil, alışkanlıktan gelmektedir. Haç işareti bize vaftizimizi ve dolayısıyla da yeni yaşamımızı, yani artık dünyanın etkisinden özgür olan yaşamımızı hatırlatmalıdır. Bu işaret; haçta kendi şanını yaşamakta, yani o anda tam olarak Allah'ın sevgisini göstermesini yaşamakta olan İsa ile birlik olma arzumuzu doğurmalı ya da kuvvetlendirmelidir. Bu duygularla yapılan kısa haç işareti, Göklerdeki Pederimiz duası için güzel bir hazırlık, bu duayı bitirdiğimizde Allah ile buluşmamızın sona ermemesi için bir yardımdır!

Duam önünde yükselen buhur gibi,

el açışım akşam sunusu gibi kabul görsün (Mez 141,2).

başa dön

Sonuçlandırmak için

Bu kitapçığın alt başlığı garip gelebilir: «Yerine getirilmiş dua için 40 adım». Dua ne zaman “yerine getirilmiş” oluyor?

Gerçek dua daima yerine getirilmiş olur; nitekim Baba'nın, evlatlarını dinlememesi mümkün değildir, çünkü İsa, “Dileyin, size verilecek; kapıyı çalın, size açılacaktır” diye söz verdi. XX° yüzyılda Mısır'daki en eski manastırların birinde yaşamış bir baş kesiş, Matta el Meskin, bize güven verici bir düşünce sunuyor (Dua için öğütler, baskı: Qiqaion, 1988): Duamız gerçek olduğu zaman Allah tarafından yerine getirilir. Eğer dua etmenin, bir şey dilemek olduğunu düşünürsek, o zaman görüyoruz ki, Allah daima bizi dinlemiyor. Geçekten de ancak ve ancak O; bize, sevdiklerimize ve Kilise'ye neyin gerçekten iyi olup olmadığını bilir, bizler sık sık onu bilmeyiz. Fakat O, hayatımızın en derin isteğini – onu ifade edemezsek de – kabul eder: Bize en değerli armağanı, yani Kutsal Ruh'u verir. Kutsal Ruh aracılığıyla Allah kendi sevgisine ve sevincine katılmamızı sağlar: Bizi ilahi kılar! Baba hayatımızı değiştirmekle duamızı yerine getiriyor! Eğer dua ederken gerçekten dua edersek, Allah ile bütünleşiyoruz ve sevgisi içinde değiştirilip bilgeliği ile dolduruluyoruz. Böylece, dua ettikten sonra, yumuşak huylu, alçakgönüllü, sabırlı, barışla dolu, huzurlu, sadık, iffetli, neşeli, kardeşlere yardım etmeye hazır, dünyanın şeylerinden özgür ve göksel değerlere dönük olacağız. Bu şekilde duamız gerçekten... yerine getirilmiş olacaktır! Tersine eğer duamız gerçek dua olmazsa, dua ettikten sonra – uzun süre bile dua ettiysek de -, kibirli, kavgacı, iffetsiz, sabırsız, egoist, paraya ve mantıklarımıza bağlı kişiler olarak kalacağız.

İsa'nın bize gösterip öğrettiği gibi daima dua etmemiz gerçekten gereklidir, devamlı yeniden değiştirilelim, her gün ve her saat Baba'nın sevgisine dalmış olabilelim diye! İsa bize dua etmeyi öğretmeye devam etmeye ve duasına bizi kabul etmeye seviniyor. O, şu amaçla geldi: Bizim, O'nun Kanı tarafından arındıktan sonra, O'nun Ruh'u sayesinde ilahiliğine katılabilmemiz ve dünyaya ışığını ve lütfunu yayabilmemiz için.

Bana seslenince onu yanıtlayacağım,

sıkıntıda onun yanında olacağım,

kurtarıp yücelteceğim onu (Mez 91,15).

başa dön

Baskı onayı: Mons. Lorenzo Piretto, Archiep. Izmir, 28 Ocak 2021

Bu kitapçık Hıristiyan Cemaatler için Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya) Hazırlanmıştır.

başa dön