ME
NU

B Yılı vaazları

B Yılı vaazları

NOEL’E HAZIRLIK DEVRESİ 1. PAZAR GÜNÜ – B

 

  1. 1. Okuma Yeş 63,16-17.19;64,1-7 Mezmur 79 Okuma 1Kor 1,3-9 İncil Mk 13,33-37

 

Yeni bir liturji yılı, yeni bir başlangıçtır! Bu ne demek? Bizi Rab’be yaklaştıran yolda, değişmemiz için, yeni bir adım atmak demektir. Her yıl yeniden bu başlangıç, hayatımızı tam bir yürüyüş gibi, bölüm bölüm yapılan bir yolculuk gibi göstermektedir. Bu yolun her bölümü, yeni bir gücü ve yeni bir gayreti, amaçlarımızın yenilenmesini ve güçlenmemizi, ayrıca emin ve güvenilir bir beslenmeyi gerektiriyor. Bu yıl boyunca bize eşlik eden İncil, Markos’un İncilidir; Paskalya Hazırlık Devresinde, Paskalya Devresinde, yazın da beş Pazar Gününde ve başka bazı fırsatlarda Yuhanna’nın İncilinden de bazı metinleri okuyacağız. Önemli olan, bizler İsa’yı yeniden izlemeye başlayalım, sanki ilk defa O’nunla karşılaşmışız gibi. İsa ile yaşamanın, artık tanınmış ve hayatımıza hiçbir yeniliği getiremeyen bir şey olmasından o kadar emin olmayalım! İsa ile karşılaşmaya çalışalım; tecrübesinin ve mesajının pek çok yönlerinin bize hala yabancı geldiğini, onları ne tanıdığımızı ne anladığımızı ne de tecrübe ettiğimizi ya da bunları sadece dıştan ve yüzeysel bir şekilde incelediğimizi gözlerimizin önünde tutarak, İsa ile karşılaşmaya çalışalım!

Aziz Pavlus bugün Korintlilere yazdıklarını bize söylemektedir: “Her söz ve her bilgi konusunda Mesih’te zenginleştiniz”. Sanki başka hiçbir şeye ihtiyacımız yokmuş gibi! Ama hemen, bizlerin beklemede kalmamız gerektiğini ekliyor: Mesih İsa gelecektir ve eğer bizler imanımızda sabit kalmazsak, O’nu tanımamak tehlikesiyle karşı karşıya kalmış olacağız. İşte, bunun içindir ki, İsa’nın da şunu, defalarca, teşvik ettiği gibi, kendimizi sürekli sorumluluklarımıza canla vermeliyiz. İsa, hala meselsel bir konuşmayı kullanarak, diyor ki: “Ev sahibinin ne zaman geleceğini bilemezsiniz”. Bekleyerek yaşamak! Bu bekleyiş de, ne ekonomik ya da politik durumların ne de çevremizdeki dünyanın değişiminin bekleyişidir, oysa bizi seven ve bizden sevilebilen bir kişinin bekleyişidir.

“Uyanık durun!”: Beklenenin gelişi, bir sürpriz olacaktır. O’nun gelişinin ne nerede olacağını ne de ne zaman olacağını bilmekteyiz; İsa gelecektir, sadece bunu bilmekteyiz. O halde uyanık kalalım, yani İsa’nın verdiği öretişleri ve ödevleri unutmayalım. O açıkça şöyle diyor: “Her birine görevini gösterir”. Hiç kimse, diğerlerine emanet edilen görevini kıskanamaz, çünkü her görev, tüm ev halkına olan bir hizmettir, öyle bir hizmet ki herkesi zenginleştiriyor. Benim hizmetim de, senin hizmetin de, değerlidir, çünkü bunlar, Rab’be olan bir itaattir. Kilise’nin tamamı, benim de senin de ödevinden faydalanmaktadır! İsa gelince, ne ötekilerden daha akıllı olduğuma ne de işlerde başarılı olduğuma bakacaktır; O’nun için sadece Kendisine olan itaatim önemli olacaktır: İsa, bana teslim edilen görevinin sevgi ile gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bakacaktır.

Peygamber Yesaya, bekleyiş zamanında özen gösterilmesi gereken davranışı öğütlemektedir. İlk önce o bizi, dua etmeye ve Rab’bin gelişine susamaya davet etmektedir: “Keşke gökleri yarsan da insen!”. İsa’nın sürekli yolumuzda dostumuz olarak arzulamaktayız, öyle ki yoldan sapmamamızdan emin olalım ve de günlük besinimizin ve desteğimizin garantisini de sahipleyelim! O’nun gelişini özlemek, geleceği zaman da O’nun bize karşı iyi olmasından emin olmamızın kaynağıdır! Gerekli olan bir başka davranışımız, pişmanlıktır. Günahkar olduğumuzu bilelim, yol değişip yeniden başlamak üzere güçlü olabilmemiz için, Rab’bin affına ihtiyacımızı bilelim. Kendisinin günahkar olduğunu bilenin alçakgönüllülüğü, Rab’bi, bizi kurtarmak üzere, bize güçle çekiyor. Alçakgönüllülükle bizler İsa’yı, Kurtarıcı olarak, karşılıyoruz ve O... dayanamaz! Bizimle karşılaşmaya koşuyor, bizi elden alıp kucaklıyor, İncil’deki ‘Yitip giden oğlun’ babasının yaptığı gibi. Bizler gerçekten günahkarız, o kadar ki iyi eylemlerimiz bile egoizmle doludur. Eğer iyi bir şeyleri yaparsak, kendimizin iyi olduğunu sanıyoruz ama hareketlerimizin egoizmle, aşırı tutkuyla, gururla ne kadar dolu olduklarının farkında bile değiliz! Peygamber şöyle diyor: “Tüm güzel hareketlerimiz bile, kirli bir elbise gibiydi!” Övünebilecek bir şeyimiz yok ki! Merhamete, affa ve davranışımızın değişmesine ihtiyacımız var! Bu şekilde devam edemeyiz. Rab İsa tam da bunun için gelmektedir: Bizi affetmek üzere, yeniden başlayabilmemiz için sevgiyi ve gücü vermeye gelmektedir. O halde kendimizi alçakgönüllü ve sevinçli bir bekleyiş içinde tutalım: İsa bizi hayal kırıklarına uğratmayacak, biz de O’nu hayal kırıklarına uğratmayacağız!

 

 

NOEL’E HAZIRLIK DEVRESİ 2. Pazar Günü – B

 

  1. Okuma Yeş 40,1-5.9-11 * Mezmur 84 * 2. Okuma 2Pt 3,8-14 * İncil Mk 1,1-8

 

“Teselli bulun! Milletimi teselli edin!”: İşte sürgün edilmiş, kendi memleketlerini özleyen, kölelikten, fakirlikten ve özellikle Rab’lerine kurban sunma ve O’na hizmet etme imkanının olmamasından dolayı acı çeken bir halka güzel bir haber duyurulmaktadır! Dışsal ve içsel mahvolma nedeni olan suç bağışlandı ve cezası bitti. Şimdi Allah’ın kendisi yeni bir halkla, Kendisini kabul eden, Kendisine itaat eden ve tapan bir halkla yeniden başlamak istiyor. Böyle davranan halk kutsal olacak ve yeniden kavuştuğu dışsal ve içsel barış sayesinde sevinçli olacaktır. Ancak ve ancak Allah’ın hikmetli buyruklarını yaşayan halk barış ve sevinç içinde yaşayabilir, çünkü o buyrukları yerine getirmenin meyvesi birbirlerine karşı güven ve karşılıklı yardımseverliktir. Halk, Allah’a itaat edince, çobanı yanında olan, bir sürü gibidir, Allah da, kuzularını bağrına basan ve yavrularını emziren koyunları kollayacak kadar sürüyle ilgilenen bir çoban gibidir. Bu yeni ve iyi haber, beklenmemiş ve çok sevinç getiren haberdir. Bu yeni başlangıcın gerçekleşmesi için herkesin katılması gerekmektedir: Allah, insanların işbirliği olmadan hiçbir şey yapmaz. İşte bu yüzden bu yeni haber aynı zamanda bir teşvik, bir çağrıdır: “Çölde Rab’bin yolunu hazırlayın. Çorak topraklarda, Allahımız için dümdüz bir yol açın”. Allahın vaatlerinin ve harikalarının gerçekleşmesi için somut ve sebatlı eylemleri yapmamız gerekir, öyle ki O’na olan imanımız ve O’na dönüşümüz belli olsun. Bir süre önce bir kişi şu gerçek sözleri söyledi: “Pazar Ayinine katılmakla yetinen Hıristiyan, Hıristiyan değildir; böyle biri, kamuoyunun ve çağdaş zihniyetin yanlış ve aldatıcı fikirlerinin farkına varamayacak, dolayısıyla da bunları reddetme gücü olamayacaktır. Dümdüz bir yol açmak için kaldırılacak engelleri ve doldurulacak çukurları tanımak gerekmektedir. Sadece Pazar Ayinine katılan, oflayıp poflayarak Rab’bine ne biçim bir sevgiyi gösterebilir? Yüreğinde ve ailesinde O’na hangi yolu hazırlar? Acaba haftanın her günü Rab’bi bekleme zamanı değil mi? Hafta içindeki dua toplantıları, din dersleri programları yalnız başkaları için midir ve başkalarına bırakılabilir mi? İman konusunda hiç gayret göstermeyen, emek harcamayan, ne biçim bir imanı yaşar? Böyle biri kendi yüreğindeki kaldırılacak büyük taşları ve doldurulacak derin çukurları göremeyecektir!

Vaftizci Yahya, Yeşaya’nın peygamberliğini güne uyduruyor. O, çölün yalnızlığında ve çölde yalnız başına kalıyor; bu, önemli ve gerekli olanın tek Allah olduğunun bir işaretidir. İnsanın mutluluğuna tek gerekli olan, Allah ve Allah’tan verilendir. Bunun içindir ki Yahya’nın giysisini imzalayan Allah'tır, besini de Allah’tan hazırlanmıştır. İnsanlara göre Yahya’nın hem giysisi hem de besini fakirdir, ama bu fakirlik Allah’ın iyiliğini ve güzelliğini yüceltiyor! Bu şekilde Yahya, kendi hayatında olan Allah’ın işini tanımaya aç olan insanların dikkatlerini çekmektedir. Ve de bu insanlara, yeniden başlamanın imkanını ilan etmektedir. Bir vaftizle, Ürdün nehrine bir daldırma ile yeniden başlanılır: Ürdün nehri, eski halkının imanının tanığıdır, Allah’ın cömertliğinin de tanığıdır. Nitekim Rab, kahinlerin Yeşu’ya olan itaatini görünce, halkın tamamının kuru yerde yürüyebilmesi için, nehrin sularını açmıştı. O zamanda da Allah, insanların itaatinin işbirliği olmadan, kendi eserini gerçekleştirmemişti; aynı şekilde bugün de O, yeni bir tarihe başlayabilmek için, sevincini bağışlayabilmek için, insanların değişmelerini ve tövbe etmelerini beklemektedir ve bunu kullanmaktadır. “Tüm Yahudiye halkı ve Yeruşalem’de oturanların hepsi ona gidiyor ve günahlarını itiraf ediyorlardı”: Vaftizci Yahaya’nın davetini kabul edenler, nihayet Allah’a olan itaati yaşamaya başlamaktaydılar, bu şekilde de onlar “Kutsal Ruh’la vaftiz Eden” hakkında konuşmayı dinleyince, sevinci tatmaya başlamaktaydılar.

Günahı terk etmeyen kişi, İsa hakkında konuşma duyunca, mutluluk hissetmiyor. Her kim, kendi davranışını yani kendi alışkanlıklarını, değiştirmeyi denemek bile istemezse, Allah’ın sevgisinin hikmetini, mucizelerini, mükemmelliğini görse de, duysa da, bundan sevinç almıyor. Kim değişmesine başlamazsa, sevinci tanımaz. Bu kişi için “Rab’bin günü, bir gün, hırsız gibi ansızın gelecektir”: Şaşkınlığa düşecek, kendinin sona erdiğini fark etmeyecektir. Aziz Petrus bizi kararlı ve güçlü bir şekilde uyarmaktadır. Sanki havari, merhametinin – en azından yalan yere denilen o merhametinin - ne olduğunu bilmemiş gibi gözüküyor. Allah’a olan itaatsizliği kabul edip ona izin veren merhamet, sahte merhamettir; pişman olmaya ve yeniden başlamaya – bu dünyanın zulümlerini çekse de- yardım eden merhamet, gerçek merhamettir. Bu tür zulümlere Petrus hazırdı: Bunu birinci mektubundan bilmekteyiz. Allah, gönlü yücedir ve kurtuluşa erişmek için gerekli olanı, Kendisine dönüp tövbe etmemiz için zamanı bize O, vermektedir. “Kutsal yaşama bağlı ve Tanrı’ya derin saygı gösteren insanlar olmanız gerekir, sizler ki, Rabbin gününü bekleyen ve gününün gelişini hızlandıran kişilersiniz”! Kutsal yaşama bağlı olarak ve Allah’a derin saygı göstererek, Rab’bin yolunu hazırlayalım! Gayretimizi görmesinden kaynaklanan Allah’ın mutluluğu, en büyük sevincimiz olacaktır!

 

08/12/ - GÜNAHSIZ MERYEM BAYRAMI

 

  1. Okuma Tekvim 3,9-15.20 * Mezmur 97 * 2.Okuma Efes 1, 3-6.11-12 * İncil Lk 1,26-38

 

Bugün dikkatimizi, İsa’nın annesi Meryem’e çeviriyoruz: O’nun, insanlığa ve her tekil kişiye acı çektiren günahtan serbest halinde dünyaya geldiğini kutluyoruz. Bu gerçek, Allah’ın sevgisinin bir gizemidir. Yahya herkesi tutumlarını değiştirmeye ve tövbe etmeye çağırır, hem günahkârları hem de kendilerini doğru gibi görenleri: Hatta bunların herkesten çok tövbeye ihtiyaçları vardır, çünkü kendilerini doğruda gördüklerinden, Allah’ın kendisinin Baba olduğunu göstermek için gönderdiği Oğlunu, ihtiyaçları yok diye ret etme durumuna girerler. Günahsız olan Meryem, günahkârlar dünyasına girer, bu öyle bir dünya ki günah, insanların düşünme tarzlarını ve atacakları adımları yönlendirmektedir. O halde Meryem’in de acıya karşı bağışıklığı yok, çünkü herkese acı çektiren egoizmle yüklü kişiler arasında yaşamaya geliyor.

Ama günahsız olmak ne demektir? Bunu, bizim bugün kutladığımız gizemi açıklamak için doğu Kilise Hıristiyanlarının kullandıkları unvandan anlayabiliriz. Onlar Meryem’i “Tamamıyla Kutsal” diye çağırırlar! Meryem, Allah’ın kutsallığıyla tamamıyla parlamaktadır. Bu ne demek? Meryem, Allah’a daima “evet” diyerek yaşadı. Baba’nın sevgisi onda daima olumlu cevap buldu. Yaşamı, düşünceleri, eylemleri, insanlarla karşılaşması, daima Baba’nın sevgisini yansıttı. O, tamamıyla kutsaldır! Bu sebeptendir ki lekesizdir, günahsızdır, tertemizdir: onda hiç bir zaman Baba’nın isteğine, sevgisine, merhametine karşı bir itaatsizlik, bir isyan veya ret olmadı.

Aziz Luka, İncil metninde, Meryem’in Allah’ın Sözüne itaatini çok iyi anlatmaktadır. Meryem, meleğin selamını tedirginlikle kabul ediyor, çünkü bunun özel bir selam olduğunu anlıyor, nitekim bu selam halkı ile ilgili peygamberlikleri gerçekleştirir. Meryem bu selamı reddetmiyor, bunun “ne anlama gelebileceğini” düşünüyor. Ona açıklama yapıldıktan sonra yine soru soruyor, fakat şüpheleri olduğu için değil de, ne yapacağını bilmesi ve tam ve mükemmel bir onay verebilmesi için soruyor. Meleğe şu soruyu soruyor: “Bu nasıl olur?”, yani “Bunların gerçekleşmesi için ne yapmalıyım?”. Sonunda da tam bir güvenle, “Allah katında olanaksız hiç bir şey yoktur” cümlesine dayanarak, yürekten evet’ini söylüyor. Bu yaşamının tek bir olayı değil, Meryem tüm yaşamı boyunca böyle davrandı. O gün böyle davrandı çünkü yaşamı boyunca Allah’a hep evet demeye hazırdı ve alışıktı. Meryem tamamıyla kutsaldır, yani her şeyiyle Allah’a bağımlı olmak istemektedir. O, Havva’dan öğrenmedi. Onda, Allah’a karşı hiç şüphe olmadı, Baba’nın sevgisinden bir an bile şaşmadı: o lekesizdir, günahsızdır!

Meryem’in bu güzelliği bizim için bir “dogma”dır, yani imanımızın gizemlerinden biridir. Bu ne demektir? Biz, Allah’ın bizi günahsız istediğine inanıyoruz, yani tamamıyla O’na çevrili olmamızı istiyor, bu imkânsız değildir. Günah, kaçınılmaz değildir, bizim insan olmamızla ilgili değildir. Günah olduğunda, bizi küçültüyor, bizi mahvediyor ve acı veriyor. Bizi Allah yarattı, günahsız olmamız için yarattı, yani O’na hep ve tamamıyla itaatkâr olmamız ve sevgisine cevap verebilmemiz, O’nu hep içimizde taşımamız için yarattı. Ne zaman ki düşüncelerimiz ve davranışlarımız Baba’nın sevgisine ve bilgeliğine cevaptır, o zaman gerçekten gerçekleşmiş oluruz ve kendimizi öyle hissederiz. Ne zaman ki bizimle Allah arasında mesafe yok, duvar ve itaatsizlik yok, o zaman gerçek insanlarız. Sadece sevgisi, merhameti, affı ve şefkati bize çekici geldiği zaman gerçek insanlarız.

 

 

NOEL’E HAZIRLIK DEVRESİ 3. Pazar Günü – B

  • -
  1. Okuma Yeş 61,1-2.10-11 * Ezgi: Lk 1,46-50.53-54 * 2. Oku. 1Sel 5,16-24 * İncil Yh 1,6-8.19-28

 

Noel Devresini bilinçli bir şekilde yaşamamıza en çok yardım eden örnekler, Vaftizci Yahya’nın ve Meryem’in örnekleridir. Onlar, İsa’yı bekleyip kabul ettiler. Meryem, İsa’yı sevginin büyüklüğü ile bekledi, tıpkı bir annenin büyük bir sevgi ile çocuğunu beklediği gibi. Gerçekten de Meryem’in halkının ve tüm ulusların kurtarıcı olarak beklediği kişi, tam da kendi çocuğudur. Vaftizci Yahya İsa’yı, gelecekte olan olayları önceden bildirmekle yetinmeyen, bu olayları şimdiden yaşayan bir peygamber olarak bekledi.

Bugün, okumaların arasında, Meryem’in Allah’a hitap edilen sevinç ve övgü ilahisini duyduk, İncil’deki sayfada ise Vaftizci Yahya bize konuştu. İlk önce Yahya’ya dikkatle bakalım, onu dinleyelim! Ünü gittikçe artıyordu, insanlar sürekli kalabalık gruplar halinde onu görmek ve dinlemek için Ürdün nehrinin kıyısına gidiyorlardı. Orada Yahya, kendisini günahkar olarak bilenleri suya daldırmaktaydı, öyle ki onlar, kendisi tarafından şimdiden aralarında mevcut olarak ilan edileni kabul edebilsinler. “Aranızda tanımadığınız biri duruyor. Benden sonra gelen O’dur. Ben O’nun çarıklarının bağlarını çözmeye bile layık değilim” Yahya’yı sadece seyredici olarak gözetleyenler ise, onun Mesih'in yetkisini haksız yere benimsemeyi istediğinden şüphelenmektedirler. Bu kişilerin arasında, Kudüs’ün mabedinin yetkili kişileri de vardı. Bunlar, kendisini tanıttırsın diye, açıkça kendisinin kim olduğunu söylesin diye, Yahya’ya ulakları gönderdiler. Yahya’nın cevaplarından, onun dürüstlüğünü ve alçakgönüllülüğünü tanımaktayız. Onda ne bir yalan ne de bir iddia ya da kıskançlık yoktur! Eğer onda bir tür kıskançlık ya da bir tür böbürlenme olsaydı, halka yöneldiğindeki sözleri o kadar etkili olmazdı. O, kendisine soru soran ulakları gönderenlerin amaçlarını seziyor, bunun için kararlı bir şekilde doğruluyor: “Ben Mesih değilim!” Sonra da: İlyas da değilim, halkın beklediği peygamber de değilim! Daha çok konuşmaya zorlanınca Yahya, ölçülü ve sevimli şekilde, İsa’dan bahsediyor. Yahya, İsa’yı tanıtma onurunu sahiplenmeyi istememektedir; nitekim İsa’nın kendisi, kendisini tanıtacaktır, daha iyisi Baba’nın kendisi, gücü ile, İsa’nın vaftizinin esnasında, O’nu tanıtacaktır. Gelecek Olan o kadar büyüktür ki, Yahya sadece şunu söylüyor: “O’nun çarıklarının bağlarını çözmeye bile layık değilim”. Bu deyimin çeşitli anlamları vardır. Onlardan en kolayca anlaşılan şudur: Yahya, kendisini İsa’nın kulu sanmaktadır, hem de, İsa ile kendisinin arasında olan kişiliğin farklılığı o kadar büyüktür ki, Yahya kendisinin İsa’nın kulu olmasına bile layık değilmiş gibi sanmaktadır. Böylece biz, Yahya’nın ne kadar gerçeğe uygun ve alçakgönüllü olduğunu görmekteyiz. İncelediğimiz deyimin başka bir anlamına göre, bu davranış Musa’nın Yasa’sına ima ediyor: Bu Yasa’ya göre, evlatları olmayan bir dul kadın, ölmüş olan kocasının en yakın akrabasından eş olarak alınmalıdır. Eğer bu akraba hakkını kabul etmezse, başka bir akraba, hakkı kabul etmek için, kabul etmeyenin çarıklarının bağlarını çözüyor. İsrail halkı, dul bir kadın gibi gösteriliyor ve de bu, Allah’ın öldüğü için değildi, ama çünkü halk, Allah yokmuş gibi yaşamaktaydı. Şimdi Allah– Güvey, Halk – Gelin uğruna hayatını vermek üzere, onu Kendisine çekmek üzere, gelmektedir. Yahya, Allah – Güvey’in temsilcisi olarak gelen kişinin yerini almak istemiyor, hem de o buna layık değildir! Bunun için Mesih unvanı Yahya’ya ait değildir. Çarıklarının bağlarını çözme simgesi ile Yahya, İsa’yı halk uğruna hayatı veren, hayatı güvey sevgisi ile veren olarak tanıtıyor.

Yeşaya Kitabının okumasında, büyük sevinç veren bir olay duyduk: İnsanları, acılarının sürüsünden kurtarmak üzere Gelen Kişi, Kutsal Ruh’u kabul ediyor. Sonra da Meryem dua etmemize yardım etti. Çok sayıda olan bayramlarında işittiğimiz, bunun için de iyice bildiğimiz Meryem’in sözleri de bir müjde, bir sevinç ilahisidir. Meryem Rab’bi övüyor ve O’nun iyiliğini, O’nun merhametini görmesinden gelen sevinci anlatıyor. Meryem, kendisinin küçük ve herkes tarafından tanınmamış olmasına rağmen, kendi hayatında olan Allah'ın muhteşem eserini görmektedir. Dünyanın büyük olaylarına karşı dikkatli olan, onlara adaletiyle elini atan tam da o Allah, kendisinin farkına varmaktadır. Meryem, her çağda tekrarlayan gerçekleşeni incelememize yardım etmek için konuşmaktadır: Dünyanın büyükleri hangi sona ermiştiler? O gururlular ki gözdağı vererek dünyayı korkuttular, neredeler? O güçlüler ki istedikleri her şeyi yaptılar, neredeler? Sahip oldukları ve övündükleri zenginlikler nerede? Meryem, dünyanın gözleri önünde kendisinin küçük ve önemsiz oluşundan mutludur. O, kendisinin küçüklüğü ve hazır olması sayesinde Allah’ın gözlerinin önünde kendisinin en büyük olduğu yeterlidir, hatta fazladır bile! Meryem’in ve Yahya’nın yardımları ile Noel Bayramına yaklaşalım: Günahlarımızı bilip onları itiraf etmeye, aldatan putlardan uzaklaşmaya hazırlanalım; o zaman Baba’dan gelen Armağan olan Bebek İsa’da gerçekten sevinç bulacağız!

 

NOEL’E HAZIRLIK DEVRESİ 4. Pazar Günü – B

 

  1. Okuma 2Sam 7,1-5.8-12.14.16 *Mezmur 88* 2. Okuma Rom 16,25-27 * İncil Lk 1,26-38

 

Allah nerede? O’nun evi nerede? Nerede O’na ulaşıp O’nunla karşılaşabiliriz? Bunlar, tüm halkların ve dünyanın bütün dinlerinin sorularıdır. Günümüzde de Hıristiyan olan bizlerin arasında bile, bu sorular - başka kılığa sokulmuş halde olsa da - mevcutturlar: Bu sorulardan dolayı insanlar sağa – sola koşuşturmakta, sanki özel bir yerde, Allah ile özel ve anlamlı bir karşılaşma yaşayabileceklermiş gibi. Evet, kutsal bir yeri ve özel bir anlamı olan bir kiliseyi ziyaret etmek, hayatımızın belirli bir döneminde, olağanüstü bir lütuf olabilir, fakat bazı yerlere – bunlar, özel olaylardan kutsallaştırılmış olsalar da – sürekli güvenimizi vermek, henüz olgunlaşmamış bir imanın, Allah’ın Söz’üne dayanmayan bir imanın belirtisidir.

Birinci okuma bizi Davut’un kral sarayına götürdü; burada Davut, Allah’ın, insanların Kendisine tapmalarına olanak vermek için, sınırlarla belirlenmiş bir yeri hazırlamayı düşünmektedir. Bunun için, Antlaşma Sandığını ve Rab’be olan hizmette kullanılan bazı eşyaları barındıran çadırın yerini alsın diye, bir tapınak inşa etmeye karar vermiştir. Çadır, kurulması ve kaldırılması kolay olduğu için, halka, hareketinde, yolculuğunda eşlik edebiliyordu, bina ise daima aynı yerde sabit kalacaktı ve halkı, Rab’bin huzuruna çıkabilmesi için, başka bir yere gitmeye zorlayacaktı. Binayı yapmak, halka Allah ile ilgili yeni bir anlayış aktaracaktı: “Allah bizimledir” değil de, ama biz Allah’ın bulunduğu yere gidiyoruz. Tabii ki bu değişim Allah’ın hoşuna gitmemektedir! İsraillilerin aklında ve yüreğinde olan Allah’ın imajı çok değişecekti. Bunun için Tanrı, Davut’un peygamberi olan Natan’a projesini iletme görevini veriyor: Yepyeni, tahmin edilemeyen, insanın aklına ve hayal gücüne sığmayacak bir proje bu. İnsanların arasında olan Tanrı’nın gerçek konutu, insan tarafından değil de, Allah’ın Kendi’si tarafından inşa edilecektir. Ve bu konut taştan yapılmayacaktır, çünkü Allah, Kendisini duvarların içinde sınırlandırmayı istememektedir, bu nedenle insanlığın kendisinde mevcut olacaktır. “Senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim... Ben ona baba olacağım, o da bana oğul olacak”: Bu, Allah’ın vaadidir. Allah, insanların soyunda mevcut olacaktır ve bir insan, insanların arasına O’nu getirecektir!

Allah’ın mabedi, O’nu karşılayabileceğimiz yer, bir insan olacaktır, insan olan İsa olacaktır! Bu sebep içindir ki bizler Noel’i bekliyoruz ve Noel Bayramını büyük bir Bayram olarak görüyoruz. Tabii ki, kutladıkları bayramın anlamını bilmeyenler için, değersiz bir bayramdır ve yüreklerinde sevinç bırakmayan bir bayramdır. Noel Bayramı ile insan olan İsa’nın gelişini kutlayan kişi, - o İsa ki aramıza, barışın, merhametin, affın, sevginin Tanrısı’nın yeni, zengin, ebedi mevcudiyetini getirmekte - yeniden doğup gerçek sevinci bilmektedir!

Çok iyi bilinen İncil’in sayfası, Natan peygamber aracılığıyla Davut’a edilmiş vaadin gerçekleşmesini anlatmaktadır. Meryem, melekten aynı sözleri işitmektedir: Allah’ı dünyaya getirecek olan oğul, kendi oğlu olacaktı! O’na “Kutsal, Allah’ın Oğlu denecektir”. Ve Meryem O’nu beklemeye başlar, fakat O’nu beklemek, O’nu sevmek için farklı bir yere gitmesi gerekmiyordu, çünkü Meryem gideceği her yere, İsa’yı da taşıyacaktı! Hatta, tam o anda Meryem, Elisabet’e gitmek için hazırlanmaktadır, yani sevmeye doğru hareket etmektedir. Meryem’in Elisabet’e vereceği sevgi, kendi sevgisi mi yoksa içinde taşıdığı Oğlunun sevgisi mi olacaktı? Bu, güzel bir sorudur: Birini sevmek üzere olacağımız her zaman, kendi kendimize sormamız gereken bir sorudur. Ben mi ya da bende konuk olan Rab mı, sevmektedir? Bu soruyu sormana son verme! En güzel ve en gerçek sevgi, benim sevgim değil, - çünkü benim sevgim, yeryüzünün ve bencilliğin tadını hissettiren bir sevgidir! -, Allah’ın sevgisidir! Benim sevgimde, bir karşılığın, bir ödülün, bir hoşnutluğun beklentisi vardır, Allah’ın sevgisi ise böyle değildir. Ben sevince, sevmekte olan Allah olmalıdır: Bu şekilde, sevilmekte olan kişi, kendisini gerçekten sevilmiş hisseder, kendini özgür ve gelişmesine yardım edilmiş gibi hisseder. Kendim de, benim aracılığımla Allah'ın sevdiğini fark edince, davranışlarımdan doğan tepkilerden kendimi özgür hissederim.

Meryem’in Oğlu olan İsa’yı beklemekteyiz, çünkü O, sadece bir mağarada, Meryem’in kucağında veya haçta kalmak için değil, benim içimde olmak için, yediğim ekmek kadar derinliğimde olmak için, içime gelmektedir. O, eylemlerimin, cömertliğimin, kendimi sunmaya karar vermemin gücü olacaktır. İsa içimdedir, İsa’nın sayesinde ben de, sadece sevgiden ibaret olan ilahiliği taşıyan Allah’ın evladı olurum. Ancak bu değişimimi bekleyince, İsa’nın sevgisine bir yer hazırlayınca ve bu sevgiyi, özelimde veya açıkça yaymaya hazırlanınca, Noel Bayramını gerçek bir şekilde beklemekteyim demektir. Gel, Rab İsa: Bugün karşıma çıkaracağın kişilere senin mevcudiyetini armağan etmem için, ellerimi ve hafızamı, aklımı ve kollarımı, kullan!

 

 

– NOEL BAYRAMI

 

Gece                       Yşa 9,1-3.5-6                     Mez 95/96          Titus 2,11-14    Lk 2,1-14
Sabah                     Yşa 62,11-12                     Mez 96/97          Titus 3,4-7          Lk 2,15-20
Gündüz                 Yşa 52,7-10                        Mez 97/98          İbr 1,1-6               Yh 1,1-18

 

“Ey Allah, bu kutsal geceyi dünyanın gerçek ışığı olan Mesih’in parıltısı ile aydınlatan sen...”, “Ey Rab, Kelamın beden alıp insan olması sayesinde yeni ışığı parladı”, “İnsanlığımızı paylaşmış olan Oğlunun ilahi hayatına katılmamızı sağla”. Bu ifadeler, gece, şafak vakti ve gündüz Efkaristiya Ayininin dualarında bulunmaktadır. Gece ve şafak vaktinde bizi etkileyen şey, karanlıkta parlayan ışıktır, gündüz ise Allah’ın kendi ilahi hayatını bizimle paylaşmayı istemesidir. Allah’ın planına göre, ışıl ışıl olup bu dünyaya O’nun hayatının güzelliğini getirmeye çağrılmaktayız. Bunun içindir ki Noel Bayramı bizleri ilgilendirmektedir. Noel, sadece seyredebileceğimiz bir bayram değil, içerisine bizleri o kadar derine sokan bir olaydır ki; bizleri herkesle bayramlaşmaya getirir. Allah, Kendisinin kim olduğunu bize göstermek için geliyor: Allah, O’nu düşündüğümüz gibi değil; O, çok farklıdır. Bizler O’nu egemen olarak, hiç kimsenin dayanamayacağı güçlü biri olarak, hiç kimse tarafından yaklaşılamayan biri gibi düşündük. Oysa bize yaklaşan, O’dur; ağlayışımıza ve acımayı dileyen çığlığımıza dayanamayan O’dur. Sevgiye, barışa ve birlik içinde yaşamaya olan ihtiyacımız için Kendisini hizmetkar yapan, O’dur. Düşüncelerimizin ve beklentilerimizin gecesi; Allah’ın gerçek yüzünü, Sevgi Olan Allah’ın yüzünü gösteren beklenmemiş ve şaşırtıcı ışıktan yırtılmaktadır! Ve de Allah’ın gerçek yüzünü görünce, yüzümüzün de farklı olduğunu keşfetmekteyiz: Allah’tan aydınlanmış olarak, bizler de ışığını taşıyıp onu yaymaktayız. Birbirimize karşı, Kayin’den öğrendiğimiz gibi, artık düşman değiliz, bunun yerine, yakın olsun uzak olsun, herkes için Tanrı’nın sevgisinin taşıyıcıları olmaktayız.

Gerçek Noel, - yani sürekli yüzeysellikle yaşayanınki değil de, gerçek Noel!- insanın değişmesidir. İnsan egoisttir, ama İsa’nın yanında olunca, artık egoist değil, eli açık yani cömert olmaktadır. İnsan iffetsizdir, ama İsa’nın yanında olunca, o iffetli ve sadık olmaktadır. İnsan yalancıdır, ama İsa’nın yanında olunca, o artık aldatıcı olamaz. İnsan kavgacıdır, ama İsa ile birlikte, o artık uysal olmaktan mutludur. İnsan, kendi günahından, kendi hırsından, kendi cimriliğinden dolayı acı çekmektedir: İsa onu kurtarır! İnsan yüzeysel bir güzelliğe dikkat eder, İsa ona öğretiyor ki kendi içerisinde bir iç güzellik var ve o bu güzelliği ortaya getirip kardeşlere sunabilir. İnsan çok şeylere sahip olmak için kaygılanıyor, bunun için tartışıyor ve çatışmalar yaratıyor ve bunun sonucu olarak elinde olanlarla da mutlu olamıyor. İsa insanın yüreğinden bu kaygıyı kaldırıyor; öyle ki o insan her şeyi paylaşmaya çalışıyor ve sonunda sadece kendi elinde olandan değil; başkalarının elinde olandan da mutlu oluyor.

İsa’nın var olması, insanın yüreğinde, ellerinde ve tüm güçlerinde olan Sevgi olan Allah’ın var olmasıdır. Bunun içindir ki biz İsa’yı, ışık olarak adlandırıyoruz; bunun içindir ki Onsuz dünyanın acıları ve karışıklıkları artmaktadır. O halde bizler, Noel’in gecesinde ve gününde, mutluyuz: Bizlere verilmiş olanlardan mutluyuz, karar verebileceğimiz olanlardan da mutluyuz. Sevinci Yukarı’dan almaktayız, kolayca kabul edilen armağan - çünkü sessiz ve iddiası olmayan bir Bebeği kabul etmek kolaydır! – kabul etmekteyiz. Fakat sonra Noel, kararımızla tamamlanacaktır. Noel’e güzelliği, iyiliği ve sevinci veren, kararımızdır! Neye karar verelim? Kararlı bir şekilde, yüreğimizde İsa’ya yer vermeye karar verelim: Yüreğimiz, onu yararsızca ve zarar verici şekilde işgal eden şeylerden boşaltılmalıdır. Bunlar, şeylere veya projelere olan bağlantılardır ya da geçmişteki hataları, çatışmaları ve anlaşmazlıkları - bunların bütününü Mesih İsa’nın kendisi kabul etmemesine rağmen - aklı göstermeye devam etmeyen isteklerimizdir!

Kararlarımız, Noel’e gerçek ve kalıcı sevinci getirmeye izin veriyor. Biz Noelsel süsleri görmeye alıştık, bunlar bol ışıklıdır, bazen de ışıklara ara veren ışıklardır. Ara vermenin; gerçek olmayan bu güzelliğine, karalarımıza girmesine izin vermemeliyiz! Noel’de aldığımız kararlara sadık ve sebatlı olmalıyız. Sadece sorumluğumuza sadık olduğumuzda, İsa bize, yardımımıza gelebilir: Noel’in ışıklarından ara verirsek, İsa bizi üzgünlüklerimize bırakmalıdır. Bu gün kimse İsa’dan utanmıyor, ama yarın? Biz, İsa’nın ışığından aydınlanmış olarak, Noel gününü aşmalıyız. İsa’nın gülümsemesi ve sevgisi, şimdiden uzaktan haç görünürse de, bizde daima kalmalıdır, bunun için bizler İsa’yı sevmeye ve izlemeye, O’nu aramaya ve O’na itaat etmeye, O’nu dinlemeye ve kutlamaya devam edeceğiz. O zaman, görüşürüz! Gelecek Pazar Günü, Kutsal Aileyi kutlamak için, yeniden buluşacağız!

 

 

KUTSAL AİLE BAYRAMI –B –

  • -
  1. Okuma Tek 15,1-6; 21,1-3 * Mezmur 104 * 2.Okuma İbr l1,8.11-12.17-19* İncil Lk 2,22-40

 

Dikkat noktamızın ortasında daima İsa vardır, çünkü insanların Kurtarıcısı O’dur; yaratılanların tümünün sevinci O’dur; dünyanın tüm acı çekenlerinin ümidi O’dur; yüreğimizi üzen ve insanların arasındaki birliği bozan günahlarımızı kaldıracağı beklenen kişi O’dur. Evet, İsa’dır; ama bu bayramda İsa’yı, insanlar tarafından taşınmış halde görmekteyiz. Bunun için Meryem’e ve Yusuf’a bakmaktayız, sanki onlar, sürekli ışığımız olan İsa’yı daha iyice belirten bir çerçeve gibi olmuşlar. Meryem ve Yusuf, İsa için çok önemlidir. Şimdi onlar İsa’yı Yeruşalim’in tapınağına götürmektedirler, orada O’nu Antlaşma’nın Allah’ına sunacaklar, çünkü İsa da İbrahim’im, İshak’ın ve Yakup’un halkına aittir.

Bebek, ebeveynlerinin kucaklarında uyanık olsun uyumuş olsun, daima onlara bağlıdır. Bebe’yi besleyenler, ona özen gösterenler, gelişmesinde ona eşlik edenler, ebeveynleridir. Yusuf, çocuk için bir kalkan gibi olmuştu, O’na güvenliğin ve sadakatin duygusunu veriyor; O, gücü ve kararlığıyla, çocuğa, kendisinin çeşitli olanakların ve seçimlerin arasında, daima doğruyu ayırt etmesini sağlayacak bir vicdanı olmasına yardım ediyor. Bu şekilde çocuk, gelişmesi boyunca, kendisine çeşitli yönlerden gelen önerilerin arasında, hangisini kabul etmeyi, hangisini reddetmeyi ayırt etmek için gerekli olan yeteneği kazanacaktır: Çocuk, onların Allah’ın esinleri mi, düşmanın denenmeleri mi, olduklarını ayırt etmeye çalışacaktır. Meryem ise, dişil şefkati ile, kendisi sürekli hazır olarak ve Allah’ın isteğini kabul etme kararlığı ile çocuğa, kendisinin sevilmiş ve önemli olduğunun bilincini aktaracaktır; ayrıca hayatı sevebilmek, başkalarını kardeş gibi görebilmek, onlara acımak ve merhamet gösterebilmek gibi yetenekleri de aktaracaktır. Yusuf ve Meryem aralarında olan farklılıklar sayesinde, özellikle de kendilerini birlik ve uyum içinde tutan Tanrı’nın sevgisi sayesinde, çocuğa cemaat tecrübesini yaşatmaktadırlar. Çocuk, birlik içinde yaşamanın, ötekilerin üstünde olmak için bir savaş, bir yarış olmaması gerektiğini, onun yerine bir bayram; ötekilere, özellikle de en küçük ve zayıf olanlara, daha büyük bir özenle ve cömertlikle hizmet etmek için, bir yarış olduğunu öğrenecektir.

Bugün, Simon’un ve seksen dört yaşında olmasına rağmen bir genç gibi hevesle oraya koşan Anna’nın şaşıran gözleri ile, bizler de babanın, annenin kollarında olan çocuğa hayranlıkla bakmaktayız. Kim bilir nasıl oldu ki, bu iki yaşlı kişi, tam da bu çocukta, peygamber tarafından bahsedilmiş, İshak’ta önceden bildirilmiş ve Büyük Atamız İbrahim tarafından uzaktan hayranlıkla bakılmış o çocuğu tanımaktaydılar. Simeon ve Anna, önceden birbirleriyle anlaşmadan, kendilerine Meryem’in ve Yusuf’un kollarından sunulmuş olan oğlu takdir etmişlerdi ve O’ndan mutlu olmuşlardı. Meryem ve Yusuf şaşırmaktaydılar, ama zaten onlar artık şaşkınlıklara alışıktılar. Onlar, oğullarının Tanrı’ya ait olduğunu bilmektedirler; ve eğer O, Allah’a ait ise, herkese ait olmalıdır. Meryem ve Yusuf, meleklerle, çobanlarla ve müneccimlerle yaptıkları tecrübelerden, Allah’ın Kendisinin Oğullarını, uzak olsun yakın olsun istediği kişilerle, tanıtmak için ilgilendiğini artık bilmektedirler.

Bu ebeveynler, attıkları her adımda, kendilerinin büyük bir gizemin içerisinde olduklarını keşfetmektedirler: Bu gizeme onlar, istemeden de, hizmet etmektedirler. Bugün bizler, ailemizi ışıkla ve açıklıkla düşünebilmemiz için, tam da bu ebeveynlere hayranlıkla bakmaktayız. Onlarla bizler arasında bazı benzerlikler var, fakat onlarda bizim için rüya gibi olan bir olgunluk var.

Bu baba, anne, fakirliklerine, belki de bilgisizliklerine rağmen, o çocuk için en iyisidirler: O çocuk, dünyaya sevginin mükemmelliğini getirmesi gereken Oğuldur; o çocuk, insanların arasında beden alan sevginin ilahi tamlığını taşıyan insanı göstermesi gereken Oğul’dur. Ve de Çocuk, ebeveynlerinin fakirliğine ve küçüklüğüne rağmen, bu görevini yerine getirmeyi becerecektir. Neden? Bu ebeveynler, kendilerinin Allah’ın ellerinde olduklarının bilincinde idiler ve de bütün güçleriyle, zorluklara ve ağır gelen denenmelere karşın, Allah’ın ellerinde kalmaya çalışıyordular. Nitekim, eğiten, şekillendiren, geliştiren, Allah’tır; O, bunun tümünü, fakir ve bilgisiz olsalar da, ebeveynlerin yüreğine koyduğu sevgisi ve iyiliği aracığıyla gerçekleştiriyor. Ebeveynler, evlatlarına eğitim verip geliştirmeye yetişemezler; ellerinden gelen sadece her gün Baba’ya güvenip O’na kulak vermek, O’nun esinlemelerini izleyip O’nun emirlerine itaat etmektir. Allah’a itaat eden ve O’na sadık olmayı isteyen bir hayatın örneği, eşsiz bir eğitim gücüne sahiptir.

Evlatlarına sağlam ve güvenilir bir eğitim vermeyi bilmeyen ebeleyenler, nine, dede ve bütün başka akrabalar, ilk önce Nasıralı ailenin örneğini alacaklar: Meryem’in ve Yusuf’un yasalara ve halkının geleneklerine nasıl uyduklarına bakacaklar; onları taklit etmeye, evlatlarının okula gidecekleri zamanı beklemeden hemen başlayacaklar, hatta onlar doğmadan önce ve doğduktan sonra çocukken, daima, Meryem’i ve Yusuf’u taklit edecekler. Bu şekilde de evlatlar, Allah’ın sevgisi ile dolu bir ruhani havayı nefes alacaklardır! Tüm annelere, babalara şunu söylemek isterdim: evlatlarınızı sadece senede üç defa kiliseye götürmekle, büyük bir şey yapmış olduğunuzu hayal etmeyin! Biraz yağmurdan veya soğuktan korkarak, veya başka şeylere daha çok önem vererek, evlatlarınızı kiliseye götürmemeniz, onlar için tam bir ateizm dersi olacaktır. Evlatlar senede yedi kez gripli olurlarsa da çok büyük bir sorun değildir; onlara bedenin sağlığının ve dünyanın boşluklarının, ruhun sağlığından önemli olduğuna inandırmak daha kötüdür! Allah’a olan sadakat - zor ve yorucu olsa da - günlük, haftalık, sürekli olmalıdır, yoksa o, yokmuş gibidir çünkü evlatlar, sadece Allah’a düşman olan dünyanın havasını nefes almaktadırlar. Meryem'e ve Yusuf’a dua edelim: Onlar, ailelerimizin cesaret, kararlık ve sadakati elde edebilmeleri için, aracılık etsinler!

 

 

ALLAH’IN ANNESİ MERYEM BAYRAMI

 

  1. Okuma Say 6,22-27 Mezmur 66 2.Okuma Gal 4,4-7 İncil Lk 2,16-21

 

Bugün İsraillilerin Harun’dan aldıkları kutsamayı biz alıyoruz. Bu takdis çok özel, çünkü sözleri Allah tarafından ilham edildi. Bu sebepten tüm kutsamaların kalıbı budur. Ne kadar çok kutsama alıyoruz! Her Ayine katıldığımızda ve litürjik bir duaya katıldığımızda takdis ediliyoruz. Ancak aldığımız bu kutsamalara ne kadar az dikkat ediyoruz. Bir lanet aldığımızda ise çok daha dikkatli oluyoruz, korkuyoruz, üzülüyoruz ve bunlar kutsamalarla aldığımız lütufların hatırasını yok ediyorlar.

Kutsamalar Allah’tan gelirler, lanetler ise şeytandan gelirler. Allah’ın kutsamasını almış olmaktan mutlu hatta gururlu olabiliriz ve herhangi bir lanet karşısında rahat kalabiliriz, korkmamalıyız. Allah, şeytandan güçlüdür. Çünkü İsa zayıflığıyla şeytanın gücünü yendi. Bize O’ndan her türlü kutsama gelir, başlayacağımız yeni yılda da böyle olacaktır. Kutsayan İsa, bugün Meryem’in kollarında… Meryem sessiz kalsa da, daima bize yardımcı olmaktadır; yardımıyla Rab’bin huzurunu ve gücünü alırız.

Meryem her kilisede ve her imanlının evinde saygı görür. Bu doğru ve gereklidir, çünkü o bize İsa’yı bebek olarak tanıttı ve İsa haçta ölürken bizleri Meryem’e emanet etti. İsa’nın, insan olarak, güçsüz anlarında Meryem hep yanında idi. Bu sebepten biz ona Allah’ın Annesi diyoruz: Allah’ın sevgisinin İsa’nın insan olmasında en çok gözüktüğü anlarda, Meryem anne olarak hep oradaydı. Meryem Allah’ın Annesidir, çünkü aramızda olan Allah’ın sevgisinin mevcudiyetinin Annesidir. Allah’ın kendisi Annesini evimize kabul etmemizden mutlu, bunu ilk olarak havari Yuhanna’nın yaptığı gibi. Bizler günahkâr mıyız? Buna layık değil miyiz? Meryem, bizden utanmadan hep yanımızda kalıyor, bizlere Kurtarıcıyı tanıtıyor, bize Affedeni, günahkâr için yaşamını Vereni gösteriyor. Meryem herkes için, hatta insanlar tarafından hor görülenler için bile Allah’ın kutsamasının garantisidir.

“Rab sizi takdis etsin ve korusun.

Rab yüzünün nuru ile sizi aydınlatsın ve sana lütfunu size bağışlasın.

Rab size yüzünü çevirsin. Barış ve huzur versin”.

Kutsandığımızda biz de başkaları için kutsama oluyoruz. Bugün, sivil yılın başlangıcında Allah’ın kutsamasına özellikle dikkatliyiz. Tebrikler yeterli gelmiyor, meyve vermeyen boş ve gereksiz sözler olabilirler. Ama bunları Allah söylüyorsa o zaman değerlidirler, çünkü faydalı sonuçlar doğuracaklardır. Kardeşlerimiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız ve düşmanlarımız Allah’ın ellerine emanet edelim ve onlar için dua edelim. Bugün özellikle düşmanlarımızı kutsamalıyız, tabii düşmanımız varsa. Biz tarafımızdan herkesle barış içersinde olmak istiyoruz, ama belki herkes bizimle barış içersinde olmak istemiyor. İşte, bugün onların üzerlerine de Allah’ın kutsamalarını gönderelim: Bu şekilde O’nun kutsaması yüreğimizde barışa dönüşecektir.

Yeni yılı Meryem ile başlayalım, barış içersinde başlayalım. Elbette, dünya barışı için dua edeceğiz ve her milleti takdis edeceğiz, çünkü ancak dünya barışı ile herkesin huzuru olabilir. Ama bu duanın dinlenilmesi ve gerçekleşmesi için ilk önce biz düşmanlarımızı sevmeye başlamalıyız.

Bugün aldığımız takdis, yaşamımız olsun ve bu yeni yaşam, karşılaşacağımız herkes için kutsama olsun. Yüzümüzün Baba’nın sevgisinin nurunu göstermesini sağlayalım; böyle olsun diye Rab’be her gün biraz zaman ayıralım. Günlerimizde dua yoksa, Baba’nın ve İsa’nın nuruna çıkmazsak kimse için kutsama olamayacağız ve dünyada var olmasını istediğimiz barışa katkıda bulunamayacağız. Bu sebepten Meryem gibi yapmak istiyoruz: Derin derin düşünerek yüreğimizde İsa’nın yaşamının olaylarını saklayacağız ve günlük hayatımızda yaşamalarını sağlayacağız; bu sayede İsa’yı seveceğiz ve sevgisiyle kardeşlerimizi kabul edeceğiz.

 

NOEL’DEN SONRAKİ 2. PAZAR GÜNÜ - B

 

  1. Okuma Sirak 24,1-4.12-16 * Mezmur 147 * 2ª Okuma Ef 1,3-6.15-18 * İncil Yh 1,1-18

 

“Yakub oğulları arasına yerleş”; bu sözlerle ilahi Hikmet insanlar arasında, Allah’ın halkı arasında yaşamaya gönderilir. İlahi Hikmet Allah’ın Kelamıdır; O, “insan olup aramızda yaşadı”. Bu sözlerle havari Yuhanna Mesih İsa’nın doğuşunun gizeminin ne kadar üstün olduğunu göstermek ister. Bugün bunu daha iyi anlamaya çalışalım. Şefkatle O’na bakıp O’nu küçük çocuk olarak gördük. Ancak O, herhangi bir çocuk gibi değildir: O, “Bizimle-olan-Allah’”tır. Dahası var; herhangi bir Allah da değildir; O, gerçek tek Allah’tır, sevgi olan Allah’tır. O çocuk Allah’ın sevgisinin beden almasıdır, onun somutlaşmasıdır, kendisi Allah’ın sevgisidir. Allah; bu armağanı, bu Çocuğu bize sunarak, bizi sever. Bu Çocuk, Allah’ın sevgisinin beden alması olduğu için, şöyle söyleyebiliriz ve beyan etmeliyiz ki, O, “insanların ışığıydı”, “lütuf ve gerçek” idi;“yaşam da O’ndaydı”. Allah hakkında söylediklerimizi, O’nun hakkında da söylemeliyiz. Allah dünyaya çocuk olarak geldi. Çocuk olarak da, Allah’ın sevgisinin ve gerçeğinin, bizi korkutmadan yanımızda olabildiğinden emin olmamızı sağlar ve O’nun ışığının, gözlerimizi kamaştırmadan yolumuzu aydınlatıp, etrafımızdaki her insanın ve her şeyin yeni yanlarını görmemizi sağlayacağına da inandıracak bizi. Işık bizim için çok büyük bir armağandır. Gözlerimizin sağlıklı olmasına rağmen ışık olmadan, kör olurduk … Işık olmadan, ne neler yapmakta olduğumuzu ne de yaptıklarımızın neticelerini bilebilirdik. İşte, ışık geldi! Yüreğimizde İsa varsa, yaşadığımız gerçeği en doğru şekilde görebiliriz, çünkü her durumu ve her olayı Allah’ın ifadesi veya sevgiyle O’na cevap vermeye davet olarak görebiliriz. İsa yaşamıma girince, seni ve herkesi kardeş olarak, ayrıca sahip olduğum etrafımdaki her şeyi de, sevmek için bana verilen araç olarak görürüm. Yüreğimdeki İsa bana, sözlerin ve eylemlerin iyi yada kötü olup olmadıklarını anlamam için, ışık bağışlar. O’nunla neyin, Allah’ın Hükümrlığına yaklaştırdığının veya tersine ondan uzaklaştırdığının farkına varırım.

Isa sadece vaaz vermeye başlayacağında değil, bebek olarak, dünyaya geldiği andan itibaren insaların ışığı olmaya başladı. Bu ne demektir? Demek ki, eğer O’nu sadece şimdi tanımaya başlamış olsam, eğer O’nun hakkında sadece ismini ve hayatının hakkında çok az bilsem de, aynen içimde yeni bir yaşam başlamış oldu; gelişen, olgunlaşan ve yeni ümitleri doğuran bir yaşam.

Bugün, iki bin yıl önce ki gibi, o Çocuğun ışığı karanlıklar tarafından cevrelenmiş olur. Karanlıklar ışığın parlamasını istemez, çünkü ışık karanlıkta yaşamanın ne kadar yalancı ve tehlikeli olduğunu gösterir. Karanlık ışığı sondurmek ister. Bizler; Mesih İsa’nın ismini duymak ve O’nun hakkında konuşulmasını istemeyen, O’nun mevcudiyetinin belirtilerini reddeden, Isa’nın sevgisini yok etmek isteyen bir dünyada yaşarız. Isa’ya bağlı olanları ve O’nu sevenleri dışlayan bir dünyada yaşarız. Ne yapmalıyız? Korkmalı mıyız, çekinmeli miyiz? Bize bağışlanan hikmeti ve sevincimizi gizli mi tutmalıyız? Asla! Bizimle alay edilirse de, saygınlığımızı kaybetme pahasına da, olduğumuz gibi olmaya devam edeceğiz; İsa sayesinde dünyanın ışığıyız. Ancak ve ancak O’nunla herkes için değerli ve faydalı oluruz, bunu hiçkimse kabul etmezse de. Dünya için de ağlama zamanı gelecek, o zaman tek teselli edebilenler İsa’nın dostları olacaktır. Bizi alaya alanlar bizden yardım dileyecekler; fakat sadece Rab’bimize sadık ve bağlı kalırsak…

Vaftizci Yahya’nın yaptığı gibi, İsa’ya tanıklık etmeye devam edelim; Yahya herkesin tarafından aranıyordu, ama o kendisini yüceltmiyordu, tersine alçaltıyordu öyle ki günahkarların gözünde sadece onun ilan ettiği Allah’ın Kelamı, sadece Rab önemli olsun. Alçakgönüllülükle ve İsa’nın üstünlüğünü ilan etmekle Yahya tanıklık ediyordu. İnanılır olmak için, Yahya fakirlikte ve yalnızlıkta yaşıyordu. Gerçeğin Ruh’unu, Kutsal Ruh’u almış olan bizler de, sadelik, fakirlik, ölçülülük, alçakgönüllülük, barış içinde yaşadığımız taktirde Rab’bin inanılır tanıkları olabileceğiz.

Sevinelim, çünkü “Bizimle-olan- Allah’ı yaşamımıza konuk edebiliriz ve herkese yaşam ve ışık bağışlayan O’nun mevcudiyetinin tanıkları olabiliriz! Gerçekten sevinebiliriz!

 

EPİFANYA BAYRAMI

 

  1. Okuma Yeşaya 60,1-6 * Mezmur 71* 2.Okuma Efes 2,2-6* İncil Mt 2,1-13

 

“Kardeşlerim, Allah’ın sizler için bana bağışladığı lütfu öğrenmişsinizdir: Tasarısının sırrını vahiy yoluyla bana açıklayıp bildirdi”. Bugün Aziz Pavlus’dan bunu okuduk. Onu sadece duyduk mu ya da onu anladık mı? Bizler çoğumuz, havarinin mektuplarında sürekli konuştuğu gizemi duyduk; ama bu gizemini anlamaya ve de hayatımıza girip girmediğini görmeye çalışmadık. Açıklanmış olan gizem, güzel bir biblo olarak hafızamızın yüzeyinde kalmış oldu: Bizler onu ne soframıza ne de işimize, ne konuşmalarımıza ne de eğlenmelerimize, dualarımıza da, bizimle birlikte maalesef götürmüyoruz.

Bugün Aziz Pavlus, Allah’ın tüm insanları kurtarma isteğine ilişkisi olan, bunun için tüm ulusların İsa’ya ait olmalarının olanağına da ilişkisi olan, gizemin o parçası hakkında konuşmaktadır. Bu Allah’ın isteğinden gelen sonuçların birisi, bizim herkese, başka dinlere ait olana da, olabilecek kardeş gibi bakabilmemizdir. Başka bir sonucu da şudur: Biz herkese İsa hakkında konuşabiliriz, O’nu herkese müjdeleyebiliriz, çünkü herkes - bunun bilincinde olmadan da olsa - O’nu beklemektedir. Aramızda yaşayan Müslümanlar, Budizm ve Hinduizm’in inançlarını kabul edenler de, kendilerini Allah’sız sayanlar ve kendilerinin kime ait olduklarını bilmeyenler de, İsa’yı beklemektedirler. Onlar bunu söylemiyorlar, bunu bilmiyorlar. Fakat aramızdaki İsa’nın kişiliğinde mevcut olan Allah’ın sevgisinin müjdesini duyunca, onların hepsi bu sevginin gerçeğini seziyorlar. Eğer onlara İsa sadece sözlerle değil; yorucu bile olsa şefkatin eylemleriyle ve acılar pahasına bile olsa dayanışmanın eylemleriyle müjdelenirse, daha iyidir.

Müneccimler, insanların bütün dinlerini temsil edenlerdir. Bu dinler, insanların yüreğinde boşluğu yaratıp bırakırlar. İnsanlar bu boşluğu sezerler ve onu doldurmaya çalışırlar; görünmeyen ve uzak sayılan; hazır bulunan, ama tanınmayan Allah’ın yolladığı bir kişi ile ilişkiye girerek bu boşluğu doldurabileceklerini sezerler. Ve işte, Müneccimler, büyülü deneyimleri ile bir işaret bulmuşlar: Yıldızlarla oynayan onlar, kendilerine bir yol gösteren bir yıldız bulmuşlar ve yola çıkmışlar. Sık sık insanları aldatmak ve mahvetmek için, şeytanların girdikleri alışkanlıklarda, bu kez Allah’ın armağanı yer bulmuştur. Müneccimlerin aradıkları kişi bir Kraldır, ama hala bebek olan bir Kraldır. O, sadece başka bir kralın sarayında aranabilir. Ama bu kral - Müneccimler için anlaşılmaz bir şeydir bu! – bunun hakkında hiçbir şey bilmiyor. Kralın bu bilgisizliğinin nedenini bizler bilmekteyiz: Bu kral sadece insani şanı, gücü ve aşırı zenginlikleri arıyor, sadece bu şeyleri önemli sayıyor. Bu kral da merak ediyor, ama sadece kendi yerinde kalabilmek için. Ne o ne de oğulları, aramakta olan yüreklere hiçbir şey veremezler. Müneccimlerin aradığı Kral, farklı bir Kral olmalıdır, ama O nerede bulunabilir? Müneccimlere kim cevap verebilir?

Cevap veren Kutsal Yazı’lardır; kutsallığı olmayan kişilerden, Herodes’den çıkan korkudan engellenilen kişilerden okunan Kutsal Yazı’lardır. Fakat Kutsal Yazılar – onları okuyanlar kutsal olsun veya günahkar olsun, önemli değil! – Bebek Kral’a; sevinçle dolduran- hayatı dolduran- o Kral’a, götürmekteler. Biz de, O’nun önünde ve O’na mücevher kutusunu açıp boşaltabiliriz: Sadece altını ve başka değerleri kapsayan mücevher kutusunu değil; yüreğimizin mücevherlerini de O’nun önünde açıp boşaltabiliriz. Bebek Kral, yüreğimiz başka hazinelerden boşalınca, onu doldurur ve tek hazine olarak yüreğimizde kalır. Altın zenginliği, fakirliğe değil, İsa’ya yer bırakıyor; günnükten temsil edilen kendini beğenmişlik, aşağılanmaya değil, İsa’ya yer bırakıyor; bir soyu bırakma ve kendi adını sürekli kılma hırsını temsil eden mür, tembelliğe değil, İsa’ya yer bırakıyor; nitekim yeryüzünün üzerinde olan ve gelecek olan insanları kurtarmaya devam etmek için olması gereken İsa’dır.

Müneccimler, Rab’bi arıyorlar ve O’nu buluyorlar; Herodes de kendinin O’nu aradığını söylüyor ve O’nu sevmeye başlayanların aramalarından faydalanmak istiyor. Fakat melekler uyanık olmaktadırlar; ne Müneccimlerin, kötünün aracı olmalarına ne de kötünün Müneccimlerin iyiliğinden ve Allah’a olan itaatlerinden faydalanmasına izin vermiyorlar. Müneccimlerin, Çocuğu bulunca; kendilerine O’nu sunan Anne’yi bulmalarını görmek, bizim için sevimli ve güzeldir. Bu şekilde hem Meryem’in yüzünün hem de İsa’nın yüzünün ışığı, Müneccimlerin hafızlarına basılmış kalıyor: Bunlar, yüreğimizde olduğu gibi; daima birleşmiş olacak iki yüzdür. Meryem’den İsa’yı kabul etmeyi ve O’nu sevmeyi öğreniyoruz; Meryem’den O’nu dinlemeyi ve O’na itaat etmeyi de öğreniyoruz. Bizi kurtaran, bizi günahtan özgür kılan, bizi sevinçle dolduran İsa’dır, ama bizleri O’na dokunmaya, O’na dikkatle bakmaya, O’na tapınmaya yüreklendiren Meryem’dir. Bütün dinler, İsa’ya yaklaşmaya ve kabul etmeye başlıyorlar, çünkü Meryem tarafından seviliyorlar ve onun şefkatli, alçakgönüllü ve sevgi dolu İsa’nın yanında var olmasından yüreklendiriliyorlar. Havarinin hizmetinin önünden gelen Meryem’dir; O, başka dinden olan o yabancılara, dünya için Kurtuluş olan mübarek Oğlunu gösterendir.

 

MESİH İSA’NIN VAFTİZİ - B

 

1.Ok Yşa 55,1-11 (veya 42,1-4.6-7) * Mez 12 * 2.Ok 1Yh 5,1-9 (veya Hav. İşl. 10,34-38)

* İncil Mk 1,7-11

 

Bugün Yeşaya aracılığıyla Rab bize: “Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil” diye söylüyor. Bunu Rab kendisi söylüyor, bu yüzden heran düşüncelerimizi değiştirmeye hazır olmamız gerekir... Düşünceler, Allah’ın ki olmazsa, sahte ve aldatıcıdırlar. Allah’ın düşüncelerini nasıl tanıyacağız? Bunları kim bize bildirecek? Bugün Vaftizci Yahya bize cevap veriyor. Yahya,“Benden sonra benden daha güçlü olan biri geliyor. Ben eğilip onun çarıklarının bağlarını çözmeye bile layık değilim’ diyerek, İsa’nın üstünlüğünü ilan ediyor. İşte, bize Allah’ın düşüncelerini tanıtan, İsa’dır.

Sonra da Baba’nın kendisi sudan çıkan İsa’ya ‘Sen benim Oğlum’sun; senden hoşnudum’ diyerek, Yahya’nın sözlerini doğruluyor. Baba, İsa’yı bu sözlerle tanıtarak, O’nun, kendisiyle birlikte aynı seviyede kalabilecek kadar kendisine yakın olduğunu; aynı düşünceyi, isteği ve projeyi paylaştığını söylüyor.

Allah’ın düşüncelerini tanıyıp paylaşmak mi istiyoruz? O halde kendimizinkileri bir kenara bırakalım ve İsa’nınkileri benimseyelim!

Kutsal Ruh İsa’nın üzerine görünür bir şekilde, yani güvercin olarak, iniyor. Güvercin imgesi bize, yaratılışın başlangıcında Allah’ın Ruh’unun, düzenlemek ve şekillendirmek için, suların üzerinde dalgalanmasını hatırlatıyor. Artık Ruh dalgalanmaya bıraktı çünkü yaratılışın düzeni İsa’dır. O, Baba’nın tasarladığı projedir, O’nun sevgisinin mükemmel gerçekleşmesidir. İsa, ulaşacağı her yere Allah’ın Ruh’unu yayıyor; böylece O’nun vardığı her yere yaratılışın yenilenmesi varıyor. Bir insanın yüreğine İsa varınca, o insan Allah’ın evladı oluyor; barış, kutsallık, merhamet ve af sağlıyor.

Güvercin imgesi insanların günahının nedeni olan tufandan sonraki yeniden başlayan yaşamı anımsatıyor. Nuh’a dönen güvercin ona, Allah’ın, yeryüzünde yeniden yaşamı doğurduğunu, dolayısıyla da, artık gemiden çıkabileceğini iletiyor. Şimdi, İsa üzerine inerek, bize yaşam yerinin, cezayı hak eden günahkarlara ümit verenin, İsa olduğunu anlatıyor. Allah’ın tüm insanlara olan müjdesi-iyi haberi, İsa’dır.

Ayrıca güvercin, af dilemek için fakirlerin, tapınakta sunduğu kurban idi. Şimdi güvercin İsa üzerinde kalıyor; şimdi İsa, dünyanın tüm insanlarına bedava af sağlayan gerçek tapınak, sunak ve kurbandır.

Bu şekilde Peder ve Kutsal Ruh tarafından tanıtılan İsa, nehirden, tüm halkının pişmanlığını ve imanını toplayan sulardan çıkıyor. Oraya İsa günahkarlarla birlikte inmişti ve günahsız olan O, kendi üstüne cezalarını almıştı. Yahya O’na şu sözlerle tanıklık edebiliyor: “İşte dünyanın günahını kaldıran Allah’ın Kuzusu!” ve “O, sizi Kutsal Ruh’la vaftiz edecektir”.

Noel’de başlayan İsa’nın tanıtılması şimdi tamamlanıyor; çobanların ve yıldız bilimcilerinin tapındığı Çocuk, herkesin dikkatine ve tapınmasına layık olandır.

O’nun hakkında ve insana Kutsal Ruh’u bağışlayarak yüreğinde gerçekleştireceği harika eserler hakkında konuşan sadece Yahya değildir; Baba da, kendi sesiyle ve Kutsal Ruh da, kendisini göstererek, İsa’nın kimliğini ve Kutsal Yazılardaki peygamberliklerin, O’nda gerçekleştiğini ilan ettiler.

İncilci Yuhanna, mektubunda İsa’ya olan imanın meyvesini yazıyor: “İsa’nın Mesih olduğuna iman eden herkes Allah’tan doğmuştur”; başka sözlerle şöyle diyebiliriz: İsa’nın, Baba tarafından meshedilmiş ve gönderilmiş olduğuna iman eden, sadece fiziksel yaşamı değil, tanrısal yaşamı almış olup yaşıyor. İsa’nın en küçük öğrencilerinin saygınlığı ve büyüklüğü Allah’ınkidir! Bununla beraber Yuhanna şunu da bize söylemek istiyor: Unutmayalım ki, Allah sevgidir dolayısıyla O’nun hayatını yaşayan, O’nun sevgisini yaşıyor; sadece kendisine yaşam veren Allah’ı değil de, tüm insanları seviyor. Sevginin kökü, temeli, sağlamlığı, kalıcılığı ancak ve ancak ve her zaman imana bağlıdır: “Bize dünyaya karşı zafer kazandıran, imanımızdır”. Dikkat etmemiz gereken en önemli şey imandır; sevgi de imanın bir sonucudur. Çocuklarımıza sevmeyi öğretmekle ve kendimiz de sadece sevgide gelişmekle kalmayacağız, çünkü kuru ağaçlar veya geçici Noel çam ağaçları gibi olma riskine girebiliriz. İsa’ya iman etmeyi öğretmeye, O’nu daha derin bir şekilde tanımaya çalışacağız, böylece sevgimiz daima canlı, gerçek, saf ve sebatlı olacaktır. İman yoksa, yalnız başkalarının sevgisine değil, kendi sevgime bile güvenemiyorum. Bugün kendime ve iyiliğime olan sahte güvenlik düşüncelerinin yerine Allah’ın bu düşüncesini ve Sözünü koymak istiyorum.

 

02/02 - NUR BAYRAMI – MESİH İSA’NIN MABETTE SUNULMASI

1.Okuma Malaki 3,1-4* Mezmur 24 * 2.Okuma İbr 2,14-18 * İncil Lk 2,22-40

 

Ey kapılar, açılın! Kanatlarınızı açın, ebedi kapılar! Yüce Kral girecektir”. Mezmur böyle diyor ve bu şekilde bugünkü gizemi anlamamıza yardım ediyor. Kentteki kapılar, yine kentte bulunan mabedin kapıları da kenara çekilmeye davet ediliyor: Bunlar, şimdi Gelen için yapılmıştır. Kapılar, kendilerini koruyanları ve kendilerinden geçenleri belirtmektedirler: Herkes, düşüncelerini ve işlerini bir kenara bıraksın, çünkü şimdi hayatın her yönüne gerçek anlamı Veren bizimledir. Şimeon ve Anna gibi hür ve dikkatli, büyük bir arzu ile Allah’ı bekleyen ve O’nun sevgisiyle dolu olan kişiler işte, şimdi başlarını kaldırmaktalar ve Çocuğu geçirmeye hazırlanmaktadırlar. Evet bu, tam Meryem’in ve Yusuf’un kucağında taşınan Çocuk’tur: Fakir bir çocuk, o kadar fakir ki Yusuf, fakirlerden gelen sunuyu getirmektedir! Bu Çocuk, yaşlı Şimeon tarafından ‘kucağına’ alınmaktadır: Şimeon da ağzını açıp Allah’ı kutsuyor ve o Çocuğun, tüm uluslar için ışık ve kurtuluş olduğunu ortaya koyuyor. Peki kim ona bu gizemi açıkladı? Ne Meryem, ne Yusuf, ne de koyunlarının yanında kalan çobanlar! İsa, saklı kalamayan ışıktır, lambanın üzerine konulması gereken ışıktır! Allah’ın Ruh’u, küçüklere ve fakirlere Baba’nın sevgisinin gizemlerini açıklamaktadır. Bunu sen de bilmektesin: Küçük ve fakir olduğunda, Allah’ın mesajlarını anlıyorsun ve dünyanın bilge kişileri için saklı kalan gizemler, senin için açılıyorlar. “Birçok peygamber ve kral, sizin gördüklerinizi görmek istedi, ama göremedi”: Şimeon’un ve Anna’nın gözleri şimdi bunları görüp mutlu olmaktadır ve sevinçle doludur! Hiç bir sevinç, bu sevinçten daha büyük olamaz; nitekim Şimeon bunu şöyle dile getirmektedir: “Ey Rabbim, vermiş olduğun sözüne göre kulun olan ben artık huzur içinde ölebilirim”. Kurtarıcı ile karşılaştıktan sonra, artık hiçbir gereksinimimiz kalmamaktadır, O, hayatımızı doldurmakta ve geliştirmektedir.

Şimeon’dan sonra, şehitler de aynı şeye tanıklık ettiler: Onlar, İsa ile karşılaşmaya devam etmeyi, hayatlarına tercih ettiler. İsa, - çocuk olsun, yetişkin olsun– herkes için Kurtarıcıdır, hayatın ışığıdır! Buna, İsa ile karşılaşmayı yaşamak için, dünyanın zenginliklerinden çekilenler de tanıklık ediyorlar: Bunlar, keşişler ve rahiplerdir; aynı zamanda da, bu unvanı taşımamalarına rağmen, İsa’yı kucaklarında ve yüreklerinde tutmaktan mutlu olan adamlar ve kadınlardır. Bu dünyadan çekilmelerine rağmen onlar, dünyaya yararsız değiller, aksine, dünyada daima ağırlık veren günah yükünün altında olanlara ümit bağışlamaktadırlar. Onlar, sessizlikleri ile ve sessizliklerinde, insanın hayatının - bir çocuğun hayatının da, yararsız gibi gözüken bir insanın hayatının da – Allah’ın gözünde ne kadar değerli olduğunu söylemektedirler.

Meryem ve Yusuf şaşmaktadırlar, tıpkı çobanları duyduklarında, tıpkı müneccimlerin Çocuğun ayaklarına kapandıklarını gördüklerinde olduğu gibi. Sırların, o kadar çok sayıda kişi tarafından bilinmesine hayret etmektedirler. Biz buna şaşmamaktayız: Oğlunun gerçeğini anneye ve babaya gösteren, bana da bir şekilde gösterebilir. Şimeon, sevinçle anneye de konuşmaktadır: O (Şimeon) şimdiden, Allah’ın diğer dostlarından farklı olmayan Çocuğun hayatını tanımaktadır. Büyük ataların ve peygamberlerin hayatı, Çocuk için örnek olan bir peygamberliktir: O, bütün insanlar için takdis olacaktır, ama bu, reddedilmenin, sıkıntının ve ıstırapların zor yolunda gerçekleşecektir. Musa için de İlyas için de böyle oldu. Ve Anna, anlamak isteyenlere şunu söylemektedir: Allah, hayatlarını O’na adayanlara, usanmadan dua edenlere, gece gündüz O’nun için yaşayanlara gizemlerini açıklamaktadır. Kuşkusuz kim haç işaretini yapmakla ya da Meryem Ana’nın duasını üç defa söylemekle yetiniyorsa, kim sadece ‘buyurulan’ törenlere katılıyorsa, kim, kısa bir duadan sonra, ‘bu yeterli’ diyorsa, mabedin meydanında, Rab’bin geçerken bulunuyorsa da, bunu fark etmeyecektir, O’nu tanımayacaktır.

Şimeon’nun ve Anna’nın olayı, bize bir şeyi daha söylemektedir: Her çocuk, değerlidir, büyük dikkate layıktır; Allah’ın ışığı ve şanıdır; yeryüzüne göğün bir parçasını getirebilir.

 

 

OLAĞAN DEVRE 2. PAZAR GÜNÜ - B

  • -
  1. Okuma 1Sam 3,3b-10.19 * Mezmur 39* 2.Okuma 1Kor 6,13c-15a.17-20* İncil Yh 1,35-42

 

“Samuel yatarken...” Büyük peygamber Samuel’in hikayesi böyle başlamaktadır. Uyumakta olan bir insan nasıl peygamber olabilir? Bu, kendimizi her şeyin başrol oyuncuları sayan bizler için, biriktirdiğimiz çok sevaplar sayesinde Allah’tan, kendi eseri için, seçilebiceğimizi düşünen bizler için, gerçekten sorunlu bir şeydir. Allah uyumakta olan insanda tam bir özgürlükle çalışabilir, ayrıca insan anlamalı ki alçakgönüllüce ve sakince, Allah’ın girişimine ve vaatlerine tamamen teslim olmuş olarak yaşayabilir. Samuel uyuyor ve Allah onu uyandırıyor, ve yine, birkaç kez daha, onu adıyla çağırarak uyandırıyor. Samuel, kendisini çağırmakta olanın kim olduğunu bilmiyor ve Allah bunu ona, -doğrudan yapabileceği halde-, ona babalık ve koruyuculuk yapan mabedin kahini aracılığıyla söylüyor. Allah şu şekilde davranmaktadır: O’nun sesi daima, önünden gelen ya da onu destekleyen başka bir insanın sesi eşliğinde insana ulaşır. Bu şekilde insanlar, kendi bilinçaltından ya da şeytandan gelen sahte ilhamlar tarafından aldatılmazlar. Ve de masajı dinleyen, mesajı verenin dışında olan bir garantine sahiptir. Allah, Oğlu İsa için de aynı yöntem kullanıyor. İsa kendisini tanıtmıyor, oysa O’nu halka ve kendi öğrencilerine tanıtan, Vaftizci Yahya’nın sesi ve sözüdür. Nitekim Yahya’nın öğrencilerinden ikisi, onu ciddiye alıyor ve İsa’yı izlemeye başlıyorlar. Ve İsa onların ciddiyetini yokluyor. Onlara yönelttiği soru basit, ama çok derindir. İsa onların, dünyevi beklentiler ile mi yoksa Kendisine karşılıksızca itaat etme niyetiyle mi Kendisini izlediklerini görmek istiyor.

Bu iki öğrenciden birisi, Andreas’tır. O, tecrübesini erkek kardeşi Simon ile paylaşıyor. Simon, İsa’yı karşılamayı kabul ediyor ve İsa, ona soru sormadan yeni bir ad veriyor: Bu demek ki İsa’nın dünyada bizzat gerçekleştireceği projesinde Simon’un özel bir görevi olacaktır. Simon’un yeni adı olan Petrus –kaya demektir-, inşa edilecek binanın temelini ima ediyor. O halde Petrus’un önemli bir ödevi olacaktır; bir ödev ki onda, başlamak üzere olan eyleminin büyük yükümlülüğünü desteklemek için, katlanma ve sebat etme yeteneği gerektirecektir. Simon, erkek kardeşi aracılığıyla İsa’ya ulaştı, dolayısığıyla o, kardeşine daima minnettar olacak, alçakgönüllü olacak, hiçbir zaman önemli göreviyle övünmeyecektir. Petrus için ötekiler, bütün ötekiler, önemli olacaklardır. İnsanın gerçek önemini, gözlerimize göre değil, sadece ve daima İsa’nın gözlerine göre ölçebiliriz.

Bu, Aziz Pavlus’un bugün bize söylediği gibi, bizlerden her birisi için geçerlidir. Her birimiz kendisi hakkında şunu düşünmelidir: “Ben, beni yaratan, kurtaran ve özgürlüğe kavuşturan Rab’be ait oluyorum”. Benim olan her şey, bedenim dahil, Rab’bindir. Rab bize Ruh’unu verdi, O’nu havarilerinin üzerine üfledi. O’nu bize çeşitli şekillerde vermektedir. Kendimizi, Kutsal Ruh’un mabedi, O’nun var olduğu yer olarak görebiliriz. Bunun için bedenimize, tıpkı kutsal hizmete adanan eşyalara davrandığımız gibi davranmalıyız. Bedenimizi saygı ve dikkatle kullanmalı, Allah’a layık olan eylemlere adamalı, iffetsiz ve boş ruhların aracı olmaması için korumalıyız. Aziz Pavlus: “Beden ahlaksızlık için değildir” ve yine “Ahlaksızlıktan kaçın!” diyor. Bunun sebebi, kolayca anlaşılabilir: Rab bedenimizi de kullanır; O bizi, Hükümranlığı için, kutsal -bütün parçalarının da kutsal olması gereken- Kilisesinin inşa edilmesi için kullanmak istiyor. Aziz Pavlus’un bahsettiği ahlaksızlık, cinsel ahlaksızlıktır. Nitekim şöyle diyor: “Mesih’in üyelerini alıp bir fahişenin üyeleri mi yapayım! Kesinlikle hayır!”. Dünya ne isterse desin! Bizlere gelince, İsa’nın düşüncesine sıkı sıkıya bağlı kalırız: O bizleri aldatmaz; O bizi sever ve gerçekten iyiliğimizi ister. Dünya, her şeyi ve herkesi mazur görmek ister; dünya, istediğimiz ve beğendiğimiz her şeyi yapmanın, insanlara hiçbir saygınlık vermeyen hırsları tatmin etmenin de, iyi ve gerekli olduğuna bizi ikna etmek istiyor. Bütün cinsel hırslarını tatmin edenler, ne tür bir saygınlığa sahip olabilir ki? Kendi içgüdülerini tatmin etmeye çalışarak yaşayana, nasıl güvenebilirsin? Kutsal Ruh, içimizde mevcut olunca, özdenetim armağanını, yani kendi içgüdülerine hakim olma armağanını da bizlere vermektedir. Kim kendi hırslarına hakim olabilirse, işte o, ruhani şeylere değer verebilir, erkek kardeşlerle ve kız kardeşlerle birliği tadabilir, diğer insanlarla barış, sadelik ve sevinç içinde yaşamayı becerir. Özdenetim armağanına sahip olan, Allah’ı dinlemeyi bilir, tıpkı Samuel’in yaptığı gibi. Sen de mi huzur ve sevinci taşıyan bir Allah dostu olmak istiyorsun? Öyleyse bedeninin Kutsal Ruh’un mabedi olduğunu hatırla, onu sevinçle Kutsal Ruh’a sun! Onu ne tek başına ne de kendi cinsinle veya öteki cinsinle iffetsizliğe ve ahlaklısızlığa teslim etme! O zaman Allah, Hükümranlığı için, tesellisini dağıtmak için, Rab İsa’nın mevcudiyetini erkek kardeşlere ve kız kardeşlere, çocuklara ve büyüklere, hastalara ve acı çekenlere götürmek için seni kullanacaktır.

 

OLAĞAN DEVRE 3. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma Yunus 3,1-5.10 * Mezmur 25 * 2. Okuma 1Kor 7,29-31 * İncil Mk 1,14-20

 

Nuh zamanında, kendi hırslarını gidermeye alışmış insanlar, Nuh’un azarlamalarına ve tanıklığına önem vermediler. Sodom ve Gomora şehirlerinde de hiçkimse Lut’un dürüstlüğüne dikkat etmedi, tersine herkes cinsel sapıklıklarına göre yaşamaya devam etti; üstelik bunu kendi hakları olarak görerek! Tufan geldi ve yeryüzünü yıkamak için ateş yağdı. Asırlar sonra, büyük kent olan Ninova da Nuh’un ve Lut’un zamanında olanların yaşadığı gibi sapıklıkla doldu. İşte tam da buraya Allah’ın bir peygamberi gönderilmektedir: Yunus. O, Allah’ı çok fazla sevmiyordu ve Allah’ın, insanlara beslediği sevgiye de katılmıyordu. Ninova halkı putperestti. Belki bunun için Yunus onun gerçekten yok olmasını bekliyordu: Nitekim o, Allah’a itaat ederek, halkı tövbe etmeye çağırmaktaydı fakat kendi yüreğinde kimsenin onu dinlemeyeceğinden de emindir. Ama işte, putperest olmalarına rağmen, peygamberin sözlerini ciddiye alıyorlar, “kötü yollarından” dönüyorlar ve böylece affediliyorlar.

Birinci okumadaki bu olay, bizi İsa’nın duyurusuna hazırlamaktadır. İsa da tövbe etmeye çağırıyor, fakat putperestleri değil, ilk olarak İbranileri, Allah’ın halkının üyelerini çağırmaya başlıyor. Günümüzde de ilk olarak Kilisenin üyelerini çağırmaktadır. Maalesef tam bunların, güçlü bir mesaja ihtiyacı var, çünkü çok Hıristiyan Nuh’un çağdaşlarının ve Sodom’luların yaşadığı gibi yaşıyor; onları o kötü uyuşukluktan uyandıran bir mesaj gerekiyor. Birçok Hıristiyan, Allah’ı yaşamlarından uzak tutup, ‘Rab’bin gözünde kötü olanı” yapıyor; sonuç olarak hem kendilerinin, hem de sevdiklerini söyledikleri insanların yaşamını mahvediyorlar. Allah’ın cezasını düşünmek gerekmiyor, çünkü artık bizler de; günahlı davranışların, insanı, aileyi ve toplumu zayıf kıldığını ve cinai eğilimleri arttırdığını görebiliyoruz. Cezayı kendi kendimize veriyoruz. Allah bizi kesin yıkımdan kurtarmak istiyor, bu yüzden İsa’yı, bizi uyandırmak ve kurtarmak için, gönderiyor.

‘Tövbe edin ve Müjde’ye iman edin” diyor İsa. Bunu çok defa ve çeşitli şekillerde söylüyor. Bunu, güçle söylüyor çünkü şimdi somut bir imkan var; “Hükümranlık yaklaştı”, hatta Hükümranlığın Kralı geldi. Şimdi aramızda olan O’na itaat etmeye ve kılavuzluğunda yürümeye başlayabiliriz. O, yardımcıları arıyor çünkü tüm zamanların insanlarının Müjde’ye ihtiyacı var; maalesef şeytan ve kötülüğü her zaman ve her yerde mevcuttur. Simon ve Andreas özel insanlar değiller, gerçekten İsa’nın ardından giderlerse, özel olacaklar. Yukup ve kardeşi Yuhanna da, basit balıkçılar. Fakat maddi ilgileri bırakarak ve İsa’yı izleyerek, kötülükle dolu dünya için bir armağan ve yeryüzünün karanlıklarında parlayan yıldızlar olacaklar. İnsan tutan balıkçıklar olacaklar, yani insanları, bulundukları kötülük denizinden çıkartacaklar. İnsanları dünyanın ve günahın aldatmasından çıkartmak: İşte bu, İsa’nın Kiliseye verdiği ve Kilisenin başladığı görevdir. Tüm öğrencilerin, tüm Hıristiyanların esas görevi şudur: “Ardımdan gelin’, yani İsa’nın ardından yürümektir. O’nun ardında daima kalmayı bilecek miyiz? Bazen ardında değil, ama O’nun önüne geçmeye sürükleneceğiz yani O’na öğretmeyi isteyeceğiz, yeterince akıllı olduğumuzu; dolayısıyla daima O’na itaat etmemizin gerekli olmadığını mı söyleyeceğiz O’na…? Dünyanın kurtuluşuna faydalı olabilmek için, İsa’nın ardından gitmek ciddi ve gereklidir, bu yüzden bu yürüyüşün, bu izlemenin somut olması lazım. İsa’nın ardında olmak; Aziz Pavlus da bunu farklı sözlerle sık sık bize tekrarlıyor. Bugün bizim için önem taşıyan her şeyin, İsa’nın ardından gitmekten daha az önemli olması gerektiğini söylüyor. Her şeyi, tüm sevdiklerimi, akrabalarımı İsa’dan sonraya yani ikinci plana koymam gerekiyor. Hem sevinçli hem de kederli duygularımı bile önemsememem ve bu dünyanın mallarını da gereksiz görmem gerekiyor. “Karısı olanlar sanki yokmuş gibi yaşasınlar”; eşlerin sevgisini Mesih’in Kilise’ye olan sevgisinin seviyesine kadar yücelten Aziz Pavlus, bu sözlerle ne demek istiyordu? Rab’be itaat ederek yaşayan evli Hıristiyan, kendi eşini en derin şekilde sevmiş olur. Hayat boyunca yaşadığımız olayların sevinci ve acısı, Rab’be ait ve O’nun barışının meyve veren araçları olmamızdan gelen sevinçten aşılmalıdır. Eğer elimizdeki dünya varlığı başkalarına veya Kutsal Ruh’un etkisine karşı yüreğimizi kapatırsa, vay halimize!

Anlıyoruz ki, tövbe etmek; ciddi, derin ve devamlı bir hayat değişmesini doğurur; dünyanın şeylerine dikkat etmekten ve kasılmaktan, İsa’nın varlığına ve O’nun Ruh’unun etkisine, esinlemesine önem vermeye geçeriz!

 

OLAĞAN DEVRE 4. PAZAR GÜNÜ – B

  • -
  1. Okuma Tesniye 18,15-20 * Mezmur 94* 2.Okuma 1Kor 7,32-35* İncil Mk 1,21-28

 

“Evli olmayan adam, Rab’bi nasıl hoşnut edeceğini düşünerek, Rab’bin işleri için kaygı çeker”. Aziz Pavlus boşa mı umutlanmakta idi? Keşke “evli olmayan adam, Rab’bin işleri için” kaygı çekseydi! Bu, otomatik olarak olmuyor: Maalesef evli olmayan Hıristiyanlar var ki, Rab’bi hoşnut etmeye hiç çalışmıyorlar! Fakat bazı insanlar da var ki, tüm hayatları ile İsa’ya tanıklık edebilmek için, evlenmemeye bile karar veriyorlar. İşte, Papa Françesko tam bu insanları düşündü: O, Allah’a adanan insanlara bakıp onlar için dua ederek, aile hakkında bahsedecek Sinodo’ya, yani Episkoposların Toplantısına hazırlanmamızı istiyor. Çok anlamlı ve peygambersel bir öneri bu! Erkekler ve kadınlar için en normal yol – en azından bir kaç yıl öncesine kadar – evliliktir. Diyorum: Bir kaç yıl öncesine kadar, çünkü bugün Allah’ın planlarına, bunun için insanların gerçek iyiliğe de açıkça karşı giden cinsiyete ilişkin düşünceleri yayan ideolojiler ve davranma şekilleri çoğalmaktadır. İmanlılar sürekli, imanlarını deneyen ve Allah’ın hikmetine tanıklık etmeleri için daha büyük bilinci ve iç gücü gerektiren düşünceler ve sıkıştırmalar tarafından sarılmaktadırlar.

İşte tam bunun için kim, insani sevgiden ve kendisine bir aile kurmaktan vazgeçerek Rab’bi seçerse; o, Kilise’de sürekli parlayan bir ışıktır. En önemli şey, vazgeçme değil de; önemli olan, bu vazgeçme sayesinde parlayan Rab’be olan büyük sevgidir; bir sevgi ki Rab’bin doluluk olduğunu, O’nun insanın yüreğine sevinci ve tatmini vermek için yeterli olduğunu, doğrulamaktadır. Bir aşık gibi bütün sevgisini, bütün zamanını, bütün isteğini Rab’be sunarak, O’na kendisini armağan eden kişi, Allah’ın güzelliğine ve büyüklüğüne tanıklık eder: Bu kişi peygambersel bir misyonu yaşamaktadır. Ve bugün, en yüzsüz hazcılığı, hedonizmi yaşayan, şiddetli ve ahlaksız bir cinsel özürlüğü iddia eden bu dünyada, İncil’i müjdelemek için, saf bir hayatın, gerçek bir özgürlüğü olan bir hayatın, peygamberliği gereklidir. Gerçek özgürlük, bencilliklerin zincirlerini kıran özgürlüktür; eski insandan ve utanç verici hırslardan hür kılan özgürlüktür. Rab’be, O’nun mevcudiyetini, O’nun hikmetini, O’nun güzelliğini göstermek için, kendisini armağan etmek, birçoklarına soru soran bir yeniliktir. Bu yenilik, Allah’ın bir “Sözü”dür; telaffuz edilmemiş, ama görülmüş bir sözdür: Kulaklar aracılığıyla değil, gözler aracılığıyla yüreklere ulaşan bir sözdür. Aziz Pavlus bu seçimi birçoklarına, henüz evli olmayanların tümüne, öneriyor. O, hiç kimseyi zorlamak istemiyor, ama en azından hepsinin bu olanağın olduğunu, yani Allah’ın Hükümranlığını, sevinçli, anlaşılan, özgür ve özgürlük verici şekilde, ilan etme olanağının olduğunu bilmesini istiyor.

İsa’nın hayatı da peygambersel bir hayattır. İsa, sadece O’nun hazır bulunması ile çelişmeyi uyandırmaktadır. Çünkü İsa’nın hayatı, bencil ve iffetsiz olanın hayatından o kadar farklıdır ki, bu kişi İsa’nın mevcudiyetine katlanamaz. İsa’nın sesini duyunca Kafarnahum’un havrasında bulunan adam sövüyor: “Bizi mahvetmeye mi geldin?”. Kötü bir ruhtur bu; belki de cinsel sapıklık ruhu değil, ama cinsel sapıklık ruhu da İsa’yı, O’nu düşman sayarak, suçlar. Ve de gerçekten İsa, her kötü ruhun düşmanıdır; ister sahte dindarlık ruhunun, ister ruhani gururluk ruhunun veya kibir ruhunun, ister cimrilik ruhunun ister zorbalık ruhunun ve de her türlü cinsel sapıklığı haklı çıkaran ruhun da düşmanıdır. Rab, kötü ruha sert bir emir veriyor, çünkü kötü ruh sadece acı çektiriyor. Kendisinin içerisinde onu, yani kötü ruhu taşıyan insan, kendi kötü huylarından ayrılmak istemiyor, çünkü o, onları hayatının amacı sayıyor. Bunun için, ruh çıkınca insan kendisini eziyet çekmiş gibi hissediyor ve bağırıyor.

Ancak ve ancak İsa’nın mevcudiyeti ve kutsallığı kötü ruhların karanlık eylemini ışığa getiriyor. Onlar havrada, dua sırasında bile, sakin kalıyorlardı. Onlar, kiliselerimizde Efkaristiya Ayini sırasında bile sakin kalıyorlar ama; eğer orada kendi içinde Kutsal Ruh’u taşıyan insanlar varsa, o zaman bu kötü ruhlar, huzursuz oluyorlar ve insanları uyutup, onları mırıldandırıyorlar ya da çeşitli bahaneler bularak; söylenmeleri, öfkeleri ve isyanlarını uyandırıyorlar: Bu şeylerin tümü, Allah’ın Sözünün yüreğine girip meyve vermesini engelliyor ya da duadan, ilahilerden ve başka imanlılarla olan birlikten gelen Kutsal Ruh’un kabullenilmesine izin vermiyor.

Bizler, kendimizi daima İsa’nın huzuruna koymalıyız: Bu şekilde ruhları ayırt edip onlardan kendimizi koruyabileceğiz. Özellikle de İsa’nın huzurunda yaşayarak, O’na olan sevgimiz canlı kalacak ve bizler, dünyanın hoşuna gitme denemesini yenerek, İsa’nın hoşuna gitmek için gayret göstereceğiz.

 

OLAĞAN DEVRE 5. PAZAR GÜNÜ – B

 

  1. Okuma Eyüp 7,1-4.6-7 * Mezmur 146 * 2. Okuma 1Kor 9,16-19.22-23 * İncil Mk 1,29-39

 

Her şeyi İncil’in uğruna yapıyorum”: Bunu Pavlus bize söylemektedir. Böylece, onun ayırt etme kriterinin hangisi olduğunu anlayabiliyoruz. Pavlus ne para kazanmak ne de insani şan için yaşayıp yoruluyor. Ancak ve ancak Allah’ın, Mesih İsa aracılığıyla insanlığa bağışladığı sevgiyi tanıtmak için var gücüyle kendini veriyor. İncil-Müjde iyi haber demektir, sevinç veren ve insanları ümitsizlikten kurtaran iyi haberdir. İncil’i yaymak; birine şunu söylemek demektir: “Cesur ol, sen sevilmektesin, Allah’ın Kendisi seni seviyor, korkma; çok haksızlığa uğramana rağmen, ümidini kaybetme, çünkü sen merhametli ve her şeye kadir Allah’ın yüreğindesin. Güvenli ol ve sevin çünkü yalnız değilsin. Allah sana diyor ki ölüm yaklaştığı o anda bile sevin çünkü seni kabul edecek ellerim var”. “Her şeyi İncil’in uğruna yapıyorum”: Sadece her şeyi söylüyorum değil; her şeyi yapıyorum. Her eylem, her çaba, her uğraşma, her şey Allah’ın sevgisini ilan etmelidir. Bu yüzden sözlerle beraber fakirlere, hastalara, muhtaçlara, küçüklere özen gösterilmesi gerekir. İşte, İsa da böyle yaptı. O, havrada, Allah’ın Sözü’nü dinleyip ilan etti ve bir insandan kötü bir ruhu kovdu. Sonra eve girerken kesinlikle tatil olmuyor; evde ateş yüzünden acı çeken bir kadın var. Acı çekenlerin, - hangi nedenlerle olursa olsun - ümide, sevince, yaşama ihtiyacı var. İşte İsa bu kadına eğiliyor, hastalığın murdarlığından korkmadan, elinden tutuyor. O’nun saf ve nazik sevgisi; sağlık, gerçek sağlık ve arınmayı bağışlıyor. Nitekim kadın sadece şifa bulmakla kalmıyor; kalkıp hizmet etmeye başlıyor. Hizmet eden kadın gerçekten iyileşti; sadece fiziksel hastalığından değil, kendisini yararsız hissetmekten, bencil ve tembel olmaktan gelen acıdan da iyileşti. İsa’nın bu iyileştirmesinin haberi herkesi İsa’ya çekiyor; insanlar O’na gidip kendi ıstıraplarını sunuyor; acı çekenleri de ona götürüyorlar. İsa’nın mevcudiyeti İncil’dir-Müjdedir, yani iyi haberdir, hatta ümit ve güven veren çok güzel haberdir. İşte, “akşam olup güneş batınca” şehrin tüm ıstırapları İsa’nın çevresindedir. Günümüzde de tüm ıstıraplar, İsa ile toplanmış olan Kilise’nin kapılarına varıyor. Mesih’in Bedeni olan Kilise insani sıkıntılar ve zayıflıklar ile karşılaşmaktan korkmuyor. Kilisenin birçok üyelerinin elleri, terk edilmiş ve sokakta yaşayan çocuklara, her çeşit hastalara, dışlanmış insanlara eğitim, fizik ve ruhsal yönden yardım etmek için durmadan hareket ediyor. Bu amaçla günümüzde de var olan derneklerin çoğu Kilisede doğdular, sonra da Devletler, Kiliseyi örnek almaya başladılar. Kilise bu zor sorunlarla ilgilenmeye nasıl devam edebiliyor? Çünkü Kilise, İsa’nın yaptığını yapmaya devam ediyor yani “Sabah çok erkenden, gün ağarmadan İsa kalktı ve orada dua etmeye başladı”. İşte İsa’nın sırrı bu! Kilisenin sırrı da aynıdır; sürekli dua, günü önceleyen, yani tüm faaliyetleri önceleyen duadır. Dua sevginin köküdür, çabaların desteğidir, devamlı olan sevginin ‘motorudur.’

Bu sebeptir ki geçmişte; Yardımseverlik Dernekleri, duada çok gayret eden cemaatlerden doğmuşlardır: Aziz De’Pavlus Vinçenzo’yu, Aziz Yusuf Benediktus Kotolengo’yu, Aziz Yuhanna Bosko’yu, Aziz Yuhanna Kalabriya’yı, Mutlu Kalkuttalı Tereza’yı ve Azizlerin birçoğunu daha da düşünebiliriz! Ve şimdi de yarın da insanların fakirliklerinde ve topluluğun zayıflıklarında sorumlulukları olan her sosyal çalışmaları ve eylemleri destekleyen, duadır. Peder Oreste Bezzi, cemaatlerine, şöyle söylemekteydi: “Ayakta kalabilmemiz için, diz çökmemiz gerekiyor!”. Duamız olmazsa sevgimiz dayanıp verimli olmayacaktır, bunun da halka ait bazı yapılarında göründüğü gibi.

İsa, sabah duası için, tenha yere gitmektedir. Bunu anlamayan öğrenciler, İsa’yı mucizeleri yapan biri olarak; daima yanlarında tutmak isteyenleri, O’na götürüyorlar; öğrenciler, İsa’nın her yerde ve her zaman iyi karşılanan mucizeleri yapmak istediğini düşünüyorlar. Fakat bu noktada İsa, Kendisinin farklı düşündüğünü açıklamaktadır. Hayır, O burada, alkış almak için değil; O, yollanmıştır, O gönderilmiştir; O burada, Baba’nın isteğini yerine getirmek içindir ve de Baba’nın isteği, bütün insanların Kendisine ulaşmalarıdır. Bunun için İsa’nın başka yere gitmesi “gerekir”, orada da Baba’nın sevgisini müjdelemesi gerekir; bu sevgi, İsa’nın kendisinin var olmasında somutlaşıp “sonuna kadar” olan sevgisi sayesinde gösterilecektir.

“Başka yere gidelim”, çünkü birçokları beklemektedir, çünkü birçoklarının ihtiyaçları vardır. Sanki İsa şöyle söylemiş gibidir: “Beni karşılayan kişi, beni gerçekten sevip dinlemek isterse, beni izleyecek, beni dinlemeye gelecektir! İşte, beni hala karşılamamış kişiye göstermem gerekiyor, bu kişiye Sözü işittirmem gerekiyor!”.

Her şeyden önce, İncil: Baba’nın tanınması, insanlar tarafından; hasta, fakir ve dışlanmış insanlar tarafından da beklenmiş en büyük mucizedir. Ve de Baba’nın sevgisi, İsa’dır: O’nu yüreğimizde taşımaktayız, O’nu bağışlayacağız!

 

OLAĞAN DEVRE - 6. PAZAR GÜNÜ – B

 

  1. Okuma Levililer 13,1-2, 45-46 * Mezmur 31 * 2. Okuma 1Kor 10,31-11,1 * İncil Mk 1,40-45

 

“Hastalığı sürdüğü müddetçe, o adam murdar kalacaktır. Bu nedenle, yalnız başına oturacaktır”: Topluluk, hastanın kendisini herkesten uzakta tutmasını emrederek salgın hastalıklardan korunmaktaydı. Ve de hastalığın bulaşmış olduğu kişi, kendi durumunu bilip bunu kabulleniyordu. Fakat hastalık, sadece hastalık olarak değil, iç murdarlık olarak; yani düzelmesi için Allah’ın ellerinden geçmesi gereken durum olarak yaşanıyordu. Bunun içindir ki İsa, iyileşmiş cüzamlıyı, sunağını sunmak için kahine gönderdi. Fakat İsa, o adamı iyileştirmek için yasak bir hareketi yapmıştı: Elini uzatıp cüzamlıya dokunmuştu. İsa, bunu yapmamalıydı çünkü bunun cezası o zavallı gibi murdar olmaktı. Bunun içindir ki O, iyileşmiş adama, kimseye hiçbir şey söylememesini emrediyor. Fakat İsa’nın eli, Allah’ın kutsal elidir: O’na, murdar insandan murdarlık bulaşmıyor, oysa İsa’nın kutsallığı hasta adama geçiyor; nitekim o adam, İsa’ya dokunmasının ardından arınıyor ve iyileşiyor.

İsa’ya yaklaşmak: Bu, benim için, senin için, bütün hastalar için gerekli yoldur. Eğer hasta İsa’ya yaklaşmazsa, iyileşmez. Ya da belki, o değil, sadece hastalığı iyileşir. İnsanın gerçek ve derin sağlığı, İsa’dır. Bir kişinin üzgün ve ümitsiz olması, bedeninin zayıf ya da acı çekmesinden değil de, onun henüz İsa’dan hayatı almadığındandır! İyileşmiş, fakat İsa’dan uzakta kalan kişi, üzgün ve kırgın olmaya devam edecektir; herhangi küçük bir terslik onun üzülüp ümitsizliğe kapılması ya da sinirlenmesi için yeterli olacaktır.

İsa’yı kabul eden bir hasta, hiç kimseye, onunla ilgilenenler dahil, ağır gelmez; onun kendisi, çevresinde olanlara hayatı, sevinci ve sağlığı iletmektedir! Gerçekten İsa, iyileşmenin ulaşmadığı yerlerde de, kurtuluştur. Kurtuluşun olduğu yerde, sağlık en önemli şey olmamakta beraber ona daha kolay ulaşılabilmektedir.

Bugün havari bize, her zaman formda olmak için bir gizem açıklamaktadır! Her ne yaparsanız yapın - yemek yemek ve içmek gibi en basit ve en günlük şeyleri bile - Allah’ın şanı için yapın; bu demek ki her an ve bütün yaptıklarımdan amacım, Baba’nın sevgisini içimde taşımak, onu göstermek, onu yaymak olmalıdır. Bu kadar kutsal ve önemli bir eser için, büyük eylemler gerekmiyor, aksine en küçük ve en günlük olan eylemler daha iyi, daha uygundurlar. Eğer o küçük şeylerde Allah’a şan verme isteği, bu şeylerde O’nun sevgisini ve hikmetini canlı kılma isteği mevcut ise, o zaman o basit eylemler peygamberlik ve Allah’ın göstergesidir. Her şeyi Allah’ın yüceliği için yapınız!

Her zaman İsa’yı her şeyden önce koyacağım! O’nun yanında kalmaya, O’nu dinlemeye, O’na dokunmaya çalışacağım. O’nun saflığını, O’nun kutsallığını kabul edeceğim ve artık hiçbir şeyde eksiklik hissetmeyeceğim. Hiçbir şey, hastalık bile, İsa’da mutluluğu bulmamı, bunun için kardeşlere sevincin ve barışın taşıyıcısı olmamı engellemeyecektir.

Eylemlerimi ruhani bir şekilde ayırt etmeye kendimi alıştıracağım. Bu hareketim, bu eylemim, kardeşlerimin, yakınlarımın, beni karşılayanların, İsa’yı tanımalarına yardım eder mi? Onların İsa’ya itaat etmelerine yardım eder mi? Onların Baba’nın sevgisinin birazını görmelerine yardım eder mi? Benim yaşama ve davranma şeklim onlara, Allah’ın sevgisinin ve merhametinin birazını iletmeye yardım eder mi?

Her şeyi Allah’ın yüceliği için yapınız! Keşke bu “kuralı” daima göz önünde tutabilseydim! O zaman hayatım hiçbir zaman hiç kimsenin imanını engellemeyecekti; o zaman kardeşlerimin, Kilise’nin, rahiplerin ve episkoposların arkasından konuşmayacaktım; o zaman tartışma, suçlama, yargılama, iman kardeşlerimi şikayet etme denenmesine dayanacaktım! İsa’nın insanlar tarafından kabul edilmesi için, iyiliğime, ciddiyetime, sevincime, benim yukarıya yönelmiş bakışıma, affıma ihtiyacı var! Nitekim ben İsa’ya ait olurum, adını yüreğime kazınmış olarak taşırım, O’nun ailesinin üyesi olurum.

Her şeyi Allah’ın yüceliği için yapınız: alçakgönüllülükle ve sabırla, mütevazılıkla ve huzurla.

 

OLAĞAN DEVRE - 7. Pazar Günü – B -

 

1.Okuma Yeş. 43,18-19.21-22.24-25 Mezmur 40 2.Okuma 2Kor. 1,18-22 İncil Mk. 2,1-12

 

Bugünkü litürji, Allah’ın sevgisine bir ilahidir. Allah’ın ne kadar büyük olduğunu tasavvur edemiyoruz. Yeşaya bize Allah’ın niyetlerini açıklayarak sevgisinden emin olmamızı sağlıyor: Allah halkının isyankâr olduğunu biliyor, bazen sevgisinden bile bıkıyor. Halk isyankârdır, ama Allah sadık olmak istiyor, bu sebepten O her şeye baştan başlamak istiyor: “Geçmişi düşünmeyin, geçen şeyleri hatırlamayın! Bakın! Yepyeni bir dünya yapıyorum. Bu dünyanın doğduğunu, şimdiden görmüyor musunuz?”. Yepyeni bir şey mi? Evet, öyle: Allah artık halkın günahlarını hatırlamak istemiyor, onları silmek istiyor. Sevgisi her tahmini aşıyor: Allah, bunu kimse sormamış olmasına rağmen, günahları siliyor. Allah sadakatle seviyor: Sadakati sabit, insanların günahlarıyla bile sarsılmıyor. Aziz Pavlus da bize bunu başka sözlerle açıklıyor. Allah’ın Oğlu, Baba’nın “evet”i dir. Bu evet, sevgisinin eksilmediğinin işaretidir. İsa, Allah’ın bize olan sevgisidir, aynen bizdeki Ruhu da sevgisinin garantisidir.

Tüm bunlar İncil yazarının anlattığı bugün anlattıklarıyla gerçekleşiyor. İsa cüzamlıyı iyileştirince köylerin dışında kalmak mecburiyetinde kalıyor, ama birkaç gün sonra Kefernahum’a tekrar dönüyor. Kalabalık evine geliyor, içerde ve dışarıda toplanıyor. “İsa onlara Allah’ın sözünü anlatıyordu”: İncil yazarı İsa’nın ne söylediğini anlatmıyor. Ancak meydana gelen olay anlatılmaya değer, çünkü baştan sona ilginç. Yanına bir hasta getirmek istiyorlar, bu hasta felçli, yürüyemiyor. Sebebini anlayabiliyoruz: O güne kadar birçok hasta iyileştirmişti, bunu da iyileştirebileceğini biliyorlar. Kalabalık işlerini zorlaştırıyor ancak imanlarını yok etmiyor: Çatıya çıkıyorlar ve İsa’nın bulunduğu odanın tavanından bir delik açıyorlar. İsa, tavandan indirilen felçliyi karşısında görünce… ne görüyor? İmanlarını ve adamın günahlarını görüyor. Onu taşıyanların imanını biz de görüyoruz, ama felçlinin günahlarını hiçbir zaman göremeyiz. İsa hangi günahları gördü? Bu önemsizdir, önemli olan bizlerin günahlarımızın ne olduklarını bilmemizdir. Ona imanla yaklaştığımızda hangi günahlarımızdan af dileyeceğimizi bilmemiz önemlidir. İsa ona yaklaşanların imanlarını ve günahlarını görünce Baba’nın affını da görüyor: O kişi İsa’yı kurtarıcı olarak, Allah’ın armağanı olarak, kabul ediyor, bu sebepten artık günahın, yüreğinde etkisi yoktur, affedilmiştir.

Yasa’yı iyi tanıyan yazıcılar bu olaya kızıyorlar. Çünkü onlar Yasa’yı bilseler de, Baba’nın sevgisini ve niyetlerini bilmiyorlar, dolayısıyla da Oğlu hiç tanımıyorlar. O ana kadar İsa’yı dikkatlice dinlemişlerdi şimdi ise O’nu yargılıyorlar ve mahkum ediyorlar. Onların affettirtecek günahları yok, bu sebepten bir zavallının affedilmesini hazmetmiyorlar.

İsa onlarla sanki dalga geçiyor. Onlara sanki utanç verici bir soru soruyor. Hangisi kolay, affetmek mi, iyileştirmek mi? Buna kim cevap verebilir ki? İkisi de Allah’ın eylemleridir, sadece O’nun. Ama Allah dünyaya müdahale edemeyecek kadar uzakta mı? Hayır, Allah yakındır, hatta buradadır, Oğlunu eylemlerini gerçekleştirmek için gönderdi. İyileşme kontrol edilebilir, affı ise edilemez. Affı görebilmek için imana gerek vardır, ve iman canlı olabilir çünkü iyileşme gerçekten oluyor. Allah, İsa’nın sözleri ve iradesiyle, eylemlerini gerçekleştiriyor. İsa, iyileştiriyor ve affediyor. İsa, gerçekten Allah’ın “evet”idir, Baba’nın sevgisinin yanımızda oluşunun kanıtıdır.

Sonuç mu? İsa’ya bağlılığımızı, sevgimizi, her sözüne ve eylemine itaatimizi, yenileyelim. İsa’ya bakarak günahımızı görebileceğiz, af dileyebileceğiz. İsa’dan dilediğimiz af ve O’nunla birlikte başkalarına bağışlayacağımız af, ruhların ve bedenlerin iyileşmesine sebep olacaktır. İsa’nın bize verdiği ve vermemizi sağladığı af sayesinde kendimize ve tüm cemaate kurtuluş gelir. Yaklaşan Paskalya’ya Hazırlık devresi, yüreğimizdeki ve dünyadaki tüm kötülüğü yenmemize değerli bir sebep olacaktır, aynı anda İsa’ya olan sevgimizle ve Sözüyle göğe bağlı kalacağız.

 

OLAĞAN DEVRE - 8. Pazar Günü – B

 

1.Okuma Hoşea 2,16-17b.21-22 Mezmur 102 2.Okuma 2Korint.3,1b-6 İncil Mk ,18-22

 

İlk emir şu sözlerle devam etmektedir: "Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yeraltındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım” (Çıkış 20,4-5). Bu yasaktan dolayı Museviler, Müslümanlar ve Yehova Şahitleri resimleri tamamen yasak bilirler. Ancak biz şuna dikkat etmeliyiz. Resimler, puta dönüşmemeleri için yasaklanmıştı. Yapılan resimler puta dönüştürülmüyorsa, yani Allah’ın yerine konulmuyorlarsa yapılmaları yasak değildir. Ancak o zaman, insan Allah’ın arzusunu yapmaz ve insan gerçek hayattan mahrum olur. Allah’ın Oğlu beden almasından itibaren de, insan olmuş Allah görüldü, tutuldu ve işitildi! Biz biliyoruz ki, İsa’da Peder’in gerçek görüntüsünü, “görünmez Allah’ın görüntüsü”nü görmüş oluruz. İsa’nın insanlığı görülebilir, bunun için de İsa’nın yaşamının belirli zamanlarını gösteren ve birbirimizi sevme emrine götüren bazı resimler, elbette bu yasaklara girmez. Tehlikeli olan resimler, Allah’ın niteliklerini bozanlardır. Bunlar düşüncelerimizle, fikirlerimizle ve zevklerimizle kafamızda canlandırdığımız yanlış görüntülerde olabilir. O halde Allah’ın bu emrini, şöyle algılamalıyız: Allah’ın sana verdiği görüntüsünü kabul et, O’nu kendisini sana tanıttığı gibi tanı, O’nun istediği gibi O’na tap ve arzularını gerçekleştir ve O’nu, yolladığı Oğlunun sesi aracılığıyla dinle! Bu emre uymak için de devamlı olarak Allah’ın Sözünü dinlemek gerekir, böylece çehresi, kalbinin bizim için duyduğu derin arzuları, yaşamımızın temeli olurlar ve bizi çevreleyen dünyayı herkes için bir bayrama çevirirler!

Allah’ın halkına bildirdiği sevgi ilanını dinledik. Allah, halkının sadakatsiz olduğunu gördü, buna rağmen onu aramaya, bulmaya, sevgi işaretleri vermeye ve sözünü iletmeye devam etti. O, sadık bir damat olmaya devam etmektedir: “Aramızda ebedî bir bağ kurulacak. Bana bağlanacaksın, ben de sana adalet ve hukuk, sevgi ve şefkat vereceğim. Bana bağlanacaksın, ben de sana sadakatini göstereceğim: böylece Rabbi tanıyacaksın” ! Allah kendini göstermek ve tanıtmak için karı, koca örneğini seçti. Çünkü karı koca arasındaki sevgi ve çekicilikten kıskançlığa kadar, bu bağın istisnai özellikleri, başka tarafa bakışlarını çevirmeye, izin vermemektedir ve sevgilinin kalbinin bölünmemesi gerekmektedir. Çünkü bölünmüş bir yürek acı kaynağıdır!

Allah’ın sevgisini, kendi sevgi tecrübelerimize dayanarak, azıcık da olsa tanıyabiliriz. O’nun sevgisini anladıktan sonra da nasıl kabul etmeyebiliriz ve nasıl karşılık vermeyebiliriz? İlk cevabı mezmur sayesinde verebiliriz: Bir kutsamadır, dikkatli ve minnettar, hayranlık dolu bir bakıştır. Ama diğer cevap da eksik kalamaz, çünkü sadakatli ve sevinçli bir şahitliktir. Bunda bize aziz Pavlus yardımcı olur, şöyle der: “Sizlerin, Mesih'in hizmetimize bırakmış olduğu birer mektup olduğunuz açıktır. Öyle bir mektup ki, kalemle değil, var olan Allah'ın Ruh'uyla, taş levhalara değil, insan yüreğinin levhalarına yazılmıştır”. İsa’yı kabul eden bizler, yaşamımızla konuşan bir mektup gibiyiz; okumayı bilmeyenlere ve dinlemek istemeyenlere İncil’in güzel müjdesini veren ve Peder’in sevgisini tanıtan bir mektubuz.

Tanıklık etmek istediğimiz İsa, kendini Vaftizci Yahya’nın öğrencilerine ve Ferisilere Damat olarak tanıştırır: O, Peder’in vekilidir, O bize Peder’in ilahi sevgisini iletmektedir ve bizim Allah’a olan sevgimizi toplayandır. İnsan İsa, Allah’ın aramızda var olmasıdır: O’nun bizi sevmesini kabul ediyoruz ve O’na tamamıyla katılarak, kendimizi O’na sunarız. Böylece yaşamımız tamamıyla gerçekleşmiş olur. O halde İsa’nın var olması bizim bayramımızdır, bizim güvencemizdir, herhangi bir kanundan veya alışkanlıktan önemlidir. Ferisilerin yaptıkları oruç, Mesih’i, yani Allah’ın sevgisini getireni, beklemelerinin işaretiydi. Şimdi ki o geldi, oruç tutmanın anlamı yoktur. Günahımız için pişmanlığımızı göstermek istediğimizde oruç tutacağız. Kardeşlerimizin acılarını paylaşmak için veya Kutsal Ruh’u güvenle beklemek için de oruç tutacağız! İsa’nın gelişiyle tamamlanan bekleyişten başka bekleyişlerle, etkilenmeyeceğiz. O’nun gelişinden önce gerekli olanlar, O’nun varlığı gerçekleştiğinde, artık gerekli değildir. O yeniliktir: Davranışlarımız da yenilenmelidir. O bize yeni bir yaşam ve bu yaşamı göstermek için yeni şekiller göstermektedir. Şimdi İsa aramızdadır, ölümü yendi ve Peder’in sağında oturmaktadır. Yeni alışkanlıklar edinelim ve O’nun yaşamının yeniliğini gösterelim. Bu güne dek yalnız emirlerine ve kanunlara uygun olarak yaşamaya mı çalıştın? Şimdiden sonra sevgiyi, İsa’ya olan sevgini ve minnettarlığını göstererek yaşamaya çalış. İsa’nın sevgisi sayesinde kardeşlerini sevinçle sev, çünkü O, dünyadaki tüm insanlar için kanını döktü.

 

9ª domenica del T. O. - anno B

 

1.Okuma *Yasa Tekrarı 5,12.15 * Mezmur 81 2.Okuma *2Korint 4,6-11 *İncil Mk 3,1-6

 

Aziz Pavlus şöyle diyor ki Allah“İsa’nın yüzünde parlayan kendi yüceliğini” “yüreklerimizde nurlandırdı”. Biz yoksul ve zayıfız, dünya bizi hor görür; toprak kaplar gibiyiz, fakat içimizde bir hazine var: Hayatının ve sevgisinin bütün zenginliğiyle, İsa var!

Ve de İsa’nın güzelliği ve zenginliği, bugünkü İncil’in metninde parlıyor. O’nun etrafında, O’nu yargılamak ve suçlamak için O’nu gözetleyen kişiler var. Fakat O, Baba’ya olan itaatinde sabit kalıyor. O kişiler, Şabat Gününde insana olan her sevgi hareketini yasakladıklarından dolayı, kendilerini gerçekten itaatli olarak sayıyorlar. İsa ise Şabat Gününde Allah’ın yaptığını yapıyor: Allah, az önce yarattığı insana sevinci veriyor! İsa, aç öğrencilerinin, hiçbir zaman elini kullanamayan insanın da sevincini istiyor. Öğretmen, İsa; insana sevinci vermek istiyor ve bunu yapmak için yaratılışından, özellikle de son yarattığından mutlu olan Allah’ın sevincinin gününü seçiyor. Bugünkü İncil’in metni, ilk okuma da bize bayramımızın gününü derin düşünmeye fırsat veriyor. Kilise; Yahudilerin Şabat Gününe verdikleri sevinçli ve kutsal anlamı, sonraki güne verdi, çünkü o günde İsa dirildi!

O gün, “sekizinci” gündür: O gün, Allah’ın ışığı yarattığı gündür ve İsa’nın yendiği gündür. O gün, İsa’nın bir araya toplanmış olan öğrencilere göründüğü ve onlarla birlikte ekmek bölündüğü gündür. Bunun için Kilise her zaman ve şimdi de “Bunu, beni anmak için, yapın” diyen Rab İsa’nın sözlerine uyarak bu günde bir araya toplanmaktadır. Bu şekilde Kilise, kendi üyelerini tanır ve bilir, besler, eğitim verir ve İsa’nın isteğine uyarak, birlik içine toplanır. Bir imanlı için Rab’binin gizemlerini kutlamak üzere kardeşleri ile bir arada bulunmak, büyük bir sevinçtir! Aynı zamanda da bir ödevdir: Kendisine olan bir ödev; nitekim kendinin Ekmek ve Söz ile beslenmeye ihtiyacı var; İsa’ya olan bir ödev çünkü O, ona konuşmak, onu büyütmek isteyen Kurtarıcıdır; cemaate olan bir görev çünkü cemaat, dünyadaki misyonunu gerçekleştirebilmek için onun var olduğuna, onun ruhsal armağanlarına ihtiyacı vardır. Her Hıristiyan, Pazar Gününü, Rab’bin Gününü kutlamaktan geri kalamaz: Bu günde her Hıristiyan, dua eden ve kutsal ilahileri okuyan toplanmış cemaatin aracılığıyla, küçüklere ve zayıflara, hastalara ve yaşlılara olan sevginin aracılığıyla, Kutsal Ruh’tan esinlenmiş çeşitli şekillerin aracılığıyla da sonsuza dek sürecek olanlara yönelmiş olmakta, kendisinin yeryüzü için değil de gökler için yaratılmış olduğunu hatırlamaktadır. Tek bir gün içinde bizler, hem Allah’ın yaratılışından dolayı duyduğu sevinci hem de bütün yaratılışın İsa’nın dirilişinden dolayı duyduğu sevinci kutlamaktayız. Eğer bizler bu günü kutsallaştırmadan yaşarsak, nasıl Allah’a minnettarlığımızı gösterbiliriz ki! Nasıl kendimizi Hıristyan olarak, İsa’dan kurtulmuş olarak, gösterebiliriz ki?

 

OLAĞAN DEVRE - 10. Pazar Günü – B

 

1.Okuma Yaratılış 3,9-15 * Mezmur 130 2.Okuma *2Korint 4,13-18,5,1 *İncil Markos 3,20-35

 

İsa’nın bulunduğu ev, dolmaktadır: Büyük bir kalabalık O’nu aramakta, ve de O’na dokunmak için O’nu aramaktadır. İsa, öğrencileri ile yemeğini yemek için bile zamanı bulamıyor! Bu yorgunluğa yeni bir acı da eklenmektedir: Akrabaları Ferisiler ile Hirodes yanlıları O’na karşı çıkardıkları kararı duyup O’nu almaya geliyorlar. Büyük bir olasılıkla onlar, sadece ölümüne karar vermiş olanlardan O’nu korumak istiyor, buna sebep olarak da O’nun aklından çıktığını getiriyorlar. Acaba İsa’nın akrabaları, O’nun yeni bir grubu kurduğunu görünce, kıskançlığa düşmekte mi? O’nun kendilerini terk etmesinden korkmakta mıdırlar?

Ayrıca Yeruşalim’den önemli kişiler, yani Yasa yorumcuları da gelmekte ve İsa’ya karşı çok kötü bir şekilde konuşmaktadırlar. Bunlar; halk içinde, büyük bir otoriteye sahiptirler, herkes onlara güvenmektedir. Acaba, öğrencileri de, onlar ile birlikte havarileri de İsa’yı terk etmeye denenmeye risksine girecekler mi? Onlar, imanda hala zayıflar... İşte, akrabasına cevap vermeyen İsa, bu tür insanlara, cevap veriyor. Onlar, Kendisinin şeytanları Belzebul ile iş birlik içinde kovduğunu ileri sürürüyorlar: Evet, gerçekten O şeytanları kovuyor, bunu sinagogda herkes görebildi. Ve de şeytanlara, kibirlikleri içinde kendi ilahi kimliğini açıklamaya izin vermiyor. İsa’ya karşı kötü konuşanlar; O’nun arkasında, gizlice, konuşuyorlardı, fakat O, onları O’nun önüne çağırıyor: Onlar da duymalıdırlar: Hiç kimse, Belzebul dahil, kendisine karşı koymaz! Gerçek, şudur: En güçlü O’dur, İsa’dır; O, şeytanın egemen olduğu o eve girdi, onu bağlıp kovuyor ve yem ettiği olanı kurtarıyor. İsa’nın otorite ile söylediği sözler, bütün günahkârlara ümit veriyor, aynı zamanda da bütün yalancıları uyarıyor. Allah; bütün günahları, en ağır günahları dâhil, affedebilir. İsa tam da bu amaçla Kendisini feda edecektir. Fakat Kendisini reddedeni kim affedebilir ki? On’dan ötesi bir kurtarıcı yoktur! O, tek kurtarıcıdır! İsa’ya karşı çalışmak, Kutsal Ruh’a karşı olan günahtır.

Şimdi İsa ile birlikte akrabalarına bakalım! Onlarla birlikte Annesi de var. O, Onların İsa için merak duyup görmek istediklerine paydaş olmaktadır. Aynı zamanda da o, İsa’nın etrafında oturanların durumlarına da paydaş olmaktadır: Onlar, yani öğrenciler, Allah’ın isteğini duyup yapmaktadırlar. İsa onları “kardeş” olarak, “anne” olarak bile tanımaktadır. Onlara sevgi, her şeyine paydaş olmalarını armağan edip onlardan kabul ediyor. Meryem, İsa’nın sözlerini duyunca, sevinç duyuyor: O şimdi daha da büyük bir ailenin, hatta bir halkın bile annesi oluyor. Meryem, bu yeni halka hala dışarıda olanları da, hala kıskançlıktan ve korkudan hareket ettirilenlerini de götürmek istiyor. İsa, Annesine bakıyor: Onu, O’nunla birlikte olanlar için de, hala O’nunla birlikte olmayanlar için de en güzel örnek olarak görüyor.

 

PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRESİ 1. Pazar Günü – B

  • -

1 Okuma Yaratılış 9,8-15 Mezmur 24/25 İkinci Okuma 1Petrus 3,18-22 İncil Markos 1,12-15

 

Birkaç gün önce Oruç Devresi başladı. Bu devrede Rab’be dönmemizi yenilemekteyiz ve bunu sorumlulukla gerçekleştirmek için çaba göstermekteyiz. Bugün, İncil metnini dinlemeye hazırlamak için diğer okumalar bize Nuh’tan bahsetmektedirler. Nuh, Allah’a itaat eden kişidir, yaşamında iyi davranışta devamlılık gösteren biridir. Bunun için o, tüm ailesinin ve canlıların kurtuluşu için Allah ile bir antlaşmaya katılmaya layık bulunmuştur. Nuh, dünyanın günahlarının sonucu olan cezadan su vasıtasıyla kurtarılmıştır. Böylece o, bizim vaftiz suyu ile arınmamızın bir ön habercisidir; nitekim biz vaftiz işaretiyle kurtarıldık, yani Allah’ın kalbine konulduk. Allah’ın kalbinde iken, bize bağışladığı sevgi ile kurtuluyoruz ve düşmanın bizde yarattığı yaralar tedavi oluyor. Bu düşman devamlı olarak bize tuzaklar kurar, ama biz korkmayız: Çünkü zaten İsa onu yendi!

İncil İsa’nın şeytan tarafından denenmesini kısaca anlatır. Ruh İsa’yı çöle götürür, böylece şu Söz gerçekleşmektedir: “İşte, onu kendime çekeceğim, onu çöle götürüp yüreğine konuşacağım”. İsa çölde denendi ama çölden kaçmadı çünkü Baba ile birlikte, O’nun yanında olup, yüreğini O’na açmak istiyordu; denendi, ama kandırılamadı. Şeytan, insanın düşmanıdır ve onu Allah’tan uzaklaştırmak için mümkün olan her şeyi yapmaktadır. Şeytan, bizim Allah’tan korkmamızı istiyor, çünkü bu şekilde bizim O’ndan uzaklaşmamızı kazanıyor. Aynı denemeleri İsa ile de yapıyor.

İncil yazarı Markos, şeytanın İsa’ya yaptığı ayartmaları bize uzun uzadıya anlatmamaktadır. Ancak biz, İsrail halkının çölde kırk sene için yaşadığı ayartmaların aynılarını olduklarını tahmin edebiliyoruz. O zamanlarda açlık ve susuzluk, güç kıskançlığı ve diğer uluslarla karşılaştırma ayartma nedeni oldu. Ayartma, içten gelen ve Allah’ın arzusunu göz önünde tutmayan davranıştır. Allah’ı sevgi dolu değil de, kıskanç bir sahip olarak görmek ve O’na itaat etmemektir. İsa, çöldeki halk gibi “mırıldanmıyor”, Allah’ı suçlamıyor, O’nun Babası olduğunu hatırlamaya devam ediyor ve Baba olarak kendisini sevdiğini biliyor. Kendisine konuştuğunu, seçmesi gereken yolu gösterdiğini biliyor ve Kendisini sevdiğinden emin: Bunun için O, yaşam ekmeği olan Sözünü hep aramaktadır. İsa ayartmaya boyun eğmiyor, kırk gün için dayanıyor, sadakatini kanıtlıyor ve Baba’ya ve bize, itaatkâr bir Oğul olduğunu gösteriyor.

Markos’un dediğine göre “Yabanî hayvanlar arasında kaldı”: İsa’nın Baba’ya olan sevgisi ve itaati, yaratılışa tekrar bir cennet olma fırsatı doğurmaktadır, orada insanın artık düşmanı yoktur, hayvanlar arasında bile düşmanı yoktur. “Yabanî hayvanlar arasında kaldı”, demesi şu anlama da gelmektedir: İsa, Baba’nın Oğlu olarak zor, tehlikeli şartlarda bile dayanmaktadır! “Melekler ona hizmet ediyorlardı”: Allah O’nu düşünmektedir ve de O kendisi için sıkılmamaktadır, kendisini Allah’a emanet etmektedir. İsa Allah’a bu kadar çok güvendiğinden, artık vaaz etmeye başlayabilir, Hükümdarlığın yaklaştığını artık ilan edebilir!

İsa’nın kısa ilanını açıklamaya çalışayım: “Allah’ın işleyeceği an geldi, verdiği sözleri gerçekleştirecektir, hükümranlığı yaklaştı. Kral buradadır, o halde sen bunun zevkini tatmaya başla, fikirlerini ve bekleyişlerini değiştir: Allah seni seviyor, seni kurtarmaya hazır! İnsanların hükümranlığından çok değişik olan Allah’ın hükümranlığını tatmak için Kral ile birlik ol, O’ndan öğren, O’nu sev, O’na hizmet et, itaat et! Allah’a korktuğun ve seni cezalandırabileceği için iman etme, bunun yerine O’na sevinçle, güvenle kendini teslim et çünkü O seni seviyor ve tüm insanları evlatları gibi seviyor! Yaşamın, Allah’ın yolladığı Krala sevinçli bir şahitlik olacaktır!

 

PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRSİ 2. Pazar – B

 

  1. Okuma Yaratılış 22,1-2.9-13.15-18 Mezm 115/116 2. Okuma Rom 8,31b.34 İncil Mk 9,2-10

 

Bu sefer de İsa öğrencilerine bir şey söylememelerini tembihliyor: Güzelliği ile onları hayrete düşüren tecrübe ve çekeceği acıyı önceden gösterdiği için bu olay kalplerinde saklı kalmalıdır. İsa’yı dua ederken gördüler: Çehresinde ve tüm kişiliğinde Allah’ın ışığı gözüküyordu. Bir insan dua ettiği zaman tek başına değildir, onun üstüne yukardan Baba’nın esenliği ve lütfü iner: Özellikle eğer dua eden, Allah’ın Oğlu ise!

Allah’ın ışığında azizlerin de yeri vardır ve yerleri özellikle gelecek Olan olarak ilan edilen Baba’nın sevgili Oğlunun etrafındadır. Musa ve İlyas tüm doğru insanları, tüm ataları ve peygamberleri, yeryüzünde bir şekilde Allah’ın hikmetini ve otoritesini gösteren insanları temsil etmektedirler. Musa ve İlyas şu anda en güzel ve en bekledikleri anlarını yaşamaktadırlar; bu, yaşamlarının peygamberliğinin gerçekleştiği andır. Musa ve İlyas, İsa ile sohbet ediyorlar: Konuştukları konu ne olabilir? İkisi de görevlerini tamamlamak için çok acı ve zorluk çektiler. Elbette İsa onlara hayatının hedefini, Baba’ya itaatinin son gizemi hakkında konuşuyor; bunu dağdan inerken üç öğrenciye de anlatacaktır. O an Baba O’nu aydınlatarak kısa ve anlamlı şu sözleri söyledi: “Sevgili Oğlum budur, O’nu dinleyin”. İbrahim de oğlu İshak’ı kurban etmeye götürürken ona sevgili oğlum demektedir. O’nu dinleyin”: Tüm Kutsal Kitap Allah’ın sesini duymaya bir davettir ve şimdi Allah’ın Kendisi bunu yapmanın en iyi yolunun dağa dua etmeye giden Oğul’u dinlemek olduğu söylemektedir!

Üç öğrencinin davranışları bayağı yüzeyseldir. İlk önce üçü de korktu. Sonra Petrus o anın güzelliğini uzatmak, heyecanı sürdürmek ister! Gerçekten de İsa ile kalarak güzel heyecanlar, zevkli tecrübeler yaşayabiliriz. Ama dikkatimiz bunlara takılmamalıdır, dikkatimizi tamamen İsa’ya çevirmeliyiz. O’nunla yaşayarak biz de İbrahim ile dağa çıkacağız, Musa’nın yorgunluğunu ve İlyas’ın hayal kırıklığını yaşayacağız, onunla ağlayıp, kalbimizde şüphe ile yürüyeceğiz, güvenle Rab’bin arzusuna kendimizi emanet edeceğiz.

İsa ile yaşayarak, aziz Pavlus gibi, Baba tarafından sevildiğimize emin oluyoruz, güvende oluyoruz ve ölüm yolunu bize kat ettiren düşmana rağmen Allah’ın yüreğinin merkezinde olduğumuzu biliyoruz. Üç öğrenci yaşadığı tecrübeyi nasıl yüreklerinde saklayıp, üzerinde düşündülerse, bizim kalbimiz de değerli bir hazine taşıyan bir sandık gibi olacaktır. Ne zaman ki Allah’ın bir sözünü veya gizemini anlamıyoruz biz de şunu yapmalıyız: Alçakgönüllülükle bunu yüreğimizde taşımalıyız ve Rab’bin bunu bize açıklayacağı günü beklemeliyiz. Paskalya gecesi vaftiz sözlerimizi tekrarladığımızda bu alçakgönüllülüğümüz Baba’nın kabul edeceği güzel bir armağan olacaktır ve imanımızı ve sevgimizi arttıracaktır!

 

PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRESİ 3. PAZAR GÜNÜ – B

 

  1. Okuma Çıkış 20,1-17 * Mezmur 18* 2.Okuma 1Kor 1,22-25* İncil Yh 2,13-25

 

İsa, rahatlıkla iplerden bir kamçıyı yapmak üzeredir. Mabedin, insanların kendi menfaatleri için kullandıkları ve hiç kimsenin Allah’ın şanını aramadıkları bir yer olduğunu fark etmektedir. O kamçıyı kullanarak, kendi fikir ayrılığını göstermek ve bir değişmenin gerekli olduğunu anlatmak istemektedir. Gerçekten de Allah’ı unutmak, insan için çok tehlikelidir, çünkü bir tarafta kendi egoizmi ‘frensiz’ ve ölçüsüz olacak, diğer tarafta da onun mutluluk arayışı uygun ve gerçek yolları bulamayacaktır.

Başlangıçta Allah, halkına buyruklarını bildirdi; yani huzurlu bir şekilde beraber yaşayabilmek ve yüzyıllar boyunca kalıcı olabilmek için net ve belirgin bilgileri ve tavsiyeleri verdi. Kateşizmin, ‘On Emir’ olarak özetlediği bu tavsiyeleri bugün Çıkış Kitabından birinci okumada duyduk. Bu metni okumak bize iyi gelir. Görüyoruz ki, bu metnin yarısından fazlası birinci, ikinci ve üçüncü emir ile ilgilidir. Bu detay bize tüm halkın ve tek kişinin yaşamı için neler önemli olduğunu anlatmaktadır. Birbirimize karşı davranma şeklimiz, karşılıklı saygı ile yaşama, hayata ve gerçeğe olan sevgi nereden gelir? Bir kişi, nasıl ebeveynlerine saygı gösterebilir; eğer ebeveynler, bütün evlatlarını aynı şekilde sevmezlerse ve evlatları arasında tercih yaparlarsa? Hayatı, sahip olunabilecek ve yok edebilecek bir şey olarak sayan bu dünyada, hayatın ilk anından itibaren onu sevmek için gereken içsel güç nereden alınabilir? Her gün bize karşı düşmanlık gösteren bir kişiye nasıl saygı göstermeyi ve öç almamayı öğreneceğiz? Kendi ailesini mahvetme pahasına bile kendi zevki için başkalarını kullanmaya iten cinsel içgüdü nasıl yenilir? Başkalarını aldatarak bir şeye sahip olmak kolay olduğunda açgözlülüğü nasıl yenebiliriz? Vergi konusunda devlete karşı dürüst olma isteğimizde nasıl kararlı olabiliriz? Bize ait olmayan şeyler veya kişiler ile ilgili kötü arzularımızı nasıl yenebiliriz? Başkalarıyla birlikte iyi bir şekilde yaşamak zordur; eğer sağlam bir temel, kararlı ve dürüst prensipler ve içsel güç yoksa çok zordur. Peki, bunları nasıl edinebiliriz?

İlk üç emir bize yardımcı olmaktadır. Diğer yedi emirden önce, yani birlikte yaşamanın tüm kurallarından önce, Allah’ın ve O’nunla olan ilişkimizin önemi gelmektedir ve bu vurgulanmaktadır. Eğer bir kişi Allah’ile gerçek, iyi, sabit ve sağlam bir ilişki içinde olursa, değişik durumlarda başkalarına karşı da iyi davranmak için gereken içsel gücü olacaktır.

Allah ile olan ilişkinin, üç yanını görebiliriz. İlk olarak O’nun tek ve eşsiz olduğunu tanıyıp kabul etmemiz gerekir; yüreğimizde O’nun yerinde ve önünde hiçbir şey ve hiç kimseyi – bu bize göre çok önemli görünse de - koymamamız lazımdır ve ayrıca İsmi yani Allah’ın adı, herhangi başka bir şey olarak telaffuz edilmemelidir: O, herhangi bir şey değildir. Sonunda Allah’ın var olması bizim tarafımızdan o kadar önemli sayılmalıdır ki bizler O’na, sadakatle ve bağlılıkla, sabır ve sebatla, her yedi günden bir günü, o günü ki Allah’ın Kendisi seçti, O’na adıyoruz: Bu gün Allah’a ciddiyetle adanmalıdır. Hayatımız ciddidir, çünkü o, Allah’tan geliyor, O’nun eseridir ve de Allah, onun yanımızda yaşayanlar için bir armağan olmasını istemektedir. Bunu bilmezlikten gelirsek ya da unutursak veya buna önem vermezsek, birbirimizle olan karşılıklı bütün ilişkilerimiz, düzensizliğe girer. Bundan da ilk önce kendimize, sonra da insanların tümüne acılar doğar. Allah’a ve O’nun emirlerine olan dikkate bizler; Allah’ın kutsal korkusu diyoruz; eğer bir kişi Allah’ın kutsal korkusuna sahip olursa, ona kuşkusuzca güvenebiliriz. Eğer bir kişide Allah’ın kutsal korkusu yoksa o kişide, benciliğin güçlerine karşı konulamaz ve de onlar; düşünceleri, istekleri ve hareketleri tek olan yönetilenler olacaklardır.

Bunu bilerek; İsa’ya, iplerden yaptığı kamçısını yüreğimizin mabedinde de kullanmasını sorabiliriz ve de isteyebiliriz: Eğer yüreğimizde; Allah’ı, bütün yüreğimizle ve bütün gücümüzle sevmekten uzaklaştıran bir şey varsa, İsa iplerden kamçısını kararlılıkla kullansın! Bu dünyanın hiçbir konuşması ve de düşüncesi, Allah’ın hikmetini bizlerden kaldırmamalıdır, bu hikmet İsa’nın haçına katılmaya götürürse de. Kesinlikle kendi benciliğine dalmış olanlar için haç, yüz karası ve akılsızlıktır. İsa’yı izleyen bizler için ise, haç ilk önce İsa’nın sevgisini tadabildiğimiz, sonra da en büyük sevgiyi yaşayabildiğimiz yerdir.

 

PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRESİ 4. PAZAR GÜNÜ – B

 

  1. Okuma 2Tarih 36,14-23 * Mezmur 137* 2. Okuma Ef 2,4-10* İncil Yh 3,14-21

 

Tam beklemediğin anda, hayatındaki şeyler iyi gitmeye başlamaktadır: Bu, birinci okumanın mesajıdır. Allah’ı ve O’nun habercilerini hor görmesinden dolayı, seçilmiş halk o kadar zayıf olmuş ki namussuz ve ondan daha güçlü bir halka kolay bir yağma olarak verilmiştir. Allah’a itaatsizliklerin sonucu olan büyük günahlar, halkı o kadar zayıf kılmış ki o, düşman ellerine düşmüştür. Bu şekilde halk, başka yerlere sürgün edilmiş; oralarda dağılmış ve kölelik halinde, kendi geleneklerini unutmuş; sevinç ve bayram içinde yaşama imkanını bile unutmuş halde yaşamaktadır. Artık hangi umut olabilir? İnsansal bakımdan hiçbir umut olmaz iken Allah vaatlerini unutmamaktadır ayrıca Kendisinin sevginin ve affın Allah’ı olduğunu da unutmamaktadır. O, tam putperestlerin arasında Kendisine itaat eden bir insanı bulmaktadır: Bu, Pers Kralı Keyhüsrev (Sirus) idi. Tamamen beklenmedik bir anda kral, Yeruşalem’de mabedin yeniden yapılmasını emrediyor, bu şekilde de halk, yeniden birleşip ataların toprağına geri dönebilir! Bu olay, bugün bizi de ümit etmeye yüreklendiriyor, durumumuz en ümitsiz durum olsa da!

İsa da, Nikodemus’a konuşmasında, Mısır’dan çıktıktan sonra, çölde, umutsuzluğa düşmek üzere olan halkı ima etmektedir. Yılanlar tarafından ısırılmış pek çok kişi ölüyor ve kimse o zehirden korunmayı beceremiyordu. Allah, Musa’nın duasına cevap verip ona bir yol gösteriyordu. Yılanlar, ısırmaya ve zehirlenmeye devam edecekler, fakat ısırılmış olan da itaat eylemini yapıp kurtulabilir! O yılanlar, eski yılanı, yani Havva’yı kandıran yılanı, hatırlattırıyor. Bu yılan, Havva’yı Allah’a isyan etmeye ve, bunun sonucu olarak, ölümün yağması edilmeye götürmüştü. Çare, itaat etmektir ve de Allah’a itaat etmek, kolay bir iman eylemidir. Allah’a itaat etmek, sadece alçakgönüllülüğü gerektirir; kendi akıl yürütmesine değil, Tanrı’ya güvenmeyi gerektirir. İtaat eylemi, küçük olsun büyük olsun, akıllı olsun akıllı olmayan olsun, zengin olsun fakir olsun, herkesin elindedir: Tam orada, çölde, bir değneğin üstünde kaldırmış bir tunçtan yılana bakmak, yeterlidir.

İnsanlar, eski yılan tarafından halen ısırılmaktadır ve daima ısırılacaktır; halen Allah’ın Sözünü görmezlikten gelmeye ya da onu reddetmeye iten akıl yürütmesi tarafından zehirlenilmektedir. Bu şekilde insan, daima günahkardır, daima günahın bedeli olan ölümün yolunda yürümektedir. Fakat ona kurtarılma, yılanın zehrinden iyileşme imkanı verilmektedir ve de bu imkan hala imanın bir eylemi, bir itaat eylemidir. Sen de mi günahkarsın? Bakışını kaldır: İşte, haç biçiminde olan bir tahtanın üstünde İnsan Oğlu kaldırılmıştır. O’na sevgi ile bak, O’nun kurtuluşun olduğuna iman et ve yeniden Allah’ın yüreğinde olacaksın. Isa’ya iman et, imanla O’nu dinle, senin hayatını O’nun Sözü ile doldur ve işte, hayatın yolunda bulunacaksın. O’nu kabul et ve de ölümün yolunu, günahkarların hükmünün yolunu terk etmiş olacaksın, kurtarılmış olacaksın.

Bu gizem, Allah’ın dünyaya, yaratıklarına beslediği sevgiyi gerçekleştirmektedir. Allah, yaratıklarını terk etmek istememektedir, çünkü O, sevginin Allah’ıdır ve her şeyin var olması için onları yarattı. “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. Öyle ki, her kim O’na iman ederse, mahvolmasın fakat ebedi hayata kavuşsun”.

Bu sınırsız sevgiden havari de, ikinci okumada, bahsediyor: “Merhameti bol olan Tanrı, bizleri çok sevdiği için, günahlarımızdan ötürü ölü olan bizi, Mesih’le birlikte hayata kavuşturdu. O’nun lütfuyla kurtulmuş bulunuyorsunuz”.

Bu sevgiyi, vaftizin kaynağında bulacağız. Buraya duayla, oruçla ve sadakayla yeniden yaklaşmaya hazırlanmaktayız: İki hafta sonra, Paskalya Arifesinde şeytanın çekiciliklerinden vazgeçmeye; bize İsa’yı sunan Baba Allah’ın kollarına ve üzerimize Kutsal Ruhunu üfleyen İsa’ya kendimizi teslim etmeye; yeniden karar vereceğiz. Biz vaatlerimizi yenileyeceğiz, fakat Rab lütfunu yenileyip bizleri barışıyla kaplayacaktır. Tadacağımız kurtuluş, sadece gelecek olan ebedi kurtuluş değildir. Kendimizi İsa’ya teslim ederek, şimdiden insanlar tarafından bizde uyandırılmış korkulardan da kurtulmuş oluruz. İsa ile yaşayarak, hayata, onunla beraber de özgürlüğe ve barışa, sahip olduğumuza emin olacağız. O’nunla yaşayarak, O’nu bütün sevenlerle birlik içinde yaşamayı; başkalarına şefkati ve merhameti vermeyi de becereceğiz. Acı çeken, ümitsiz misin? Hayatına İsa’yı koy ve hayatındaki şeyler iyi gitmeye başlayacaktır.

 

PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRESİ 5. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma Yer 31,31-34 * Mezmur 50 * 2. Okuma İbr 5,7-9 * İncil Yh 12,20-23

 

Yeremya yeni bir antlaşmadan bahsetmektedir. Bu antlaşma gerçekten yenidir, daha önceki bir antlaşmanın tekrarı değildir. İnsan için yenidir; hiç kimsenin beklemediği ve hayal edemediği bir antlaşmadır. O ana kadar Allah, halkla antlaşma yaparken, halkı himaye etmeyi vaat ediyordu ve karşılık olarak halktan itaat ve tam bir güven istiyordu. Abrahamla ve sonra da Musayla öyle yaptı. Allah, verdiği söze daima sadık kaldı, halk ise sık sık putlara hizmete sürükleniyordu; Allah’ın yardımını reddederek kendi gücüyle korunmaya çalışıyordu. Sonuç olarak kendini mahveden ve ölüm yayan kendi düşmanının eline düştü. Fakat kendi halkı aracılığıyla tüm diğer halklara kendisini tanıtmak isteyen Allah, her şeye rağmen, halkını sevmeye devam eder ve onlarla yeni ve farklı bir Antlaşma yapacağını vaat eder. Peki ne zaman? Hemen değil, ama bunu gerçekleştirmek için kendisini sunan yeni Musa geldiğinde olacak. Bu yeni Antlaşma nasıl olacak? Tek yanlı olacağını söyleyebiliriz. Çünkü Allah, karşılığında hiçbir şeyi dilemeden, halkı himaye etmeyi ve onu sevmeyi vaat eder. Allah’ın ilk sevgi dolu eylemi, halktan her birinin yüreğine Kendisini tanıma ve itaat etme arzusunu yerleştirmek olacaktır. Bu armağanı reddetmeyen, kendini kurtarılmış sayabilecek, Allah’ın sevgisini, kurtarılma garantisi olarak tadabilecektir.

Yeni Antlaşma’nın vaadini duyduktan sonra, Yuhanna İncil metni, gökten gelen bir sesin, Musa’ya konuştuğu gibi, İsa’ya konuştuğu anı anlatmaktadır. Yeni Antlaşma’yı gerçekleştiren İsa’dır; fakat Eski Antlaşma’da olduğu gibi hayvanların kanı ile değil de, kendi kanı ile...

Filipus ve Andreas İsa’ya, Yunanlılardan bazılarının O’nu görmek istediklerini söylüyorlar. İsa bu putperestlerin arzusunu bir işaret olarak görüyor. Bu, tüm halkların, Yahudiler aracılığıyla dünyaya gelen kurtuluşu kabul edebilecekleri zamanın geldiğinin işaretidir. Aynı zamanda bu arzu, Kilisenin dünyanın dört bucağına yayılacak misyonunun habercisidir. Bu yüzden İsa için kendi kanını dökme zamanı gelmiştir. O’nun kanı “yeni ve ebedi Ahdin kanı”dır ve sadece İbranilerin yararına olmayacak; İbrahim’e bahşedilen kutsamaya göre, tüm ulusların yararına olacaktır.

Rab İsa az sözle ve bir örnekle kat edeceği yolu anlatıyor. Kendisi “çok ürün” vermek üzere toprağa düşen ve ölen “buğday tanesi”dir. Ürün; tüm uluslara, O’nun ardından gitmek isteyenlerin tümüne sunulacak olan kurtuluştur. O’nu izleyebilmek için, kendimizden çok O’nu sevmemiz gerekiyor. İsa’yı sevmek, yaşamımızı bambaşka bir şekilde, tamamıyla yeni bir şekilde kurmak, buna göre hayatımıza yön vermek demektir. İsa’yı seven için en önemli şey, kendi yaşamı ve kendi refahı değil de, O’na olan sadakatidir. Sadakat aracılığıyla kendi canını “ebedi hayat için saklar”.

Artık Paskalya’ya Hazırlık Devresi sona ermek üzeredir. Paskalya yakındır. Bu Bayramda Mesih İsa’nın zaferini, O’nun dirilişini kutlayacağız. Fakat eğer O’nun ardından yürümediysek, eğer günlük hayatımızda ve seçimlerimizde O’nu her şeyden üstün tutmadıysak, o zaman Paskalya Bayramı bir şey ifade etmeyecektir. Ancak ve ancak, O’na itaat etmek için kendi nefsimizi yenebildiysek, bu Bayram sevinç sebebi ve mutluluk kaynağı olacaktır. Ve sevincimiz büyük olacaktır. Çünkü insanlar tarafından değil, Allah’ın kendisinden, Baba tarafından onurlandırılacağız! Buna, ilk olarak haç yolunu kat eden İsa’nın kendisi bizi temin etti. O, ölüme kadar kendisini inkar ederek itaat etti. Bu itaati sayesinde O, İbranilere mektubundan okuduğumuz gibi, “sözünü dinleyenlerin hepsi için sonsuz kurtuluş kaynağı oldu”.

O zaman Kutsal Ayinin başlangıcında söylediğim duayı korkmadan tekrarlayabiliriz: “Tanrım, Oğlun insanlara sevgisi nedeni ile hayatını feda etti. Aynı fedakârlığı yapabilmemiz ve hayatımızda aynı sevgiyi gösterebilmemiz için bizlerden yardımını esirgeme”. Göksel Baba kendi hayatını sunan İsa’nın sevgisini yaşarsak çok seviniyor ve her an onu yaşamamıza yardımcı oluyor. Daha büyük bir sevgi yok, çünkü gerçek sevgi tanrısal sevgidir. Onu yaşadığımız takdirde gerçek tanrısal hayat içindeyiz, Göksel Baba’mıza benziyoruz, O’nun hayatını benimsiyoruz. Gerçek hayat, bizi gerçekleştiren, yüreğimizi doyuran, sevinçle donatan hayat budur.

Mezmurun şu sözleri ile dua edelim: “Geri ver bana kurtuluş sevincini, içimde cömert bir ruh sağla. Günahkarlara senin yolunu öğreteceğim, yolunu şaşıranlar sana dönecekler”. İsa’nın, yeni Antlaşma’sına uyanlara verdiği sevinç içinde yaşayalım. İşte o zaman günah yüzünden acı çekenleri tek kurtarıcı Mesih İsa’ya doğru çekeceğiz.

 

MESİH İSA’NIN YERUŞALEM’E GİRİŞ BAYRAMI – B

YÜRÜYÜŞ: Mk 11,1-10

1.Okuma Yeşaya 50,4-7 Mezmur 21 2.Okuma Fil 2,6-11 İncil Mk 14,1- 15,47

 

Bugün Aziz Markos tarafından yazılan İsa’nın Istırapları ve Ölümü ilan edilmektedir. Bizi etkilen şey, askerlerin işlerini yöneten o yüzbaşının imanı duyurmasıdır: Bununla, İsa’nın ıstıraplarının anlatılması sona eriyor. Bu yüzbaşı, şimdiye kadar kimseden; sadece halkın din başkanlarının ve Ferisilerin değil; İsa’nın öğrencilerinin bile demedikleri sözleri demeyi biliyor. “Gerçekten, bu adam Allah’ın Oğlu idi”. İncil’in Yazarı, bizleri de bu imanın duyurulmasına götürmek istiyor. İsa’nın bütün mucizelerinden ve öğretişlerinden sonra, şimdi O ölmüştür ve de O en büyük alçalmasına varmıştır! İşte en ilgisiz ve acımasız insan bile buna dayanamaz. İsa’nın ellerine ve ayaklarına çivileri çakmayı buyuran o asker; işte tam da bu kişi, aklını ve yüreğini değiştiriyor ve de yeni imanını açıkça duyuruyor. Bu yüz başı, İsa’yı ölürken görünce; O’nun kendisini Allah’a teslim etmesi şeklini, O’nun bakışında hiçbir nefretin ve öcün olmadığını, O’nun sürekli sevgisini fark ediyor; en sert ve acımasız işkenceleri çektiğinde bile O’nun derin huzurunu fark ediyor. Yüzbaşı, o insanın Allah’ın Oğlu olması gerektiğini de fark ediyor, yani o insanın, kendi içinde yeni bir ilahi niteliği, o ana kadar tanınmamış bir niteliği taşıyan bir kişinin olduğunu fark ediyor. Yüzbaşı iman ediyor. Acaba bizler onun sözlerini tekrarlamayalım mı? Bize Allah’ı tanıtan Adama biz de bağlılığımızı yenilemeyecek miyiz? O, acı çekmede, sıkıntıda, ölümde bize Allah’ı gösteriyor.

İşte şimdi Allah’ın evlatlarının halen eziyet edilmelerine, işkence çekmelerine, öldürülmelerine izin vermesinin nedenini anlamaktayız. Gerçekten bu durumlar, İsa’nın tanrısallığına ve Baba’nın sevgisine en güçlü ve inanılır tanıklık etmeleri için en önemli fırsatlardır. Bunun için Hıristiyanların zülüm görmeleri kaçınılamazdır, hatta onların zülüm görmeleri gereklidir. Bugün yaşanan İsa’nın Istırapları olmadan, İncil’in müjdesi değersiz, boşa giden ve meyvesiz bir emek olacaktı. Hıristiyanlar bunu bilmektedirler, bunun için hayrete düşüp kaçmamaktadırlar, çünkü Rableri ve Öğretmenleri orada, Golgota’nın üzerindedir. Bizler de, İsa’ya yönelmiş bir şekilde yaşayıp seçimimizi de O’na göre yaptığımızda, zülüm görmekten kaçınamayız. İçimizde hala yaşayan dünya bile bizi engelliyor, dışımızdaki dünya da bizi dışlıyor. Bu şekilde bizler dünyaya dağılıp ciddi olarak zülüm gören kardeşlerimizle birleşeceğiz; Zeytin Bahçesinde Baba’ya kendisini sunup şikayet etmeden Golgota’ya çıkan ve yüzbaşının şaşkınlık içinde gözlerinin önünde ölen İsa’yla birleşeceğiz. İsa’nın Kendisi bizleri, dirilişin sevincinde ve şanında, Kendisine birleştirecektir.

 

PASKALYA BAYRAMI

  1. Okuma Hav. 10,34.37-43 * Mezmur 117 * 2. Okuma Kol 3,1-4 * İncil Yh 20,1-9

Paskalya’ya Hazırlık Devresinden sonra, bugün sevinçle Alleluya ilahisini söylememizi sağlayan ve kutladığımız olay, - hatta “gizem” diyebiliriz -, o kadar üstündür ki aklımızı aştığından dolayı, bize onun nasıl gerçekleştiği anlatılmamaktadır. Bize sadece, bu olay karşısında kadınların ve öğrencilerinin davranışları anlatılmakta ve bizim de yapabileceğimiz doğru davranışlar önerilmektedir. Havariler, Mesih İsa’nın bedeni mezardan çıktığı anda orada olmamalarına rağmen, kendilerinin, O’nun dirilişinin tanıkları olduklarını kararlıkla söylemektedirler. Onlar mezarın girişinden yuvarlanmış taşı gördüler, korkudan titreyen nöbetçilerin kaçtığını, mezarın boş olduğunu, İsa’nın başına örtülmüş olan mendilin katlanmış ve kefenin boş olduğunu gördüler. Bu ayrıntılar içlerinde büyük soru işaretlerini doğurdu ve yavaş yavaş gerçekten İsa’nın dirildiğine inanmalarına ve O’na güvenmelerine yardımcı oldular. Sonra da O’nu ‘gördüler’; ne demek bu? Bu da bir sırdır, çünkü O’nu görüyorlardı, ama O’nu tanıyamıyorlardı ne sesinden, ne çehresinden, ne elbisesinden... -Sadece O’nun belli eyleminden, ekmeği bölme gibi, O’nu tanıdılar. O’nu, iman bakışıyla görüyorlardı. Onların o imanı, saflık veya aptallık değildi, yaşadıkları bir tecrübeydi; onların önce tanıdıkları, sonra da ölmüş olarak gördükleri İsa’ya, şimdi ise canlı olarak kendileri ile diyalog kuran İsa’ya güvenle kendilerini emanet etme tecrübesiydi. O yaşıyor. O’nu hala dinleyebiliyor, O’nunla konuşuyor, O’nun için yaşayabiliyorlardı, O’nun ışığını ve sevincini alabiliyor ve mevcudiyetini tadabiliyorlardı. O’nun mevcudiyeti önceki gibi değil, şimdiki yere ve zamana bağlı değildir, yenidir, farklı, sürekli, içsel ve dışsaldır, şefkat gösteren, cesaret ve huzur, sabır ve güç, güven ve alçakgönüllülük verendir. Tek bir sözle diyoruz ki İsa “dirildi”; bu terim Havariler için yeniydi ve bizler de anlamını tamamen kavrayamıyoruz. Yeniliği ilk fark edenler kadınlardır, aslında kadınlar yeni bir hayatın yeniliğini kabul etmeye daha çok eğilimliler.... Onlar olağanüstü bu haberi meleklerden alıyorlar: İsa artık mezarda değil, “dirilmiştir”. Melekler onları korkmamaya, gördüklerini ve işittiklerini diğer öğrencilere bildirmeye teşvik etmektedirler. Bu kadar şaşırtan bir olay önünde korkmak normaldir. Fakat korkacak bir şey yok çünkü burada insan değil, ama Allah çalışmaktadır. O’nun eseri önünde korkmamalıyız çünkü O daima ve sadece yararımıza çalışmaktadır. Gerçekten ilk iman edenler, öğrencilerdir, aralarında birincisi Yuhanna’dır. Öğrenciler kadınları dinliyor, mezarı görmeye gidiyor ve iman etmeye başlıyorlar; kavrama yeteneklerimize aşan Allah’ın sevgisinin gizemine güvenmeye ve kendilerini O’na teslim etmeye başlıyorlar. Her şey yenidir, her şey “anormaldir” fakat Baba’nın sevgisi ve İsa’nın sadakati bu olayda mevcuttur; bunlara kendimizi de teslim edip güvenebiliriz! Böylece onlar İsa’nın canlı olduğunu tecrübe ediyorlar. Dirilmiş İsa’ya iman etmekle öğrencilerin hayatları tamamen değişmeye başlıyor. Bunu açıklamak zordur, sadece iman etmeye başlayan, anlayabilir. Petrus bunu Kornelius’a ve ailesine anlatıyor çünkü bu olay, yani İsa’nın dirilişi, Petrus’un, Celile’de ve Yahudiye’de yaşadıklarına değer veren, hem de diğer havarilerin hayatlarını değiştiren olaydır. Onlar önceki faaliyetleriyle uğraşmayı bıraktılar ve tanıkları olarak yaşadıklarını müjdelemeye başladılar. Onların müjdelemesi, sevgiyle İsa’nın adını kabul eden herkesin günahlarının bağışlanmasını da kapsıyor. Aziz Pavlus da, İsa’nın dirilişini en önemli anı olarak görüyor: Kim O’na iman ederse, kendini de dirilmiş hissedecek, yeni bir hayat yaşamayı tecrübe edecek; geçici ve sık sık yüzeysel şeyler için kaygılar ile değil, ama gökteki değerlere dönük arzular ile dolu bir hayat... Böyle bir hayat yeryüzüne bağlı kötü tutkuların çamuru içine batmıyor, devamlı acı doğuran“kin ve kötülük” yönetiminde değildir, tersine Dirilmiş Mesih’in girdiği göklerde başlamış ebedi“bayram”a katılıyor.
Biz de, dünyanın anlayamadığı yeni sözleri kullanmaktayız. Fakat açıklayamıyorsak da, tüm insanların yeni hayatın sevincini tecrübe etmesi için, herkesi alçakgönüllülükle Dirilmiş İsa’ya güvenmeye davet ediyoruz ve bugün tüm iman kardeşleriyle birlikte şöyle dua ediyoruz: Allah’ım, ölümü yenen biricik Oğlun sayesinde, cennetin kapısını bizlere açtın. O’nun şanlı dirilişini kutlarken, yeni hayatın ışığında yürüyebilmemiz için, Kutsal Ruh’un kudretiyle içimizde yeni bir kalp yarat”. Amin! Alleluya!

 

PASKALYA DEVRESİ - 2. Pazar Günü-B

İlahi Merhamet Pazar Günü

 

1.Okuma Hav. İşl. 4,32-35 * Mezmur 117 * 2.Okuma 1Yh 5,1-6 * İncil Yh 20,19-31

 

İsa’nın dirilişi, havarilerin hayatını sadece kişisel olarak değil; birbirlerine olan onların ilişkilerini de tamamen değiştirdi. Onlar artık hep birlikte tek bir bedeni, bir aileyi, yeni bir topluluğu oluşturmaktadırlar. İşte tam da şu şekilde diyebiliriz: İmanlılar yeni bir topluluğu oluşturmaktadırlar. Aziz Luka’nın Havarilerin İşlerinde tanıklık ettiği gibi, imanlılar artık kendileri için yaşamamakta idiler; onların hepsi, ötekilerinin gereksinmelerini, onların sevincini, onların yoksulluğunu da düşünmekteydiler. Tabii ki zorlukları da vardı, ama bunların tümü, dirilmiş Rab’bin sevinci sayesinde aşılmaktaydı. Rab’bin canlı olmasına tanıklık etmek, her imanlı için en önemli şey; aynı zamanda da herkese huzur ve sevginin birliğini verendir. Herkes tarafından yaşanan bu yeni hayattan havariler de İsa’yı müjdelemek için gücü almaktaydılar. Gerçekten de Aziz Yuhanna’nın mektubunda yazdıkları, sadece küçük ve yoksul, alçakgönüllü ve sebatlı imanlıların tecrübelerinin gücünden kaynaklanmaktaydı. Aynı şekilde dirilmiş İsa’ya olan bağlılığımızın tecrübesi de, emirlere itaatimizin tecrübesi de, acı çekenlere ve ümitsiz olanlara imanımızdan gelen teselliyi ve lütfunu müjdelememiz için, bize güç vermektedir.

Aziz Yuhanna’nın söylediği gibi, “Bize dünyaya karşı zafer kazandıran imanımızdır”: Şeytana itaat eden o dünyaya karşı. İman, kendi içerisinde Allah’a ve O’nun emirlerine taşınan itaatin gücü ile, insanları cehenneme sürükleyen kötülüğün, nefretin, kıskançlığın, gururun tehditlerine ve içgüdülerine direnebilmektedir: İman!

İmanımız, İsa’nın dirilişine ve onun hakkında havarilerin ve İncil yazıcılarının anlatmalarına dayanır. Bugün havarilerin, Rableri ile olan ilk karşılaşmalarının anlatımını; sekiz günden sonradaki, Tomas’ın da hazır bulunduğu ve aynı yerde olduğu ikinci karşılaşmalarını da duyduk. Her defa İsa kutsamasını tekrarlamaktadır: “Esenlik sizinle olsun”. Bu söz, öğrencileri rahatlatıp güven içinde bırakan bir sözdür; aynı zamanda birbirlerini kardeş olarak hissetmeye; Kendisi ile ve Baba ile yeniden birlik içinde yaşamalarına yardım etmektedir.

Neden İsa, ısrarla, “Esenlik sizinle olsun” diyor? Kesinlikle bu söz, yüzeysel bir selam değildir. Bu söz, İsa’nın Kendisi’nin onlarla birlikte olmayı istediğinin işaretidir; bu söz aracılığıyla İsa’nın Kendisi, öğrencilerinin var olmasından, hikmetinden, Baba’ya olan itaatinden, kendi yüzünden verilen emniyetten mutlu olmalarını istediğini söylemektedir. Öğrencilerinki gibi, bizim vicdanımız da azabı vermektedir, çünkü bizler dün veya geçen haftalarda, bazı anlarda, Rab’bi terk ettiğimiz ya da O’nu unuttuğumuz anları yaşadık. Oysa bize “Esenlik sizinle olsun” diyen İsa, bizi geleceğe bakmaya davet etmektedir. O, pişmanlığımızı görmekte ve yaptığımızı affetmektedir, ayrıca bundan sonra hayatımıza yeniden yön vermek; onu Kendisi ile olan tam bir birlik içinde kılmak istemektedir. İsa halen bizimledir ve de bizler, O’nun isteklerini paylaşmaya ve O’nun planlarını gerçekleştirmeye hazır olmak üzere, O’na yönelmiş olacağız. “Esenlik sizinle olsun”: Bu sözlerden on Havari büyük bir sevinç alarak, Kutsal Ruh’la doldurulmalarına ve sarılmalarına hazırlanmaktadırlar. İsa, Kutsal Ruh’u onların üzerlerine üflüyor: Kutsal Ruh, İsa’nın nefesidir; o andan sonra öğrencilerin yüreklerini ve akıllarını, hafızalarını ve iradelerini dolduracak İsa’nın oluşunun en derin kısmıdır. Kutsal Ruh, vaat edilmiş Ruh’tur: O, öğrencileri İsa’nın Kendisine birleştirmektedir ve de onları itaatli ve Allah’ın şanını gerçekleştirmek isteyen Baba’nın evlatları kılmaktadır. Öyleyse öğrenciler, merhametin, sadık sevginin, İncil’in güçlü ve etkili Söz’ünün taşıyıcıları olacaklardır.

Hemen sonra İsa, öğrencilerine bir görevi teslim etmektedir bu da kesinlikle ve tamamen onları altüst eden bir yenilik idi. Öğrenciler, Yahudi idiler ve kulaklarında, Yahudi ve din başkanlarının İsa’ya olan suçlamaları hala yansımakta idi.“Kimin günahlarını bağışlarsanız, onun günahları bağışlanmış olacaktır”: Peki, günahları affedebilen sadece Allah değil mi? İsa da birkaç defa günahları affedip bununla Kendisine küfür suçunu çekmişti. İşte, şimdi kendileri de günahları affedecekler; ama ancak ve ancak İsa’nın ağzından Kutsal Ruh’u kabul ettikleri için. Şimdi onlarda Allah’ın hayatı, Allah’ın sevgisi mevcuttur ve de onlar bu sevgiyi gerçekleştirmeliler. Baba’nın ilk eylemi, merhamettir, yani insanların günahlarını affetmesidir; bunu kabul etmek üzere yaklaşacak olanların günahlarının affıdır. Nitekim “Kimin günahlarını bağışlamazsanız, onun günahları bağışlanmamış olacaktır”. Merhamet, alçakgönüllülükle geri dönen evladı kabul eden Baba’nın merhametidir. Öğrencilerin kendileri de, Zeytin Bahçesinde Rablerini terk ettikten sonra, Son Akşam Yemeğinin Odasında yeniden bir araya toplanarak, İsa’yı izlemeye devam etmeyi; daima O’na ait olmayı isteklerini açıkça söylemektedirler. Bunun için onlara, İsa’nın üflemesinden, af ve yeni hayat verilmektedir. O sırada orada bulunmayan Tomas’a da ancak ve ancak ötekilerle birliğe dönünce, aynı armağan verilmektedir. Sekiz gün sonra, geri dönüşünde; kendisini alçalttığında, toplanmış olan tüm Kilise’nin huzurunda “Rab’bim ve Allah’ım!” diyerek ortak imanı duyurduğunda, Tomas’a da af ve yeni hayat verilmektedir. Bu olaylardan bizler, kardeşlerle birlik içinde sarsılmaz şekilde kalmayı; Kilise’ye olan aitliğimizi cömertlikle yaşamayı öğrenmekteyiz.

 

PASKALYA DEVRESİ 3. Pazar Günü-B

 

1.Okuma Hav. İşl. 3,13-15.17-19 * Mezmur 4 * 2.Okuma 1Yh 1,1-5 * İncil Yh 24,35-48

 

Petrus’un İsrailliler’e, özellikle de yöneticilerine yönelttiği paylamayı işittik. Bu, ciddi bir paylama idi: Çünkü onlar, Allah ile tam anlamıyla karşı karşıya geldiler ve bunda da çok ileri gittiler. Gerçekten Allah, İsa’ya Süleyman’ınkinden daha büyük bir hikmet bağışlayıp O’na inanılmaz mucizeleri yaptırarak, O’nu yüceltmiştir. Doğuştan kör olan adamın da gözleri açıldıktan sonra söylediği gibi, Allah’ın İsa ile birlikte olduğu apaçık bir şey idi. Onlar ise, İsa’yı “ele verdiler ve Pilatus’un önünde kendisini inkar ettiler” ve O’na katil olan Barabas’ı tercih ettiler. Havari, onları tövbe edip Allah’a dönmeye davet etmekten başka bir şey yapamaz. Tövbe edip Allah’a dönmek, hayatın değişimini gerektirir; çünkü hayata, güçlü bir şekilde İsa’nın mevcudiyeti girmelidir. Gerçekten hayat bu andan sonra, tamamen farklı bir hayat olacaktır: İsa’yı kabul edince günahlar, -doğrudan İsa’ya karşı yapılan günahlar dahi- affedilecek; işte tam bunun için hayat çok farklı bir hayat olacaktır. Günahlar, Allah’ın yüreği tarafından bağışlanmış olduğu için, onları işlemiş kişinin hayatını artık etkilemeyeceklerdir. İsa’nın mevcudiyetinin yürekte olması, günahların silinmesidir: Önemli olan sadece pişman olmak değil; Rab’bi gerçek hazine olarak, yaşamımızın amacı olarak kabul etmektir.

Bu konudan Aziz Yuhanna da, mektubunda bahsetmiştir. Günah işlemiş insan ümitsizliğe kapılmamalıdır, çünkü İsa var. O, bizim uğrumuza ölüme kadar gitti, öyle ki bizler yeniden merhameti bol olan Allah tarafından kabul edilebilelim. İsa, günahlar için tek çaredir; ve de sadece bizim günahlarımız için değil, bütün insanların günahları için tek çaredir. Gerçekten, Aziz Yuhanna’nın söylediği gibi, İsa “sadece günahlarımızın değil, bütün dünyanın günahlarının affı için kurban oldu”. Bunun için bu çareyi bütün insanlara duyurabiliriz. Bütün insanlara! Başka dinleri izleyen de, kendisini imansız sayan da, kendisine ateist diyen de, günahından pişman olunca, İsa’nın kurban edilmesine güvenebilir. Bu kişi, İsa’nın affını tecrübe edince, İsa’yı sevmeye, O’nu tanımak istemeye başlayacaktır ve bu şekilde de İsa’dan Kutsal Ruh’u alıp kardeşimiz olacaktır. Dirilmiş olan İsa, öğrencilere görünerek bu müjdeyi tekrarlamaktadır. Gerçekten O, öğrencilerin Kendi hayatının, ölümünün ve dirilişinin amacını iyice anlamalarını istemektedir: “O’nun adıyla günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da tüm uluslara duyurulacak”. Ve de onların ödevleri bu olacaktır. Günahlar daima işlenecektir, üstelik sadece Rab’bi tanımamış insanlar tarafından değil, O’na ait olanlar tarafından da işlenecektir. Bunun içindir ki bizler, Rab’bin ölümünü ve dirilişini her kutlamamızdan önce, Allah’ın Sözünü her dinlemeden önce af dilemekteyiz. Kim kendisinin günahkar olduğunun bilincinde değilse, ve de af dilemezse, kendi içinde Kutsal Ruh’a yer veremez. Af dilemeyen, kardeşlerle birlik içerisinde yaşayamayacaktır. Af dilemeyen, kolayca başkalarını yargılama, kendisini başkalarından daha üstün sayma, gururlanma denenmesine düşecektir. Bu şekilde de o, şeytanın pençelerine kolayca yem olacaktır.

Günahımıza olan dikkatimiz günlük ve sürekli olacaktır; çünkü ayartıcı dinlenmez. Bunun için İsa’ya olan sevgimiz de, sözünü derin derin düşünmemiz de sürekli olacaktır. İsa, günahları bağışlamakla kalmamaktadır; O, ruhumuzun tehlikelerini, Allah’a ve kardeşlere olan sevgimizi tehdit eden tuzakları tanımamız için, ışığı ve iç gücü de bizlere vermektedir.

Bizler, İsa’nın inanmayan öğrencilere gösterdiği yaralı ellere ve ayaklara bakmaya devam edeceğiz. Bunları gözeterek, İsa’nın sevgisinden mutlu olup bu sevgiyi koruyacağız, öyle ki bu sevgi, davranışımızın şeklini değiştirebilsin. İsa’nın sevgisine hayranlıkla bakmamız sayesinde -Aziz Yuhanna’nın söylediği gibi- “Onun emirlerini” yerine getirmek için gereken cesareti ve sevinci de bulacağız. İsa’nın emirleri, halen Musa’nın emirleridir: Bunlar, Allah’ın Sözü oldukları için, hiçbir zaman önemlerini kaybetmeyeceklerdir. Fakat bunlara, Pasah Yemeği sırasında İsa tarafından bağışlanmış yeni emir de katılır: “Birbirinizi sizleri sevdiğim gibi sevin”. Allah’ın bütün emirleri, hayatın tüm alanlarında ve insanlar arasındaki tüm ilişkilerde yaşanması gereken sevgiye bir davettir; bu şekilde bizler merhametin, sadık sevginin, barışın Allah’ını sadece tanımış kişiler değil, O’nu gösteren kişiler de olacağız. İsa’nın dediği gibi, Kendisinin “günahın üzerinde olan” zaferinin tanıkları olacağız. İsa’nın emri yenidir; çünkü o, bizi sadece sevmeye davet etmekle kalmayıp aynı zamanda başkalarının bizi sevmelerine izin vermeye, alçakgönüllü olmaya, başkalarının bize olan sevgi eylemlerini kabul etmeye de davet etmektedir. O zaman tanıklığımız, gerçekten “alçakgönüllü ve yüreği yumuşak” olan İsa’nın yolunun takibi olacaktır. Sonuç olarak, Azizlerin birçoğunun yaptığı gibi, bizler de bağışlanmış ve yenilenmiş hayatımızla, dünyaya Rab’bi tanıtacağız.

 

PASKALYA DEVRESİ 4. Pazar Günü - B

İyi Çoban Pazarı

  1. Okuma Hav. İşl. 4,8-12 * Mezmur 117 * 2. Okuma 1Yh 3,1-2 * İncil Yh 10,11-18

 

Bugün İyi Çoban Pazar Günü ve Rab’bin, Kilisede hizmet etmeye çağırmak istediği kişiler için dua günüdür. Bugünkü okumaların konusu, Allah’ın sevgisi ve insanın kurtuluşudur. Allah’ın sevgisi kurtuluşa ihtiyacı olan insanın üzerine ‘dökülür’. Bu da, ancak ve ancak Mesih İsa sayesinde gerçekleşir. Aziz Petrus da bunu ilan ediyor; sorgulandığında görgü tanığı olarak açıkça söylüyor ki, tek kurtarıcı çarmıha gerilmiş ama sonra ölülerden dirilmiş Nasıralı Mesih İsa’dır. Neden İsa, kurtarıcıdır, hatta tektir ? O’nun yaşadıkları ve yaptıkları çok belli ki Allah’ın eseridir. O’nun, insanların yararına yaptığı mucizeler; hiç nefret duymadan, hiç öç almak istemeden, hiç şikayet etmeden, tersine Baba’ya sevgiyle itaat ederek kabul ettiği ıstıraplar ve ölüm; özellikle de görgü tanıkları olan Havariler, kadınlar ve diğer öğrenciler tarafından ilan edilmiş O’nun dirilişi; ispat ediyor ki, Mesih İsa’da Allah’ın sevgisinin bütünlüğü, dolayısıyla da Allah’ın yetkisi mevcuttur. O’nun yaptıkları ve yaşadıkları bunun garantisidir. “Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur”; başka hiçbir insanın bu kadar büyük bir hikmeti, bir sevgisi, bir yetkisi ve bir garantisi yoktur. Aziz Yuhanna da O’ndan bahsediyor ve “Bakın, Allah’ın evlatları olarak çağrılan bizlere Baba Allah ne büyük bir sevgi gösterdi” diye yazıyor. Bakabildiğimiz ve görebildiğimiz sevgi nedir, daha doğrusu kimdir? O’nun Oğludur, İsa’dır. Baba’nın sevgisi O’dur. Bugünkü okumadan başka Yuhanna bunu çok defa yazdığı İncil’de ve birinci mektupta tekrarlıyor.

Baba seviyor, sever; O, peygamberlerin ve mezmurların bahsettiği çobandır. O, çobanın, koyunlarına özen gösterdiği gibi bizimle ilgileniyor. Madem ki, insanlar Allah’ı göremez, O, görülebilen bir insan aracılığıyla kendisini ve sevgisini insanlara göstermeyi istedi. Bu kişi İsa’dır; O, Allah’ın sevgisinin vücut almasıdır. Bu yüzden İsa “Ben iyi Çoban’ım. Ben koyunlarım için canımı veririm” dedi. İsa, Çoban simgesini kullanarak, kendisini, sadece Allah’ın görünümü değil, tanrısal sevginin gerçek taşıyıcısı olarak, tanıtıyor. Bu simge ile bizi, iyi bir çobanın koyunlarını tanıdığı gibi, O’nun da, bizi tanıyıp, topladığını, tehlikelerden ve düşmandan koruduğunu, bize önderlik ettiğini söylüyor.

İsa, yalnız o zamandaki imanlılar için değil, bizim için de, sevgisini somut ve görülebilen kılmak istedi. Bu yüzden günümüzde de çoban görevini aramızda ve bizimle birlikte yaşayan somut insanlara iletiyor. Bu Paskalya devresinin dördüncü pazar gününde Rab’bin çoban sevgisine katılanlar ve bununla görevlendirilenler için dua ediyoruz. O’nun devamlı olarak gençleri bu hizmete çağırması için ve çağrılanların da sevinçle ve yüreklilikle hayatlarını adasınlar diye, cesareti ve sevgisi olması için dua ediyoruz.

Bir gencin, Allah’a adanmasını ve Kilise’ye hizmet etmek için, kendini Hıristiyan cemaatine hazır olmak için, Rab’be dua ve övgü yükseltmek için, çocukları imanda eğitmek için, acı çekenlerin yanında olup, özen göstermek için, hasta olanlarla ilgilenip, onları Rab’bin sevgisiyle teselli etmek için kendini sunmasını görmek ne güzeldir! Rab’bin, Hükümranlığında kendimizi vermeye çağrıları çok çeşitlidir ve hepsi güzeldir. Maalesef günümüzde tamamen ve her zaman için kendilerini sunan gençler azdır... Rab birçok genci çağırıyor, ama maalesef Hıristiyanlar arasında bile bu gençlerin cevap vermelerini destekleyen yetişkinler azdır. Gerçekten çok dua etmek gerekiyor. İsa’nın kendisi “Ürünün sahibine yalvarın, işçiler göndersin” dedi. Dua etmek... İşte bugün görevimiz budur. Ancak sadece bugünkü değil de, her günkü görevimizdir, çünkü dua eden bir cemaat, dua eden bir aile, Rab’bin çağrılanların cevap verip olgunlaşabildiği uygun yerdir. Ciddi dua etmeyen; bir rahibi aradığında onu bulamazsa veya bulduğu rahip ona yardımcı olamazsa ya da varolan çobanlar iyi örnek olmazlarsa, şikayet etmesin çünkü kendi suçu da var. Ciddi dua etmeyen, İsa’nın arzusuna katılmıyor. Sen dua ediyor musun? Sadece kısa birkaç duayı tekrarlamakla mı yetiniyorsun ya da günde bir saat Rab’bi dinlemek, övmek, tapınmak ve şükretmek için durabilir misin? Bir saat olmazsa, en azından yarım saat böyle geçirebilir misin? Birkaç sene veya senelerdir Hıristiyan olarak yaşayan kişi “dua uzmanı” olmalıdır! Cesur olalım; Allah’ın sevgisi o kadar büyük, güzel ve gerekli ki, O’nunla olan diyalogu derinleştirmek için, O’nunla olan dostluğu, evlatlığı ve birliği güçlendirmek için O’nunla baş başa durmak bir zenginliktir! Bunu yapan için, hem de tüm Kilise için değerlidir! Göksel Baba da bu duayı, şimdiki ve gelecekteki çobanları çağırmak ve hazırlamak için kullanır.

 

PASKALYA DEVRESİ 5. Pazar Günü-B

 

1.Okuma Hav. İşl. 9,26-31 * Mezmur 21 * 2.Okuma 1Yh 3,18-24 * İncil Yh 15,1-8

 

Saul’un tecrübesi ki o, az önce hayatındaki değişimi görüp İsa’nın öğrencisi olmuştu. Bu, İslam’dan Hıristiyanlığı’a gelenlerin tecrübelerine benzer. Onlar, Hıristiyan cemaatlerine yaklaşınca, onlara güvenilmez, onları uzakta tutarlar, onlarla birlik içinde yaşamakta zorluk çekilir. Hıristiyanlar şöyle düşünmektedirler: “Acaba bunlar, samimi ve açık sözlüler mi? Az önce bize zulüm ediyorlardı, belki de şimdi, bizi suçlayabilmek için, kendileri bizimkiler gibi olmaya çalışarak rol mü yapmaktadırlar”. Buna rağmen bunlar, yani bu yeni Hıristiyanlar, hayatlarını değiştiren, onları yeni, anlamlı ve dolu kılan İsa’ya olan sadakatlerini devam ettirmek için, güvensizliğe ve yalnızlığa katlanmaktadırlar. Tam da bunun aynısı, Saul’un da başına geldi, fakat – Allah’a şükür! - ona, Barnabas’ın onun yanında olması lütfu verilmiştir. Barnabas, çok emin Ferisi olan Saul’un ciddi davranışını görmüştü: Saul hayatını değiştirmişti ve öldürülme riskine girerek vaftiz olmuştu. Saul, kendisine bu bilge adamın saygısı gösterilmesine rağmen, Kudüs’ten uzaklaşmak zorunda kaldı. Çünkü bu kentte kalmak onun için tehlikeli olurdu. O halde bir taraftan güvensizliği, başka taraftan düşmanlığı gören Saul, gücü nerede bulmaktadır? Saul, hayatına İsa’nın girdiği andan itibaren, hayatın tadına varmaya onu tatmaya başlamıştı, önce hiçbir zaman hissetmediği bir sevince sahip olmuştu. Zaten İsa’nın Kendisi, “Yaşam benim” söylemişti ve de bu gerçektir. Bu, kimseye anlatılamaz bir şeydir: Onun anlaşılması değil; onun tecrübe edilmesi önemlidir! İsa ile yaşayan herkes bilir ki, Onsuz hayat, boş ve soğuk olacaktır; Onsuz, yeniden daha güçlü ve daha ünlü insanların köleliğinde bulunacaktır. Saul, İsa’yı bulunca, Onunla birlikte – ne pahasına olursa olsun - gerçek özgürlüğü de bulmuş oldu. Artık hiç kimse, ölüm bile, onu geri döndürmeyi beceremeyecekti.

Bugün İsa, Kendisi ile olan ilişkimizin dinamiğini anlatmak için, güzel bir örneği sunuyor. “Ben asmayım, siz çubuklarsınız”. Çubuklar hakkında İsa, üç önemli özelliği bize fark ettiriyor. İlk önce onlar, asmaya birleşmiş halde kalmalıdırlar, öyle ki asmadan lenfi alabilsinler, onlar da lenfleri ile asmanın yaşamına katkıda bulunabilsinler. Çubuklar, asma ile birleşince, zamanı geldiğinde meyve verecekler: Bu şekilde onlar, yararlı olacak, asmanın amacını gerçekleştirmiş olacaklar. Herkesin yararına meyve veren, asmadır, ama bu asma meyvesini, çubukları aracılığıyla sunuyor. Asmanın iyiliği, çubuklardan geliyor! İsa’nın bize fark ettirdiği çubuklarının üçüncü özelliği – hatta İsa bu özelliği ilk olarak bize anlattı! – şudur: Bağcı olarak gösterilen Baba, çubukları gözetlemektedir. Baba, asmayı sever. Çünkü onu Kendisi dikti. Ona olan sevgisi, çubuklara önem verip, onlarla ilgilenmektir. Kuru olan çubukları keser; hala yeşil, canlı olanları ise budar. Budama amacı, acı çektirmek değil, aksine daha çok meyve verdirtmek, hem asmanın hem de çubukların sevincini arttırmaktır.

Bu örneğin detaylarını hayatımıza uygun kılmak, bize düşer. Gerçekten İsa bize bir yardım sunuyor, ama aynı zamanda derin derin düşünmemize, hayranlıkla bakmamıza, bunun için dua etmemize de geniş bir yer bırakır. Bizler, tek amaçları İsa ile birlik içinde olma olan çubuklarız. İsa ile birlik içinde olursak, O’nun hayatının, O’nun kutsallığının, O’nun lütfunun, O’nun barışının tadına varırız. İsa ile birlik içinde isek, hayatımız meyve verir. Bu meyve, ilk önce asmayla ve çubuklarla İlgileneni; onları dikkatle Gözeteni, onların sevincini göz önünde tutarak onları Budayanı mutlu kılar; diyebiliriz ki çubukların meyvesi, ilk önce kendilerine acı çektiren Olanı mutlu kılar! İşte, İsa budamak hakkında konuşarak, kesinlikle öğrencilerinin acılarını düşünmekteydi. Onlar, bu acılara ancak ve ancak İsa’nın uğruna katlanacaklar. Gerçekten de bu acılar aracılığıyla İsa’nın öğrencilerine, acı çekenlere teselli ve yardım etmeye; bunları değiştirmelerine de yardım etmeye yetenekli kılan bir içsel gelişme de verilecektir. İsa ile birleşmiş olan Hıristiyanlar, meyve verirler: Bu meyve nedir? İsa bunu söylemedi, ama bunu biz, Aziz Pavlus’un bir mektubundan, bilmekteyiz: “sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir”. Bunların tümü, İsa ile birleşmiş olan Hıristiyan’ın hayatının meyvesidir; bu meyve sayesinde topluluk, kendisini değiştirip zenginleşir ve yaşanabilen bir ortama, insanların birbirlerine güvenebilecekleri bir ortama dönüşür.

Bugün Aziz Yahanna da bize, İsa’nın sevgisinin bizi, sözlerle değil, “eylemle ve içtenlikle” sevmeye götürmesini söylemektedir. Bu sevgi, yüreğimizin iyiliğinden veya yeteneklerimizden gelmemektedir: Bunların tümü zaten kolayca kırılır! Gerçek ve kalıcı sevgi, O sevgi ki anlaşmasızlıkları ve minnettarsızlıkları aşabilir; İsa’ya tutunduğumuz zaman, O’nu yüreğimizin gizliliğinde, derinliğinde kabul ettiğimiz zaman, O’nun Kendisinden bize bu sevgi verilmektedir. Diğer insanlar, hatta iman kardeşlerimiz bile, bize güvenmeseler de bizler, İsa ile birlikte, sadakatimize devam etmeyi becereceğiz. Aynı şey Saul’un da başına gelmiştir: O, Allah’ı tanımayan halkların Havarisi olmuştur ve de bu, tam onun İsa ile olan birliği sayesinde olmuştur; onu çeviren güvensizliğe ve düşmanlığa rağmen olmuştur. Bugün bizler de, aldığımız haberlerden ve etrafımızı çeviren imansızlıktan korkmadan, İsa’ya olan bağlılığımızı yenileyelim!

 

PASKALYA DEVRESİ 6. Pazar Günü – B

 

  1. Okuma Hav. Kit. 10,25-27.34.44-48 * Mezmur 97* 2. Okuma 1Yh 4,7-10* İncil Yh 15,9-17

 

Bugünkü okumalar Yeni Ahit’in, İsa’nın vahyinin ve Havarilerin müjdesinin temel mesajından bahsediyor; mesaj: “Allah sevgidir”. Havari Yuhanna bizim sevgiye bakmamıza, durup bunu düşünmemize yardımcı olmak istemektedir. Yuhanna yeni hiçbir şey hayal etmez, çünkü İsa zaten çok defa hem aldığımız, hem de bağışladığımız sevgi hakkında konuşmuştu. “Baba’nın beni sevdiği gibi ben de sizi sevdim” demişti ve ısrarla “benim sevgimde kalın” diye bizi davet etmişti. O’nun sevgisinde kalabilmek için O’nun buyruklarını yerine getirmek, yani O’nun isteğini gerçekleştirmek gerekmektedir. Kendisi de, Baba’nın buyruklarını yerine getirerek Baba’nın sevgisinde kaldı. O’nun sevgisinde kalma meyveleri ve O’nun buyrukları nelerdir? O’nun sevgisinde kalmanın meyvesi herşeyden önce sevinçtir, gerçek ve tam bir sevinçtir. Hiçkimse ve hiçbir şey insana bu kadar büyük bir sevinç veremez. Gerçekten hayattan tat alabilmek için O’nun buyruklarını yerine getirerek Mesih İsa’ya bağlı olmak gerekir. O’nun buyrukları da, sevgiye bağlı olan tek bir buyruk ile özetlenebilir; “Sizi sevdiğim gibi, birbirinizi sevin”. İsa bu sevme şeklini çok vurguladı ve Son Akşam Yemeği sırasında çok açık ve etkileyici bir örnek verdi; sofradan kalkıp, öğrencilerinin ayaklarını yıkamaya başladı. Hayranlık uyandırıcı bir hareket! Çünkü bunu sadece bir anne çocukları için veya bir köle mecburen efendisi için yapar.

“Birbirinizi sevin”: İsa bu buyruğu “yeni buyruk” olarak tanımladı. Yeni olan şey sevmek değil; “birbiriniz”dir. Bu karşılıklıdır. Sadece başkalarının ayaklarını yıkayacak kadar eğilmemi değil, başkasının benim için de bunu yapmasını kabul edecek kadar alçakgönüllü olmamı da gerektiren bir karşılıklıktır. Petrus’un olduğu gibi, biz de çok gururluyuz. Petrus, İsa’nın, kendi önünde eğilmesini hiç istemiyordu. Biz de, içgüdüsel olarak, başkalarının sevgi eylemlerine ihtiyacımızın olduğunu kabul etmek istemiyoruz; gururlu ve kibirliyiz. Birbirimizi sevebilmemiz için alçakgönüllü olmamız gerekiyor, kardeşimizin bizden daha üstün olduğunu ve onun tarafından sevilebildiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Kardeşimin bana olan sevgi eylemi, benim için yaptığı bir iş, bir hizmet olabilir veya bir azarlama, bizi terbiye eden bir düzeltme de olabilir. Bunu da sevgi eylemi olarak minnettarlıkla kabul etmemiz lazım. Düzeltmeleri kabul edip etmediğime bakarsam;“birbirinizi sevin” buyruğunu hangi ölçüde yaşadığımı görebiliyorum. Beni düzeltene teşekkür etmeyi biliyor muyum? Bu şekilde de sevilmeyi kabul edersem, başkaları ile kendimizi kardeş olarak hissettiren bir birlik büyüyecektir. Eğer kendimi diğerleriyle birlikte hissetmiyorsam, demek ki kendimi onlardan üstün ya da aşağı görüyorum. Bu ruhsal hastalıklardan nasıl iyileşirim? Küçük sevgi eylemlerini, alçak gönüllülükle başkalarının düzeltmelerini, yüreklerinden gelen - basit ve küçük de olsa - teklifleri kabul ederek.

Birliğin derinliği samimi bir paylaşmada tecrübe edilir. İsa, Havarilerine “Baba’mdan bütün işittiklerimi size bildirdim” dediğinde onlara bu paylaşmayı ve samimiyetini sundu. Gerçekten O, onları dost olarak görüyor; bunun için onları yanında tutuyor ve onlara büyük görevler teslim ediyor, bu görevler; uğraştıran, zor ve yorucu olsa da... İsa onları çok önemli bir misyon için seçecek kadar, onları seviyor. Bu misyon yani bu görev tam olarak kendilerini vermelerini gerektirecek, belki hayatlarını bile... İsa onları seviyor ve sevgilerine değer veriyor.

Gerçek sevgi, yani kendini veren ve diğerlerinin sevgi eylemlerini kabul eden sevgi, Allah’ın özelliğidir. Aziz Yuhanna’nın yazdığı gibi, bu şekilde yaşayan kişi “Allah’tan doğmuştur”: Bu ifade çok anlamlıdır. Allah’tan doğmak, O’nun oğlu olmak demektir, yani O’nun ilahi hayatını içimizde taşımak ve buna katılmak demektir. Nitekim Allah’ın Oğlu İsa tamamen kendini sunuyor ve Peder’in isteğini tam olarak kabul ediyor. Yuhanna şunu da ekliyor: “Allah bize olan sevgisini şununla gösterdi: Biricik Oğlunun aracılığıyla yaşayalım diye onu dünyaya gönderdi”. İsa, Allah’ın bize olan sevgisinin somut şeklidir. Havariler bunu anladılar; bu yüzden insanları sevmek için onlara İsa’yı tanıtmaları gerektiğini düşünüyorlardı böylece insanlara İsa’yı tanıtarak onları seviyorlardı. İnsanları sevmek amacıyla, tehlikeler ve düşmanlıkları cesaretle karşılayarak Allah’ın, Oğlu İsa’yı gönderdiğini müjdelediler. İsa’yı ve O’nun dostluğunu tanıtarak sunulan sevgiden daha büyük bir sevgi yoktur. İşte Petrus, Kayseriye’deki Kornelyus’un evinde, bu sevgiyi sundu. Oradakilere İsa hakkında konuştu, onlar da iman edip, Kutsal Ruh’u aldılar ve vaftiz oldular; böylece hayatları Allah’ın hayatı içinde tamamlandı.

Bu noktada kendi kendime şunu sormam gerekiyor: Sevdiğim insanlara İsa’yı sunuyor muyum? Ya da O’ndan bahsetmekten kaçınıyor, O’na güvendiğimi ve O’nu sevdiğimi saklıyor muyum?

 

MESİH İSA’NIN GÖĞE ÇIKIŞI BAYRAMI - B

 

1.Okuma Hav İşl 1,1-11 * Mezmur 46 * 2.Okuma Ef 1,17-23 * İncil Mk 16, 15-20

 

Kutsal Ruh’u vaat etmekte olan İsa, öğrencilerin gözleri önünden kayboluyor. O, öğrencileriyle birlikte Allah’ın Hükümranlığına ilişkin konulardan bahsederken onları, bu Hükümranlığı dünyevî bir şekilde hayal etmekten uzaklaştırıyordu. Bütün meraklar yok edilmelidir, çünkü onlar, kendini Baba olan bir Allah’a teslim eden bir yüreğe layık değildirler. Öğrenciler, Allah’ın zamanları hakkında bilgi isteyeceklerdi, ama bu bilgi hiç kimseye yararlı olmayacaktı. Önemli olan, kendini sürekli olarak -önceden bilinmeyen- Allah’ın iradesine teslim etmektir. Baba’nın iyiliğini ve sadakatini bilmek, yeterlidir. Bu iman ve sevgi eylemi, öğrencileri “Kutsal Ruh’un gücünü” kabul etmeye kabiliyetli kılacaktır: Bu güç sayesinde onlar, her yerde; sadece İsrail halkı için değil, uzakta olan halklar için de, İsa’nın tanıkları olacaklardır. Öğrencilerin dikkati, geçmişe ve dünyevi hükümdarlıkları gerçekleştirmeye değil, sadece İsa’ya tanıklık etmeye yönelmiş olacaktır. Öğrencilerin gayreti, İsa’yı müjdelemek için; O’nun adını her yerde duyurmak için; erkek olsun kadın olsun herkesin yüreğine koymaya yönelik olacaktır. Erkek olsun kadın olsun, her dinden ve her halktan, bütün insanlar, Allah ’ın yaratıklarıdır ve Allah’ın sevgisini tanımaya ve kabul etmeye layıktırlar. Baba’nın Kendisi bütün insanları, “tek bir beden ve tek bir ruh” olmaya çağırmaktadır. Bu da, O’nun tarafından verilmiş tek Rab’bi izlemekle mümkündür. İsa, birbirimize hizmet edelim diye, ruhsal armağanlar ve yetenekler dağıtmıştır. Aziz Pavlus bunu şöyle anlatmaktadır: Kimine havari, kimine peygamber, kimine çoban, kimine öğretmen olma lütfu verilmiştir. Bunların hepsi, kendileri için değil, Mesih’in Bedeni olan Kilise’nin gelişmesi için yaşayan Rab’bin kullarıdır.

İncil’de İsa da, farklı şekilde aynı şeyi söylemektedir. O, dirilmiştir ve öğrencilerinin önünde mevcut bulunmaktadır: Sadece onları teselli etmek için değil, hayat tarzlarını değiştirmek için de. Onlar, yeniden gölün balıklarını tutmaya dönmeyecekler, bunun yerine, tüm insanları seven bir Allah’ın olduğunu, bu Allah’ın insanları sevmek için, dünyaya Oğlunu gönderdiğini ilan etmek üzere tüm dünyaya dağılacaklar. Bu şekilde tüm insanlara, güçlülere kölelikten ve dünyadaki hayatın belirsiz durumlarından kurtulma imkanı verilmiş olacaktır. İnsanlar, İsa için yaşayınca, kendi içlerinde gerçek bir hayatı -artık ölmekten bile korkutulamayacak bir hayatı- taşıyacaklardır. Gerçekten de İsa için yaşamak, ebediyete doğru yönelmiş olmaktır; bu dünyaya ait olmayan bir yurdu hedeflemektir; dünyada, dünyaya ait olmadan oturmaktır. Acaba, bu bir hayal midir? İsa’ya iman edenler, büyük hayal kırıklığına mı uğrayacaklar? Hayır! İsa, Kendisine inananlara güvence vermektedir. O, kendi mevcudiyetini vaat etmekte ve de mevcudiyetinin işaretlerini sıralamaktadır. Bu işaretler aracılığıyla öğrencileri, İsa’nın onlarla birlikte var olduğundan emin olacaklardır.

Bugün İsa, “O’nun her şeyi doldurması” için göklere çıkmaktadır. Fakat O’nun göklerde, Baba’nın sağında ve Baba’nın otoritesine paydaş olarak oturması, O’nun dünyada yok olması anlamına gelmemektedir. O, hareket etmeye ve sevgisini gerçekleştirmeye devam etmektedir. “Dostlarının” ve “kardeşlerinin” imanlarından ve itaatlerinden faydalanmaktadır: Gerçekten de iman edenler, imana eşlik eden işaretleri görebilmektedirler. Bu işaretlerin tamamı, Allah’ın gücünden kaynaklanmaktadır.

- Şeytanın üzerindeki zafer; korkutan, huzuru ve birliği engelleyen ruhların üzerindeki zafer, bir imanlının İsa’nın adına yalvardığı her yerde ortaya çıkmaktadır!

- Sonra da İsa’yı seven kişi, karşılaşacağı her insanı sever; öyle ki, konuşmadan da, bu insanın ihtiyaçlarını ve isteklerini anlamayı, bunların üzerine Allah’ın sevgisini örtmeyi başarır. Sevginin ve birliğin dili, daima yeni bir dildir; Babil’in kulesini yükseltmiş olanlarca hiç tanınmamış bir dildir.

- İnsanlar, sıklıkla -yılan gibi- önceden bilinemeyen ve belirsiz durumlarda bulunmaktadırlar! İsa sayesinde bize, bu durumları korkmadan ve büyük bir hikmetle yaşama imkanı verilecektir! Sonra da İsa’nın öğrencileri için büyük bir düşmanlık hazırlanacaktır.

- İsa’ya olan tanıklığı yok etme isteği, sözleri ve eylemleri zehirlenmektedir, öyle ki imanlıların sözleri ve hayatları güvensiz kılınsın. Fakat imanlılar, Rab’lerine tapınmak ve saygı göstermek için bundan yeni bir iç gücü almaktadırlar.

- Son olarak İsa’nın öğrencileri, hem hastalıkları yüzünden hem de kendisi ya da başkalarının günahları yüzünden acı çekenlere yaklaşmaya devam edeceklerdir. İmanlılar tarafından taşınılan, İsa’nın sevgisine dokunan acılar, sevginin pınarı ve kurtuluşun kaynağı olacaklardır.

 

Dirilmiş olan İsa, Baba’nın gizlediği göklerdedir. Fakat gözlerimizden saklı olan Baba’nın daima dünyanın yaratıcısı olduğu gibi, aynı şekilde Oğul da O’nu izleyen için, daima hayat, ümit ve güç kaynağıdır. Bizler de sözlerden daha çok hayatımızla sevginin ve barışın Allah’ının gerçek tanıkları olabilmek için Baba’nın ve Oğul’un Ruhundan teselli ve güç almaktayız.

 

PENTEKOST BAYRAMI – B

 

1.Okuma Hav İşl 2,1-11 * Mezmur 103 * 2.Okuma Gal 5,15-25 * İncil Yh 15,26-27; 16,12-15

 

Kutsal Ruh hakkında konuşan, O’nu öğrencilere vaat eden, O’nun Kilise’nin ve her imanlının hayatındaki rolünü açıklayan, İsa’nın Kendisidir. Böylece bizler, Rab’bin gerçek öğrencileri olabilmek için, bu yeni Gerçeğin, bu ilahi Esintinin, anlaşılamayan, aynı zamanda gerçek ve somut şekilde hareket eden bu Şahısın içimizde var olmasının gerekli olduğunu keşfetmekteyiz.

İsa önceden, öğrencilerinin, bu dünyadan çıkışından sonra, Paraklitos diye adlandırdığı Kutsal Ruh’la doldurulduklarını ve sarıldıklarını söylemektedir. İsa, Kutsal Ruh’a bu adı vermektedir– “Paraklitos”, “Yanına Çağrılan” demektir-, çünkü Kutsal Ruh, öğrencileri destekleyip rehber olmak için onları savunmak, giyinmek, iyileştirmek, teselli etmek, sevindirmek için daima onların yanlarında olacaktır. Öğrencilerin hayatında Kutsal Ruh tarafından gerçekleştirilebilecek eylemler, o kadar çok ve güzeldir ki bizler, onları söylemeyi bile beceremeyiz. Fakat en azından bu şeyi bilmekteyiz: Eğer Kutsal Ruh, öğrencilerde yer bulmazsa, onlar bu dünyada yararsız olacaklardır; tam da meyvesiz ağaçlar gibi tatsız tuz gibi alevsiz lambalar gibi şaşırmış koyunlar gibi! İsa’nın yaptıklarını ve söylediklerini anlayabilmeleri için öğrencilerin zekalarını ve yüreklerini açan, Kutsal Ruh olacaktır. Ayrıca öğrencilerinin “kaldıramadıkları” Rab’bin açıklamalarını onlara kaldırmak için güç veren de Kutsal Ruh olacaktır. Öğrencileri Allah’ın Oğlunun kim olduğunu anlamaya yetenekli kılan; onlara ve onların aracılığıyla dünyada da Mesih’e tanıklık eden, Kutsal Ruh olacaktır. Dahası, öğrencilerin hiçbir zaman anlamadıkları Rab’bin sözlerinin en derin ve en gerçek anlamlarını açıklayan da Kutsal Ruh olacaktır.

Bugün ilk Petekost’da ki Kutsal Ruh’un gelişini kutlamaktayız; Kutsal Ruh’a kendimiz için de yalvararak, bu Bayramı kutlamaktayız. Kendimizi değiştirebilen güç, tam da içerimizde olan Kutsal Ruh’un mevcudiyetidir. Eğer bizler her zaman olduğumuz gibi ve de bu dünyadaki bütün insanların olduğu gibi hala kendimiz için eğlencelerimiz ve zevklerimiz için kaygılanan insanlar olursak, demek ki Baba’dan gelen Armağana, İsa’nın yollamak istediği Armağana hala ihtiyacımızı var; demek ki O’nu kabul etmemiz gerekiyor. Bunun için, meyvesiz halde bulunmayalım diye, duamız ve isteğimiz daha yoğun olacaktır.

Bugün havari, Kutsal Ruh’unun içimizdeki var olmasının meyvelerini anlatmaktadır. Havari, insanların nasıl olduklarını ve kendilerinin nelere yöneltilmelerine izin verdiklerini bilmektedir. Fuhuş, büyücülük, düşmanlık, kıskançlık, yemekte ve içmekte aşırılık, Allah’sız olanın; İsa ile hala karşılaşıp O’nun Kutsal Ruh’unu henüz kabul etmediği kişinin hayatının amacı olmaktadırlar. Etrafımızda bu gerçekler ve onlardan gelen acılar olduğundan, şaşkınlığa düşmemeliyiz. Demek ki bizler henüz dua etmedik, henüz tanıklık etmedik, İsa’ya sadakatimizi henüz yaşamadık. Eğer dua edersek, denenmelere düşen kişiler için merhamet hissederiz, onlara huzur ve sabırla bakabiliriz, özellikle de onların peşlerine itilmemize izin vermeyiz. Gerçekten bizler, dua edince, Kutsal Ruh’u kabul etmekteyiz ve de O, içerimizde, meyvelerini verecektir: Sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve hayatın her yönlerinde özdenetimdir.

Paraklitos gelecektir, çünkü bunu İsa demiştir. Kendi kendimize sorabiliriz: Ben O’nu arzu ediyor muyum? O’nu bekliyor muyum? O’na yüreğimi açıyor muyum? O’nun öğütlerini tanıyabilecek miyim? O’nun İsa’nın örneğini almaya itmelerini kabul edebilecek miyim? Pentekost Gününde, havarilerin yaptıkları gibi, ben de O’na hayatımda eylemlerini gerçekleştirmesi için izin verebilecek miyim? Havariler, Kulsal Ruh’un geleceğini bilmeden de, tek bir yürekle ve sürekli, İsa’nın Annesi olan Meryem ile, dua ederek, bu gelişine hazırlanmışlardı.

İşte sır şudur– gerçekten de artık bu bir sır değildir! -: Kutsal Ruh’un gelişi, dua ile eşlik edip doldurulmalıdır; Rab’bin başka öğrencileri ile birlikte yaşanmış bir dua ile, Anne’den öğrenmiş alçakgönüllülükle yaşanan bir dua ile, İsa’nın her zaman öğrettiği gibi, sıklılıkla ve ısrarlılıkla yaşanmış bir dua ile doldurulmalıdır! Kutsal Ruh geliyor ve eylemlerini gerçekleştiriyor. Havariler, İsa hakkında, O’nun Istırapları ve Dirilişi hakkında cesaretle ve sevinçle konuşmak için güç almışlardır. Bu, meraktan toplanmış olanlar için hayranlığa düşme sebebi oldu; fakat çabukça merak, tövbe etme; Allah’ın mevcudiyetini ve eylemini fark etme lütfuna çevrilmiştir. Allah Kilise’sini topluyor: İşte bu, günlerimizde de hala devam edilen Allah’ın eylemidir. Kilise, günahkar, ama aynı zamanda da İsa’nın tanrısallığına, ölümden dirilişine, sadık ve kutsal sevgisine tanıklık etmeyi isteyen insanlardan ibaret bir halktır.

Bizler de Kudüs’ü alt üstü ettiği Kutsal Ruh’u kabul edelim! İçimizdeki egoist, iffetsiz, yüzeysel ve dünyasal tüm eğilimleri yenmek için ve özelliği olan huzurlu sevinç, sadakat, iyilik ve uysallığın meyvesini vermek için Kutsal Ruh’a imkan etmek üzere, O’nu kabul edelim! O zaman annemiz ve kızımız olan Kilise, bu dünyayı değiştirebilecektir.

 

KUTSAL ÜÇLÜ-BİRLİK - B

 

  1. Okuma Yasa 4,32-34.39-40 * Mezmur 32 * 2. Okuma Rom 8,14-17 * İncil Mt 28,16-20

 

Allah’ı tanımak! Bugünkü okumaların konusu budur. Birinci okuma Musa’nın, Allah’ı sadece varsayabilmesi değil, O’nunla kişisel olarak buluşabilmesi yüzünden hayrete düşmesini anlatmaktadır. İkincisi, İsa sayesinde tanıdığımız Allah hakkında hangi şekilde emin olabildiğimizi göstermektedir. İncil ise bizi, Allah’ı tüm dünyaya tanıtmakla görevlendirmektedir. O’nu tanımayı bir ayrıcalık olarak değil, bir sevinç ve önemli bir hizmet olarak saymamız gerekiyor çünkü Allah’ı tanımak hayat, hatta ebedi hayat bağışlar! O’nu tanımazsaydık, karanlıkta olurduk.

Musa, halkı geçmiş günlerini ve tarihini düşünmeye davet eder. Onun tarihi Allah’ın harikalarını gösteren olaylarla doludur; nitekim Allah onları halk olarak seçti ve onlara eşlik etmeyi istedi. Allah bunu yaptıysa, demek ki O’nun özel bir projesi, belli amacı var, o zaman O’nu dinlemek ve O’nun arzularını yerine getirmek lazım. Bu itaat etmede herkesin, bizim ve oğullarımızın mutluluğunun sırı var, herkesin güvenli geleceği için bir sır var.

Aziz Pavlus Romalılara yazarken, kendimizin, Allah’ın hayatı içerisinde bulunduğumuzu vurguluyor, hatta hakkımız olmadığı halde değil de, O’nun evlatları olarak. Evet, “Allah’ın evlatları” demek, yüzeysel bir deyim değil de, derin ve canlı bir gerçektir. Bunu bize Allah’ın Ruh’unun kendisi, Kutsal Ruh, tanıklık edip sağlar. Gerçekten Göksel Baba’ya, evlatlar gibi davranmayı biliriz, yani çocukların ebeveynleriye oldukları gibi, sevgiyle O’na bağlı olmayı biliriz. Bunun sonuçları somuttur: O kadar gerçek bir şekilde O’nun evlatlarıyız ki, O’nun mirasçılarıyız. Tabii ki bu, Allah’ın, ebeveynlerin yaptığı gibi vasiyet bırakacağı ve öleceği anlamına gelmez! Allah’ın hayatının zenginliğini, Oğul İsa’nın sahip olduğu gibi, bize de verileceği demektir. “Allah’ın mirasçılarıyız, Mesih’in ortak mirasçılarıyız”: Mesih İsa’ya olan yakınlığımızın ve bağlılığımızın gerçek olması gerekiyor, Mesih’le birlikte acı çekecek kadar, O’nun, insanlar uğruna hayatını feda etmeye götüren sevgi dolu Baba’ya olan itaatine katılacak kadar gerçek olmalıdır. Allah’ı tanımak, O’nun sevgisinin tüm yönlerini tecrübe etmemizi sağlar.

İsa, başta kuşkulu olmalarına rağmen Havarileri Allah’ın adıyla bütün ulusları vaftiz etmeleri için tüm dünyaya gönderdiğinde, Allah’ı tanımamızı tamamlamaktadır. Allah kimdir? O, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tur. O, balıkların su içinde dalmış olarak yaşadıkları gibi, bütün insanların içinde yaşayabildikleri sevgi birlikteliğidir. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adıyla vaftiz olmak, Allah’ın sevgi hayatı tarafından sarılmak, onun içine daldırılmak demektir. Ne zaman Allah’ı tanıdığımızı söyleyebiliriz? Ancak, sevmek için ilk adım atan, hem iyi hem de kötü olanlarına sevgi işaretlerini bağışlayan Baba’nın aynı sevgisini yaşadığımız zaman. Kendisi için hiçbir şey istemeyen, Baba’nın arzularını gerçekleştirmek isteyen Oğul’un itaati yaşadığımız zaman. Kutsal Ruh’un sevinci ve yardımı ile egoizmimizi aşarak kardeşlerimizle birlik ve paylaşma içinde yaşadığımız zaman. Allah’ın üstünlüğünü ve güzelliğini, O’nun sevgisini tecrübe ettiğimizde, tanımış oluruz.

Havariler de, hala şüpheli ve tereddütlü olmalarına rağmen, tanrısal bir görev için seçildikleri zaman, sevgisini tecrübe ettiler. “Senden önce... acaba buna benzer bir şey duyuldu mu? Rabbiniz olan Allah’ın gözlerinizin önünde sizin için Mısır’da yaptığı gibi, hiçbir tanrı, bir ulusu seçip, harikalar ve mucizelerle diğer bir milletin içinden çekip almış mıdır?”. Bu, Musa’nın ve İsraillilerin hayret ettiği bir şeydi, bu bizim de hayret ettiğimiz konuydu. Allah bizim O’nu yakından tanımamızı ister: O, sevgisi içinde olmamızı, hayatına ve eylemlerine katılmamızı ister. Yaratılışın ve her şeyin tanrı olduğunu, insanların da tanrının bir parçası, bir kıvılcımı olduklarını söyleyenlerden çok daha mutlu oluruz. Onlar sınırsız bir yalnızlık yaşarlar ve yaşayacaklar, biz ise Göksel Baba ve O’nu bütün sevenler ile birliktelik içerisinde yaşamaktayız.

Bugün gerçek Allah’ı tanımanın gizemini kutlamaktayız. Bu tanıma O’nun, her birimize ve cemaat olarak hepimize, sevgisini iletmesidir. O’nu aynı ilahi doğası olarak üç Şahısta yaşayan tek Allah olarak, farklı ama birlikte olan üç Şahıs olarak tanıyoruz. O’nu, bizi ilk olarak seven Baba’nın Şahsında, bizimle yürümek üzere gönderilmiş Oğul İsa’nın Şahsında, Baba’nın ve İsa’nın sevgisinin taşıyıcıları olmamız üzere bizi aydınlatan ve güçlendiren Kutsal Ruh’un Şahsında tanıyoruz..

Tek ve Üçlü Allah, Kutsal Üçlü-Birlik, sonsuz ve kutsal Tek Allah, sevgi ve birliktelik olan Yüce Allah, Sana övgüler olsun!

 

EFKARİSTİYA BAYRAMI – B

 

İlk Okuma Çıkış 24,3-8 *Mezmur 115/116 *İkinci Okuma İbr 9,11-15 *İncil Mk 14,12-16.22-26

 

Bugün Allah’ın sevincine katılmaktayız: Allah, insanlara sadece besleyen bir ekmeği değil, fakat hayatı değiştirebilen, gerçekten de yüce ve yeni bir ekmeği sundu. Bu Ekmeği ellerimize, sadece onunla beslenmemiz için değil, onu her gün ve her halk için çoğaltmamız için koydu! Allah’ın sevinci gerçekten büyüktür: Bugün, Allah’ın bayramıdır; O’ndan uzaklaşan, sonra da O’na aç halde geri dönen oğlu için hazırlanan bayramdır; herkes için, Baba’dan evlatlara bağışlanan sevgiyi hala kabul edemeyen ve uşak olarak kalanlar için de, hazırlanan bayramdır. Gerçekten bu günü, Allah’ın bayramı olarak sayabiliriz. Allah insanlara sadece biyolojik yaşamı besleyen ‘man’ı bağışlamakla kalmamaktadır; onlara Kendisi ile ve de birbirleriyle birlik içerisinde yaşamalarını sağlayan bir Ekmeği bağışlamaktadır: İşte, bundan Allah mutludur. Bu Ekmek insanları, birbirlerini sevmeye uygun kılacaktır; hayatın en derin ve en son anlamını anlamaya da onları uygun kılacaktır. Biz, bu Allah’ın sevincine katılmaktayız! O Ekmeği arzu ediyoruz, onu yiyoruz. Bu Ekmeğin bizim için daima hazır bulunduğunun farkında olalım diye, onu gözlerimizin önünde yukarı kaldırırız. Bu Ekmekten dolayı kıskançlık hissetmediğimizi belirtmek için, onu herkese gösteriyoruz: Bu Ekmek, sadece bize değil, başkalarına da bağışlanmaktadır. Bu Ekmek bizi, herkesin Baba’sı ile birlik içine koyar. Bu Ekmeğin üzerinde İsa’nın sözleri söylenmiştir; Son Akşam Yemeğindeki Odada, Kutsal Gecede, samimiyetliğin gizliliğinde, o İsa’nın sözleri telaffuz edilmişlerdir: “Bu, benim Bedenimdir”. İsa hiçbir zaman yalan söylemedi; O’nun Bedenidir ve de havarilerin kupadan içtikleri şarap, O’nun Kanıdır. İsa’nın hayatı, bütünüyle, ağız aracılığıyla, öğrencisinin hayatına girip onu değiştirir. Tıpkı yenen ekmeğin ve içilen şarabın, onlarla beslenmiş kişilerin gücü ve sevinci olduğu gibi, Rab’bin Bedeni ve Kanı da, imanlının imanını ve onun saf, - yani karşılık beklemeyen - sevgisini destekleyip canlandırır.

Bu armağanlar, büyük bir gizemdir. Biz onu anlayabilecek miyiz? Musa’nın yaşamının peygamberliği, bilincimizin açılmasına yardımcı olmaktadır. Musa, taştan sunakta birlik sunularının kanını sunmayı emrediyor: Kuzu ve keçi sunularıdır onlar. Bu hayvanların eti, halk tarafından yenmekte, bir kısmı da sunaktaki odunların üzerinde yakılmaktadır; kan da sunağın ve hazır bulunanların üzerine serpilmektedir. Bu şekilde Allah ile birlik olup, O’nunla tek olmaktadırlar. Fakat, bundan önce, Musa Allah’ın sözlerini ve emirlerini iletmekte ve de tüm halkın itaat etme sözü verip Yüceler Yücesinin isteğini yerine getirme kararını açıklamasını beklemektedir. O’nun hikmetini ve sevgisini kabul edip yaşamadan, Allah’ın yüreğinde olamıyoruz. Aynı şekilde İsa da, sadece öğrencilerin O’nu dinlemelerinden ve O’nunla kalmaya karar vermelerinden sonra, – başkaları O’nun ölümüne karar vermeye gitseler de - onlara Bedeni’ni ve Kanı’nı armağan etmiştir. Rab’bin Bedenini yemek, O’nun Kanını içmek, sadece O’nu sevenler ve O’na itaat edenler için bir armağandır. Aksi takdirde, Aziz Pavlus’un söylediği gibi, kendi mahkumiyetinin yenilmesi ve içilmesi olur.

İbranilere Mektup, mabetteki sunulardan hareket ederek, Rab’bin Bedeninin ve Kanının gizemini açıklamaya devam etmektedir. Eğer, hayvan sunularının, geçici de olsa, kısa bir süreliğine, bazı iyi etkileri olmuşsa da, “ebedi Ruh’un kudretiyle kendini lekesiz bir kurban olarak Allah’a sunmuş olan Mesih’in kanı’nın etkisi ne kadar daha fazla olacaktır!” Bu Kan, sadece dışı temizlemekle kalmamaktadır, o, “diri Allah’a hizmet sunabilmemiz için vicdanımızı ölü işlerden arıtacaktır”. İsa’nın kurban edilmesinin, yani O’nun kanının, O’nun bütün hayatının sunusunun meyvesi, ölçülemez boyuttadır. İbranilere Mektubun yazarı buna, “ebedi kurtuluş” ve “ebedi miras” demektedir. Bu, ‘Yeni Antlaşma’’nın meyvesidir; İsa’nın, “Bu, Antlaşma’nın kanıdır” diyerek, öğrencilerine şarabın kupasını sununca ima ettiğidir.

Rab’bin Bedeninin ve Kanının Bayramı olan bugün, Allah’ın sevincinin, bize gerçek besini ve gerçek içeceği bağışlamak olduğunun daha da bilincindeyiz! Bu besine ve bu içeceğe, hayatımızın ve insanlığın hayatının yaşanılabilmesi, insani, kardeşsel, sade ve aynı zamanda yüce olabilmesi için, çok fazla ihtiyacımız vardır! İsa’nın Bedenini ve Kanını, Baba’nın armağanı olarak, kabul ediyoruz! Baba’mız, bize bu armağanı bağışlamaktan mutludur, çünkü bu armağan bize O’nunla birliği, yani gerçek ve kutsal hayatı bağışlar. Bizler de ilahiler ve dualar okuyarak, bu kadar yeni ve büyük bir gizemin iyiliğini herkesi tatmaya davet ederek Baba’mızın sevincine katalım!

 

OLAĞAN DEVRE - 11. Pazar Günü - B -

 

1.Okuma Hez. 17,22-24 Mezmur 91 2.Okuma 2Kor. 5,6-10 İncil Mk. 4,26-34

 

Birçok mesel anlatırken İsa, “Allah’ın hükümranlığı böyledir” diye başlıyor. O, meselleri kullanarak konuşuyor. Böylece herkes bir şeyler anlıyor, kimse eğitimsiz kalmıyor; O’nu sevenler, Allah’ın açıklamak istediklerini, verdiği ana mesajı anlamaya başlayabilirler. Bunu anlayabilmeyi bizler de çok arzuluyoruz, bu da doğrudur. İsa ilk önce öğrencilerine ve daha sonra, içlerinde O’na karşı sevgi büyüdükçe ve O’nu izleme arzusu canlanınca, başkalarına da neyi açıklamak istemiştir? “Allah’ın hükümranlığı böyledir”: Şimdiden, kendisini hükümranlığın kralı olarak tanıtacağını biliyoruz, o halde Allah’ın hükümranlığı, kendisini yaşamlarına Rab olarak kabul eden kişiler olunca gözüken bir gerçektir. Bunun içindir ki meselin içeriği her şeyden önce İsa’nın kişiliğiyle ve dünyadaki göreviyle ilgilidir.

Bu günkü çok kısa birinci mesel, Allah’ın hükümranlığını “toprağa tohum eken bir adama benzetir”. Bu tohum bir taş gibi değildir, canlıdır ve yaşam verir. “Tohum filizlenir, gelişir”, hiç kimse bu mucizenin nasıl olduğunu bilemezse de. İsa’yı seven bundan neyi anlar? Toprağa atılan tohum, İsa’dır. Kimse niçin ve nasılı bilmez, ama meyveler var ve olacaklardır, O’nu izleyen, O’nu sevenler ve O’na itaat edenler, O’nun yaptıklarını yapanlar olacaktır: İşte Hükümranlık, yeni bir toplum, sevginin sadece hayal olmadığı bir toplum! Kocaman sosyal felaketler gördüğümüz bu günkü dünyamızda, aldatılmış gençler, alkol ve esrar bağımlısı gençler, aileleri dağılmış gençler görüyoruz; eğer bu dünyada İsa tanıtılırsa, tohum gibi ekilirse, yeni bir toplumun filizleneceğini, gelişeceğini görebiliriz. Biz, başıboş gençlerin veya kötü alışkanlıkları olan yetişkinlerin nasıl yaşam değiştirebileceklerini bilemiyoruz, ama onlar da, İsa ile karşılaşarak, yeni, daha insani bir toplum kurabilirler, hatta daha O’nun havarileri olabilirler.

İkinci mesel de yine bir tohumdan konuşmaktadır ve İsa tanıdığı en ufak tohumdan bahsetmektedir. Ufak oluşu, sonucu etkilememektedir: Doğan bitki “göklerdeki kuşlar” tarafından seçilmesi ve üzerine yuvalarını yapabilmeleri için yeterince büyüktür. “Göklerdeki kuşlar” sözüyle Kutsal Kitabın bazı bölümleri yeryüzündeki milletleri ima etmektedir! İsa, dünyanın büyüklerinin gözünde ufaktır, hatta anlamsızdır: Aralarından kim O’nu dinliyor? Ama O, tüm dünyanın ve tarihin milletlerinin faydalanacağı bir gerçeği başlatmaktadır. Gerçekten de Kilise, üyelerinin sevgisiyle, tüm milletleri kabul eden ve iyileştiren yerdir; ondan zayıflara destek olmayı öğrenilir, insan yaşamının değeri, dinlenme ihtiyacı, ailenin güzelliği ve küçüklere karşı dikkatli olmayı, paylaşmayı öğrenilir.

Allah’ın Hükümdarlığı, İsa’nın temel düşüncesidir, hatta kendisi hükümdarlığın merkezidir. Bu hükümranlık gizemli ve küçük bir şeydir, ama gereklidir. Öğrenciler ve kalabalıklar onu tanımalılar, arzulamalılar, özellikle de ona dahil olmalılar. Filiz veren ve gelişen hükümranlık tek bir kişiyi değil, bu tek kişinin, yani İsa’nın başlattığı ve başkalarının işbirliğiyle zenginleştirdiği gerçeği de simgelemektedir. İsa birincidir, kraldır, ama hükümranlıkta birçok kişi daha olmalıdır ve bunlar sadık öğrencilerdir.

Biz İsa’ya sadık öğrencileriz, Hükümranlığı meydana getirenleriz. Şimdi, aziz Pavlus’un dediği gibi, kendimizi sürgünde hissedebiliriz, çünkü dünyadayız ve Rab’den uzağız. Arzumuz O’nun yanına gitmek ve bu dünyadan özgür olmaktır. Havarinin sözleri, Allah’ın Hükümranlığının tamlığını bu dünyada göremediğimizi ve tadamadığımızı anlamamıza sebeptir, ama ölümümüzden sonra Rab’le mükemmel bir şekilde birlik olduğumuzda bunlara kavuşacağız.

Bu sebepten Allah’ın hükümranlığını iki şekilde düşünebiliriz: Ölümden sonra tadacağımız tamlığını düşünelim, ama şimdiden itibaren de, günahla sınırlanmış olsak da, hükümranlığın kralı, Rab İsa’ya itaat eden toplumu şekillendirmeye başlayalım.

Dünyada Allah’ın hükümranlığı yaşam, barış, güven vermek için var olduysa da, kendisini boğmak isteyen bir ortamdadır, kıskanç, şiddetli ve acılı olan insanların yaşam tarzlarını değiştirmek ister, onları huzurlu, neşeli, güven dolu ve kardeşlik duygularıyla dolu kılmak ister. Gerçekten de Allah’ın hükümranlığında memur değil de, kardeşler vardır. Allah’ın Hükümranlığının, bir ağaç gibi, büyümesi için biz çalışmaktayız: Bugünkü meseller güven duymamıza ve güvenle bu yolda ilerlememize yardım etmektedirler, bu görev bize gücümüzün üstünde gözükse de... Küçücük tohum ve gece kendiliğinden büyüyen tohum; dirençleri ve aceleyi yok edip, bize cesaret, dayanıklılık ve sebat vermektedir.

 

OLAĞAN DEVRE 11. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma Hez 17,22-24 * Mezmur 91 * 2. Okuma 2Kor 5,6-10 * İncil Mk 4,26-34

 

Bugün Mesih İsa, Hezekiel’in bu metnini hatırlayarak, içimizde soru işaretleri doğuran birkaç misali anlatır. Peygamber Hezekiel “çok meyve verecek olan güzel bir sedir ağacı” olmak üzere koparılan ve “yüksek bir dağın üzerine” dikilecek olan ince bir daldan bahseder. Hatta “her çeşit kuş, onun üzerinde barınacak” der. Biliyoruz ki, “her çeşit kuş” ifadesi dünyanın tüm milletleri ve tüm dinler anlamına gelir. Bu yüzden bu örnek çok anlamlıdır, cesaret ve ümit aşılayan bir örnektir. Ancak bu, Allah’ın eseridir; ince dalı koparan ve “yüksek bir dağın üzerine..., İsrail’in en yüksek dağının üzerine” diken, bizzat Allah’ın kendisidir. Bu eylem, yeryüzünün tüm milletleri yararına küçük ve güçsüz İsrail halkını seçen ve görevlendiren Allah’ın sevgisinin ve yüceliğinin belirtisidir. Allah’ın bu seçimi ve verdiği bu görev şimdi Mesih İsa’nın öğrencileri için geçerlidir. Çünkü İsrail halkı o görevi anlamadı ve Allah tarafından aracı olarak kullanılmaya izin vermedi. Yeni halk, İsa’yı temeli olarak gören ve O’na tutunan halktır, çünkü yüksekten koparılan ince dal O’dur. İsa, yeryüzüne dikildi ve görkemli bir ağaç oldu, görkemli bir cemaat oldu, yani dünyada barış, güven, yeni ve kutsal bir yaşamı yaymakla görevlendirilmiş Kilise oldu.

İsa, Hezekiel’in örneklerini kullanarak öğrencilerini hem teselli eder, hem de teşvik eder. Gerçekten onlar biraz yılmışlar ve umutsuzluğa kapılmışlardı çünkü imanlarının meyvelerini henüz görmüyorlardı, sevgileri engelleniyordu, İsa’nın ardından gitmek de zor ve yorucu idi... İşte o zaman İsa emek vererek toprağa tohum saçan adamın örneğini anlatır. O adam henüz ürün görmez, görmek için devamlı tarlaya gitmez, günlerini normal olarak geçirir, yatar kalkar... Fakat o, emindir ki verdiği emek boşuna değildir; zamanı geldiğinde tohum filizlenip gelişecek, ürün verecektir. Hasat vakti, sevinç vakti gelecektir.

İsa’nın öğrencileri az olabilir, özel şeyler yaşamadan zaman çabuk gelip geçebilir, fakat onlar üstün olayları görmeden de, huzurla, Allah’ın Egemenliğinin gelişini bekleyebilirler. Küçücük hardal tanesi de, toprağa düştükten sonra görünmez olur, buna rağmen zamanla çok büyür, diğer bahçe bitkilerine gölge olur ve kuşlara yuvaları için yer sunar. İsa kendisine tabi olanları rahatlatmak ister: Onların hayatları faydasız olmayacak; herkes, - bunu söylemek veya kabul etmek istemeyenler bile - onların hayatlarından faydalanacaktır.

Gece gündüz gelişen tohum ve ağaç olacak hardal tanesi, özellikle İsa’nın simgesidir. Baba tarafından yeryüzüne “ekilmiş”, gönderilmiş olan O’dur, toprağa gömülecek olan O’dur, meyve veren ve herkese barınak ve huzur sağlayan O’dur. O tohum ve o hardal tanesi Kilisenin de simgesidir. Kilise dünyada sayısız milletler arasında yaşayan küçük bir realitedir. Onun küçüklüğü faydasızlık veya önemsizlik belirtisi değildir; tuz çorbada veya maya hamurda az ve görünmezdir, fakat etkilidir.

İsa daima öğrencilerinin yüreğinde ve aklındadadır, bu yüzden güvenleri ve cesaretleri hiç yitirilemeyecektir.

Aziz Pavlus da, bizi güvenmeye ve yılmamaya teşvik eder. Eğer, daha huzurlu bir dünyanın doğuşunu görmeden önce bu dünyadan ayrılmaya çağırılırsak, üzülmeyip güvenelim, çünkü bu dünyadan ayrılmamız Rab’be yaklaşmamız demektir! Rab da bizi düş kırıklığına uğratmayacak; O’na olan sadakatimizi ödüllendirecektir.

Tüm Paskalya Bayramları – Pentekost ve Efkaristiya Bayramı – geçtikten sonra, güven ve huzur ile Hıristiyan yaşam yürüyüşümüze devam edelim. Kutsal Ruh’un ışığı ve desteği ile her an Göksel Babamız ve Rab’bimiz İsa ile birlikte olabilmemiz için, duayı yüreğimizde daima canlı tutalım.

 

“Ümidimiz ve kurtuluşumuz olan yüce Allah, emirlerine uyarak, düşüncelerimiz, sözlerimiz ve tüm yaşantımızla hoşnutluğunu kazanabilmemiz için, bizlerden lütfunu esirgeme” ve Efkaristiya Gizemine katılmamız, Kilisenin birliğini ve barışını geliştirmemize katkıda bulunsun.

 

OLAĞAN DEVRE 12. Pazar Günü - B

1.Okuma Eyüp 38,1.8-11* Mezmur 106* 2.Okuma 2Kor 5,14-17* İncil Mk 4,35-41

Aziz Pavlus bize: “Biz artık hiç kimseyi insan görüşüyle tanımıyoruz” demektedir. Fakat bir kimseyi insan görüşüyle tanımamak, ne demektir? Aslında bu, benim her gün, her an yaptığım şeydir. Bir kişiyi görüyorum hemen, onun ne yapmakta, neyi aramakta, nasıl giyinmekte olduğunu, benimle karşılaşmaktan ne çıkarı olduğunu düşünüyorum; ya da ondan ne bekleyebileceğimi, ona ne şekilde yardım edebileceğimi ya da ondan hangi yardımı bekleyebileceğimi, ne şekilde selam vermem gerektiğini... gibi şeyler düşünmekteyim. Artık bu şekilde değil diyor Aziz Pavlus. Artık “Mesih’in sevgisi bizi sarar... Yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölmüş ve dirilmiş olan Mesih için yaşasınlar”. Artık bizim için önemli olan bu dünyaya ait şeyler değildir; bizim için önemli olan, son vatanımızdır; Kurtarıcı, bizim Kurtarıcımız ve herkesin Kurtarıcısı önemlidir. Artık yüreğimde bundan emin olarak insanlara bakacağım, o zaman her insanı, İsa’nın sevdiği bir kişi olarak göreceğim: İsa, bu kişiyi aramakta, ona hizmet etmekte, onun bu dünyanın köleliğinden kurtulmasını istemektedir. Kendimi ve başkalarını da, Allah’ın Egemenliğine, onun gelişine, katkıda bulunabilecek kişiler olarak görmekteyim. Bu şekilde sabretmek, başkalarına değer vermek daha da güzel, daha da kolay; başkalarının olumlu yönlerini görmek gibi, olumsuz yönlerine katlanmak da daha kolay gelir. Aziz Pavlus’un bu öğretisi değerlidir. Hatta Aziz Pavlus İsa’yı bile insan görüşüyle tanımamaya, dolayısıyla İsa’nın misyonunun doluluğunu görmeye de bize teşvik etmektedir. İsa’nın misyonu, bize kendi Ruh’unu bağışlamak, bizi dünyanın çekiciliğinden ve dürtülerinden kurtarmak, kendi yoksulluğu ile ve Baba’ya olan itaati ile bizi sarmaktır. İsa’yı, sağlıklı olmaya, bu dünyada sevgiyi ve refahı bulmaya; işimizde başarılı ve eğlencelerimizde mutlu olmaya yardımcı olarak görmemekteyiz. İsa’ya bu şekilde bakma denemesi daima mevcuttur. Egoizmimiz, yüzeyselliğimiz, dünyevi ruhumuz, bizi İsa’yı zevklerimizin ve rahatlıklarımızın hizmetçisi olarak görmemize itmektedir. Artık kesinlikle böyle olmamalıdır! Gözlerimiz, Allah’ın gördüklerini görecektir: İsa, kurtarıcıdır; bizi şeytanın egemen olduğu yaşadığımız bu kötü dünyanın pençesinden kurtarandır.

Fırtınalı bir gecede, öğrenciler İsa’yı sayma biçimlerini değiştirme fırsatı bulmuştur. Kim bilir bu korkunç tecrübeden önce İsa’yı nasıl görüp hayal ediyorlardı? İsa’nın uyanıp denizi ve rüzgârı yatıştırmasından sonra öğrenciler daha derin ve daha gerçek bir şekilde görmeye başlamışlardır. Artık öğrenciler için İsa, sadece dileklerini kabul eden, onların ve başka zavallı insanların refahları için mucizeler yapan kişi değil, onlara yeni, canlı bir inanç veren, onları ölüm korkusundan kurtarıp Baba’nın yüreğinin derinliklerine ulaştıran kişidir. İsa’nın azarlaması sadece rüzgâr için değildi, öğrencileri içindi de, çünkü öğrencilerin imanı sadece bu dünyadaki hayatlarını kurtarmaya yönelmiş idi, kendilerini Baba’ya teslim edip O’na, isteğini yerine getirmek için kendilerini O’na sunmaya değil! Bu azarlamaya bazen benim de, belki de senin de ihtiyacın var. Karşılaştığımızda, maddi ve geçici bir refahtan zevk almaya, acı çekmemeye, hedefimiz bu dünyada kalmakmış gibi devam etmeye yönelik hayatımızla ilgili konuşmalar yaparız. İsa şöyle diyor: “Hala imanımız yok mu?”, yani “Hayatınız hala Baba’ya ait değildir, O’nun değildir; hala kendinizi sevgisi ile doldurmadınız, hala Sözü ile doymadınız, hala hikmetine kendinizi teslim etmediniz. Siz Baba için, O’na şan vermek için, O’nun dünya için düşündüğü projeleri gerçekleştirmek için, fakir ve acı çekenlere Oğlunu tanıtmak için, yaşamamaktasınız. Beni, hayatınızın ilk ve son anlamı olarak, tek zenginliğiniz olarak, size teslim edilen hazine olarak saymamaktasınız!” İsa bize bunu söyleyebilirdi. Ve şu da bir gerçektir: Baba’ya geri dönüşmemiz tamamlanmalıdır. Eyüp için olduğu gibi, bizim için de daima şu denenme mevcuttur: Kendimizi, Allah’a öğretebilecek şeyimiz varmış gibi kendimizi akıllı saymaktayız. Allah Eyüp’e, çevresine bakıp doğanın gizemlerine cevap vermesini söyleyerek cevap vermektedir. Kim denize yasaları verdi? Kim onun hareketlerini, sınırlarını, gücünü düzenledi? Nereye bakarsak bakalım, kendimizin pek çok cahil, zayıf ve küçük olduğumuzu görüyoruz. Her yere, özellikle de insanların yüreğine, Allah bizden önce varmaktadır. O halde artık bizler insanlara insani, yani yüzeysel bir şekilde bakmayacağız, çünkü onların içerisinde Allah’ımızın gizeminin gizli olduğunu; barışın ve sevginin Allah’ının gizli olduğunu, bilmekteyiz! İsa, insanların arasında ilktir, yani O, bütün diğer insanları görmek için, ışıktır; ben de, kendimi İsa’da yansıttığımda, kendimi görmekte ve tanımaktayım.

 

OLAĞAN DEVRE 13. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma Bilgelik 1,13-15; 2,23-24* Mezmur 29* 2.Okuma 2Kor 8,7.9.13-15* İncil Mk 5,21-43

 

Bu dünyada acı ve üzüntü daima mevcuttur. Bunları kabul edip katlanmak zordur, bunun için insanlar sürekli acının yarattığı sorunları çözmeyi aramakta idiler. Bu aramalarında, miras aldıkları ya da kendi keşiflerine, hayallerine, akıl yürütmelerine ve sezgilerine yardım dilemektedirler. Bazı felsefeler, birbirlerine çelişkili olan cevapları ileri sürmüşlerdir. Hindistan halkları, bu sorulardan ve bu cevaplardan hareket ederek, yeniden dünyaya gelme inancına varmışlardır; ikici dinler ise – Zerdüşt dini, Mannes mezhebi, sapık Allah’ı bilme grupları gibi – birbirlerine karşıt olan, - birisi iyi, birisi kötü -, iki tanrının olduğunu ileri sürmektedirler: Savaşlarının sonucuna göre, bize acı ya da zevk gelecekti. Kutsal Kitap’ın açıklamasına göre ise, bizler çok iyi ve tek olan bir Allah’a bakmaktayız. Bu Allah,” her şeyi, var olmaları için yarattı. Dünyada yaratılanlar sağlıklıdır; onlarda öldürücü bir zehir yoktur. Ölüler ülkesinin egemenliğinin dünyada bir gücü yoktur”. Allah, o kadar iyidir ki biz O’na, Baba, Sevgi Allah’ı, esenliğin Allah’ı diyebiliriz. Öyle ise, nasıl olur da kötülükler, acılar, sıkıntılar var? Bu gerçekler, Allah’tan kaynaklanmamaktadır; bunlar, insanın sahip olduğu özgürlük armağanı, Allah’tan uzaklaşmak için kullanıldığından gelirler, yani günahtan gelirler. Günah, kedisi ile birlikte ücreti olan ölümü taşımaktadır. Ölüm, “şeytanın kıskançlığı yüzünden dünyaya geldi. Şeytanla arkadaşlık yapanlar bu gerçeği göreceklerdir”. Bizi seven tek bir Allah’a hayranlıkla bakarak, bizler ümidimizi ve güvenimizi o kadar beslemekteyiz ki bunlardan anlatılamaz bir sevinç, iç güçü, eminlik ve esenlik almaktayız. Allah daima iyiliğimizi ve mutluluğumuzu istemektedir, hayatımıza günahın girdikten sonra bile, bunun için O, bizi acıdan ve acının kökünden kurtarmak için, kurtuluş bir tarihini gerçekleştirmektedir. Tamamen Kutsal Kitap’tan gelen bu acının ve kötülüğün anlatması, bize gerçekten doğru ve tam gelir. Bu anlatma, İsa’nın yaşadıklarını da açıklamaktadır; gerçekten İsa’nın kendisi çok acı çekti, kötülüğe ve insanın ölümüne karşı mücadele etti.

Aziz Pavlus bize şöyle diyor;“Mesih İsa, zengin iken, sizin uğrunuza yoksul oldu, öyle ki, O’ nun yoksulluğuyla siz zengin olasınız”. İsa acıyı, bir sevgi fırsatına, bazen da bir sevgi aracına dönüştürerek, acıyı kutsadı. Bugün İsa’nın, Yair’in yalvarışını kabul etmekte, onun yanında yürümekte olduğunu görürüz; İsa, Yair’in acısını paylaşarak, acısının umutsuzluğa dönüşmesini alıkoymaktadır. Hatta, bu acının sebatlı, derin bir iman kaynağına ve tanıklığına dönüşmesini sağladı. Yair’in ölü kızının yanında, İsa’nın güçlü ve emin, hayat veren sesi yankılanmaktadır: “Talıtà kum”. Bu sözü söyleyince İsa, tanık olarak, küçük kızın ana babasından ve kendisine en yakın olan üç öğrenciden başka kimseyi istemiyor. Ölüme boyun eğmeyen bütün diğer insanlar, engel olmakta, iman etmeye katılmamakta, canlı olan Baba’nın yaratan sevgisine girmemektedirler. Allah ile birleşmiş olan hayatını ortaya koyan İsa’nın sesi, etkindir, kötülüğü ve ölümü yenir, insanlara olan Allah’nın sevgisini gösterir.

Aynı şey, kanama acısı çeken kadının İsa ile ilişkisinde de gerçekleşmektedir. Hasta olan kadının imanı, o imanı ki İsa’nın giysilerine dokunması ile, daha da önemlisi Rab’bin sorusuna verdiği cevaptan belli olmakta, hasta kadını da günahından kurtarmaktadır. İsa’ya iman eden kişi, O’nu kabul eder, O’nu dinler, O’nu sever; İsa’yı seven de, Baba’nın yüreğine girer, artık Baba’dan uzak değildir, dolayısığıyla günahın karanlığında da değildir. Bu şekilde bu kişi, kötülüğün ve ölümün köklerini yenmiş olur. Bunun içindir ki İsa kadına, “Kızım, imanın seni kurtardı” diyebilir. Allah’ın sevgisi, yani O’nun mevcudiyeti, İsa’da daima canlı ve yetkindir. İsa daima sevmektedir, O’nun azarladığı zamanda da; birini yüzeysellikten uyandırıp onu gerçek yoluna geri getirmek için, onun acı çekmesine izin verse de, İsa daima sevmektedir. İsa’nın sevmesi, insanları tatmin etmek anlamına gelmemektedir; İsa’nın sevgisi, insanları hayata, sevgiden oluşan gerçek o hayata, getirmektir. Havarinin söylediği gibi, imanlılar sürekli olarak, Rab’bin yeni emrini somut bir şekilde gerçekleştirmeye çağırılmaktadırlar. Aziz Pavlus’un Korintoslulara yazdığı zaman, Kudüs’teki Kilise, belki bir kıtlıktan dolayı, zorluklar yaşamakta idi. Aziz Pavlus, Kilise’nin sütunları olan havarilere, fakirlerle ilgileneceği sözünü vermişti. Bunun için o, Yunanistan’da, Kudüs’teki imanlılar uğruna, para toplamayı işi düzenliyor. Aziz Pavlus şuna emin idi: Bu toplanan paradan Kudüs’teki fakir imanlılar faydalanacaklardır, ama ilk olarak bu hayır eylemini gerçekleştiren ondan faydalanacaktır, çünkü bu hayır eylemi onlara, Rab’bin yeni buyruğunu yerine getirmek için, fırsat vermektedir. Seven kişi, Allah’ın boyutlarına girmiş olur. Sade, sadık ve saf, yani karşılık beklemeyen bir sevgi ile seven kişi, İsa ile birleşmiş olmaktadır ve Baba’nın yüzünü göstermektedir. Seven kişi, acıyı da, sevgisinin aracılığı, beslemesi ve gücü olarak görebilmektedir. Seven kişi, ister küçük olsun ister büyük olsun, haçlarına sarılmayı becermektedirler ve bu haçları aracılığıyla haçta gerilmiş olan İsa’da gösterilen Baba’nın sevgisine hamt edebilmektedir.

 

OLAĞAN DEVRE - 14. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma Hez 2,2-5 * Mezmur 122 * 2. Okuma 2Kor 12,7-10 * İncil Mk 6,1-6

 

Bugünkü okumalar bizi, Allah’ın bilgeliğine güvenmekte zorluk çektiğimiz ile ilgili düşündürürler. Allah’ın öğretileri kişisel ve toplumsal yaşamımız için çok güzel ve faydalıdırlar; buna rağmen neden bunları kabul etmekte güçlük çekeriz? Hangi düşünceler, duygular yüreğimize ve düşünme tarzımıza

girip bizi yaratan ve mutluluğumuzun kaynağının nerede olduğunu bizden çok iyi bilen Allah’ın Sözüne direnmemizin nedeni olurlar? Allah peygamber Hezekiyel’e şöyle der: “Bana karşı gelen bu asî millette... yüzleri sert ve kalpleri katı olan bu oğullara seni gönderiyorum”. O anda Allah İsrailliler hakkında konuşuyordu; acaba, bugün kulaklarımıza ulaşan bu sözler bizim için de geçerli olur mu? Bu sözler, İsa’nın zamanında ve köyünde de geçerliydi. Büyük olasılıkla biz onlardan farklı değiliz; içimizde aynı direnmeler var. Allah’ımızın ve Baba’mızın Sözünün değerini anlamayarak Kiliseye hiç gelmeyenleri düşünmeyelim; biz kendimize bakalım. Ayin sırasında Rab’bin Sözü ilan edildiğinde ne yapıyorum? Bazen esniyorum, bazen evde bıraktığım şeyleri ve insanları ya da sonra yapacağım işleri düşünüyorum, bazen dinliyorum fakat dikkatsizce, o zaman okuma bitince ne okunduğunu ne denildiğini hiç bilmiyorum, hatırlamıyorum. Ayrıca ne zaman Allah’ımın Sözünü yaşıyorum? Kesinlikle bazen onu yaşıyorum, fakat o, alışkanlarımı düzeltmemi, bir arzumdan vazgeçmemi istediğinde o zaman direniyorum ve Hezekiyel tarafından azarlanmış İsrailliler gibi oluyorum.

Nasıralılar da, İsa’nın bilgeliğini ve yaptıklarını takdir etmelerine rağmen, O’na iman etmezler; O’nu, Allah tarafından gönderilen olarak görmeyip, Sözünü Allah Sözü olarak dinlemezler. İsa buna şaşırır ve sevdiği insanları kendi yürek sertliğinde bırakmaya mecbur kalır. İsa geçer, gelir, konuşur ve kendi tanrısallığının belirtilerini gösterir... Ben O’nun geçmesine, gelmesine, konuşmasına önem vermeden, düşüncelerini benimsemeden kendi isteğime kapanırım.

Aziz Pavlus ise böyle yapmadı. O, Rab İsa’yı çok seviyordu ve dinliyordu; eski arkadaşları Ferisiler tarafından zulüm edilecek kadar O’na itaat ediyordu ve onun itaat etmesi, müjdelemesini engelleyecek kadar çok acı çekmesine neden oldu. Buna rağmen Rab’bi dinlemekten vazgeçmez. Tersine daha çok güvenle ve ısrarla Rab’be yalvarır. Neden Rab, Pavlus’u o acıdan kurtarmaz? Neden Pavlus dua edip, Listra’daki kötürüm ve çok başka hastalar için Rab’den şifa alır ama kendisi için alamaz? Fakat o isyan etmez, şikayet etmez, kulaklarını kapatmaz. Yüreğinde cevabı duyar ve minnettarlıkla kabul eder: Gururlanmaması için Rab İsa onu bu acıdan kurtarmaz. Gururlanma ve kibirlenme tehlikesi, daha doğrusu ayartması, Pavlus için de var. Bu ayartma herkes için var, özellikle de, Allah’ın Egemenliği için daha çok çalışan ve faydalı olan kişiler için var. Bu yüzden İsa Pavlus’a şöyle der: “Lütfum sana yeter, çünkü gücüm güçsüzlükte meydana çıkar”. Allah’ın gücü insanın güçsüzlüğünde açık bir şekilde görünür; sevginin gücü, düşmanlık ve nefret karanlıklarıyla çevrelenmiş olduğumuzda daha çok parlar. Pavlus zorlukların, başkalarının hakaretlerinin, kendi güçsüzlüğünün ve iç sıkıntılarının, dışarıdan gelen zulümlerin, kendisini durdurmasına izin vermeden Rab İsa’yı dinlemeye devam eder. “Ne zaman güçsüzüm, o zaman güçlüyüm”: Yılma ve umutsuzluk yok, sadece, bizi seven ve tanıyan, Allah’ın sesini dinleme isteği var. O bizi kendi Egemenliği için kullanmak ister yani O bizi kendi Egemenliğinin araçları olmamızı ister, çünkü oraya girecek herkes, yaşamı ve nuru bulacak.

Bunun için Rab’bin Sözünden ayırılmayacağım, onu dinleyeceğim. Eğer onu dinlemeyi bilmediğimi görürsem, o zaman vazgeçmeyeceğim; tersine onu dinlemeye ve bunda yetişmeye gayret edeceğim öyle ki Rab’bin Sözü kulaklarıma, kulaklarımdan yüreğime girsin ve irademi yönetsin. Ben ne Allah’ın, İsraillilere yönelttiği azarlamayı hak etmek, ne de İsa’nın, Nasıra’da olduğu gibi, şaşırtmak isterim.

 

“Sana kaldırıyorum gözlerimi, göklerde oturan Sana doğru! Nasıl bakarsa, tutsakların gözleri efendilerinin eline ve hizmetçileri, hanımının eline, öyle dönüyor gözlerimiz, Allah’ımız Rab’be doğru, bize acıyana dek”.

 

OLAĞAN DEVRE 15. PAZAR GÜNÜ – B

 

1.Okuma Amos 7,12-15* Mezmur 84* 2.Okuma Ef 1,3-14* İncil Mk 6,7-13

 

Geçen Pazar Günü İsa’nın Nasıra’dan ayrılmasını gördük: O’nu dinlemiş olanlar arasından sadece az kişi O’na güvenmişlerdi. Bugün başka bir reddetmeyi duyuyoruz: Peygamber Amos ayrılmaya davet ediliyor. Onu uzaklaştıran mabedin kahinidir. Neden? Çünkü peygamberin sözleri, kralın ve onun bakanlarının hoşuna gitmemektedir. O halde peygamber, hoşa gitmeyen bir kişiydi. Fakat peygamber ayrılmıyor! O’nun ilan ettiği söz, Allah’ın sözüdür ve de peygamber, insanlara değil – onlar, güçlü, zengin, tehdit edici olsalar da; - Allah’a itaat etmelidir. Kahin Amazias, sözlerini haklı çıkarmak için, bizi düşündüren bir şey söylüyor: “Burası kralın yeri, kralın mabedidir”. Bunun için de burası sadece kralın hoşuna giden şeyleri söyleyebiliriz. Acaba mabet, krala mı ya da Rab’be mi aittir? Gerçekten kahinin bu sözleri, bizi düşündüren sözlerdir. Aramızda da, imanımızın yaptığı bazı gerçekleri; gurur, kendini beğenmişliği, insanın otoritesinin aracı olarak görme denenmesi mevcut olabilir. Bizim için ya da tarafımızdan yapılmış güzel haçları, ufak kiliseleri, dini resimleri; ustalıkla okunan ilahileri; Mahalli Kilise’mize ait olan malları; göz önünde yapılan çeşitli törenleri... yararımız için, gururumuz için, bazen de duamızın kabul edilme hakkını kazanmak için, kullanmaya denenmekteyiz. Nasıralılar, yani İsa’nın hemşehrileri; O’nun mucizelerinden, O’na itaatle davranmadan ve de iman eylemleri de olmadan, kendilerinin faydalanma hakkı olduğunu düşünmekte idiler.

Amos kahin Amazia şöyle yanıtlıyor: Ben ayrılmıyorum; benim burada kalmam, Allah’ın beni gönderdiği içindir. Kral da, sadece iddialarını ve kaprislerini değil, Allah’ın sözlerini dinlemelidir. Amos, hayatını kaybetme riskine girmektedir, ama boyun eğmiyor. Sürüyü bırakmaya çağırıp insanlara gönderilen Amos gibi, İsa’nın Havarileri de, av teknelerinden çağırılıp gönderilmektedir. İşte, İsa’nın gerçek mucizesi, o mucize ki; O’na göre hastalıklardan ve çeşitli zayıflıklardan ve iyileşmekten daha önemlidir, şudur: O, On İkilerini, sesini duyup gözlerini görsün diye, yanına çağıyor, sonra da onları ikişer ikişer gönderiyor. İsa onları bir arada ve hep birlikte göndermiyor, çünkü onlar sayıca çok olduklarına güvenmemelidirler. Onların tek güveni, İsa’nın kendisi, O’nun Sözü, O’nun emri olacaktır. Onlar, geçinmeleri için gerekeni de yanlarında taşımayacaklardır, ne silahları ne de bagajları. Onlarda, yorgun iken yaslanmaları için, sokak köpeklerinden ya da başka küçük tehlikelerden korunmaları için, değnekten başka bir şey kalmayacaktır. Değnek, değerli olacaktır, çünkü o bir anı olacaktır: O, Musa’nın Firavun’nun huzuruna çıktığı, denizin üzerine; onu açıp kapatmak için kaldırdığı, kayaya ondan suyu fışkırtıp onunla halkının susuzluğunu gidermek için vurduğu ve onun sabahtan güneşin batısına kadar, sadık Yeşu’nun sürdürdüğü mücadele sırasında kaldırdığı deneği hatırlatacaktır. Evet, havariler değneği yanlarına almalıdırlar, çünkü bu şekilde onlar, Allah’ın hazır bulunmasına olan - o Allah ki, karşıya koyulan doğanın güçlerini, kapalı insanların yüreklerinin de güçlerini yener - ve de O’nun gücüne olan güveni onlarla birlikte taşıyacaklardır.
Havarilerden ilan edilen Allah’nın Sözü, felsefi konuşmalar ya da modaya uygun akıl yürütmeler sayesinde değil; ancak ve ancak Allah’ın İsa aracılığıyla verdiği yöneltmelere olan itaat sayesinde, insanların ve halkların yüreklerinde, yer alacaktır.

Öğrenciler, ekmeklerini, giysilerini, ayakkabılarını bulacak ve bu sayede İsa’nın verdiği söze sadık olmasını daima göreceklerdir: “Siz önce Allah’ın Egemenliği’nin ve adaletinin peşine düşün, bütün bunlar size fazlasıyla verilecektir”. Ekmek ve giysi, öğrenciler için, sıklıkla İsa’nın görünmez hazır bulunmasının somut olma fırsatı olacaktır. İsa öğrencilerine, Sözleri barış verici, Allah’ın Sözü, iyi haber olsa da, onlara karşı çıkma olabileceğini, kovulabileceklerini, sözlerinin hor görülebileceklerini de, önceden bildiriyor. Bu durumlarda öğrenciler nasıl davranacaklar? Nadir olmayan bu durumlarda onlar rahatsız olup ilanlarını yumuşatmamalıdırlar: “Oradan çıkın ve onlara bir uyarı olsun diye ayaklarınızın altındaki tozu silin”. Onlar, tıpkı Öğretmelerinin Nasıra’da davrandığı gibi, tıpkı cesur peygamber Amos’un da davrandığı gibi, aynı şekilde davranacaklardır. İnsanların tepkileri, Allah’a olan itaatlerini engellememelidir, onlara emanet edilen Söze güvenmemelerine itmemelidir.
Öğrenciler hatırlayacaklar ki, Aziz Pavlus’un bugün söylediği gibi, İsa, Allah’ın Sözüdür; O, insanlara kurtuluş verici bir sözdür. İsa kabul edilince, af ve kurtuluş olacaktır, hatta Kutsal Ruh ve O’nun meyveleri de olacaktır. Kutsal Ruh’un ulaştığı yerde, hayat bir bayram oluyor; her birlik yaşama, barış, huzur, sevinç oluyor. Kutsal Ruh’un ulaştığı yer, Allah’ın Sözünün, tümüyle, kabul edildiği yerdir; İsa’nın yer bulduğu ortamdır. İsa da, ancak ve ancak öğrencilerinin dünyada – bu dünya onlara düşman olsa da! - yayılan ilanları aracılığıyla gelebilir. Bu öğrenciler de sadece Musa’nın ağır ve hafif değneği ile silahlanmışlardır.

 

OLAĞAN DEVRE 16. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma Yeremya 23,1-6* Mezmur 22* 2.Okuma Ef 2,13-18* İncil Mk 6,30-34

 

İsa, haklı olarak, her zamanki gibi, bugün de dikkatimizin merkezindedir. O, öğrencilerini dinlenmeye götürüyor. Önceleri onlara bir misyonu teslim etmişti ve şimdi geri dönüşlerinde, onlara hoşnutla bakınca, özenli bir anne gibi, yorgunluklarını fark ediyor. Sonra ki insanların onların peşinden koşmaları, bizzat İsa’nın Kendisinin peygamber Yeremya’nın bahsettiği gerçek çoban olduğunun altını çiziyor. Yeremya, halkın önderlerini, görevlerini yerine getirmemelerinden dolayı, uyarmaktadır: Onlar, kendi kendilere değil, halkın her üyesinin refahına ve gelişmesine ilgi göstermelilerdi; onlar kendilerini, çobanlar gibi, yani insanların arasında yaşayanlar ve insanların acıları ile ilgilenenler olarak, göstermelilerdi. Bunun yerine onlar, tıpkı Allah’sız milletlerin yöneticilerinin yaptıkları gibi, fakirleri eziyorlar. Bundan dolayı, peygamber Yeremya diyor ki, Allah onları görmezlikten gelecek ve Kendini çoban edinecektir: Halkı bir araya toplanıp her birinin yüreğine besini verecektir. Bunu Allah’ın Kendisi yapacak, fakat Davut’un soyundan gelen “iyi bir Filiz” aracılığıyla bunu yapacaktır. Bizler, bu “iyi Filiz” ’in İsa olduğunu kolayca anlıyoruz. Bunu İsa’yı izlemek için, O’nu gölün kıyısında arayanlar anladılar; bunu İsa’nın aramızda olan mevcudiyetiyle, O’nun sözleriyle ve bilgeliğiyle, her gün beslenen bizler de, anlıyoruz. Zaten bizler Rab’bin verdiği şeylerden değil, Rab’bin Kendisinden mutluyuz: Aziz Pavlus’un dediği gibi, “Mesih’in kendisi bizim barışımızdır”. Bu deyimle Aziz Pavlus, İsa’nın şahsından bize gelen, kişisel ve toplumsal, aldığımız bütün iyiliklerini özletiyor.

Aziz Pavlus, İsa’sız bir hayat yaşadığı için, İsa’nın güzelliğini ve büyüklüğünü yüksek derecede hissetmiştir. Bizler de, İsa’sız bir dünyada, hiç kimsenin İsa’yı tanımadığı bir dünyada yaşasaydık, O’nunla birlikte yaşamanın ne güzel olduğunun daha kolayca farkına varırdık. İsa’nın olmadığı küçük ya da büyük o ortamlarda, yani o ailelerde, o milletlerde, kimseye güvenemeyiz, kimseye yüreğimizi açamayız, herkesten şüphelenmeliyiz. O ortamlarda yaşam, sürekli bir mücadeledir; senin sözün ve niyetlerin kötü bir şekilde anlaşılma riskine girerdi, öç tehdidi senden hiç uzaklaşmazdı: Sen son derece dikkatli olmak zorunda olurdun, senin en güzel girişlerin bile, egoizm ve kıskançlık gibi görünebilirdi. İsa’nın var olduğu bir dünyada ise, gerçek huzuru bulabilirsin. Gerçekten İsa “barışımızdır”, ne yöne bakarsak bakalım! O, hem içte bulunan barış hem de karşılıklı ilişkilerinde olan barıştır. Bunu önceden Beytlehem’de melekler söylemişti ve kalabalıklar doğrulamıştılar; bunu şimdi bizler de tecrübe etmekteyiz. İsa’nın var olduğu yerde artık ayrılık yoktur, ayrılığın olduğu yerde ise İsa’nın hala hayatın temeli olmadığı belli olmaktadır. Senin İsa’yı geçekten kabul edip etmediğini; O’nu bütün yüreğinle sevip sevmediğini; O’nun senin Allah’ın olup olmadığını bilmek ister misin? İnsanlarla olan ilişkilerine bak: Mallardan ve miraslardan ya da sözlerden ve anlaşmazlıklardan dolayı kendini uyuşmazlıklara ve tartışmalara kaptırdın mı? Bu takdirde İsa, sadece vicdanın komodininin bir biblosu, boyunda bir süsleme, vicdan azabı çekmemek için bir araç olacaktı. Yürekte İsa’yı hayatın temeli olarak tutan kişi, kendisine karşı yapılan adaletsizlikleri kabul edip aşabilir, çünkü Allah’ın Hükümranlığını en büyük iyilik olarak sayar.

Şimdi misyonlarından geri dönen öğrencilere bir daha bakalım: Onların sevinçleri ve özenleri, her şeyi İsa’ya anlatmaktır. Onlar, okulda tüm yaptıklarını ve söylediklerini anneye anlatan çocuklar gibi olmuşlardır. Zaten bizim de İsa’ya anlatabileceğimiz pek çok şey var: İtaatimizin ve duamızın meyveleri, O’nun Adını taşımak için gösterdiğimiz gayret gibi şeyler. İsa, örencilerinden birisini de diğerini de dinler, hiçbir şeyi eklemez. Onlardan, dikkatlerinden ve itaatlerinden mutludur, onların açılmalarından hoşlanmak için onları yanında ister. İşte, şimdi öğrenciler, İsa ile birlikte, teknedeler, sonra da tekneden inerler, fakat yazık, onlar artık tek başına değiller! O anda öğrenciler İsa’dan başka bir acıma öğretişini öğrenmekteler: İsa, ilk olarak, bu acıma eylemini yaşamaktadır, çünkü, evet, O, Öğrencileri için oradadır, fakat aynı zamanda herkes için de oradadır. Öğrenciler, dinlenme zamanlarını biraz erteleyecekler: İlk önce Allah’a aç olan ve tanrısal bilgeliğe susayan koyunların doyulmaları lazım. Bu şekilde hem İsa’nın çoban olduğu hem de öğrencilerin de çoban oldukları gösterilmektedir.

 

OLAĞAN DEVRE 17. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma *2Krallar 4,42-44 Mezmur 145* 2.Okuma Ef 4,1-6* İncil Yh 6,1-15

 

“Halkı yere oturtun!”: Bu, İsa’nın buyruğudur ve “Burada beş arpa ekmeğiyle iki balığı olan bir çocuk var” diyerek durumu anlatan Andreas’ın cevabıdır. Andreas, peygamber Elişa’nın olaylarını ve eylemlerini tamamen unuttuğu gibi, İsa’nın Allah’ın başka bir peygamberiyle kıyaslanamaz olduğunu da unutmuştu. Peygamberin hizmetçisi de, yüz kişinin önüne yirmi arpa ekmeğini sunma buyruğuna karşı çekiniyordu: Görünen o ki Rezil olmaktan korkmuştu. Peygamber Elişa’nın hizmetçisi, itaat etmek yerine akıl yürütmeyi seçmişti. Akıl yürütmek, insanın kabiliyetlerinin hesabını tutmak demek iken, itaat etmek Allah’ın sevgisinin gücüne dayanmaktır. Andreas da akıl yürütmektedir, fakat akıl yürütmesi bir işe yaramaz. İsa, Andreas’tan ve bütün öğrencilerinden bir itaat eylemi istiyor: “Halkı yere oturtun!” Musa da çölde tüm halka ekmeğini vermişti, fakat halk oturamıyordu; gündelik geçim için gereken ‘manı’ biriktirmek durumunda idiler. İsa, Musa’dan daha büyüktür: İsa, aç insanları, sanki onlar artık yürüyüşlerinin sonuna gelmişler gibi oturtuyor. Gerçekten de İsa ile birlikte olmak, hedefimize ulaşmış olmak demektir. Bütün hayallerinin ve arzularının, insanın her açlığının ve susuzluğunun tatmini, İsa’dır! Bu, İsa’nın gerçekleştirmek üzere olduğu olağanüstü olay aracılığıyla vermek istediği mesajdır ve bu, İsa’nın bütün öğretilerinde verilen mesajdır. İsa’nın ekmeği, gerçekten yukarıdan gelen karşılıksız armağandır!

İnsanların oturdukları yerde çok ot vardı: İncil yazarının hatırladığı bu ayrıntı önemlidir. Halk Musa ile çölde bulunmakta idi. İsa’nın bulunduğu yer ise çöl değil; vaat edilen ülke, “süt ve bal akan ülke”dir: Burada bolluk ve bereket içinde bir hayat var! Çünkü burada İsa ile birlikteyiz. Peki herkesle ilgilenen, herkese hayat sözlerini ve bolca ekmeği veren bu insan kimdir? Bunu herkes kendi kendine sormaktadır ve herkes O’nun hayat sözlerini vermek için Allah tarafından yollanan bir kişi ve gerçek bir peygamber olduğunu anlayabilir. Fakat maalesef bazen insanlar olaylardan doğru sonuç çıkarmayı bilemezler. O anda oradaki insanlar da, İsa’ya ait olan otoriteyi tanımak ve O’ndan Allah’ın isteğini sormak yerine, O’ndan kendi isteklerini yerine getirmesini isteyeceklerdi: “İsa onların gelip kendisini kral yapmak üzere zorla götüreceklerini bildiğinden, tek başına yine dağa çekildi”.

İsa’nın ve O’nu izleyenlerin yolu, emretme yolu değil, hizmet etme yoludur; alçakgönüllülüğün ve itaatin yoludur. İsa, kendisinin iyilik ettiği insanlardan kaçmak zorunda kalmıştır. O, onların arasında iken merhameti bol bir çoban gibidir. Onlar ise O’nu sert bir kral olarak görmek istemişlerdir. Hayır, İsa bunu kabul etmiyor, onların bu isteğine olumlu yanıt vermiyor! O’nun ellerinde görmek istedikleri araçlar, sevginin ve barışın araçları değil, zorlama ve baskının araçlarıdır. Bu şekilde İsa’nın insanların arasında var olmasının anlamı değişir, kargaşaya düşürür ve tamamen yanlış bir yöne sevk ederdi. Kendisi artık Baba Allah’ın değil, sert bir tanrının, var olmayan bir tanrının yüzünü göstermiş olurdu. Bu durumda özgürlük armağanı, - ki o armağan insana, kendisini sorumlu ve büyük, Allah’a benzer kılınmak için teslim edilmişti - boşuna gidecekti. İnsanlar şöyle düşünebilirdi: İsa’nın buyurduğu şeyler kesinlikle iyidir! Fakat eğer iyi eylemler özgür bir biçimde değil de zorlama ile yapılırsa, baskı altında kalınmış olur. İsa, kendisini kaçmak zorunda hissetmiş ve dağa kaçmıştır. Daha önce Musa da, Allah’ın sesini dinlemek için dağa çıkmıştı. Kaçan İlyas da, kraliçenin ölümünü istediği zaman, dağa sığınmıştı: Burada o, Allah ile karşılaşmıştır ve Allah onu, imanlarını canlandırmak için insanların arasına göndermiştir. Dağın üzerinde İsa tek başına kalmış, hiç kimse ona ulaşamamıştır: İsa’yı kral olarak görmek isteyen insanlar, dağa çıkmak için rahatlarından taviz vermek ve yorgunluğa katlanmak istememişlerdir. Ve İsa, dağın ıssızlığından yeniden öğrencilerine, onlara yeni öğretiler vermek, daha da açık bir şekilde Baba Allah’ı göstermek için dönecektir.

Her Hıristiyan İsa’dan bu örneği alacaktır. Aziz Pavlus’un teşvik ettiği gibi, Kilise’nin tümü, Rab’bin dilediğini, yani kendisine “yapılmış olan çağrı”yı ve de görevini hatırlamalıdır: Kimse bu dünyada yapılması gereken yeni şeyler icat etmemelidir, aksine hepimiz bize söylenilene ve teslim edilene itaat etmeliyiz. Bir Hıristiyanın yüzünde ve eylemlerinde, “alçakgönüllülük, yumuşak huyluluk ve sabır”’dan; diğerlerinin zayıflıklarına katlanmaktan gelen sevinçten başka bir şey görünmemelidir. En büyük gayretimiz, birlik içerisinde kalmak için gösterdiğimiz gayret olacaktır. Bu, diğerlerinin kusurlarına ve günahlarına katlanmak pahasına da olsa. Bu şekilde “tek bir Rab”bin ve bunun İsa olduğunu, bizleri canlandıran “tek bir iman”’ın olduğunu, “tek bir vaftiz” ile bağlanmış olduğumuzu göstereceğiz. Allah’ımızın tek olduğunu bildiğimiz ve kendimizi Baba’nın evlatları ve kardeşler olarak tanıdığımız için, Allah’a “Baba” diyebileceğimizi de göstereceğiz. Ayrıca hepimiz İsa’nın ellerinden, bizi yüreklendiren ve bize gittikçe büyüyen bir sevinç veren ekmeği beklemek için oturmuş, bir araya toplanmış bulunmaktayız.

 

OLAĞAN DEVRE 18. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma *Çıkış 16,2-4.12-15 Mezmur 77* 2.Okuma Ef 4,17.20-24* İncil Yh 6,24-35

 

Aziz Pavlus, Efesliler’in cemaati için büyük kaygısını bize şöyle iletti: “Kardeşlerim, şunu söylüyorum ve Rab’bin adına uyarıyorum. Artık boş düşünceler peşinde koşan uluslar gibi yaşamayın”. Gerçekten havari, güçlü sözlerle konuşmaktadır, çünkü imanın yürüyüşünde gerileme tehlikesi daima gizli ve canlıdır. Hiç kimse kendisini artık hedefe ulaşmış hissetmemelidir, aksine herkes hem kendi kendine hem de kardeşlerine karşı dikkatli olmalıdır. İmanın yürüyüşünde gerilemek, pagan olmaya geri dönmek, kendi için Rab’bin fedakarlığını yararsız kılmak, bu dünyanın zenginliklerinin veya ihtiraslarının köleliğine tekrar düşmek demektir. “Mesih İsa gerçektir” ve de bizler, bu gerçek yolunda kutsal Kilise tarafından eğitildik. Bunun için havari, bu öğretişlere tutarlı olmamız için bize tavsiyede bulunuyor. Tutarlı olmak, “önceki yaşamamıza ait olup aldatıcı tutkularla yozlaşmış eski yaradılışı” değiştirmek demektir. Yaşadığımız dünya, sürekli Rab İsa’nın öğrettiklerini bilmezlikten gelip onlarla savaşan düşünme tarzlarıyla birlikte, yaşama tarzlarını da önermekte, hatta zorlamaktadır. İsa’ya sadık kalmak için – ve de bizler bunu istemekteyiz!- bu kötü dünyaya katılmayacağız. Yeni fikirlere ve modalara karşı, - giysilere ve zamanı geçirmeye ilişkin modalara karşı da- daima eleştirel olmalıyız. Tutarlı olmamızı sağlayan gereken gücü bulmak için, birbirimizle birlik içinde olmalıyız, Rab’bi dinlemek için, O’na tapınmak ve teşekkür etmek için, O’nun öğrettiklerini sebatla düzgün olarak gerçekleştirmek için, birbirimize yardım etmeliyiz. Bunun içindir ki Rab’bin Günündeki Efkarestiya Ayinine katılmak çok çok önemlidir. Gerçekten de bu toplantılarımız gitgide kendimize yeni bir düşünme şeklini; İsa’nın isteklerine ve düşüncelerine uygun bir düşünme şeklini edinmek için, en faydalı anlardır. Kim Rab’bin Günündeki Efkaristiya’yı, egoist sebeplerden dolayı terk ederse, Allah’a daima düşman olan o dünyanın düşüncesine dayanmak için nereden güç bulabilecektir?

Mısır’dan Musa ile çıkan İsrailliler, geri dönmek için denenmekteydiler. Onlar, imanlarından dolayı zorluklarla ve denemelerle karşılaşınca, mırıldanma ve şikayet etme denenmesine dayanamadılar, çünkü görünüşte daha kolay olan köleliğin yaşamını istediler. O sıralarda Allah kendisini, düşünebildiğimizden daha iyi yemeklerimize ve her türlü gereksimlerimizi karşılayabilen bir Baba olarak kendini gösterdi. İşte, her sabah man ve işte, her akşam, et: “O akşam, bir bıldırcın sürüsü göründü ve kamp etrafına düştü”! İmanlılar için de, Allah’a itaat etmek isteyenler için de denenmeler var! Onların denenmeleri gereklidir, yoksa onlar kendilerinin sadık olup olmadıklarını nasıl bilebilecekler? İsa’nın öğrencileri de denendiler. Onlar, beş bin insana, gizemli bir şekilde, ekmeği dağıttıktan sonra, İsa’nın davetini kabul ederek, biraz dinlenmek için, ıssız bir yere çekildiler. Fakat kalabalıklar onları bulup rahatsız ettiler: O insanlar hala aç idiler ve tamamen karşılıksızca tattıkları o maddi ekmeği hala aramaktadırlar. Öğrenciler için, kalabalıkların bu ekmeği araması güç bir denenmedir. Gerçekten kalabalıklar, “tükenip geçici olan bir yiyeceği” aramaktadırlar, İsa ise öğrencilerine, “sonsuz yaşam boyunca kalan ve İnsanoğlu’dan verilen yiyecek için” çalışmalarının gerekli olduğunu öğretmeyi istemektedir ve de İsa, onlara bu öğretişi vermek için çok zorlanmaktadır.

Bu ekmeği nerede bulacağız? İsa’nın önünde öğrenciler ve kalabalıklar var. Fakat kalabalıkların düşünme şekli, öğrencilerin ruhlarını ve imanlarını tehlikeli bir şekilde etkiyebilecektir. Bundan dolayı İsa, hem öğrencilerine hem de kalabalıklara, açıkça konuşuyor, terk edilebilme riskine girerek. Tıpkı gökten yağıp çölde halkı beslediği man da olduğu gibi, biyolojik yaşamımızı besleyen ekmek de Allah’ın armağanıdır. Fakat Allah’ın gerçek ekmeği; iç hayatımızı yani Allah’ın evlatlarının hayatını, ilahi hayatı besleyen ekmektir. Ve de bu ekmek, “gökten inip dünyaya hayat veren ekmektir”.

Şimdi, şaşırtıcı bir açıklıkla İsa bana da söylüyor: “Hayat ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz”. Bu söz içimde hangi tepkiyi doğruyor? Eğer bu Sözü ciddi olarak kabul edersem, hayatımda güzel değişimler gerçekleşecektir: İsa’yı, O’nunla beraber kalmak için, O’nunla beslenmek için, O’nun sesini dinlemek için, O’nun Sözünü muhafaza etmek için, elini tutmak için arayacağım. Etrafımı çeviren dünyadan, diğerlerinin düşüncelerinden, gitgide daima daha özgür olacağım ve de Aziz Pavlus’un dediği “aldatıcı” tutkuların köleliğine kulluk edenlerin alaylarına da katlanacağım. “Gerçek, doğruluk ve kutsallıkta yaşamak için Allah’a benzer olarak yaratılmış yeni insanı” giyeceğim. Bugün Rab, sözleriyle, beni kendi kendimi sorgulamaya davet ediyor: Neyle besleniyorsun? Beslenmen nasıl? Ve de bu, sadece yemeklere değil; okuduğum şeylere, internette aradığım sayfalara, televizyonun imajlarına karşı da dikkatli olmam demektir: Tüm bunlar bana gerçek hikmeti, emin imanı, karşılığı beklemeyen sevgiyi veriyolar mı? Ve de kulaklarım tüm küfürlere mi ya da Kurtarıcımın ve Rab’bimin Sözüne mi açıktır?

Seçimlerimi uyanıklıkla ve ayırt etme ile sonsuzluğa olan çağrımı gözümün önünde tutarak, edeceğim.

 

OLAĞAN DEVRE 19. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * 1Kr 19,4-8* Mezmur 33* 2.Okuma Ef 4,30 5,2* İncil Yh 6,41-51

 

Her şey bitmiş gibi gözüküyor: Artık İlyas yaşama isteğini kaybetti. O kaçmaktadır, çünkü kraliçe onu öldürme emrini verdi ve hiç kimse onu savunmak bile istemiyor. Karmel dağında duasını dinlemiş olan Allah’ın Kendisi yokmuş gibi gözüküyor. İlyas’ın kalan tek isteği, ölmektir, tüm atalarının ulaştıkları hedefe varmaktır. İlyas’ın yaşadığı durum, bazen bizde de yaşanan durumlara benziyor. Fakat acılarımızın ve yılmalarımızın sebebi, sıklıkla, İsa’nın ve Kilise’nin Allah’ına olan sadakatimizi engelleyenler değil de, bizim ya da kardeşlerimizin günahlarıdır. Acılarımızın herhangi sebebi olsada olsun, Allah meleği ile bizi karşılaşıyor, tıpkı Allah’ın İlyas ile karşılaştığı gibi: Şefkat ve sadelik ile. Allah’ın o sevgi eylemi, hem sade hem de ani idi: Melek, İlyas’ın ekmeği ve suyu bulmasını sağlıyor ve bu da onun hayatının devam etmesi gerektiğinin işaretidir, onun önemli bir misyonunun hala var olduğunun işaretidir. Keşke bizler de bize eşlik eden Allah’ın sevgisinin işaretlerini tanıyabilseydik! Bir kardeşin selamı, kız kardeşin bizimle geçirdiği bir saati, aldığımız beklenmemiş bir ricayı, güneşli bir günü bile, iyi bir öğüdü de, bir dostun ya da bir yabancının bir yüreklendirmesini de, sevgisinin sadakatine bizi emin kılan Allah’ın işaretleri olarak, meleklerinin eylemleri olarak açıklayabiliriz. İlyas’ın uyandırınca yanında bulduğu pideler ve su, ekmekten ve sudan ötedirler! Bunlar, yeni bir ümittir, tek başına olmadığına emin olmaktır, sadece beden için değil, ruh için de bir destektir, geleceğin zorluklarını karşılamak için gereken güçtür, Allah’ın istediği yolda bulunmamızdan emin olmaktır.

İlyas’ın özel o durumda yediği ekmeğin hatırası, İsa’nın Yahudilerin kuşkularına ve şikayetlerine cevap olarak verdiği sözleri duyunca, aklımızda kalmaktadır. İsa beş bin erkeğe ekmeği vermişti, sonra da o mucizenin özellikle bir işaret olduğunu anlatmayı denedi. Bu işaret aracılığıyla onlar, İsa’nın anlamını ve değerini anlayabilirlerdi. Onlar, İsa’nın büyük bir peygamber olduğunu, yani O’nun Allah’tan geldiğini kabul etmiştiler, fakat bunun sonucu olarak, O’nu kralları olarak atamak istediler, bir kral ki çıkarlarını yapmak zorunda olacaktır. Yahudiler, İsa’nın önceden kral olduğunu, Allah tarafından atanan bir kral olduğunu anlamamıştılar: Zaten, Allah’ın Krallığını kurmak için, İsa’ya itaat etmek yeterli olurdu! Onlar, İsa ile birlikte olmanın, O’nun öğretişine uymanın, O’nu kendi hayatında kabul etmenin, gerçek ekmek olduğunu anlamamışlardı; yani İsa’nın, insanın tüm arzularını - barışın arzularını da, sevilme ve her zaman sevebilme arzularını da – tatmin edebileceğini anlamamışlardı. Onlar, çok fazla yüzeysel insanlar idiler, dinlemeyi bilmiyorlardı; kendi kendilerini de dinlemeyi bilmiyorlardı, yani kendilerinin İsa ile her karşılaşıp O’nu her sevdiklerinde ne gerçekleştirildiğini anlamıyorlardı.

İsa, “Hayat ekmeği Ben’im” demeye devam ediyor. O’ndan başka hiçbir şey – ne insanın sevdiği şey ne de onun değerlendirdiği şey – insanın açlığını doyurmaz. İsa’nın hayatı, içimizde kabul edilince, gerçekten bizi doyurur. Bunu bizler de görüyoruz, sen de görüyorsun! İsa’yı seven kişi, barışla doludur, huzuru sağlayabilir, şefkatlidir, diğerlerinin ihtiyaçlarına ve acılarına karşı dikkatlidir. Sen de, İsa ile birlikte olduğun zaman, affedebilirsin, hatta acı çekenler için kendini harcamakta sevincini bulursun. İsa ile yaşadığın zaman, artık kendin için bir şeyi aramazsın, aksine birliği yaratmaya, etrafında olanlara sevinci dağıtmaya çalışırsın.

Yahudilerin çölde yedikleri man, Allah’ın armağanı olduğu halde, sadece beden için bir besleme şekli idi ve iç hayatı veren ekmekle yarışamaz. Aynen, sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, tatmini vermek isteyen her gerçek; içimizde sonsuz hayatı, Baba ile olan birliği, gerçek kutsallığı gerçekleştiren İsa ile yarışamaz.

“Gökten inmiş olan canlı ekmek Ben’im”. Ölüm durumlarından kaçmakta olduğumuzu bize unutturan ekmek, İsa’dır. O, bizi Kendine çeken Allah’a doğru olan yürüyüşümüzü başlatıyor. Bu yürüyüş, ümitle doludur, bizi Allah’ın dağına yaklaştırıyor, Allah’ın bizi istediğinden ve herkes için hazırlanan hayatın ve kardeşliğin krallığında hizmetkarları olarak bizi kullanmak istediğinden bizi emin kılıyor. Bunu bugün Aziz Pavlus da onaylıyor: Hayatımız, herkes için kötüden ve öçten özgür, sevginin ve barışın Allah’ının mevcudiyetinin işaretleriyle dolu bir armağan olabilsin diye, İsa’ya ve sunuşuna bakmalıyız.

 

MERYEM ANA’NIN GÖĞE ALINMASI BAYRAMI

 

  1. Okuma Vahiy 11,19a; 12,1-6.10 * Mez. 44 * 2. Okuma 1Kor 15,20-26 * İncil Lk 1,39-56

 

Bugün okuduğumuz Vahiy Kitabı’nın sayfası, göklerde beliren iki işareti göstermektedir. Gökler, Allah’ın yeridir; göklerde iki belirtinin görülmesi şu anlamı taşımaktadır: Allah bizzat bizimle konuşmak istemektedir; bu dünyadaki hayatımızın anlamını – ki bu anlamı biz maalesef bilmemekteyiz!– bize anlatmak istiyor. Belirtilerden birisi, görkemli ve çok güzel, ümit ve neşe verici olayların müjdesidir. Diğer belirti ise ürkütücü bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

İlk belirti, doğurmak üzere olan hamile bir kadındır: “Güneşle kuşanmış bir kadın göründü. Ayakları altında ay ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı”.

Bu, ümit belirtisidir; çünkü yeni bir hayat gelmek üzeredir ve böyle bir kadından gelen bu hayat, kuşkusuz iyi yenilikleri beraberinde getirecektir. Peki güneş, ay ve yıldızlar neyin simgesidir? Vahiy Kitabı yazıldığı zaman, güneşe, aya ve yıldızlara, tanrılar olarak tapınılmaktaydı. Çoğu kez bu tapınma, acının ve adaletsizliğin ürünü olan ahlak dışı ve egoist törenlerle gerçekleştiriliyordu. Burada bütün bu tanrılar, anne olmak üzere olan kadının süslerine dönüşüyorlar; bütün yaratıklar ona hizmet ediyorlar: Ay, ayaklarının bastığı yer, yıldızlar ise başındaki tacı olmuştur. Hatta kadın güneşin yerini alıyor, çünkü bu kadından, ışığın parıltısı çıkıyor. Bu dünyada önemli sayılan her gerçek; küçük ya da büyük tanrıymış gibi kendisine tapınılmasını isteyen her kişi, sadece o kadının güzelliğine ve önemine kulluk edince onun yerinde olacaktır. Peki gökte görünen bu kadın neyi simgelemektedir? Kendisini Allah’ın armağanı olarak gösteren bir erkek çocuğu doğuran bu kadın, kuşkusuz Mesih’in Kilisesi’dir: O Kilise ki çoğu kez Kuzu’nun Gelini olarak gösterilmektedir. Allah’ın Oğlunu; halkları gerçek adaletle yöneten Kralı dünyaya tanıtabilen ve verebilen tek Kilise’dir. Gökte beliren bu işaret, gerçekten görkemli ve de İsa’ya iman edip sadakatleri yüzünden zulüm gören tüm Hıristiyanlara ümit vericidir. Gerçekten de onlar, bu işaret aracılığıyla hayatlarının değerli olduğunu, birliklerinin de herkese ümit veren Allah’ın bir armağanı olduğunu anlayabilmektedirler.

“Yedi başlı, on boynuzlu ve başlarında yedi taç olan kızıl renkli büyük bir ejder göründü”. İşte bu ikinci belirtidir. Bu simge, ürkütücü bir şeyi ima etmektedir: Ejder düşünmüyor, o her şeyi ve her insanı, hırsının, şiddetinin ve açlığının kölesi olarak görüyor. Kırmızı renginden de anlaşıldığı gibi, bu tamamen şiddetli ve katil bir ejderdir. Yedi başı bulunmaktadır. Ejder kötüdür ve hatta kötülüğün beden almış halidir. Kaba gücün simgesi olan on boynuzu vardır: On, ellerindeki parmakların sayısıdır; bu demektir ki ejderin yetkisi kalıcı değil, sınırlıdır. “Kuyruğuyla gökteki yıldızların üçte birini sürükleyip yeryüzüne atıyordu”. Ejder, insanların tanrıymış gibi taptıkları şeyleri, yani onların putlarını kullanarak, onları insanlara karşı birer şiddet aracına dönüştürmektedir.

Bu belirtiler aracılığıyla Allah ne söylemek istiyor? Bizler her gün putların felaketini tecrübe ediyoruz. Putlar çok sayıda ve günlüktür; toplulukta, yüreğimizde ve irademizde, Baba Allah’ın yerini alıyor, O’na kötü sözlerle ve eylemlerle küfrediyorlar. Gerçekten biz o putları eğlence ve iş yerlerinde, evlerde ve ticari ortamlarda, yani her yerde görüyoruz. Onlar, imanlılarının, imanlarını göstermek ve yaşamak için kardeşleriyle birlikte buluşmalarına engel olmaktadırlar. Biz onları, herkesi büyük sapmalarını kabul etmeye zorlamak üzere, bütün dünyada yayılan ideolojiler içinde bulabiliriz.

Ama şimdi ilk belirtiye bir daha bakalım: Kadın, yani Kilise, ejderin zulmünden dolayı kaçmak zorundadır. Fakat o, dünyaya Allah’ın Oğlunu sunarak kurtuluşu verecektir. Bu belirti bizlerle çok ilgilidir; çünkü bizzat bizler Kilise’nin üyeleriyiz ve de Kilise’ye olan bu aitliğimizi kararlılıkla yaşamak istiyoruz. Kilise’den ayrılırsak, bizler de ejderin ve onun suç ortaklarının köleleri; şiddetin, acıların ve ölümün taşıyıcıları haline geliriz. Bunun için İsa’yı taşıyan o Anne’ye, yani Kilise’ye sıkıca bağlı olalım!

Güç ve sadakat ile Kilise’ye tam anlamıyla sıkıca bağlı kalan ilk kişi, Meryem’dir! Bugün göğe alınmış olan ona hayranlıkla bakmakta, onu onurlandırmakta ve şefkatle sevmekteyiz. Beden alan Allah’ın Oğlunu dünyaya getiren Meryem, şimdi Kilise’nin orta yerinde ve Kilise’ye, misyonu için, yani İsa’yı, O’nun affını ve barışı sunması için destek ve ışık olmaktadır.

Bunun için Kilise’nin simgesi olan Meryem’i sevelim! Bu şekilde zorluklar ve zulümler karşısında İsa’yı terk etmemeye yardım bulacağız! Meryem’i onurlandıralım: O, Kilise’nin orta yerinden, güneşindekinden daha parlak bir ışığı yaymakta; aysar isteklerimizi ayaklarının altında tutmakta; yanlış yönlendiren yıldızlar gibi olan hırslarımızı, Allah’a yapılan bir övgüye dönüştürebilmektedir. Meryem, Kilise hayatını tamamen yaşayan kişiler arasında ilktir. Üstelik o, iman yarışının hedefine ve ödülüne ulaşanların arasında da ilktir. Meryem, duası ile, bize uşaklarının zenginliği ile övünen ejderin üstünde olan Allah’ın zaferini ilan ediyor. Gerçekten Allah, “alçakgönüllüleri yüceltiyor, aç olanları iyiliklerle doyuruyor” ve hepimizi merhameti ile kuşatıyor.

 

OLAĞAN DEVRE 20. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Meseller 9,1-6* Mezmur 33* 2.Okuma Ef 5,15-20* İncil Yh 6,51-58

 

Sözlerimizin ve deyimlerimizin çoğu, o kadar çok tekrarlandı ki artık onları düşünmeden ve anlamadan söylüyoruz: Artık bu sözler, hayatımız için, hiçbir şey demiyorlar! Bu sözlerin arasında, İsa’nın bazı sözleri de bulunabilir. Belki bugün okuduğumuz sözler için de böyle oldu! “Bedenimi yiyip kanımı içenin sonsuz hayatı vardır”: Bu sözleri tekrarlayınca, onları söyleyenin İsa olduğunu bilmekteyim, fakat bu sözleri duymaya o kadar alışkınım ki artık onlara dikkat etmiyorum. Ama şimdi, Yahudileri o kadar çok şaşırtan bu sözlerle ve bunlara benzer başka sözlerle de İsa’nın ne ima ettiğini anlamaya çalışmak istiyorum! Peki, bu sözleri duyunca neden şaşırmıyorum? Neden ben bu sözleri reddetmiyorum? Yemek ve içmek, ne demek? Ve de beden, kan ve sonsuz hayat ne demektir?

İlk önce şunu düşünmeye çalışacağım: İsa’nın bu sözlerinin yamyamlıkla elbette hiçbir ilgisi yoktur! “Beden ve kan” ve de “yemek ve içmek”, İsa için bu sözler, iç hayatımızla, Allah ile olan ilişkimizle ilgisi olan sözlerdir. Zaten İsa, bu konuşma şekline alışkındı ve de pek çok mesellerinde ve konuşmalarında aynı şekilde konuşuyordu! Bir şey yediğim ya da içtiğim zaman, içime yabancı bir gerçeğin girmesini sağlıyorum, bir gerçek ki benimle bir bütün olup bana, işlerimi düşünmem, seçmem ve gerçekleştirmem için güç ve sağlık veriyor. Ben,“Bedenim” ve “kanım” sözünü, benim somut oluşum olarak ve beni içimden hareket ettiren olarak yani hayatımın bütün yönleri olarak anlıyorum. Beden ve kan terimleri, bize onların bölümlerini hatırlatıyor; tıpkı Kudüs’ün mabetindeki kurbanlarda hayvanların etinin ve kanının olduğu gibi. “Bedenim” ve “kanım”: Gerçekten de İsa bu sözleriyle kendi fedakarlığına; kanlı ölümle gerçekleştirildiği Kendi hayatını sunuşuna ima ediyor. Bunun içindir ki yememiz ve içmemiz, yani İsa’nın hayatının somutluğuyla ve hikmetinin esinlediği nedenlerle beslenmemiz, bizleri de hayatımızı sunma imkanına, hatta gerekliliğine götürüyor.

İsa’nın sözü, şüphe olmayan bir eminlilik ile sona eriyor: “Bedenimi yiyip kanımı içenin sonsuz hayatı vardır”. İsa ile bir bütün olmak, O’ndan – yani sevgisinden, hikmetinden, nedenlerinden - beslenip desteklenir halde yaşamak; gerçekten yaşamak demektir. “Sonsuz hayat” terimi, biyolojik yaşamın anlamını aşan bir kavramı ifade eder. Bu, iç hayat demektir; Allah ile birlikte, Babamızla ve herkesin Babası ile birlikte olan bir hayat demektir; bol bol ürünü verici ve sevinçle dolu bir hayat demektir. Böyle bir hayatta, en küçük eylem bile zamanı ve tüm insani değerlendirmeyi aşan bir anlam kazanıyor. İsa’yı ve İsa ile birlikte yaşamak; nihayet yaşamak, bir amaca sahip olmak, büyük şeyleri yapmadan da insanlık için bir armağan olmak demektir. İsa sayesinde ve İsa ile birlikte yaşamak, “sonsuz” hayattır!

Meseller Kitabından okuduğumuz kısa metinden de Rab’bin hayatımızı doğal ve fiziksel boyutlardan öteye götürmek istediğini anlıyoruz. Allah; hikmeti sayesinde bizim için bir konut, içerisinde de bir şölen hazırlayarak, bu sofrada bizleri ekmek yemeye ve şarap içmeye davet ediyor: Bir ekmek ve bir şarap ki, hayatımıza yeni bir değer kazandırıp, bizi gerçek hikmete yani ilahi hikmete katılmamızı sağlıyor. Bizler bu sözlerde kolayca Efkaristiya’nın bir imasını ya da bir peygamberliğini görüyoruz: Efkaristiya, İsa’nın bahsedip O’nun Kendisini ekmek ve şarap işaretinde sunduğu bedeninin ve kanının gizemidir.

Aziz Pavlus’un önerisi de, Baba’nın sevgisinin gizemli armağanı olan bu gizemin bir sonucudur. Rab’bimiz İsa’nın bedeni ve kanı ile beslenirsek, içimizde sonsuz hayat doğacak ve bizler nasıl yaşadığımıza çok dikkat edeceğiz: “Bilgelikten yoksun olanlar gibi değil, bilge kişiler gibi yaşayın. Elinizdeki günleri iyi değerlendirin”. Sonsuz hayatı yaşayınca, bu dünyada her şey değişiyor. Baba’nın sevgisini göstereni gerçekleştirmeye dikkatli olacağız ve son hedefimizi göz önünde tutarak birbirimize yardım edeceğiz. Çeşitli şekilde birbirimize yardımcı olabileceğiz; Havari şunu öğütlüyor, “Hep birlikte mezmurlar, ilahi ve ruhani ezgiler söyleyin... Her an ve her şey için Rabbimiz Mesih İsa’nın adına Baba Allah’a şükredin”. Gerçekten de şükretmek önemlidir: Baba’ya ancak ve ancak, daima şükretmemiz lazım, çünkü bize, aralıksızca hayatı veren ve İsa’yı sunan O’dur. İsa, içimizde kabul edilince, hayatımızı “sonsuz” kılar, yani hayatımızı dolu, kutsal ve sevinçli bir hale getirir ve kardeşlerle birlik içinde yaşayabilmemizi sağlar. Kardeşlerimizle birlikte yaşamak da, bizi aptallığa götürmek isteyen bu dünyada gerçek bilge kişiler olabilmemiz için gereken ışık ve gücü sağlar. Allah’nın övgülerini okurken, gerçek hayatın ekmeği ve sonsuz hayatımız olan İsa ile beslenmeye birbirimize yardımcı olacağız.

 

OLAĞAN DEVRE 21. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yeşu 24,1-2. 15-18* Mezmur 33* 2.Okuma Ef 5,21-32* İncil Yh 6,60-69

 

Yeşu’nun bulunduğu durum, tekrarlanmıştır ve halen de tekrarlanmaktadır. Halkın şimdi bulunduğu durum, tamamen yenidir: O, artık çölde değildi, fakat çok farklı kültürleri olan halklar onu sarmaktadır. Bu kültürlerde dinsel inançlar çok önemli ve etkilidir. Diğer halkların tarihlerinde ne İbrahim’in imanı ne de merhametin Allah’ı ile olan Musa’nın karşılaşması var. Bunun için bu halklar, ancak ve ancak insanların kötü alışkanlıklarını ve hırslarını kutsallaştıran ilahları tanımaktadırlar. Yeşu, çok büyük ve çok yakın bir tehlike görmektedir: İsrailler de İbrahim’i ve Allah’ın verdiği emirleri ile Musa’yı unutup başka halkların inançlarından etkilenebilecekti. Bu halkların tanrıları, insanları daima kendilerine çeken hırslara ve kötü alışkanlıklara rıza göstermektedirler. Gerçekten insanın doğasında daima, gizli olsa da, egoizm mevcuttur. Bundan dolayı insan, ayartılmalara karşı, yeterli dayanma gücüne ve ayırt etmeye sahip değildir, özellikle de eğer bu ayartmaları haklı gösteren bir din varsa. Yeşu halkı toplanıp onu sorgulamakta ve onu nihayet bir karar almaya götürmektedir. Sorusu açıktır: Kime kulluk etmek istiyorsunuz? Allah’ımıza sadık olmaya devam etmek mi ya da sizi çeviren halkların yeni ve çekici tanrılarına hizmet etmek mi istiyorsunuz? Yeşu halka soru sormakla kalmamakta, ona şimdiden kendi örneğini önermektedir: “Ben ve ailem, Rab’be hizmet edeceğiz”. Halkın tümü, güçle cevap veriyor: O ana kadar kendilerine iyilik yapan Allah’ı tanıyıp O’na sadık kalmaya karar veriyorlar. İnsanın zayıf olduğunu ve ayartmaların daima mevcut ve zor olacağını bilmekteyiz. Bir defa verdiğimiz bir karar, her zaman için geçerli olamaz: Böyle bir düşünce, bir hayal olacaktı! Bu karar, günlük olmalı, hatta her gün boyunca tekrarlanmalıdır. Bunun içindir ki İsrailler, aralıksız bir duaya dönüştürülen bu kararı her gün üç defa tekrarlamakta idiler.

Bugünkü İncil’in metni bize, yukarıdakine benzer başka bir olayı gösterdi. Fakat bu olayın sonuçları, yukarıdakilerin tam tersiydi. İsa, o güne kadar O’nu çevirenler ve alkışlananlar tarafından tek başına bırakılmaktadır. O’nu neden terk etmektedirler? Çünkü hayatlarına devam etmek istiyorlar, yani Allah’ın önünde kendilerini haklı olarak göstermek istiyorlar, hatta kendilerini Allah’tan daha üstünmüş gibi göstermek istiyorlar: Allah, iyi eylemlerini ödüllendirmek zorunda olacaktı! İsa ise bu hayat şekline devam etmelerine izin vermemekte idi: İsa ile kalabilmek için alçakgönüllü ve itaatli olmaları; maddi endişelerini bırakıp Baba’ya güvenmeleri; hala öğrenmeye, düşmanlarını sevmeye bile hazır olmaları gerekirdi. İşte bu şekilde İsa, On İkiler ile birlikte, tek başına bulunmakta idi. Bunlar da, bütün diğerleri gibi, denenmiş değil miydiler? İsa bunu bilmekte ve Yeşu’nun yaptığı gibi, O da onlara açıkça sormaktadır: “Siz de mi gitmek istiyorsunuz?” On İkiler, İsa’nın çok kararlı olduğunu anlamaktadırlar. O, öğretişini hafifletmek, Baba’ya olan itaatini bırakmak istemiyor, bu, tek başına kalma riskine girmesini gerektirse de. Bizler Petrus’un cevabını duyduk. Bu cevapla o, herkesin adına, İsa ile kalmak için, dünyadan olan ayrılığını gerçekleştirdi. Bugün bizler de aynı cevabı telaffuz etmek istiyoruz: “Ya Rab, biz kime gidelim?” Evet, bizler de bu cevabı tekrarlıyoruz. Çünkü Kilise için bile, tek bir defa bu cevabı vermek, her zaman için yeterli değil! Bugün bizler, asırlar boyunca verilen ve şimdi de şehitlerin verdiği cevabı tekrarlamaktayız. Bugün bu cevap, bizim cevabımızdır ve bizler onu yarın da onaylayacağız. Çünkü yarın da dünyanın düşüncesini sunacağı yeni, güçlü, çekici ayartmalara, denenmelere göğüs germeye mecbur olacağız.

Kilise her sene vaftizimizin vaatlerini tekrarlamamıza yardımcı olmaktadır, fakat bu, gerçekten yeterli değildir. Nitekim her gün etrafımızda kendilerine bizi çeken öneriler ve dürtmeler ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Rab’bin Sözüne bağlı kalabilmek için, gücü ve ışığı nereden bulacağız?

Bugünkü Aziz Pavlus’un teşviki için minnettarız: “Mesih’e duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize boyun eğiniz” Gerçekten de bu, esas tariftir! Eğer Allah’a sadakatimizi devam ettirmeyi istersek, sadece kendi gücümüze güvenmeyelim ve başka Hıristiyanlar ile birlik içinde kalalım! Birlik içinde kalabilmemiz için, diğerlerine önem vermemiz lazım ve de bunu daima ve ancak İsa için yapmalıyız: “Mesih’e duyduğunuz saygıdan ötürü...” Bugün Havari, eşlerin hayatlarından aldığı bir örneği sunmaktadır – bugün bu hayat ne kadar sıkıntılıdır! –. Eşler, Bölücünün ayartmaları tarafından saldırılmaktadır: Bölücü, Allah’ın eseri olan ailenin birliğini dağıtmak istiyor. Eşler, Allah’tan kabul edilmiş misyonlarının yok edilmesine direnmelidir, hatta onlar bu misyonu sadakat ve sebatla gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. Buna yetişecekler, eğer sevgilerini alçakgönüllülüğün somut eylemlerine dönüştüreceklerse. Alçakgönüllülük de, boyun eğme, kendine hakim etme, cömert hizmet etme eylemleri ile kendisini somutlaştırıp göstermektedir. Bu şekilde yaşayarak eşler, tüm Kilise için, güçlü bir destek olacaklar, o Kilise ki, “Siz de mi gitmek istiyorsunuz” diyen soruya cevap vermeye devam etmektedir. Eşler, küçük – büyük zaferleri ile, evlatlarına ve hepimize de “Biz de Rab’be hizmet edeceğiz, çünkü Allah’ımız O’dur!” diyeceklerdir.

 

OLAĞAN DEVRE 22. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yasa’nın Tek 4,1-2. 6-8* Mez 15* 2.Oku Yakub 1,17-27 İncil* Mk7,1-8.14-15.21-23

 

Allah’ın istediği yasaları ve kuralları tanımaktayız; insanların alışkanlıklarını onaylamak için kurulan ve düzenlenen başka yasaları ve kuralları da tanımaktayız. Allah’ın istediği yasalar ve kurallar insanların huzuruna ve birliğine yardımcı olup toplumu geliştirmektedir, öyle ki onlar sayesinde herkes için güvenliği, saygısı ve barışı olan bir yaşam mümkün olmaktadır. İnsanların alışkanlıklarını onaylayan kurallar ise, hayatın yüzeysel yönlerine bakmakta ve hayatın yüzeysel yönleriyle ilgilenmektedir, bazen de insanların düşünme ve karar alma şekillerini ve onların karşılıklı ilişkilerini ağırlaştırmaktadırlar. Allah’ın yasalarına bütün gücümüzle bağlı kalmak çok iyidir. Gerçekten de – bunu hemen fark etmesek de – Allah’ın bu yasalarına uymamız bize gittikçe iyi ürünler veriyor; aksine onlara olan itaatsizliğimiz etrafımızda acıları yaratıyor ve yeryüzünü güvenilmez ve kuşku dolu, düşmanca ve nankör bir ortama dönüştürüyor. Bugün Kutsal Yazıların bize söyledikleri gibi, Allah’ın yasalarına itaatimiz, bizleri hikmette geliştirip akıllı kılar. Bizler bunun farkına varmasak da başkaları, Allah’sız yaşayanlar bile, bunu fark ediyorlar. Bu insanlar şöyle diyecekler: “Gerçekten, bu millet hikmet sahibi ve ileri bir toplum!”

Bize gerçek akılı sunan İsa’dır. İncil’den okuduğumuz gibi, İsa Allah’ın yasası ile insanların belirledikleri kuralların arasında olan farklılığı çok iyi görebilmektedir ve bize de göstermektedir. İnsanların alışkanlıklarının belirdiği kurallar, gerçekten de çok fazladır. Bunlar, insana kulluk edinceye kadar iyi ve yararlı gibi görünüyorlar. Fakat eğer bu kurallar bir amaç olmadan uygulanırsa; maalesef ezici olup sadece köleliği yaratıyorlar. Gerçekten de böyle oldu işte; temizlik ve kaba davranma kuralları, dinsel kurallara dönüştürülüp normal ve sağlıklı herhangi bir düşünme şeklini aştı. Böyle olunca bu insani kurallar, insanları rahatlatmak yerine, baskı yaratıp diğerlerini suçlamaya ve hor görmeye götürmekteydi. Bu tür kurallara olan itaat, sanki Allah’a olan itaatmiş gibi gösteriliyordu ve de böyle öğretilmekteydi. Fakat bu kurallar, her emirden daha önemli olan, hatta bütün emirlerin amacı olan ‘sevginin ve merhametin’ emrini görmezlikten gelmeye itiyordu. İsa, öğrencilerine bu uygunsuzluğu anlatmak için durmaktadır.

O’nun öğretişi daima güncel, daima gereklidir: O zamanlardaki denenme, hala canlı ve dolaşan bir denenmedir. Bir örnek verelim! Efkaristiya Ayinine hazırlanmaktayım; kilisede hizmet edene hızlı hızlı konuşmak ya da bana yardım eden bir şeyi unutan çocuğa iddia ile konuşmak bana kolay gelirdi. Bu şekilde bir şeyin kendi yerinde olmaması, bir kişiye ya da bir çocuğa veya kilisede toplanan bütün kalabalığa Baba’nın sevgisini gösterme misyonumdan daha önemli olabilecekti! Aynı şey; evde, iş yerinde, yolda... her yerde de gerçekleşebilecekti! Kesinlikle şeylere, ekonomik değerleri için önem vermeliyiz, ancak insanlara, onlardan daha çok önem vermeliyiz! Nitekim insanlar, Allah’ın evlatlarıdırlar. O halde ilk önce merhamet yaşanmalıdır. Bu şekilde Allah’ın bize teslim ettiği misyona sadık kalacağız. O, yanımızdakilere Baba gibi sevgisini ve Oğul’un itaatli sevgisini göstermemizi istiyor. Allah’ın şefkatine ve Ruh’un uysallığına tanıklık etmemiz, kuşkusuz elbisedeki bir leke için ya da bir tabağın kırıklığı için kızgın olmamızdan daha önemlidir! Gerçekten de gözüküyor ki hepimiz, İsa’nın sevgisinin ve hikmetinin tanınmasını ve tecrübesini yaymak için değil; şeyleri, malları, alışkanlıkları, tutkuları, gösterişleri kurtarmak için tüm gücümüzle çalışıyoruz.

Bu sebepten İsa, davranışların birçoğunu sıralamaktadır. Bu davranışların Allah tarafından bizlere verilen görevin ağır bir reddetmesi olmalarına rağmen, bizler bunları kaygısızca yaşamaktayız. Bu davranışlar, büyüklüğümüzün bir işareti değildir, aksine kendimize zarar verip kendimizi murdar, yani Allah’ın ve insanın hoşuna gitmemiş kılar. Sıralamayı tekrarlıyorum, çünkü İsa’nın öğretişini unutmamak, önemlidir: “Ahlaksızlık, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, safahat, kıskançlık, iftira, kibirlik ve akılsızlık insanı kirletir”. Aramızda hiç kimse bütün bu şeylerden, yani ahlaksızlıktan, zenginliğin hırsından, evlenmedeki sadakatin aldatılmasından, sözlerle, düşüncelerle ve eylemlerle gösterilen kötülüklerden, akılsızlıktan bile muaf değildir. Akılsızlık, Allah’ı ve sevgisini düşüncelerimizden, projelerimizden ve eylemlerimizden dışlamaktadır.

Yakup’un mektubu, İsa’nın öğretişini yeniden sunmaktadır. Gerçek ve Allah’ın hoşuna giden din; titiz dualar ve törenler etmene ya da görünmelerin yerlerine seni götüren din değildir. Gerçek din, yani Allah’a olan itaat, bedeni ve ruhani merhametin eylemlerini gerçekleştiren dindir. Ayrıca bu din seni “dünyanın kötülüklerinden uzak kalmak” için uğraştırıyor. Gerçekten de bu dünya, kibirlikle, kıskançlıklarla, cinsel iffetsizliklerle, büyücülüklerle, kötülüklerle, yalanlarla, ticaretin aldanmalarıyla, modalarla ve paraya muhtaç olanlara değil, paranın kendisine önem vermekle seni kirletmektedir. Keşke her şeyi dürüst yerine koyabilseydik. Yani öncelikle insanları, sonrasında da şeyleri koyacağız; ilk önce iç hayata; sonra da sadece ve sadece yine iç hayata hizmet edip onu göstermek için dış hayata önem vereceğiz!

 

OLAĞAN DEVRE 23. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yeşaya 35,4-7* Mezmur 145* 2.Okuma Yakub 2,1-5 İncil* Mk7,31-37

 

“Korkmayınız. İşte Allah’ınız! İntikamınızı alarak Allah size karşılığınızı verecektir”. Bu sözleri okudum ve kendime şu soruyu sordum: “Eğer Allah’ın intikamı gelmek üzere ise, nasıl korkmayacağım?” “İntikam” sözünü Allah ile bağlantılandırırsam sorun çıkar. Ve diyorum ki: “Bu imkansız! Allah öç almaz! O’nun öğretişi şudur: Hakaretleri affetmek, düşmanlar için dua etmek, bize karşı kötülük edenlere iyilik yapmak. Öyle ise, Allah’ın intikamından söz edilemez!”. Fakat bu, bizzat Allah’ın Sözüdür. Kesinlikle onun değiştirilmesi mümkün değil ve benim ona uymam gerekiyor. Peki ne yapmalıyım? Anlamaya, Allah’ın düşüncesine girmeye çalışacağım! Allah’ın sevgi olduğunu bilmekteyim, bunun için O’nun bütün yaptıkları sevgi eylemleridir. Dolayısıyla intikamı denen o gerçek de, sevgidir. Biri kötülük işlediğinde, Allah’a isyan etmektedir. İşte, bu durumda Allah nasıl öç almaktadır? Nasıl olmaktadır? Ancak ve ancak sevgi ile! Allah bunu iki yönlü ele almaktadır: İlk önce insanın yüreğinde zafer kazanıp ona günahı işlettiren o düşmana karşı koymaktadır. O düşman, Allah ile hesaplaşmalıdır. Sonra da insana, kaybettiği iyiliği ve güzelliği yeniden elde edebilmesi için, gereken sevgi – Allah’ın sevgisinin bir ilavesi, söyleyebiliriz! - Allah tarafından verilecektir. İşte Allah’ın intikamı budur! Öyle ise, O’nun intikamı gelsin! Madem ki o, sevginin Allah’ının bir eylemidir, zayıf, yaralanmış, ezilmiş insanlara kurtuluşu getirecektir.

Allah’ın intikamını gerçekleştiren, İsa’dır. Sağır ve dili tutuk adamla karşılaştığı zaman İsa ne yapıyor? Onu konuşturup kulaklarını açıyor ve tamamen iyileşmiş halde onu toplumuna geri götürüyor. İsa, bölücünün ve insanın düşmanının eylemini yok ediyor. İşte, bugün ben de İsa’ya yaklaşmak istiyorum. Öyle ki O, düşmanıma olan intikamını devam ettirsin. İsa’nın lütfu sayesinde, karşılaşacağım insanları dinlemek için kulaklarımı açacağım. İnsanları dinleyince de, onların aracılığıyla Allah’ın bana ne söylemek ya da sormak istediğine dikkat edeceğim. Ve de, iman sayesinde, kurtaran Sözü – o Söz ki sevmeye ve affetmeye davet ediyor, o hikmetli Söz ki bana Allah’ın değerli ve bilge emirlerini hatırlatıyor – söylemek ve tekrarlamak için ağzımı açacağım. Sadece yüzeysel şekilde konuşan veya sadece sıcaktan – soğuktan şikayet ederek konuşan biri olarak değil, bilge biri olarak toplumda kalmaya çalışacağım. Bir bilge ki susacağı ve konuşacağı zamanı bilip konuştuğunda teselliyi ve sevinci veriyor. İsa’nın emrinin hala etkili olmasına gayret edeceğim: “Effatà”, “Açıl”! Gözlerime ve dudaklarıma, İsa’ya itaat etme emrini vereceğim.

Rab, Kendi müdahalesinin bilinmesini istemiyordu. Hiç kimse olup bitenlerini yaymamalıydı. Zaten kesinlikle herkes bunun farkına varacaktı ve de herkes, kendi kendine İsa’nın gerçek kimliği hakkında sorular soracaktı. Herkes, sağır ve dili tutuk iyileşmiş adama da sorular soracaktı. Böylece bu adam tanık olma fırsatını bulacaktı, özellikle de o, yaşadığı tecrübeyi bir süre sessizlik içerisinde düşündükten sonra, İsa’yı sadece bir iyileştirici olarak değil, insanları yalnızlıklarından ve iç köleliklerinden kurtaran olarak tanımaya başlayacaktı. İyileştirme, sadece bir işaret idi. Bir işaret ki bizi düşündürerek, bizi o kadar çok seveni tanımaya yardımcı olacaktı. Herkes, İsa hakkında kendi yargısını bildirmeden önce, beklemelidir: Bu, sadece İsa’nın ölüm şeklini gördükten sonra yapılabilir. İsa’nın ölümü, bize O’nun sevgisinin gerçek ve mükemmel, yani ilahi olduğunu göstermektedir. Gerçekten İsa, bizi hastalıklarımızdan iyileştiren değil, bize sonsuz hayatı verendir, bizi gerçek Allah’ın evlatları kılandır.

Her gün bize Baba’nın sevgisinin işaretleri ve İsa’nın aramızdaki varlığının işaretleri verilmektedir. Hatta her gün kardeşlerimiz için aynı sevginin aracılığını yapma fırsatı bize verilmektedir. Bunu Aziz Yakup, mektubunda hatırlamaktadır. Bizler herkese aynı şekilde davranabiliyor muyuz? Dünya bunu yapamaz! Bu dünyadan aldığımız günlük örnekler bizi, ayrıcalık yapmaya, toplumda daha üstün bir yerde bulunanlara ya da zengin olanlara – zenginlikleri adaletsiz ve kötülükle olsa da- daha çok önem vermeye ve daha dikkat etmeye itiyor. İşte tam bu dünyada bizim her şeyi altüst etme görevimiz var. En büyük önemi, ayırım görenlere, yoksullukta yaşayanlara, uygun biçimde giyinmek için imkanları olmayanlara vereceğiz. Bu insanlar, bizden Baba’nın ve İsa’nın sevgisinin işaretlerini almaya daha çok muhtaçtırlar. Bizzat bu insanlar, bizleri kardeşler olarak tanıyabileceklerdir, çünkü yüreklerini imana açma imkanlarına daha çok sahip olanlar onlardır. Zenginler ise - başkalarından saygı görmelerine rağmen - birliğin ruhuna kapalı olacak, senin kardeşlerin olmayı asla beceremeyeceklerdir. Eğer onları sevmek istersen, onlara senin yoksulları ve sade insanları tercih ettiğini göster. Bu şekilde belki, Allah’ın hoşuna gidenin ve O’nun ilgisini kazandıranın, dünyada önem verilmiş olanlar olmadığını anlayacaklardır. Ayrıca onların, bakışlarını sonsuz zenginliklere yöneltmelerine yardımcı olacaksın. Hatta Baba Allah’a, insanları pek çok şekilde aldatan zenginliğe karşı “intikamını” gerçekleştirmek için yardımcı olacaksın. Gerçekten de zenginliğin aldatması çok ağırdır: O, çok büyük görünse de, insanların Allah’a olan borçlarını ödemeye yetmiyor; insanlar hedefe ulaşacakları zaman, onları terk ediyor; insanların kardeş olmalarını engelliyor. “Korkmayınız. İşte Allah’ınız! İntikamınızı alarak Allah size karşılığınızı verecektir”.

 

OLAĞAN DEVRE 24. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yeşaya 50,5-9* Mezmur 114* 2.Okuma Yakub 2,14-18 İncil* Mk 8,27-35

 

İsa, kimdir? O, daima on iki öğrenci tarafından eşlik edilendir, ama kimdir? Nasıl olur da insanlar O’na, O’nu dinlemek için, akın ediyorlar? Nasıl olur da herkes, hastaları ve şeytan tarafından çarpılmış olanları O’na getiriyorlar? Niçin O, herkesi; çocukları, kadınları bile, kabul ediyor? O kadar büyük bir ünü olan O, niçin bundan, bu ününden, kendini alkışlatmak için yaralanmamaktadır? Mademki O’nun Sözünde mucizeler gerçekleşmektedir; neden O, kendisi ve de öğrencileri için, mucizeler yapmamaktadır? O halde İsa kimdir? O’nun kendisi bu soruya cevap istiyor. İnsanlar, O’nun hakkında, ne diyorlar? Tabii ki her türlü şeyleri diyorlardı. Herkes, Kutsal Kitap hakkındaki kendi bilgisini ve de kendi şaşkınlığını göstermek istiyor: Hiç kimse kendi cahilliğini tanımıyor. İsa hakkında herkes iyi konuşuyor: O, öldürülmüş ve kim bilir hangi güç ile yeniden hayata dönmüş Yahya’dır ya da halkın Mesih ile karşılaşmasını hazırlayacak olan beklenmiş büyük İlyas’dır ya da öteki dünyadan gelen başka bir peygamberdir. Her takdirde, İsa tanınmış bir kişi olurdu, bize anlatılmış hikayelerde önceden karşılandığı ve tanındığı bir kişi olurdu, yani O’nda hiçbir yenilik yoktur! Bu şekilde İsa’nın hayatı, hiç kimseye kendi hayatında bir değişim gerçekleştirmeyi soramamaktadır.

Öğrencilere, insanların öğretmenleri hakkında söylediklerini ve düşüncelerini söylemek kolay geliyor. Fakat neden İsa onlara bu soruyu soruyor? Neden onlar, insanların söylediklerini ve düşüncelerini bilmelidirler? Bunu kendi kendimiz de sezebiliriz: Onlar, bu dünyaya ve bu insanlara İsa’yı tanıtmak için gönderileceklerdir. İşte, İsa, onların bu dünyanın durumu ve bu insanların düşüncelerini tanımalarını istiyor.

Eğer İsa gerçekten eski peygamberlerden dirilmiş birisi olsaydı, yeni bir şeyi söylemesine ihtiyacı yoktu. Ama böyle değilse, o zaman İsa’nın öğrencilerinin başlarına da yeni ve beklenmemiş bir şeyi duyuranların başlarına gelenin aynısı gelecekti. Yani insanlar, cahillikleri yüzünden, incitilmiş halde, öğrencileri hor görüp reddedeceklerdi. Öğrencilerin durumları, şimdiki durumuz gibiydi. Bugün İncil’i nasıl duyuracağız? İsa hakkında nasıl konuşacağız? İlk önce, hitap ettiğimiz insanların kim olduklarını ve de bunların şimdiye kadar hangi bilgiye, hangi haberlere sahip olduklarını bilmeliyiz. Hıristiyan bir ortamda gelişmiş olanlara İsa hakkında bir şekilde konuşacağız; ateist veya imana düşman bir ortamda, başka bir şekilde konuşacağız; İslam’dan gelenler için daha farklı bir şekilde konuşacağız, Budizm ve Hint dininin kamutanrıcılığından gelenler için daha başka bir konuşma şeklini kullanacağız. Söylediklerimizden ilk olanlar yani hıristiyan bir ortamda gelişmiş olanlar, İsa’nın imana layık olduğunu düşünmekte, ötekiler ise O’nu ya görmezlikten gelmekte ya da O’nu insanlığa düşman olarak görmektedirler. “Halk benim kim olduğumu söylüyor?”. Bizler de cevap verelim! Bir Hıristiyan için, birlikte yaşadığı insanların kim olduklarını bilmek gereklidir. Bu şekilde onun sözü ve tanığı, yönelttiği insanlar için anlaşılır olacaktır.

İsa, Onunkilere hitap ederek, konuşmasını sürdürüyor. “Ya siz, ben kimim dersiniz?” Sorunun şeklinden, İsa’nın öğrencilerinden insanlarınkinden başka bir cevabı beklediğini anlayabiliriz. Öğrenciler, O’nu daha yakından ve daha iyi tanıyorlar ve O’nun kimliği hakkında çok daha fazla işaretleri aldılar. Şimdi, taraf olmaları için ve de kendi düşüncelerini ve iknalarını duyurmaları için zaman geldi. Petrus, büyük cesaret alarak cevap veriyor: “Sen Mesih’sin”. Bu doğru cevaptır. Ama hiç kimse Petrus’u alkışlamıyor. İsa’nın kendisi de sert bir şekilde, bunu hiç kimseye söylememesi için onu uyarıyor. Herkes, tıpkı Petrus’un yaptığı gibi, İsa’nın kimliğini kendi kendiliğinden öğrenmelidir. Fakat Petrus’un kendisi, kendi söylediğini anladı mı acaba? Evet, onun telaffuz ettiği sözleri gerçektir; ama hangi şekilde anlaşılmalıdır? Petrus, “İnsanoğlu’nun çok acı çekmesi, yaşlılar, başkahinler ve yazıcılar tarafından reddedilmesi, öldürülmesi ve üç gün sonra dirilmesi gerektiğini” bilmekte midir? Hayır, Petrus bunu ne bilmekte, ne de kabul etmektedir. Bunun için o hala susmalıdır. Oysa Petrus, kendisini İsa’nın önüne koyarak, İsa’nın o denli inanılmaz sözler söylediği için, O’nu azarlıyor. Bundan İsa, Petrus’un sesinin ayırtıcının sesine benzediğini anlıyor. Gerçekten ayırtıcı, İsa’nın peygamberliklerinin ve Baba’nın isteğinin gerçekleşmesini; ne de O’nun ölümü ile dünyayı kurtaracağını istememektedir. İsa Petrus’a açıkça konuşuyor: “Sen, şeytanın yerini almaktasın! Sen yerine, yani benim ardıma, geç! Her şeyi hala öğrenmelisin”. İsa, Petrus’a cevap vererek, herkese de önemli bir şeyi söyleme fırsatını buluyor: Onunla birlikte kalmak, “nefsi yenmek” gerekiyor. Bu ne demek? Bu, kendisini düşünmekten vazgeçmek, insanların önünde iyi görünmeyi aramamak, hiçbir şey için kaygılanmamak demektir. İsa ile birlikte kalmak; O’nunla ilgilenmek, Sözlerini yaşamak, Baba’nın isteğini gerçekleştirmek – bu da alay edilmek, dışlanmak, zulüm edilmek bile gerektirirse – demektir.

Öğrenciler, İsa ile birlikte kalarak, bu dünyada emin ve güvenli bir durumu kazandırabileceklerini düşünüyorlardı. Bundan daha yanlış bir şey yoktur! Bunu düşünmek, şeytanın aldatmalarına dayanamamak demektir. Kendi kurtuluşumuz, Allah’a teslim edilmelidir, tıpkı peygamberin söylediği gibi: “Rab benim yardımcımdır. Bu nedenle hakaretler bana dokunmaz”. Bizler, İsa ile birlikte kalmaya kararlı bir isteğe sahip olacak mıyız? Bu, Aziz Yakup’un söylediği gibi, imanı yaşayabilmek için ve imana ürün verme fırsatını vermek için şarttır. İmanın ürünü, somut bir sevgidir. Bu sevgi, kendilerini merak etmeyenlerin hayatlarında gelişir. O halde İsa kimdir? İsa, sonuna kadar, tükenmesine kadar, sevendir. O’nunla tek başıma olacaksam da, O’nunla birlikte kalmak istiyorum.

 

OLAĞAN DEVRE 25. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Bilgelik 2,12.17-20* Mezmur 53* 2.Okuma Yakub 3,16-4,3 İncil* Mk 9,30-37

 

“Gökten inen bilgelik” var; onu doğrulayabiliriz ve de meyvelerini görebiliriz. Aynı zamanda da bazı davranışlar, ya da bazı “ruhlar” da var ki kesinlikle Allah’tan gelmezler. Dikkatli olmazsak eğer, sanki bir sallanacaktaymışız gibi oluruz: Bazen Allah’ın etkisi altındayız, bazen de maalesef üzerimizde şeytan egemen olur. Bugün Aziz Yakub, çekişmeler, bölünmeler, hırslar, açgözlülükler, zorbalıklar ortaya çıktığı zaman, bazen ilişkilerimizde ne kadar da çok kötülüğün var olabildiğini anlamamıza yardımcı oluyor. Bu davranışlar, “gökten inen bilgelik”’ten yoksun olmamızın açık bir işarettir. Bu bilgelik varsa, kendisinden verilen uysallıktan, huzurdan, merhametten onu tanıyabiliriz. Allah, daima sevginin ve barışın Allah’ıdır. Her kim çatışmalara ve bölünmelere sebep oluyorsa eğer, Allah ile birlikte yaşamıyor, aksine şeytanın kuludur. Böyle yaşayan biri, kendisinin Hıristiyan olmasını hayal edip duasının gerçek dua olduğunu düşünebilir bile. Fakat Baba, yalan olan bu duayı kabul edemez. Allah’tan bir şeyi her dilediğimizde; dilenmesi gereken ilk şey aslında, Allah’ın armağanlarını ve düşüncelerini tanıma yeteneğimizdir. Ve de O’na karşı olanları da tanıma yeteneğimizdir. Bu tür tanıma, ayırt etme yeteneğidir. Bu yeteneğin sayesinde bizler, çevremizde dolaşan pek çok tekliflerin ve hataların aralarında da, güven ve huzur içinde korunup kendimize iyi yön verebileceğiz. Ben bir tecrübemi söylüyorum: Her hafta beden ve ruh için her refahı vaat eden bir kitap veya bir propaganda ya da bir kişi hakkında benden bir görüş veya bir öğüt sorulmaktadır. Ben de şöyle cevap veriyorum: Kendi kendine, bu şeylerin Baba’dan gelen bilgelikten yoksun olduklarını fark edemiyor musun? Gerçekten de bütün bu projelerde ve vaatlerde, İsa’nın haçından ve öğretişlerinden söz edilmemektedir. Bunların tümü, sadece senin sempatini ve güvenini çekmek, senden paranı almak, seni daha çok aldatmak için icat edilen şeylerdir. “Gökten inen bilgelik”; kendin için yapılan, seni yetiştiren, seni birçokları için yararlı kılan, sana hayat ve sevinç veren tek bilgeliktir.

“Gökten inen bilgelik”! Gökten, bugünkü İsa’nın öğretişi de gelmektedir. O sana, hoşa gidenin tümünü; güzel ve kolay ne varsa; Allah’ın emirleri olmadan da her şeyi; vaat etmemektedir. O, Kendisinin, haçı taşıyarak, Golgota’ya giden yolunu kat etmekte olduğunu sana açıklayacaktır. Doluluk, ebedi hayat ve sevinç sonra gelecek: Kesin dirileceği zamanında, gelecektir. Sen de mi doluluk, ebedi hayat, sonsuz sevinci istiyorsun? Aynı yolu kat et, İsa ile birlikte bu yolu kat et! “Birinci olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu olsun ve hepinizin hizmetinde bulunsun”: Bu sözler, refahı ve sağlığı vaat eden söylediğimiz propagandalarda ve iyileştirici odalarında yer bulmamaktadırlar. Ama bu şeyler ve bu kişiler, seni çekecekler, sonra da seni düşmanın yetkisinde bırakacaklardır. Düşman da hemen seni aileni bölmeye itecektir. Bunun senin mutluluğun olduğunu sana inandıracaktır. Bu şekilde ise sen, çevrene acıyı ve karışıklığı yayan olacaksın. Hayatının tümü sarsan bir kasırgada bulunacaktır.

İsa, hiçbir zaman hiç kimseyi aldatmadı ne de boş umuda düştürmedi. O’nun yolu güvendir, emindir, güvenilirdir ve de bolca bereketlidir. İsa ile birlikte kalarak, gizlide kalacaksın, gazetelerde görünmeyeceksin. İsa ile birlikte kalarak, gizli ve küçük kalıyorsun. Fakat kibirlilerin ve kendini beğenmiş kişilerin gözlerinde ne kadar küçük olursan Allah Baba’nın ve seninle Rab’bin sevgisini paylaşan kişilerin gözlerinde o kadar, çok, büyük olacaksın.

Havariler, bizlerden daha iyi değillerdi. Fakat Rab’bin öğretişine itaat etmeye başladıkları zamandan itibaren çok iyi olmaya başladılar. Bu öğretişi, Rab onlara göz alıcı bir şekilde verdi: Bir öğretmen gibi oturarak, dikkatlerini dileyerek, şöyle konuştu: “Birinci olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu olsun ve hepinizin hizmetinde bulunsun”. Havariler, büyük olmak istemekte ve bulunmakta idiler: Gerçekten de büyük olmak için yol budur! Ve de – İsa şunu hemen sonra anlatacaktır – “hepinizin hizmetinde bulunmak”, çocukların önünde eğilmek demektir. Bunu, ne çocukların buna hakları olduğu için, ne de onlara hissettikleri acıma ve şefkat duyguları için yapacaklardır. Bunu, “O’nun adına” yapacaklardır yani karşılık istemeden, iman amacıyla, kendilerini sunacaklardır.

Gerçek hikmeti tanıyabilmemiz için, ayırt etme yeteneğine çok ihtiyacımız var! Dünya, dürüst insanı denemek istiyor ve de bunu, şiddetlerle, iftiralarla, kötülüklerle yapacaktır. Dünya, İsa’ya ve asırlar boyunca öğrencilerine de bu şekilde davrandı. Ve dünya şimdi de yeryüzünün her yerinde aynı şekilde davranmaktadır. Bundan dolayı Kilise acı çekmektedir. Fakat tam da bu durum, Kilise’ye, güçlü ve açık bir şekilde, İsa’ya tanıklık etmeye fırsat oluyor. Bilgelik Kitabı bizi boş yere umutlandırmamaktadır, oysa bize yakın olan acılar ve zulüm anlarına güvenle bakmamıza yardımcıdır. Biz, hikmet, uysallık, merhamet her armağanı için Allah’ımızı ve Baba’mızı övüp şükrederek dua etmeye devam edeceğiz. Böylece içimizde gerçek hayat gelişecektir ve biz birçokları için bir yardımcı ve bir destek olacağız.

 

OLAĞAN DEVRE 26. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Sayılar 11,25-29* Mezmur 18* 2.Okuma Yakup 5,1-6 İncil* Mk 9,38-43.45.47-48

 

“Sen niçin kıskanıyorsun? Keşke Rab tüm halkın üzerine Ruh’unu indirseydi de, tüm halk peygamber olsaydı!”. Musa, Allah hakkında iyi konuşan iki adamı kötü yargılayan gence bu şekilde cevap vermektedir. Bu genç, o iki adamın itaatsiz olduğunu düşünüyordu. Oysa , Allah onlara da Ruh’unu vermişti. Musa, , Allah’ın seçimleri konusunda dikkatlidir. Eğer bu iki adamın ağzında , Allah’ın sözleri varsa, onlar susturulmamalıdır! İsa da aynı durumda bulunmakta idi. Yakup’un kardeşi Yuhanna, tanınmamış bir kişinin, şeytanı yenmek için, Rab’bin adıyla yalvarmasından dolayı kaygı duyuyordu. Keşke herkes bunu yapsaydı! Bir insan İsa’nın adını değerlendirip ona yalvarırsa, er ya da geç, İsa’yı bulup O’nu tanımak için gayret gösterecek, O’nu izleyecektir. Bu kişi, şu anda öğrenci gruplarına ait değilse de; o, Kilise’ye henüz katılmamış olup Rab hakkında hiçbir şey bilmezse de, O’nun Adı’ndan gelen gücü, barışı ve sevinci tanıyarak, O’nun şahsına çekilip kurtulacak ve de kurtuluş aracı olacaktır. Bu kişi, şimdiden, Baba’ya sevinci ve şanı verecek o yolda bulunmaktadır!

Bu konuşmalar, İsa için, başka bir öğretiyi ortaya koyma fırsatı vermektedir. “Mesih’e bağlı olduğunuz için, her kim benim adımla sizlere bir bardak su verirse...” o, , Allah’ın gözünde değerli olacaktır. Bir çok imanlı kardeşimiz, tam imanlı kişiler olarak tanındıkları için, imansız insanlar tarafından yardım görmektedirler! Misyoner kardeşlerimizin, Pagan ya da Müslüman ortamlarda yaşadıkları bir takım duygulandırıcı olayları duymaktayız. Bizzat kendime, İslam topraklarındaki yolculuklarım esnasında, erkekler ve kadınlar tarafından, nazik ve karşılık beklemeden yapılan pek çok sevgi eylemi verilmiştir: Bu insanlar, rahiplik görevim dolayısıyla, - hatta bazen zorla - bana yardımcı olmaktan dolayı çok mutlu idiler. Ve ben her defasında şunu düşünüyorum: Bu kişinin karşılığı ne olacaktır? Eğer o, Baba’dan benimkinden daha büyük bir karşılık alsa, ne kadar güzel olur! Gerçekte bu kişiler İsa’yı tanımıyor olsalar da buna rağmen, somut bir cömertlikle O’nu sevmektedirler!

Bir de imanı az olan imanlılar var ki, onların kuşkuları ile ikiyüzlülükleri ya da boş ve egoist, Tanrısız davranışları ile, “bana iman eden şu küçüklerden birinin” yönünü şaşırtırlar ya da onu kötülüğe iterler. İman edenlerden her biri, - imanı henüz hafif ve erişmemiş olsa bile - Allah’ın yüreğini mutlu kılar: O, Hıristiyan yaşantısında iyi gelişmiş ve eğitilmiş olan kadar, hatta bundan daha çok, saygıya ve öneme layıktır. Gerçekten de, Hıristiyan hayatında olgun olan, artık sabrı, alçakgönüllülüğü, merhameti, diğerlerine hizmet etmeyi, Alllah’ın gözlerinin önünde yaşamayı çok iyi bilir: Buların hepsinde uzmandır. Fakat eğer bu gelişmiş imanlılardan biri, büyüklenip din bilgisiyle kibirli davranırsa, bu kişi “bana iman eden şu küçüklerden biri” için engel teşkil etmektedir. Bunlar için İsa sert sözler kullanmaktadır: “Eğer elin... eğer ayağın... eğer gözün... seni günah işlemeye sürüklerse...”. İsa’nın bu uyarılarını çeşitli şekillerde yorumlayabiliriz. Bedenimizin uzuvları bile, yani bizzat kendimiz, bizim ya da küçüklerin imanları için engel olabiliriz. Nasıl yorumlarsak yorumlayalım, her takdirde, tek bir şartımız var: Eğer kurtuluşu istiyorsak, bizim ya da diğerlerinin Kurtarıcı İsa ile olan birliğine engel olan her şeyi yok etmeliyiz!

Kesinlikle İsa bizi, kendimizi sakat etmeye davet etmiyor. Eller, ayaklar, gözler, sadece kolayca anlayabilmemize yardımcı olabilen imajlardır. El, uzmanlığımıza ve yeteneklerimize bağalı olan işlerimizi temsil ediyor. Ayak, gitmelerimizi, yolculuklarımızı, karşılaşmalarımızı hatırlatıyor. Göz, bakışlarımızla aradığımıza; içimize imaj olarak giren her şeyi ima ediyor. Bazı işlerimiz var ki, kendilerine aşırı bağlılığımızdan dolayı, imanımızı yaşamamıza ve göstermemize engel oluyorlar. Acaba, bu işlerimiz, kazançlı ve memnuniyet verici olsalar bile, bizim için – pek çok başka kişi için ve ailemizin bazı üyeleri için de –, Allah’a itaat içerisinde yaşabilmemize engel oluyorlar mı? İsa’ya tanıklığımızı engelleyen ya da hayatımızı boş ve zararlı, imanımıza karşı bazı inançlarla dolduran ortamlar var mı? İster doğrudan ister dolaylı olsun, düşmandan gelen eğlenceleri ve okumaları, sesleri ve şarkıları aramakta mıyız? Hıristiyan, bu tür işlerden, ortamlardan, inançlardan, okumalardan, tek başına ya da başka insanlarla birlikte yaşanan eğlencelerden gelen çekimlere kapılarak İsa’dan uzaklaşabiliyor, Kutsal Ruh’tan mahrum kalıyor ve Baba’nın yüreğini üzüyor. Aynı zamanda bu Hıristiyan ailesinin imanlı üyeleri için de, bütün Kilise için de, acıların kaynağı oluyor. Mutlaka bunun bütününden kendini mahrum etmek; yoksul ve yalnız olmak, İsa’nın sadık öğrencileri için hazırladığı yerden kendini dışlamaktan daha iyidir! Aziz Yakup’tan da, yeryüzünün hazinelerini Göksel Hazineye tercih edenleri uyaran sözleri dinledik! Bu, Allah’ın kesin bir Söz’üdür; bu, bizim için söylenmiş bir peygamberliktir ve bizim tarafımızdan, herkese, İsa’yı incitmekten korkmadan, söylenmesi gereken bir peygamberliktir. “Keşke tüm halk peygamber olsaydı!”

 

OLAĞAN DEVRE 27. PAZAR GÜNÜ – B

 

 

1.Okuma * Yaratılış 2,18-24* Mezmur 127* 2.Okuma İbranilere 2,9-11 İncil* Mk 10,2-16

 

Ferisilerin kötü niyeti, ailenin kırılacak durumundan faydalanarak, İsa’ya bir tuzak kurmaktadır. Ferisiler, İsa’yı zorluklara düştürmek için, eşlerin, bazen ortaya çıkan kriz anlarına dikkat çekmektedirler. Bu anlar, eşlerin, Allah’ın bilgeliğini değil, kendilerini dinledikleri zaman ortaya çıkar. Ferisilerin soruları, yaygın görüşünün bir yankılamasıdır: Erkeğin isteği, sınırlandırılamaz. Eğer erkek karısını boşamak isterse, bunu yapmaya serbest olmalıdır. O Ferisiler, eşlerin hayatlarının anlamı ve kutsallığı hakkında soru sormamaktadırlar. Onlar, kadının ve evlatlarının üzerine düşen sonuçları göz önünde tutmamaktadırlar. Ferisilerin düşünceleri, bugünkü ortamlarımızda yaygın olan düşüncenin aynısıdır. Tek farklılık belki de şudur: Bugün bu egoizm eyleminin hakkı, kadına da – madem ki artık erkek ve kadın, eşlerin hayatlarını yaşamadan önce, evlenmemektedirler, karına değil, kadına diyoruz! - verilmektedir. Sanki bütün insani egoizmler, onaylanıp, Allah’ın takdisi ile takdis edilmeli imişler! İsa buna uymamaktadır. O, cevap verdiğinde, dikkati evlenmenin başlangıçtaki anlamına çekiyor. Ne için , Allah evlenmeyi istedi? Bu konuda Baba’mız olan, Allah nasıl davrandı? İsa, , Allah’ın niyetlerini görebilmek için yaratılış sayfasını tekrar okumak istiyor. Gerçekten, eğer insan hayatın yarışını kazanmak isterse, başlangıçtan beri, yani yaratıldığından beri, kendisini saran ilahi sevginin içerisinde kalmalıdır. Bizler de bu sayfayı tekrar okuyalım!

Allah, insanın tek başına olmasını istemiyor. Bu, sadece yalnızlık çekmemesi için değil; aslında insan, tek başına olduğunda, yaşadığı gerçeği tamamen tanıyamaz. Ve de tek başına olduğunda, insan yüreğin tanıyabileceği tüm sevinci tadamaz. İnsanın, kendisine karşılık verebilen bir yardımcıya ihtiyacı var. Bu yardımcı ile birlik içerisinde yaşabilmeli. Yani bu yardımcı, düşüncelerini ve projelerini onaylayacak; gerekirse de onları düzeltip tamamlayacaktır. İnsanın, kendisine, doğru yerinde ve cesaretle, ‘evet’ veya ‘hayır’ deyebilen birine ihtiyacı var. Bunun içindir ki insanın yardımcısının, Allah’ın isteğini ayırt etme yetkisi olmalıdır. Ve de bu yardımcı, o kadar serbest ve olgun olmalıdır ki, kendi ayırt etme becerisi etkilenmemektedir. “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” diyen Allah, bunu bizden daha iyi biliyor. Bunun için Allah, erkeğin aynı doğalı olan “kadını” yarattı ve onu erkeğe, beklenmemiş bir armağan olarak, sundu. Erkek, kadını Allah’ın armağanı olarak; hayatını değiştiren bir sürpriz olarak, tanımalıdır. Şimdiden sonra insan artık yalnız değildir; şimdiden sonra o artık, “ben biliyorum” ya da “ben istiyorum” diyemeyecektir. Şimdiden sonra erkek, kendi beğenilerine ya da zevklerine göre değil de, özellikle Allah’ın yanına koyduğu kadının beğenilerine göre seçecektir. Sadece bu şekilde insan, Allah’ın projesini gerçekleştirebilecektir. Hatta o, “annesini ve babasını bırakacak, karısına bağlanacaktır”. Yani, artık onun için hiçbir kişi - şimdiye kadar sevgi ve dostluk bağlarıyla birleşmiş insanlar dahi - eşinden daha önemli olmayacaktır. “Ve ikisi tek bir beden olacaktır”. Bu sözlerle İsa, kendisine soru soranları susturuyor. Allah’ın eserlerini – bunlardan en büyük olan insanın hayatını dahil – düşündüğümüzde, O’na, yani O’nun niyetlerine, O’nun projesine, bakmamız lazım. Bunun dışında insan sadece kuşkuyu, acıyı ve ölümü bulacaktır. O halde “karısını boşayıp başkasıyla evlenen” Allah’ın yüreğinden uzaklaşmakta ve sevinci bulmayacaktır.

Bu, neyi gerektiriyor? Erkek - dişi bir genç, gelecek hayatını ve Allah’ın kendisine armağan edeceğini düşünmeye başlayınca, aradığı kişi gerçekten Baba’nın armağanı olduğundan emin olmalıdır. Aradığı kişi hakkında, “kemiklerinden çıkmış bir kemik” diye söyleyebilmesi gerekiyor. Bu, uzun bir zamanı, ve de, bu zamanın içerisinde, çok dinlemeyi gerektiriyor. Ve de sadece yüreğini bir dinlemesi yeterli değil; kendisini sevenlerin yüreklerini de dinlemelidir. Özellikle de aradığı kişinin Allah’ın korkusuna’ sahip olduğunu doğrulaması gerekiyor. Bu, tüm hayatı paylaşmak istediği kişiyi tanıyabilmek için, en üstün ispattır. Hep birlikte yaşamak, çalışmak, acı çekmek için; sadakat ve cömert bir sevgi ile birbirlerini sevmek için; evlatlarının hayatlarını ve eğitimlerini hazırlamak için, Baba Allah’ın yüreğine uyum içinde olmak isteğine sahip olmak gereklidir. Baba’yı tanımayı istemeyene, İsa’yı dinlemeyene, her gün Kutsal Ruh’u aramayana, kim güvenebilir? Ve de bu tür insana ne zamana kadar güvenilebilir? “Karısını boşaması caiz midir?” ve “Kocasından uzaklaşmak caiz midir?”: Bu sorular, imanın ve Allah’ın sevgisinin olmadığı zaman doğar. Hıristiyan’a layık olan tek cevap şudur: “Rab’be dönmek caizdir”. Kocayı karısından ayırtmak, Allah’ın istemi değil de, günahtır. Gerçekten eşlerinin birisinin ya da ötekinin, veya ikisinin de günahı, onları ayırtmayı becerendir. Fakat hiçbir takdirde – ancak ve ancak son derece özel olan bazı durumlar hariç – yeni bir evlenmeye izin verilemez: Bu evlenme, Rab tarafından takdis edilemezdi! “Boşanma caizdir” demek, “boşanmaya mecbur edilmek kadar günah işlemek caizdir” demektir. İmanın her sevginin temeli kalabilmesi için, tüm gayretimizi gösterelim! İmana dayanarak, eşlerin sevgileri de sebatlı olacaktır, bu acı çekmek gerektirse de. İsa da, bizi sevmek için, acı çekti. Bunu ikinci okumada okuduk: Acılar, İsa’nın sevgisini mükemmel kıldı!

 

OLAĞAN DEVRE 28. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Bilgelik 7,7-11* Mezmur 89* 2.Okuma İbraniler 4,12-13 İncil* Mk 10,17-30

 

Zenginlik ve zenginlikler: Bu, bugünkü okumaların konusudur. Gerçek bir zenginlik var ki, insanı Allah’a ve insanlara beğenilir kılar. Başka zenginlikler de var ki, insanı sade olmaktan ve herkesle birlik içinde olmaktan gelen sevincinden yoksun kılar. Gerçekten de bu zenginlikler, endişeleri yaratıyor, insanı yalnız bırakıyor; bu tür zenginlikler, onlara sahip olanların – daha iyisi, onların sahip olduklarının – yüreklerine üzüntü vericidir. Pahası olmayan ve değeri ölçülemeyen zenginlik yani gerçek zenginlik, bilgeliktir. Altın, bilgelikle karşılaştırıldığında kum gibidir, ne sağlık ne de güzellik onunla tutulamaz. Peki, öyleyse bilgelik nereden gelir? Ona nasıl sahip olabiliriz? Cevabı kolaydır: O, sadece Yukarıdan gelebilir ve sadece dua aracılığıyla ona sahip olabiliriz. Süleyman da dua aracılığıyla ona sahip oldu. O, ne zenginliği ne de yetkiyi, sadece bilgeliği istedi. Süleyman’ın duası Allah’ın o kadar çok hoşuna gitti ki, ona bilgeliğin ötesinde bütün başka şeyleri de verdi. Bunun için şöyle denir: “Onunla tüm iyilikler bana geldi. Onun elinde sonsuz zenginlikler vardır”.

Genellikle insanın istediği zenginlik, maddi zenginliktir ve bu tür zenginlikler gerçekten bilgeliğe düşmandır. Çünkü maddi zenginliği seven ve arayan kişi, çıkar ve kazanç yasalarını izler, bununla birlikte başkalarını kardeş olarak ve kendisini Allah’ın evladı olarak tanımak için onda yetenek kalmaz. Bu zenginliği seven; zenginliğini, ihtiyaçları olanlara bağışlamak için değil, onu muhafaza etmek için elinde tutar. Bu tür zenginleşme isteğini izleyen, sevginin ve barışın Allah’ının, herkesin Allah’ının, eylemleri için yöntem olan bilgeliği bırakmaya mecbur kalır.

Bugün İncil’de okuduğumuz genç adam, bu güç sorunla karşı karşıya kaldı. O, yolda İsa’yı karşılamaya gidip O’na dinlediğimiz soruyu sordu: “İyi Öğretmenim, ebedi hayata kavuşmak için ne yapmalıyım?” O, gerçek bilgeliğin meyvesini istemekteydi, fakat bu meyvenin fiyatını ödemeye hazır mıydı? Eğer İsa ona, sadakalarını, oruçlarını, dualarını ikiye katlamasını isteseydi, o adam kesinlikle itaat ederdi ve yaşamının sonuna kadar emin ve güvenli görünen zenginliğini de elinde tutabilirdi. Eğer İsa ona bu şekilde konuşmuş olsaydı, onu aldatmış olurdu. Kendi iyi eylemlerini arttıranın hayatı, hala aynı kalmaktadır: Değişmez, yenilenmez. Ve insan, hala üzüntülerinin, şüphelerinin, susuzluklarının ve karışıklıklarının içerisinde kalırdı.

İsa o genç adamı kandırmıyor. Ona, hayata sahip olmak için kat etmesi gereken ilk adımı gösteriyor: Bu, her tür kötülüğünden vazgeçmek, yani Allah’ın tüm halka önerdiği on emre uymaktır! Bu, sadece ilk adımdır, sadece sonsuz hayatının fidanı için toprağı hazırlamaktır. Bu adımı atmayan, sonraki adımı atmayı ne becerecekti ne de buna layık olacaktı.

İsa’nın önünde diz çöken o adam, iyi bir adamdı; emirlere uyandır, tıpkı bu sayfayı okuyanların çoğunun, belki de tümünün olduğu gibi. Fakat sadece emirlere uyan, kendisini hala doymamış ve hala bir şeye ihtiyacı olan biriymiş gibi hisseder; hala anlatılmaz bir susuzluğu çeker. İsa, bunun gizemini açıklıyor: Sen gerçekten yeni bir hayatı, değişik ve dolu bir hayatı, “ebedi” yani Allah’a layık bir hayatı, yaşamak istiyor musun? Şimdiden on emre uyan sen, görünüşte zor olan bu adımı da atmaya hazırsın, kabiliyetlisin. Bu adımı atar atmaz, hemen yeni bir hayata kavuştuğunu fark edeceksin, yeni bir doğmayı tecrübe edeceksin, kendini sanki yeni bir dünyadaymışsın gibi hissedeceksin. İşte, bunun için atılması gereken adım, şudur: Sen dünyevi zenginlikleri Baba’nın sevgisine bırak. O, onları nasıl kullanabileceğini bilir! Sonra da Baba’dan dünyaya Armağan Edilenden, hayatı kabul et! Baba O’nu dünyaya tam yeni anlamı ve değeri vermek üzere, ona armağan etti! “Gel ve ardımdan gel!” İsteklerinin yerine, İsa’nın Adını koy! O, hayattır; O, bilgeliktir; O, seni değerli hazineyi kapsan bir mücevher kutusu kılan zenginliktir. “Gel ve ardımdan yürü!” Sanki İsa sana şöyle diyormuş: “Başkalarının yaptıklarına bakma, benim yaptığımı incele! Beni inceleme; bütün düşüncelerinin, bütün isteklerinin üstüne beni koy! Sen bu dünya için değerli olmak ister misin? Öyleyse bu dünyadan çık ve yukarından bilgelikle doldurulacaksın! Bu şekilde herkes için, seninle alay edenler ve seni dışlayanlar için de, Allah’ın bir armağanı olacaksın. “Gel ve ardımdan gel!”. Bundan pişman olmayacaksın, aksine, hiçbir zaman elde edemediğin şeylere sahip olacaksın: Çevrende erkek kardeşleri ve kız kardeşleri göreceksin, ufak ve basit şeylerden mutlu olacaksın, bunlara da gerçekten sahip olacaksın. Çünkü bunları senin ya da başkasının egoizmlerini tatmin etmek için değil, Allah’ın Hükümdarlığı için kullanacaksın. Kendini, önceki, yani bu dünyadaki zenginliklerin senin hazinen olduğu zamanlardan ve onların seni gerginlik içinde ve yalnız kıldıkları zamanlardan, yüz kat daha zenginmişsin gibi hissedeceksin”.

Eğer yüreğimiz herhangi bir zenginliği, kralların zenginliği de olsa, sıkıca tutuyorsa, Allah’ın Hükümdarlığında olmamız çok zor, hatta imkansız olacaktır diye ekliyor İsa. O, öğrencilerini kandırmak istemiyor. Onlara, O’nu izlemelerinin zulümlerle eşlik edileceğini söylüyor, fakat buna rağmen, bu dünyada sevinçleri gerçek ve dolu olacaktır ve de onlar, bu dünyada, “öbür dünya” için kesin bir ümide sahip olacaklar. Bütün bunlarının gerçekliğini, kardeşlerimizin birçoğunun tecrübesi ispat ediyor. Bu kardeşlerimizin bazılarını bizler Azizler olarak sevip onlara saygı gösteriyoruz ve onları hayatımız için örnek sayıyoruz.

 

OLAĞAN DEVRE 29. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yeşaya 53,2.3.10-22* Mezmur 32* 2.Okuma İbraniler 4,14-16 İncil* Mk 10,35-45

 

İsa’nın öğrencileri, kaygılıdırlar: Onlar, bu dünyada nasıl kariyer yapabileceklerini; nasıl saygınlık kazanabileceklerini ve zenginlikleri nasıl elde edebileceklerini düşünmektedirler. Onlar da bize benzer, hatta tıpkı bizim gibidirler. Onlardan ikisi, Yuhanna ve Yakup kardeşler, bu konu hakkında İsa’ya – sadece görünüşte bir samimiyetle - soru sormak için, birbirleriyle anlaşmaktadırlar. Bu soru aslında bizim için yararlıdır, çünkü Rab’bin verdiği cevap, şimdi ve gelecekteki seçimlerimiz için bize birer ışıktır.

Nitekim dualarımız ve başkalarının bizden istemiş olduğu dualar da, sıklıkla, Allah’a iki kardeşteki aynı sorunu sunmaktadır. Yani çoğunlukla dualarımızla, Allah’tan toplulukta ya da iş yerinde daha iyi bir durumu dilemekteyiz. Fakat bu duaların hepsi, Allah’ın hoşuna giden dualar mıdır? Allah, evlatlarından bu tür dileklerini mi bekliyor? İsa’nın nasıl tepki gösterdiğine bir bakalım! O ilk önce şöyle diyor: “Siz ne dilediğinizi bilmiyorsunuz”. Doğrudur: Duayı bir dileme gibi düşündüğümüz zaman, dua konusunda cahiliz demektir! Bizler yarın ne olacak bilmemekteyiz, bunun için yararsız, hatta zararlı olanı dilemek tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bizler, yarını da bilen Baba’nın seven öngörüsüne kendimizi teslim ederek yaşamamız gerekir! Dua etmek daima, binlerce şekilde, Meryem’in ‘evetini’ tekrarlayarak, kendimizi sunmamız şeklinde olması gerekir! Mesih İsa’nın yanında olmak konusuna gelince, iki öğrencinin gerçekten çok cahil olduğunu söylemeliyiz. Onlar, İsa’nın şanının yerinin Golgota, Golgota’da da haçın üzerinde olmasını bilmemekte, bunun tam tersini düşünmektedirler!

İsa onları aldatmak istemiyor. O, “Benim içeceğim kase var” ve de “Benim olacağım vaftiz var” diyor.

“İçeceğim kase” ifadesi, çok büyük bir acıyı ima eder. “Vaftiz edilmek” ise bir daldırmayı, yani ölüm aracılığıyla gerçekleşen büyük bir değişmeyi ima eder. İki kardeşin anlayıp anlamadığını kim bilir! Diğer on öğrenci kesinlikle anlamadılar: Onlarda da iki kardeşteki büyüklenme, insanlar tarafından verilen şöhret de beklentisi vardı. Bunun için diğer on öğrenci, iki kardeşe karşı öfkelendi. Bunu gören İsa, daha da açık konuşmaya mecbur oldu. O, büyüklerin herkesin üstünde olma isteklerinin, ağır bir günah olduğunu söylüyor. O büyükler, halkları ezip fakirlerine acı çektirirler. Sen bu büyüklerden birisi mi olmak istiyorsun? Ya da küçükler ve fakirler için bir takdis olmak mı istiyorsun? Tüm insanlar için takdis olarak gönderilen İsa’nın Kendisi, hizmetkar oluyor ve sadece eylemlerini ve zamanını değil, bizzat hayatını bile feda ediyor. Bu şekilde İsa, Kendisiyle ilişkili olan peygamberliği gerçekleştirmiş olup Allah’ın kulu unvanı – Yeşaya’nın bahsettiği o unvanı - kazanmak isteyen herkese yol açıyor. İsa’yı, O’nun öğrencisi olmak ve O’nun tarafından tanınmak için izlemek isteyen herkes, İsa’nın izlerinin üstünde yürüyecektir. “Aranızda birinci olmak isteyen, herkesin uşağı olsun”. Bu, kase ve vaftizdir; bu, Hıristiyan yürüyüşü için temeldir.

Her zaman olduğu gibi, bugün de, - farklı bir şekilde, yani daha gizli bir şekilde olsa da - İsa’nın “kasesinden” içmekten alı koyan bir çok cazibe ve denenmeler var. Şu tür bir düşünce yayılmaktadır: Biz bu dünyada acı çekmek için var olmuş değiliz; biz, iyi olmak için, zevk almak için, her türlü haz ve isteklerimizi tatmin etmek için bu dünyadayız. Hayat hakkındaki bu düşünce şeklini, artık her yerde yaygın olarak, doğu felsefeleri tarafından da onaylanıp desteklendiğini görmekteyiz. Bunlar, çekici sözleri ve akıl yürütmelerini kullanmaktadırlar: Enerjiler, olumluluklar, iç barış, tüm istekleri tatmin etmek... Çünkü biz tanrının parçalarıyız ve bunun için isteklerimizin de hepsi iyidirler... Bu amaçlara ulaşmak için, yoga jimnastiği yapmak, özel maddeleri - doğal, yağlı maddeler gibi - kullanmak önerilmektedir... “Hiçbir kötülük yoktur, tersine...!” diye söylenir. Doğrudur, hiçbir kötülük yok, fakat bu yolda yürüyerek, yakın zamanda, insanı imandan yoksun bırakmaya; Baba Allah olmadan kendi hayatına hakim olabildiğini sanmaya; Oğulun kurtuluşuna kendisinin ihtiyacının olmadığını düşünmeye varacaktır. Bu şekilde insan, Kutsal Ruh’tan tamamen mahrum olacaktır. İşte, kötülük budur: O inançların önerdiği tecrübeleri, senden kutsallığı çıkarıyorlar. Daha ötesi... bu güzel inançlarının öğretmenleri sana, kardeşlik ve komşu sevgisi hakkında; kendisini inkar etmek hakkında; başkalarıyla olan ilişkilerimizde Allah’ın sevgisini somutlaştırmak için gereken gayret hakkında asla konuşmayacaktır. Bu şekilde sen, gittikçe, kendi içinde, kendini daima daha çok yalnız hissedeceksin. Nitekim eğer sende Kutsal Ruh yaşamazsa, O’nun mevcudiyetinin meyveleri olan birliğin ruhundan, teselliden ve sevinçten yoksun kalacaksın. Kendi kendimize, kötülük olup olmadığı sorusunu sormayalım, çünkü bu hiçbir şeye yaramaz, hatta bu aldatılmamıza sebep olur. Bunun yerine kendimize şu soruyu soralım: Bu, Allah’ın isteği midir? Bu, Kutsal Ruh’tan mı geliyor? Beni İsa’ya benzer mi kılar? Bizler, sadece İsa ile karşılaştırmak istiyoruz. Çünkü O, Gerçek ve Hayat’tır; O, Baba’ya götüren, yani kendimizi tamamen gerçekleştiren o projeyi uygulamaya götüren Yol’dur.

 

OLAĞAN DEVRE 30. PAZAR GÜNÜ - B

 

1.Okuma * Yeremya 31,7-9* Mezmur 125* 2.Okuma İbraniler 5,1-6 İncil* Mk 10,46-52

 

Niçin Allah, insanların yoksulluklarına ve zayıflıklarına o kadar dikkatlidir? Bugün de O’nun bakışlarının “körler, topallar, hamile ve yeni doğum yapmış olan kadınlar”ın üzerinde - yani yalnızlıktan, güçsüzlükten, dışlanmışlıktan, geçicilikten dolayı en yüksek derecede acı çekenlerin üzerinde - konulmuş olduklarını görmekteyiz.

Niçin Allah, insanların yoksulluklarına o kadar dikkatlidir? Eski Antlaşmanın Kitaplarını okurken, sonra da İsa’nın kendi memleketindeki yürüyüşünü izlerken, sıklıkla şu soruyu kendi kendimize sormalıyız. Şöyle diyebiliriz: Allah’ın yoksullar için bir yüreği var, daha iyisi Allah, yoksullar için bir yürektir. Allah için insan önemlidir; Allah, acı çeken insanla birlikte acı çeker. O, insanları ölmek için yaratmadı, onları, var olmak için yarattı. Fakat O, O’nun baktığı her tarafta, sadece ölüme doğru yürüyen insanları görür. Bütün insanlar acı çekmektedir; kendi günahlarından ya da ötekilerin günahlarından dolayı acı çekmektedirler. Bazıları hastalıklarından dolayı, bazıları ise anlaşmazlıklarından dolayı; bazıları yoksulluktan dolayı, pek fazla sayıda insanlar ise sadece kendi kendini düşünenlerin haksızlıklarından dolayı acı çekmektedirler. Sadece kendine bakanlar da acı çekmektedirler, çünkü onlar ancak ve ancak sevgiden gelen o doluluktan ve o sevinçten yoksunlar. Peygamber Yeremya, tam bunun için, yani tam Allah’ın acı çekenlere karşı dikkatli olduğu için ve onların tesellicisi olduğu için halkı, sevinçli ilahiler okumaya davet ediyor: “Ben İsrail için bir babayım” ve “Gözyaşları içinde gitmişler, onları avunmuş olarak geri getireceğim”. Allah’ın sesi, kötü sonuçlar doğuran, itaatsizliklerinden pişman olan halka böylece konuşmaktadır. Ceza, daimi değil; ceza sadece, iyileşmek için, yeni ve kutsal bir hayat için ilaçtır!

Allah’ın acıması, günaha iten cahillikten ve yanlıştan gelen insanların acılarının süreceklerine kadar, sürer. Allah’ın acıması, Oğulda dolu ve tam olmaktadır. Oğul bize “sonsuza dek” olan baş kahinin onuruyla gelmektedir. O, geçici ve değeri az olan adakları sunan bir kahin değil; O, kendisini sunan baş kahindir. Bu şekilde Oğul, Allah’ın acımasının sonsuza dek bizim üzerimizde olacağını elde ediyor.

İşte İsa Eriha’dan ayrılmaktadır. İnsanın büyük bir kalabalığı O’nu sarıyor, ama O, kalabalığına kendini dalgınlaştırmaya izin vermemektedir. İsa, Allah’ın merhametine hizmet etmektedir, bunun için herkesi görmek için gözlerini iyice açık tutuyor. O ilk önce gözlerini kapalı halde tutan, bunun için O’nun bakışıyla karşılaşamayan insanı görmektedir. Fakat bu insanın İsa adını işitebilen kulakları vardır. O, İsa hakkında konuşmaları işitip O’nun hakkında kendi kendine garip ve cesaretli şu fikri edinmişti: O’na göre o insan, yani İsa, Davud’un Oğludur; sonsuza dek egemen sürmek için seçilen O Oğuldur, Mesih’tir. Timeyusoğlu adındaki bu kör adam için, kaçılmaz bir fırsat da şudur: O, bağırarak İsa’yı çağıyor! Ve onun için ümitle dolu, emin ve kesin olan tam şu sözleri bağırıyor: “Ey, Davud’un Oğlu, bana acı!” Bu, onun haykırışıdır: Yoksulların Allah’ına herkesten hitap edilebilen yalvarıştır! Herkes onu işitip şöyle düşünüyor: “Bu kişi, kör ve dilencidir; rahatsızlık etmemesi için, onun saklı olması gerekirdi!” Yoksullar ve acı çekenler rahatsızlık verirler; kime rahatsızlık verirler? Onlar, refah içinde yaşayanlara; ne hastalıktan ne de yoksulluktan acı çekmeyenlere rahatsızlık verirler. Fakat bu kişilerin azarlamaları, İsa’nın yüreğine dokunmuyor. Acaba azarlamalar kime yardımcı oldu? Aksine kör adamın haykırışı, İsa’nın dikkatli kulaklarından işitilmiştir. İsa, bu haykırışı beklemekteydi. Eriha şehrinde hiçbir yoksulun olmaması imkansızdır. Kendisi ile karşılaşmaya ihtiyacı olan hiç birinin olmaması da imkansızdır.

İsa, bağıran bu kişiyi görmek istiyor. İsa, merhamet Allah’ının gözüdür, O’nun eli, O’nun sesidir. Kendisini saranlardan, kör adamı çağırmalarını istiyor. Onlar ona: “Kalk”, yani: “Diril”! diyorlar. Gerçekten bir diriliştir, bu! Yani, karanlıktan tam ışığa geçmektir; görmezlikten, herkesten kaçınılmış olmaktan çıkıp, herkesten istenilen olmağa geçmektir; lanet edilmekten çıkıp, herkesten yeğlenilmiş olamaya geçmektir.

Şimdi kör adam İsa’nın önünde durmaktadır. İsa, onun “Acı bana” diyen haykırışında saklanan isteğini hayal edebiliyor, hatta onu tanıyabiliyor. İsa her şeyi kesin bir şekilde tanımaktadır, ama o zavallı insanın kendi sesini duyurmasını istiyor. İsa, kör adamın imanını göstermesi fırsatının kaçırılmamasını istiyor. Bu şekilde de o zavallı insan, herkes için tanık olacaktır. Kör olan o, herkesten daha iyi görendir. O, dış görünüşü görmüyor; o, İsa’nın yüzünü, O’nun elbisesini de görmüyor. O, artık İsa’nın Allah için, Baba için, kim olduğunu anladı: İsa, ışığı verendir; hayata gerçek değeri ve kesin anlamı verendir. Kör adamın sade cevabı, Rab’bin hoşuna gidiyor; Rab onu gitmesi için serbest bırakıyor. O zavallı artık özgürdür; artık o, kendisini elinden tutanların cömertliğine bağlı değildir. Ve de şimdi o, yüreğinde imanı taşıyarak, özgürce İsa ile birlikte yaşamayı seçiyor. O, İsa’yı yolda izliyor; İsa’nın insanın ellerine teslim edileceği Kudüs’e giden o yolda, İsa’yı izliyor. Haçın dibinde Timeyusoğlu, gözlerini açabilen o sevgisinin kıymetini görecektir; kendini karanlıktan çıkaranın, dilenci halinden çıkaranın kim olduğunu daha derin bir şekilde anlayacaktır.

Benim için de, senin için de, İsa büyük şeyler yaptı. O, beni de çok kere, karanlıktan ve ümitsizlikten çıkardı. Bugün O’na ben şükranımı sunuyorum ve O’nu daha kararlı bir şekilde yolda; haça kadar, izlemeye başlıyor ya da devam ediyorum.

 

TÜM AZİZLERİN BAYRAMI

 

1.Okuma Vahiy 7,2-4.9-14 * Mezmur 23 * 2.Okuma 1Yh 3,1-3 * İncil Mt 5,1-12

 

Bugün kutlanan Bayram, Kilise’nin gerçeği üzerinde düşünmemiz için güzel bir fırsattır. İman ikrarı duasını her yaptığımızda, kararlıkla şu cümleyi tekrar ediyoruz: “Havarilerin inancına dayanan, katolik ve kutsal olan tek Kilise’ye inanıyorum”! Bu cümle; “Allah ciddi bir şekilde davranır” demektir: Eğer O, insanları kendi evlatları olmaya çağırıyorsa, onlara kendi hayatının güzelliğini, büyüklüğünü ve yeniliğini armağan ediyor demektir. Bizi son derece hayran bırakan Allah’ın hayatının yönü, O’nun kutsallığıdır. Ve bu kutsallık, - her ne kadar biz bu kutsallığa layık değilsek de ve her ne kadar biz bu kutsallığı tamamen taşıyamasak ve yaşayamasak da - bize de ait oluyor. Aziz Yuhanna mektubunda şöyle yazıyor: “Bizler daha şimdiden Allah’ın evlatlarıyız”. Biz Allah’ın evlatlarıyız: Bu, bir gerçektir! Yuhanna kime hitap ediyor? “Bizler”, dediği kişiler kimlerdir? Onlar, dünyada zulme uğrayan o küçük sürüdür; “Allah’ın Oğlu” ve “Dünyanın Kurtarıcısı” olan İsa’nın adını dinlemiş ve ciddiye almış olan o erkek ve kadınlardır. “Bizler daha şimdiden Allah’ın evlatlarıyız”, bunun için bizler Allah’ın kutsallığına katılmaktayız, tıpkı Kutsal Kitapta Allah’ın söylediği gibi: “Sizler benim için kutsal olacaksınız, çünkü Rab olan ben, kutsalım ve sizleri, bana ait olacaksınız diye, diğer halklar arasından seçtim”. Bugün, Allah’ın Oğluna iman eden bizlerin üzerine düşen bu ilahi kutsallığı kutlamaktayız. Bunu, büyük bir alçakgönüllülükle yapmaktayız, çünkü buna hakkımızın olmadığının, hatta buna layık olmadığımızın bilincindeyiz. Gerçekten de çoğunlukla davranışlarımızda çelişkiye düşmekteyiz, yani bize yapılan çağrıya göre yaşamamaktayız. İsa’nın, dağda otururken, öğrencilerine ve kalabalıklara söylediklerine göre yaşamamız gerekirdi! Zaten bizler İsa’nın bu sözlerini işittik ve onları, yüreğimizin derinliğinde, onaylamaktayız. Fakat bu sözlerini yaşamaktan uzakta olduğumuzun bilincindeyiz. O halde kutsallığımız var olsa da, tam anlamıyla gerçekleşmiş değildir; kutsallığımız gerçektir, ama bizler ona kötü davranıyor ve onu saklayıp kirletiyoruz.

Nitekim, kutsal olmamız, Allah’ın bilgeliğini her zenginliğin ötesinde sevmemize vesile olur; buna rağmen, bizler hala maddi zenginliklere hırs beslemekteyiz.

Kutsal olmamız, acılı durumlarda, bizleri ümitsizliğe kapılmamaya çağırıyor. Çünkü Baba’ya olan güvenimiz sonsuzdur. Fakat bizler, Baba tarafından sevilmiyormuşuz gibi, sık sık şikayet ve eleştiri içinde bulunuyoruz.

Kutsal olmamız, bizleri herkese karşı şefkatli ve mütevazı şekilde davranmaya çağırıyor. Buna rağmen kendilerini diğerlerinden üstün gören kibirlileri ve kendilerinden hoşlananları kıskanmaya devam ediyoruz.

Kutsal olmamız, bizi bütün yüreğimizle Allah’ın hoşuna gitmemizi arayıp, O’nun iyi isteklerini yerine getirmeye çağıyor. Buna rağmen bizler çoğunlukla, Baba’dan ve evlatlarından bizi uzaklaştıran egoizmi tercih ediyoruz.

Gerçek kutsallık, tıpkı Baba’nın merhametli olduğu gibi, bizleri de merhametli olmaya çağırıyor. Fakat, karşımıza her fırsat çıktığında, komşumuza karşı mırıldanmaya ve kötü konuşmaya hazır durumdayız. Denenmelerin bize galip gelmesine izin veriyoruz. Bu şekilde de yüreğimiz, Baba’nın merhametini kabul edip, karşılaştığımız mazlum kardeşlerimize bu merhameti bağışlamaya kapalı kalır. Bunun için Rab ve O’nun hizmetçileri, O’nun merhametini kabul edebilsin diye, daima yeni icatlar bulmak zorundadırlar. Gerçekten de imanımızın ve Allah’a olan sevgimizin bu yönü, yani Allah’ın merhametini kabul etmek, sık sık bir kenarda, unutulmuş olarak kalmaktadır. Uyanmamız gerekiyor, yoksa Allah’ın ve bizlerin bu imkanlarını - yani Allah’ın merhameti ile ilgili o imkanlarını - tanımayan dünyanın düşüncesi, bizleri yenecektir.

Gerçek kutsallık, yüreği saflaştırır, yani artık yüreğimizde sadece Baba ve Oğlu İsa için yer var. Bunun içindir ki yüreğimiz, insanları, kendi menfaatlerimiz için değil; onları sadece Baba’nın sevgisi ile sevmek için aramaktadır. Nitekim azizlerin yüreği, kendi içinde Allah’ın sadık ve çiddi sevgisini taşır ve sahte acımanın duygularının kendini aldatmasına izin vermez.

Kutsal olmamız, bizleri, Baba’nın sevgisinin ve İsa’nın bilgeliğinin dağıtıcıları kılar. Öyle ki bizler, gerçek barışı sağlayanlar oluruz, o barış ki herkesle kardeşlik inşa eder.

Kutsal olmamız; bizi acı çekmekten, nankörlükten ve de Rab’bimizi sevmeyenlerin hakaretlerinden ve hor görmelerinden korumasa da bu durumlara sabırla katlanmamız için bizi güçlendirir ve hatta bu durumları, İsa’nın fedakarlığına bir katılma aracı olarak, sevinçle, Baba’ya sunabilmemizi sağlar. Bu, Kilise’nin ve her imanlının kutsallığının en zor yönüdür. Bunu yaşabilmemiz için, onun kardeşlerimiz tarafından yaşandığını görmeye ihtiyacımız var: Bu şekilde yüreklendirilebiliriz. Bunun için bugün, Kilise’de yaşamış olanların kutsallığından dolayı mutluyuz. Onlar, bizim önümüzde örnek olarak durmaktadırlar. Allah’a, onları beyazlıklara bürüdüğü için; onları, tahtının önünde, O’na sonsuza dek övgü ilahilerini okumak üzere, kabul ettiği için şükrediyoruz: “Bunlar büyük sınavdan geçip gelmişlerdir. Elbiselerini Kuzu’nun kanında yıkayıp bembeyaz etmişlerdir”. Bizler de onlara katılacağız, hatta daha şimdiden ilahilerini ve sevinçlerini paylaşıyoruz. Aynı zamanda İsa’nın duyurmaya devam edilen o Sözü, ciddiyetle ve sevinçle yaşama kararı veriyoruz.

 

OLAĞAN DEVRE 32. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma 1Kr 17,10-16 * Mezmur 145 * 2. Okuma İbr 9,24-28 * İncil Mk 12,38-44

 

Dul kadının, sembol olduğu fakirlik, bugünkü okumaların konusudur. Fakirlik, acı çekme nedeni olmasına rağmen, huzurlu bir duruma dönüşebilir. Büyük bir kıtlık sırasında İlyas çok fakir bir dul kadından ekmek dilenir. Fakirler zenginlerden daha eli açık ve Allah tarafından daha çok dinlenirler. Nitekim onlar Allah’a daha çok güvenip, itaat ederler; o zaman Allah da dualarını dinleyip, onlar için mucize yapar. Sarepta’daki dul kadın Allah’ın yağmuru ve yiyeceklerini sağlayacağına söz veren peygamber İlyas’a su ve ekmek getirir. Hakikaten İlyas’ın sözleri gerçekleşecek; o kadar ki, kıtlık sonuna dek ödül olarak o fakır kadının yiyeceği olacak. Bu ilk okumayı okuduktan sonra mezmurun şu sözlerini okumaktayız: “Rab ebediyen sadıktır, hak verir ezilenlere, ekmek verir aç olanlara. Rab kurtarır tutsakları. Rab korur yabancıları. Rab destek olur öksüze ve dul kadına, ama şaşırtır kötülerin adımlarını”. Allah’ın sadakati bize güven verir. İnsanların davranışları ise, hatta bize Allah’ı tanıtmakla görevlendirilen insanların davranışı bile, bazen bizi sarsar.

Aynen İsa’nın Kudüs’te bulunduğunda da öyle oluyordu. O, öğrencilerinin ve tüm halkın, Yazıcılara tamamen güvendiklerini görüyordu. Bu uzmanlar Kutsal Yazıları okumuşlardı ve halka açıklıyorlardı. Onlara güvenmek doğaldır, çünkü onların, Kutsal Yazılara göre, yani Allah’ın yüreğine göre, yaşadıkları sanılır. Ancak İsa’nın bakışı içlerine girer. İsa görür ki, onların uzun eteklerinin altında ve meydanlarda onları selamlayanlara gösterdikleri gülümsemelerin arkasında kibirli ve açgözlü yürekleri var. Onların Kutsal Yazılarının açıklamalarına güvenilebilir, fakat aldatan, yalancı ve saklı duygularına kesinlikle asla. Öğrencilerini ve zavallı insanları seven Rab İsa susamaz, konuşmasız kalamaz; tapınakta bulunmasına rağmen, daha doğrusu ta orada bulunduğu için, herkesi uyarır. Dış görünüşlerin, dinsel olsa da, bizi etkilemesine izin vermemeliyiz. Allah’ın gözünde önemli olan, yürektir. Yazıcıların yürekleri Baba’nınkinden farklı ve uzaktaydılar. Her insan, insan olduğu için, yani Allah tarafından sevilen yaratık olduğu için, insanlara değil, ancak ve ancak Allah’a bakmalıdır. Daima egoizmin, günahın ve açgözlülüğün etkisi altında olan insanların dış görünüşleri tarafından etkilenmesine izin vermemelidir. Herkes kendi ayırt edebilme yeteneğini sürekli olarak kullanmalı, en dindar insanın önünde de, din yetkililerinin önünde de. Kutsal Ruh, imanlıların, gerçekten Allah’a itaat etmek istedikleri sürece, yüreklerini aydınlatmayı esirgemez. Sen de senin, bir episkopos veya bir rahip ya da bir rahibe önünde bulunduğunda, gerçek bir Allah adamı mı, ya da sadece Allah adamının kıyafetini giyen ya da unvanı taşıyan biri mi önünde bulunduğunu fark edersin. İsa Kutsal Ruh’a güvenir, bunun için bizi uyarır; bizi isyana ve itaatsizliğe doğru sürüklemek için değil, tersine Baba’ya olan gerçek ve derin bir itaati desteklemek için.

Öğretisini tamamlamak için İsa, oradaki kalabalık yüzünden dalgın öğrencilerini yanına çağırıp, dikkatle bakmaları için davet eder. Neye bakmak? Tapınakta bağış toplanan yerin karşısında oturuyorlardı. Acaba öğrencilerin, zenginlerin torbalarından çıkıp bağış kutusuna giren altınları mı görmeleri gerekir? Yüksek sesle söylenen bağış miktarlarını mı duymaları gerekir? Kesinlikle hayır. Ne kadar ikiyüzlülük varsa İsa görüyordu, fakat öğrencilerine bunu değil, başka bir şeyi göstermek ister: Bağış kutularına fakir bir dul kadın yaklaşır. Onun bağışının miktarı o kadar küçük ki memur onu söylemekten utanır belki... İsa, öğrencilerinin gözlerini iyice açmalarını ister, çünkü onlar için orada önemli bir ders, bir yaşam dersi, vardır. “Diğerlerinin hepsi zenginliklerinden artanı attılar”, yani onlar için faydasız olanı; “Bu kadın ise, yoksulluğuna karşın, varını yoğunu, geçinmek için elinde ne varsa, tümünü verdi”. Öğrenciler Allah’a “tümü, her şeyi” verebilmelerini hatırlamalılar. O fakir kadın gerçekten Allah’a güveniyordu, imanı gerçektir, Baba’nın merhametine ve sadakatine dayanıyordu. Yazıcılar teori olarak öğretebilir, fakat fakir bu kadın uygulamada öğretir. İsa o güzel örneği görmekten ve o kadının, bilmeden de, öğrencilerini eğitmesine, Kendisine yardımcı olduğundan sevindi.

Rab İsa bize fısıldıyor: “Zenginliği arzulama, fakir ol; o zaman Allah’ın yüreğinin yanında olmak için daha çok imkanların olacak”.

 

OLAĞAN DEVRE 33. Pazar Günü - B

 

  1. Okuma Daniyel 12,1-3 * Mezmur 15 * 2. Okuma İbr 10,11-14.18 * İncil Mk 13,24-32

 

Her zaman, hatta şimdi bile, Daniyel gibi peygamberlerini ve bugünkü İsa’nın sözlerini de, korkarak, hatta ürkeklik içinde duyduk, sanki bu sözler yıkıcı olayları öngörmüş gibidirler. Gerçekten İsa bizi korkutmak mı ister? Bizi sevgi için değil de, korku için mi itaat etmeye çağırır? Fakat korkuya dayanan bir itaat, yararlı değildir, yetişmemiz için faydalı değildir, Kilise’yi güzelleştirmez. Bunun içindir ki ben, hiç kimseyi Efkaristiya’nın Ayinine davet etmiyorum. Öyle ki hiçbir kimse, sadece rahip olan bana saygılarından veya korkudan dolayı, ayine katılmasın. Gerçekten de böyle bir ayine katılma, insanın imanını yetiştirmeyecekti, hatta kilisede olan o insanın var olması, diğerlerinin imanı için bir engel bile olabilir. Eğer bir kişi, Efkaristiya Ayinine sadece İsa’yı sevdiği için katılırsa, mutlaka ben ve de bütün Kilise sevinç duyuyoruz ve bu katılımından faydalanmaktayız. Aslında İsa’yı seven kişiye, Efkaristiya Ayini için bir davet gerekmez. İsa’yı seven kişinin kendisi cemaati arar. Nitekim Rab’bi tanımaya ve O’nun sevincini tatmaya başlayanlar, imanlıların toplantısına katılabilmek için, bazı büyük zorlukları çekmeleri gerekse de, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Yoksullara müjdeyi vermek için bizzat gelen İsa, şimdi onları korkutmak mı isterdi? Bu bize, bir çelişki gibi gelirdi! İsa’nın sözleri, her zaman ‘İncil’, yani, müjde, iyi haber değiller midir?

İncil’i araştıranlar, bize güveni veriyorlar: Bugün duyduğumuz Rab’bin sözleri de müjdedir. Ve bizler de, ciddi ve Kilise tarafından onaylanmış şekilde Allah’ın Sözünü araştıranlarını dinlemeliyiz. Asırlar boyunca, İsa’nın yaşadığı o asır boyunca da, Vahiy Kitabında kullanılan bir konuşma tarzı gelişip yayılmıştır. Bu konuşma tarzı, imajları kullanarak, tarihin olaylarının anlamalarını açıklamayı istiyordu. O halde Babamız olan Allah’ın bir iletisini vermek isteyen bu konuşma tarzı ile bizler, sakin bir şekilde, aynı zamanda da ciddi bir şekilde, karşılaşmalıyız. “Güneş kararacak, ay ışığını vermez olacak, yıldızlar gökten düşecek ve göklerdeki güçler sarsılacak” denilince, ne demek istenildiğini önceden size anlattım. İncil’in yazıldığı o zamanlarda bu sözlerin neyi düşündürdüklerini anlamaya çalışalım! Güneş, egemenleri destekleyen Güneş tanrıyı hatırlatmaktaydı. Ay ise, düşüncelerin ve hayatın değerlerinin değişmesini, - yani yüzeysel insanların daima hoşuna giden ‘göreceliği’ - onaylanan başka bir tanrıyı hatırlatmakta idi. Ayrıca yıldızlar, insanların saklı olan veya belli olan kötü alışkanlıkları destekleyen başka tanrıları temsil ediyorlardı. Göklerdeki güçler, bir taraftan ötekine kadar esen rüzgarları hatırlatıyorlardı. Bu rüzgarlar, büyüyüp ideoloji oldukları farklı ve çelişkili insanların düşüncelerine benziyorlar. Gitgide bu ideolojiler o kadar güçlü olurlar ki, tüm insanları aynı şekilde düşünmeye zorluyorlar. O halde güneş, ay ve yıldızlar, pagan ve göreci denilen o hayatı; boşluğa dayanan, yaratıklarını tanrısallaştırmaya dayanan o hayatı temsil ederler.

Bugünkü eğlenceli ve yüzeysel düşünüş biçimi için tercüme etmeyi deneyelim mi? Kaç kişi güneşi aramaktadır ve onu bulmak için yeryüzünün en uzak yerlerine doğru yola çıkmaktadır? Eğer bu yerlerdeki boş ve delice para harcayan o hayat bitecekse, sizler korkuya mı düşecektiniz? Evet, ama sadece eğer siz Güneş - tanrının tapıcıları iseniz! Ay ve yıldızlar gecede görünür; işte, gençler, - sadece gençler de değil, diğer insanlar da! – hırslarını tatmin etmek için gecede yola çıkıyorlar. Bu şekilde onlar, hayal kırıkları, boşluklar, aldatılmalar, çatışmalar veya ölümle bile karşılaşıyorlar. Ve de yıldızlar gibi parlayan spor tutkusu, fiziksel güzellik, giyinme ve çıplaklaşma modaları, eğlenceler gibi tüm şeyler, insanı özgürlükten yoksun kılar. Eğer size bunların tümünün yok olacağı söylenilse, siz korkuya mı kapılacaksınız? Daha ciddi bir hayatı; birbirinize güvenebileceğiniz bir hayatı ümit edebilmekten mutlu olmayacak mısınız?

İnsan Oğlu gelip O’nu bekleyen insanları bulacağı zaman, her şeyi deviriyor. O geldiğinde; ciddi bir şekilde yaşamaya, insana önem vermeye, gerçeği ve onunla birlikte gerçek sevgiye giden yolu arayıp bulmaya başlayacağız! Bu durum, tam da bizden arzu edilen durumdur: Keşke bu durum çabuk, en yakın zamanda, gerçekleşseydi! Daniyel peygamberin sözlerini kullanarak şöyle diyeceğiz: Bu durum, kurtuluş zamanıdır!

Bu zamanı beklemekteyiz. Eski zamanlarda, yani Masih’in beklenişi zamanında, hayvanlar sunulmakta idi. Ve de bu sunuşların gerektirdiği harcama ve yorgunluk, her senede, birkaç defa tekrarlanmakta idi. Fakat şimdi artık, herkes ve her zaman için geçerli olan sunuş sunulmuştur; bu sunuşu, günahımız için, Mesih İsa sundu. Bunun için bekleyişimiz, sakin bir bekleyiştir. Gerçekleşecek büyük değişmenin işaretlerini şimdiden seyredip onlardan mutlu olmaktayız. Kendi hayatından artık bıkmış olan çok fazla insan görmekteyiz! Ve de bu insanlar, kendi kendilerine hayatlarını acılarla doldurmaktadırlar! Şimdi artık herkese: “İsa’nın sana dokunmasına izin ver” deme zamanı geldi. Artık İsa’yı tanıma; sevgimizi, dikkatimizi, itaatimizi O’na verme zamanı geldi. Böyle yaparak insanların zayıflıklarından kötü bir şekilde faydalanmayacağız, tersine onlara güvenli bir sığınak, etkili bir ilaç, yeniden kalkmak için bir fırsat ve herkes için, bütün toplum için de, bir armağana dönüşmeleri için gücü sunabileceğiz. Güneşin, ayın ve yıldızların sonu; herkese hayatın, birliğin, sevincin kaynağı olan gerçek Işığı vermek için fırsattır.

 

EVRENIN KRALI MESİH İSA BAYRAMI – B

 

  1. Okuma Dan 7,13-14 * Mezmur 92 * 2. Okuma Vahiy 1,5-8 * İncil Yh 18,33-37

 

Bugün her okuma, “Krallık”tan bahsediyor. Daniyel, “göklerin bulutlarıyla” gelen “İnsanoğluna benzer birine” verilen bir krallığı ilan ediyor. Vahiy Kitabında Aziz Yuhanna, aynı imajı kullanıyor ve bu krallığın, bizimle ilgilendiğini ekliyor. Çünkü bu krallık, iman eden bizlerden oluşturuluyor. Aziz Yuhanna,“bize krallık unvanı vermiş” diye yazıyor. İncil’in metninde ise Pilatus’la konuşan İsa’yı dinliyoruz. Pilatus merak ediyor, çünkü önünde duran kana bulanmış durumdaki İsa, kendisinin kral unvanına sahip olduğunu söylüyor. Fakat İsa, kendisinin kral ve krallık sözlerini, bu dünyadakinden farklı bir anlamda kullandığını belirterek, Pilatus’u yüreklendiriyor. İsa, bu sözleri, Kutsal Yazılar’da verilen anlamı ile kullanıyor; Pilatus ise, aynı sözleri, insanların kibrinden, iddialarından ve hırslarından verilen anlamla kullanıyor. Bizler, tıpkı önceden defalarca Rab’bin öğrencilerinin yaptığı gibi, o terimleri Pilatus’un kullandığı anlamda kullanma riskine giriyoruz. Fakat İsa, kralların, halklarını baskı ve eziyet altında tuttuklarını, onlara acı çektirdiklerini söylemişti. İsa şöyle demek istiyordu: “Siz hiç kimseye acı çektirmemelisiniz, bunun için egemen olmamalısınız. Bunun yerine, insanlar arasında birliği ve kardeşliği yaymak için onlara hizmet etmelisiniz”. İşte, İsa’nın bahsettiği krallık budur. Bu krallıkta kral, ne bir kurt ne bir aslan ne de bir tilki değildir, bir kuzudur. Önemli olan anlaşmaktır, daha da iyisi sevmektir. Kendini seven; dünyevi bir krallığa, şiddetin ve zorbalığın egemen olduğu bir krallığa hizmet eder. Allah’ı ve O’nun yarattıklarını seven ise herkesin barış içinde ve birbirleri ile mutlu olabildiği göksel bir krallığı inşa edendir. Bu krallığı İsa başlattı. Allah’ın Oğlu olan İsa, gerçekten “göklerin bulutlarıyla” geldi: Yani, egoizmin egemen olmadığı bir ortamdan; Baba’nın sevgisi ile dolu bir ortamdan geldi ve gelmeye devam etmektedir. O, gözle görülmez bir şekilde gelir ve bu şekilde bizi seven Allah’ın gerçeğini tanıtandır.

“Bize krallık unvanı vermiş”! Krallık daima, tek bir krala bakarak ve dinleyerek beraber yaşayan bir insan topluluğudur. Bizler, Oğul İsa’ya bakıp onu dinlemekteyiz. Bu şekilde yaşayan bir aile, İsa’nın krallığıdır. Bu şekilde yaşayan bir köy cemaati, ya da bir köy cemaatinin içerisinde olan bir imanlılar grubu, Allah’ın krallığının bulunduğu yerdir! O halde İsa’nın krallığı, saklı halde olmasına rağmen, aslında daima görünebilen bir krallıktır. Sen bu krallığa sadece İsa’yı dinlediğin ve yalnızca O’na baktığın zaman katılacaksın. Bunun içindir ki sen, İsa’nın krallığının bir üyesi olmana rağmen, bazen ya da bir süre için, bu krallığa düşman olabilirsin. Hiç kimse kendisinin daima ve her durumda emniyet içinde olduğunu düşünmemelidir: Sen sadece Kralın sözünü sıkıca tutunca, sadece Kralın isteğine bağlı kalınca, sadece yüreğinde Kralın düşüncelerini taşıyınca, Krallığa katılıp onun büyümesine katkıda bulunursun. Bugün senin kilisede bulunman, İsa’nın Krallığına ait olmanın garantisi değildir. Eğer sen burada, yani kilisede olduğun halde, sadece çıkacağın zamanı düşünürsen; sadece haftaya nasıl zenginleşebileceğini, nasıl eğleneceğini, nasıl acı çekenlerinden uzak kalabileceğini düşünürsen; eğer günler boyunca Rab’bin Sözünü dinlemek için on beş dakika bile ayırmazsan; eğer dua ve din eğitimi için yapılan toplantıları gözmezlikten gelirsen, o zaman sen Krallık için bir engel teşkil ediyorsun ve bir yüksün demektir. Eğer sen birliği, barışı, imanı yaymak için; sevgi ve hizmet eylemlerini gerçekleştirmek için çalışmazsan, senin Krallıkta var olman sadece bir görüntüden ibarettir: İsa’nın bir deymine göre, tatsız tuzdur.

“Bize krallık unvanı vermiş”! Krallığın kralı, daima İsa’dır. O, hakikat ışığıyla herkes aydınlansın diye geldi. Pilatus hakikati ne anladı ne de anlamayı istedi. Peki bizler? İsa diyor ki: “hakikate tanıklık etmek için doğdum”. O, kırbaçlanmakta iken hakikate tanıklık ediyor; Golgota’ya çıkmakta iken hakikate tanıklık ediyor; haydutların arasında ölmekte iken hakikate tanıklık ediyor. Hakikat, iyi karşılayan ve ciddi olan Allah’ın yüzüdür; hakikat, Baba’nın sevgisidir. İsa bu sevgiye tanıklık eder; bu sevgiyi bize gösterir, tattırır: Alay edilmek ve ölmek pahasına bile olsa! Bugün bu tanıklık için İsa’yı övmek, kutsamak, tapınmak, özellikle de, O’nun istediği gibi, dinlemek istiyoruz. Baba da şöyle dedi: “O’nu dinleyin!”. Bugün İsa, kendisinin kral olduğunu doğruluyor; fakat: “Benim krallığım bu dünyadan değildir” diye de ekliyor. İsa’nın Kendisi, dünyadan değil, “göklerin bulutlarıyla” geliyor. Eğer O, bizleri kendi krallığı haline getirdiyse, demek ki, O’na göre, bizler artık bu dünyaya ait değiliz. Gerçekten de bizler, Vaftiz edilince ve Şeytan’dan ve onun eylemlerinden vazgeçince, bu dünyadan ayrıldık, ondan uzaklaştık. Vaftiz olduğumuzda bizler, kendimizi Baba’nın kucağına teslim ettik, Oğul’un Ruh’unu kabul ettik, yenilenildik. Rab İsa için bizler önemliyiz: O, bize değer verip büyük görevler teslim ediyor. Ne pahasına olursa olsun, biz İsa’ya bağlı olacağız, öyle ki ne O’nu hayal kırıklığına uğratalım ne de değerimizi kaybedelim!

 

Liturji yılı boyunca var olan başka Bayramlar

 

29/06 - AZİZ HAVARİLER PETRUS VE PAVLUS BAYRAMI

Papa için dua

1.Okuma Hav. 12,1-11 * Mezmur 33 * 2.Okuma 2Tim. 4,6-8.17.18 * İncil Mt. 16,13-19

 

Bugün göklerde ve bizde büyük bir bayram var! Allah, havarileri için tüm her şeye kadirliğini kullandı, yoksa ya onların kabahatinden ya da başkasınınkinden dolayı havari olmayacaklardı ve halklara İncil’i getiremeyeceklerdi, ama bunu yaptılar. Petrus insanlar tarafından ölüme mahkûm edilmişti, Pavlus ise Allah’ın Kilisesini yok etmek için yola çıkmıştı. Birincisi hapishanenin kilitli odalarından kurtarıldı, diğeri ise kendisini gururun ve fanatik kinin esiri eden içsel karanlıktan kurtarıldı. Her iki durumda da Kilisenin duası kabul edilmişti. Yeruşalim Kilisesi, Petrus’un kurtulması için devamlı olarak dua ediyordu, Şam Kilisesi ise Saul’un şiddetinden kurtulmak için dua ediyordu. Bu sebepten bugünkü bayram, Mesih’in Bedeni olan Kilisenin duasını dinleyen Peder Allah’ın merhametini ve lütfünü kutluyor.

Kilisenin duası hala göğe yükseliyor ve Allah’ın yüreğine ulaşıyor: O da Kilisesine zorluklarda rehberlik edecek ve destekleyecek havariler göndermeye devam ediyor. Her çağda, hatta her yıl Kilise için yeni problemler doğuyor. Bazen üyelerinin, rahiplerinin, imanlılarının günahları yüzünden, bazen şurada, burada doğan yeni düşünceler yüzünden sorunlar çıkıyor, imanımıza karşı takipler yaratıyor. Kilisenin duası durmadan, canlı ve kararlı olmalıdır. Rab çobanlarına bilgelik, peygamberlerimize kutsal sözler, tüm imanlılara güç vermektedir. O bizi tehdit eden kötülüklerden kurtarabilir, ama biz her şeyden önce, suçlamalar, şiddet ve iftiralar karşısında, imanımızı bildirmemiz istediğinde onu inkâr etme büyük kötülüğünden kurtarmasını diliyoruz. Aziz Pavlus’un sadık öğrencisi Timoteus’a gönderdiği sözler bize de çok yardımcı olmaktadır: “Daha şimdiden kurban edilmek üzereyim ve benim için ayrılma zamanı geldi”. O, şehit edilmesinin arifesindedir, ama insanlar tarafından kısa sonra öldürüleceği fikri moralini bozmuyor. O anın ödülünü alması için fırsat olacağını biliyor ve bu sebepten Rab’bi övüyor: “Asırlar boyunca O’na yücelik olsun!”.

Bugün Allah’ı bizim de övmemiz için bir fırsattır, çünkü bize hem iki büyük İncil vaazcısı verdi, hem de aynı zamanda biz de onların büyük eserine katılabiliyoruz ve bu eserlerini devam ettirebiliyoruz! İncil’in sözleriyle tüm insanları ve yaşadıkları durumları aydınlatmak, harika bir misyondur; biz bu misyonu gerçekleştiriyoruz. Bunu sadece vaazcıların sözleriyle yapmıyoruz, imanla desteklenen fakirlerin söyledikleri teselli, af, ümit sözleriyle yapıyoruz. Bunu, severek acı çekenlerin ve acı çekerek sevenlerin yaşamıyla, ruhani zorluklarından şikâyet etmeyenlerin ve Allah’ın Sözünü yaymakla sorumluluk üstlenmiş olanların yaşamıyla yapıyoruz. İsa’nın, Petrus kayasının üzerine inşa ettiği ve Pavlus’un kalemiyle aydınlanan Kilise gerçekten güçlü bir bina: “cehennemin güçleri” onu yıkamazlar. Çünkü canlı taşları, aziz şehitlerdir; onlar imanları için zulüm edilmişlerdir, onlar yaşamlarını fakirleri, hastaları, ufakları ve ezilenleri sevmek için harcamışlardır, dünyadan çekilerek onlara sadece Allah’ın yettiğini göstermişlerdir, O’nun sevgisinin, insan yüreğine yettiğini göstermişlerdir. Ruhani yapı, sağlam temeller ve sade, güçlü, İsa’nın Bedeni ve Kanı ile beslenen bir yaşam üzerinde büyümeye devam etmektedir.

Bugün Petrus ve Pavlus tek bir yürekle Allah’ı övüyorlar ve onların aracılığıyla bu dünyada O’nun yaptıklarından mutlular. Bizler onlarla birlikte, evlatlarında parlayan Baba’nın sevgisinin bilgeliğini ve güzelliğini övüyoruz. Onlarla birlikte İsa’nın adına ve kıymetli kanına yalvarıyouz, bugün Petrus’un görevini üstlenen papa Fransua’ya ve İncil’i Pavlus gibi yayan herkese yardımcı olsun. Rab’bin adını haykırmaya devam edelim ve fırtınalı bir gemi gibi olan Kiliseye daima yardımcı olması için yalvaralım. Kutsal Ruh’un rüzgârı güçle essin ve Kiliseye sığınan herkese kurtuluş, sevinç ve sonsuz yaşam versin!

 

14/09 - KUTSAL HAÇ BAYRAMI

 

1.Okuma Sayılar 21,4-9* Mezmur 78* 2.Okuma Fil 2,6-11* İncil Yh 3,13-17

 

Bugün, Eylül’ün on dördüncü günü ve biz Kutsal Haç Bayramını kutluyoruz. Bu Bayramın anlamı nedir? 326 yılında, Costantinus İmparatorunun annesi Azize Elena, Kutsal Yerlere yaptığı bir hac sırasında, Mesih’in gerçek haçını bulmuş. Onun bir parçasını Roma’ya götürüp; onun için özel olarak, inşa edilmiş “Kudüs’teki Kutsal Haçı’ın Bazilikası” denilen bazilikaya, koydurmuştur. 628 yılında, Persler’in kralı Kosroe II’i, Kutsal Kenti ele geçirdiğinde, burada yani Kudüs’de kalmış olan haçın diğer parçasını, alıp taşımıştır. On dört yıl sonra, Bizanslı İmparator Eraclius, Persler yenmiş ve haçı, görkem içinde, yeniden Kudüs’e taşımıştır. Biz, bugün gibi gerçekleşen o zaferi hatırlıyoruz. Bunu kutluyoruz, aynı zamanda sevginin haçta gerçekleştirdiği zaferi de kutlamaya fırsat buluyoruz. İsa, acımasız o işkencenin aracını bir sunağa dönüştürdü ve o sunağın üzerinde kendisini Baba’ya sundu, yeryüzündeki hayatını teslim etti; öyle ki bizler göklerdeki hayata başlayabilelim.

Golgota’ya diktiği haç, Musa’nın çölde peygamberlik ve sembol olarak yükselttiği işaretinin gerçeğidir. İsa’nın Kendisi, Nikodemus’la konuşması sırasında, bu işareti hatırladı. Bunu ilk okuma da bize hatırlattı. Mısır’daki köleliğinden kurtulmuş olan halk, “Tanrı’ya ve Musa’ya karşı” mırıldanıyor. Bir zorlukla her karşılaşmasında o halk, daha önce defalarca tecrübe ettiği Allahı’nın iyiliğine kendisini teslim edemiyor ve geri dönmek isteyerek, şikayet ediyor. Bu şikayetler, insanın hayatı için, ölümlü bir zehirdir. Şikayetler, zehirleyen ve hayatı yok eden yılanın ısırığında çok iyi temsil ediliyor. Bunlar gibi aynı şekilde şikayetler; sevinci yok eder, yüzü koyu ve yüreği kapalı kılar, başka insanlarla birlikte yaşamayı cehenneme dönüştürürler. Allah’a olan imanı; bunun için imanın ürünü olan sevgi ve barışı da, ailede ve toplulukta, yok eder ve ölüm işareti olan kıskançlık, çekememezlik ve kin için verimli toprak olurlar. Şikayetler gerçek yılanlardır! Halk, kendi günahının fark varınca; madem ki hayatı imkansız olmuştu, Musa’ya, kendisinin aracılık etmesi için, yalvarmaya başladılar. Şikayetten dua etmeye kabiliyetsizlik doğduğu için, onların kendileri, dua etmeyi beceremiyorlardı. Musa, halkının dileğini dinledi ve Allah’a dua etti, Allah da cevap verdi. Allah’ın cevabı, halkın; yılanların ısırıklarından aniden ve hemen iyileşmesi değildi. Allah, itaatsizliğin ürünü kalıcı bir şekilde bitsin diye, insanın itaat etmeye başlamasının gerektiğini bilmektedir. Bunun için halka, daha doğrusu her insana; kişisel olarak, itaat etmek için ve yüreğini değiştirmek için fırsat verdi. Bir sırık diktirdi ve onun üzerine tunçtan bir yılanı koydurdu: “Isırılmış olan biri varsa, ona baksın, kurtulacaktır”. İstenen itaat eylemi, herkese çok kolay geliyor: Hiçbir özel yeteneği gerektirmiyor, ne güce ne de kurnazlığa; ne zenginliğe ne de akıla ihtiyaç var. Hatta bu itaat, akıllı insanlara daha zor geliyor, çünkü bu tür insanlar, daima bir akıl yürütmeyi arıyorlar ve bu durumda akıl yürütme yararlı değil. Eğer itaat edersen, iyileşiyorsun: Seni iyileştiren, o tunç değil; alçakgönüllü itaatin, o eylemindir. Alçakgönüllülük yüreğine girince, senin içinde devam eden bir iyileşme başlıyor, çünkü artık hiçbir şeyden şikayet etmeyecek, Allah’a güvenecek ve barış içinde kalacaksın.

İsa diyor ki yılanı veren o sırık, bir peygamberliktir. Haçta kaldırıldığı kişi, İsa’nın kendisi, olacak: Ve daima öyle olacaktır. İsa’ya, O’na güvenerek ve O’na kendisini teslime ederek bakacak olan herkes; hayata, hatta ebedi hayata, sahip olacaktır. Bu, günahkar olan insana olan Allah’ın sevgisidir. Gerçekten de, bütün insanlar günahkardır; hepimiz, Allah’a karşı şikayeti, O’na karşı ve O’nun ‘Musa’larına karşı mırıldanmaları taşımaktayız. Hepimiz içimizde yılanın ısırmasının, zehrinin sonuçlarını taşımaktayız. Fakat hepimiz, Delinmiş Olana bakışlarımızı yöneltebiliriz ve O’ndan Allah’ın affının kesinliğini, O’nunki gibi olan sevme kabiliyetini de kabul edebiliriz. Bunu yaptık ve buna devam etmeliyiz. Gittikçe, İsa’dan alçakgönüllü olmayı öğrendik: O, “Boyun eğip kendisini feda etti”. Bu alçak gönüllülüğü ve ölüme kadar olan itaati sayesinde İsa’nın “her adın üstünde olan bir adla” yükseltildiğini bilmekteyiz. Bunun içindir ki bizler; birçokları ile birlikte, sınırsız kalabalıklar ile birlikte, O’na tapınarak ve O’na itaatimizi, O’nu taklit edici yaşamamızı, bugün burada O’nun hayatını yaşamamızı vaat ederek, İsa’nın önünde secde ediyoruz. Bu şekilde çevremizdeki insanlara iki mucizeyi göstereceğiz; birincisi: Dünyada olan kötülüğün etkisinden kurtulmuş olacağız ve, bu kurtuluş sayesinde, ne kin, ne de açgözlülük ya da şiddet ile tepki etmemeyi göstereceğiz. İkinci mucize: Yüreğimizde ve sözlerimizde, haçta olan İsa’nın yüzünün üzerinde parlayan aynı sevgi olacaktır. Bunun için bizler, o haçla, ancak ve ancak o haçla, övüneceğiz, çünkü onun üzerinde bize olan Allah’ın sevgisi durmaktadır.

 

02/11 – ÖLÜLERİ ANMA GÜNÜ

 

1.Okuma Eyüp 19,1.23-27* Mezmur 26* 2.Okuma Rom 5,5-11* İncil Yh 6,37-40

 

Merhametli ve her şeye kadir Allah, Oğlunun ölümü yenip diriliğine inanıyoruz. Tüm ölmüş kardeşlerimizin de O’nun gibi dirileceklerine olan imanımızı kuvvetlendir”: Böylece dua ettik, çünkü böylece inanıyoruz. Dirileceğiz: Bunu, anlamını tamamen anlamamamıza rağmen, tekrarlamaktayız. Anlamadığımız için şaşırmayan, çünkü İsa ile dağdan inen üç öğrenci de “dirilmek” sözünü anlamamışlardı: Hatta anlayamayacaklarından da emindiler, öyle ki bu konu hakkında İsa’yı sorgulamamaktaydılar. Bizler, ölmek ne demek biliyoruz, en azından bunu bildiğimizi düşünüyoruz. “Düşünüyoruz” diyorum, çünkü bu söz hakkında da aramızda farklı düşünceler var. Nitekim bazıları, ölümün her şeyin sonu olduğunu sanmakta; bazıları ise, ölünün, anlatılmaz bir şekilde, çeşitli şekillerde, bizimle canlı bir bağlantı sürdürdüğünün farkına varmaktadırlar. Gizem! Hem “ölmek” hem de “dirilmek” gizemli sözlerdir! “Gizemli”: Bu sözü kullanarak Allah ile olan bir bağlantının var olduğu ifade edilmek istenir. Hem ölüm hem de diriliş, sadece bize hayatı veren ve Baba diye çağırılan Allah tarafından, mükemmel bir şekilde bilinmektedir: O, ölümümüzün ne olduğunu bilmektedir, dirilişimiz de sadece O’nun ellerindedir.

Bugünkü okumalar, ölüm ve diriliş hakkındadır. Acıların kucağından, - açık bir şekilde olmasa da - Eyüp kendi ümidini, hatta kendi eminliğini dile getirmektedir: Ölüm gelecektir, ancak ve ancak ondan sonra o, görünmeyen Allah’ı görebilecektir! O halde Eyüp, ölümü, Allah’ın görülmesine ve O’nunla olan gerçek karşılaşmaya açılan kapı olarak görüyordu. Artık ölmek bir felaket değildir, aksine o, hayatımızın önemli bir geçişidir: onun sayesinde hayatımız dolu dolu ve mükemmel bir hale gelebilir.

Aziz Pavlus, bize İsa’nın ölümünü düşündürerek, daha açık bir şekilde konuşmaktadır. Nitekim bizler, sadece İsa’nın ölümü aracılığıyla, hayatımızı ve ölümümüzü anlayabiliriz. İsa’nın ölümü, bizim için kurtuluştur; bizleri günahtan, yani bizi Allah’tan ve hayatın doluluğundan uzakta tutan her şeyden hür kılıyor. İsa’nın ölümü bize sonsuz hayatın kapılarını açmaktadır. Ve bizler, sadece dirilince gerçek hayata kavuşabileceğiz. Ölmek zorunda olmaktan gelen korku yok olunca, kendi günahımızdan ve dünyanın günahından gelen acılar yok olunca, yaşayacağız. Ve bu, dirilişimiz olacaktır. Dirilişimizi düşünerek, hayatımızı sevgi olan Allah’ın ellerinde, bizim için bir şöleni, bir bayramı hazırlayan Allah’ın ellerinde düşünelim. Dirilişin ne olduğunu bilmiyorum, bunun için onu anlatmayı da bilmiyorum. Ben bunu düşünüyorum, buna inanıyorum: Hayatım, Allah’ın elinde olacaktır, o zaman sevincim ve sevgim dopdolu olacaktır, o kadar ki kendim sevgi olacağım. Dirilişim bu olacak ve daha fazlası olamayacaktır. Bir mezmur şöyle diyor: “Bol sevinç vardır senin huzurunda, sağ elinden mutluluk eksilmez”: İşte, diriliş budur!

Dirilişi bekleyerek, Allah’ın, elimizden tutmasını dileyerek, yaşayalım!

Sevgili ölülerimize de bu ışıkla bakalım! İmanları ve Allah’a olan sevgileri, onları gözümüzde mutlu kılacaktır. Günahları, imansızlıkları, zayıflıkları, bizi onlar için dua etmeye itiyor. Merhameti bol olan Baba Allah, ölülerimizin hayatının hala bize bağlı olduğunu bilmektedir. Ve bizler de, gizemli bir şekilde, yani Allah’ın dilemesine bağlı olarak, ölülerimiz için affı ve arınmayı dileyebiliriz. Hayatımız Baba’ya dönük olduğu zaman, O’nun isteği ile uyum içinde olduğu zaman, ölülerimiz için en gerçek ve en güçlü biçimde dua etmiş oluruz ve Baba, bizi kesinlikle dinliyor. Dua ettiğimizde, güzel sözleri, özel duyguları aramayalım, bunun yerine Baba’nın sevgisinde ve İsa’nın ışığında kararlı bir adım daha atmaya çalışalım. Nitekim sevginin Allah’ına ve İsa’nın haçına hayatlarını yöneltmeyi başaramamış olan dostlarımız ve akrabalarımız için affedilmeyi hak eden duamız, tam da Allah’ın yolunda olan bu tür kararlı adımlardır. Bu günlerde mezarlığa gittiğimizde, çiçekleri ve mumları götürmekle kalmayalım! Ölülerimiz için, gizliyi de gören Baba’nın hoşuna giden gerçek duaları sunalım: onlar bize minnettar olacaklardır.

 

09/11– ROMA’DAKİ ANA KİLİSE’NİN TAKDİS EDİLİŞİNİ ANMA GÜNÜ

 

1.Okuma Hez 47,1-2.8-9.12* Mezmur 45* 2.Okuma 1Kor 3,9-11.16-17* İncil Yh 2,13-22

 

 

Bugün Latin Katoliklerin tamamı, Roma’daki Kilise ile bütün Kiliselerin birliğinin sembolü olan – Papa da bu birliğinin sembolüdür - Katedralin kurulmasını kutlamak için birleşmektedirler. Bu Bayram ile bizler, Petrus’un yerine gelen Roma’daki Episkopus ile olan birliğimizi ilan etmekteyiz.

İncil’in metni bizi, yukarıya, dağın doruğuna, Kudüs’ün tapınağının meydanına getirdi. Orada İsa’yı görmekteyiz, O’nu, kendisinde alışılmamış, bir davranışta görmekteyiz. “İplerden bir kamçı yaparak...”; bir kırbaç: Kullanıldığı zaman fazla acı çektirmese de o bir kırbaçtır, yani hayvanları kovmak, onları korkutmak için kullanılan bir araçtır. Bu davranışıyla İsa, kendisinin artık herkes için alışılmış, hatta birçokları tarafından iyi ve güzelmiş gibi sayılan bir töreye karşı oluğunu açıkça göstermektedir. Başlangıçta dua etmek için ve Allah’ın Söz’ünü dinlemek için kullanılan mabedin meydanı, şimdi parasal ve ticaret işleri ile işgal edilmektedir. Sarraflar ve hayvan satıcıları tam burada yer almışlardır. Hem hayvanlar hem de para, Allah’ın onuru için kullanılmakta ise de hacıların gözlerinde, Allah ile karşılaşmak için Kudüs’e çıkanların gözlerinde, bu şekilde onurlanan o Allah nasıl görünüyordu? Bu ticaret işlerinin ilettiği Allah’ın imajı, kesinlikle yüreğinde, karşılık beklemeyen bir sevgi ile tüm evlatlarını barındıran iyi bir Baba’nın imajı değildi. Bunun yerine bir tüccarın, paranın hırsı olan sıkıcı bir patronun imajıydı. İnsanlar, böyle bir Allah’a karşı kendilerini evlatları değil de, kulları, hatta köleleri gibi hissederdi.

İsa’nın gönül rahatlıyla yaptığı eylem, bekleyebildiğimiz tepkilerin en hafifidir. “Her şey dışarıda olsun! Burası, bu yer; bu şeylerin ve bu işlerin yeri değildir!” Ve bunu en azından öküzlerin ve koyunların peşinde koşmayanlara söylüyor. İsa için en önemli şey nedir? O’nun için tapınaktan daha önemli olan, Baba ve insanların, O’nunla yaşaması gereken ilişkileridir. Baba, Baba olarak; Kendisi, yani İsa, O’nun Oğlu olarak tanınıp sevilmelidir. İşte, kiliselerimizde öğrenmek ve yaşamak istediğimiz tam da budur! Kiliselerimiz, bizler huzurlu, sevinçli, dikkatli, dinlemeyi bilen bir duayı, içerisinde ilk yeri Rab’be veren bir duayı, edebilelim diye bizleri bir araya toplamak için, inşa edildiler. Kiliselerimiz, Allah’ın evidir; evlatlarının, O’nunla evlatlar olarak karşılaşmalarının yeridir. Kiliselerimize girmenin imkanı herkes için olmalıdır, oralarda herkesin, sevginin, merhametin, sadakatin, barışın Allah ile; herkesin, - topluluk olarak da, kişisel olarak da - konuşan Allah ile karşılaşabilmek için imkanı olmalıdır. O halde kilisede, insani sözlerin sesi de, günlük faaliyetlerin sesi de, susmalıdır: Orada Allah, sevgisini ve hikmetini tanıtacak; o sevgi, o hikmet ki günlerimizin çeşitli durumlarını anlayabilmemiz için ışığı, onları yaşayabilmemiz için gücü bize verebilir.

Kilisenin binası için geçerli olan, yaşayan Allah’ın mabedi olan her insanın ruhu için de geçerlidir. Bunu bize Aziz Pavlus hatırlatıyor: “Tanrı’nın mabedi olduğunuzu, Tanrı’nın Ruh’unun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?” O zaman bizler, ticaret ruhunu; yani insanları ve Allah’ı; parayı verebilen ya da bizden parayı bekleyen kişiler gibi gösteren o davranışları, yüreğimizden kovalım! Allah’ımız, para değil, Peder olmalıdır! Bizler, Allah’ın mabediyiz; ama içimizde daima kovulması gereken bir şeyler ya da bir kişi mevcuttur. Allah’ın özgür ve ışıklı tek mabedi, İsa’dır: O’nun bedeni, O’nun ruhudur. O, önünde secde edebileceğimiz tek gerçek Allah’ın mabedidir. İsa bir tapınaktır, kendisinden fışkıran sularla herkese hayat veren bir tapınaktır. O, hayatın kaynağıdır, O, beni de seni de, Allah ile karşılaştırabilen, O’nun ışığını iletebilen, gerçek bir tapınağı yapacaktır.

 

Baskı onayı: Peder Lorenzo Pıretto; Kilise sansür denetimi - İzmir, 26 Kaşım 2017