ME
NU

OMELIE / Omelie TR

17 ago 2014
17/08/2014 - OLAĞAN DEVRE - 20. Pazar Günü – A

17/08/2014 - OLAĞAN DEVRE - 20. Pazar Günü – A

1.Okuma İşaya 56,1.6-7* Mezmur 66* 2.Okuma Rom 11,29-32 * İncil Mt 15,21-28

“Tüm milletler için dua evi sayılacaktır”: Peygamber, Kudüs’teki mabedi böyle tanımlamaktadır. O, dua evidir, yani insanları seven, onlara candan yakınlıkla bakan ve onların acılarını hafifletmek isteyen Tanrı ile karşılaştığı yerdir. Bu ev, sadece bazı kişiler için ayrılan bir ev değil, sadece İsrail Halkı için de değil; bu ev, “tüm milletler”in gelişini, paganların gelişini de, beklemektedir. Bunların da, sadece Tanrı’dan gelen teselliye, barışa, hayata ihtiyaçları var. Onlar da, Tanrı’nın yarattıkları, O’ndan istenen ve sevilen yarattıklarıdırlar! Peygamberin sözleri, “Tanrı’nın” denilen halkının rolünü anlamamıza yardımcıdır. Halkının bu unvanı, bir ayrıcalık değil de, bir ödevdir; bu halk, o “ev”in kapılarını açık halde tutmalı, onun daima “dua evi” olması için, temiz ve hoş, yani Tanrı’ya layık olması için, caba göstermelidir! Şöyle söyleyebiliriz: Bu halkının onuru, başka tüm milletler için koruyucu ve ‘kapıcı’ olmaktır. Bu bizim için ne demek?

Tanrı’nın yeni halkı, yani Kilise olan bizler, ayrıcalıklı bir halk mıyız? Böylece düşünürsek, büyük bir hata içinde olurduk. Ödevimiz, Göklerin Hükümdarlığının kapılarını, herkes için, açık halde tutmaktır! Ödevimiz, bütün milletlerin, sevgi olan Tanrı’yla karşılaşabilmesi için ve Tanrı’nın armağanı olan Oğlunu kabul edebilmesi için, çalışmaktır! Bunu Aziz Pavlus açık bir şekilde anlamıştı ve bunu gerçekleştirmek için, tüm hayatını ve çabalarını sundu: Her yere gitti ve Rab’bin adını ilan etti. İsrail halkı ise, kendisine de bu ödev verildiğini anlamamıştı: Bu halk, büyük bir suç işleyerek, o kadar kapandı ki diğer halkları Tanrı tarafından beklenmiş ve sevilmiş gibi değil, O’nun tarafından sonuna dek reddedilmiş gibi sayıyordu: Diğerlerine “köpek” bile diyordu. Bu halk, itaatsızlıkta yaşıyordu: Paganlar gibi, ve onlardan bile daha çok, kendilerinin de Tanrı’nın merhametine ihtiyacı olduğunu, alçakgönüllülükle, tanıyacaklar mı? Havari bunu umuyor ve bunun için dua ediyor.

İşaya’nın bildirisi, İncil’in olayı için, geri planı gibi gözüküyor. İsa, öğrencileri ile birlikte, İsrail’in toprağından çıktı ve Sur ve Sayda adında paganların kentlerinin iki bölgesinde bulunuyordu. İsa, bu yeri seçmişti, çünkü burada, gözden kaçarak, kalabalıklardan uzak olarak, öğrencilerini eğitmek istiyordu. Fakat ünü buraya bile ulaştı. Burada da acı çeken, Tanrı’ya ve O’nun sevgisine ihtiyacı olan kişiler var. Bir kadın cesaretle Öğretmene yaklaşıyor ve, O’na seslenerek, belirgin bir dileğini açıklıyor. İlginç olan şudur: Bu kadın, İsa’ya, “Ya Rab, ey Davut Oğlu” diye hitap ediyor. O kadın, Mesih için sadece Yahudiler tarafından kullanılan bu unvanı telaffuz ederek, diğer bir halka ait olmasına rağmen, Yahudiler halkının imanını paylaşmasını göstermektedir. Duyduğumuz gibi, İsa’nın birinci tepkisi, kadının duasını görmesizlikten gelmektir. Fakat usanmış öğrencileri araya giriyorlar. O zaman İsa, kendisinin misyonuna dikkatli olduğunu gösteriyor: Kendisi, Baba tarafından ilk önce O’nun halkının Tanrı’ya dönmesi için gönderilmektedir. Paganları kabul etmek, Kendisinin değil; bu şimdiden yavaş yavaş O’nun tarafından hazırlanmakta olan tüm halkının, yani Kilise’nin, ödevi olacaktır. Isa, kadının tamamen pagan olmadığını fark edince, durum değişiyor: Nitekim İsa o kadında, şimdiye kadar karşılaştığı hiç kimsede, daha sade ve daha alçakgönüllü bir iman bulmadı. Kadın İsa’ya ısrarla yöneliyor: Bu ısrar, kadının İsa’dan başka bir yardımcı istemediğini gösteriyor, aynı zamanda ne büyücülerden – zaten onların kolayca çok fazla şeyleri vaat ettiklerini bilmekteyiz! - , ne de şeytandan – onun insanlardan daha güçlü olduğunu da bilmekteyiz! – yardım istemediğini de gösteriyor. Bunun için İsa, kendi misyonunu bırakmadan, sözünü kadına hitap edip dileğini yerine getiriyor. Sonra da bize o kadının imanı için hissettiği hayranlığı söylemektedir.

Biz bu şekilde öğreniyoruz. O’na güvenmeyi öğreniyoruz, aynı zamanda sabretmeyi de öğreniyoruz, çünkü İsa dileklerimizi, bizim için ve bütün Kilise için uygun zamanda yerine getiriyor. Bizler İsa’dan ısrarla dileyebiliriz, ama O’na hiçbir şeyi öğretemiyoruz, çünkü Öğretmen ve Rab O’dur: Kurtuluşa götürmek istediği tüm tarih O’nun elindedir. O’nun bütün insanları, yabancıları dahil, sevdiğini de öğreniyoruz. Böylece sevgimizi herkese, ırklar ve kökenler arasında ayrılık yapmadan, bağışlıyoruz. Herkes Tanrı’nın huzurunda kalabilir; O’nun evlatları olarak, dolayısıyla birbirlerine kardeş olarak da, tüm insanlar Tanrı’nın huzurunda kalabilir. Kilise, bizim mahalli kilise, tüm milletler için “dua evi”dir! Kilise, Tanrı’nın gerçek mabedidir; dua edenleri, Tanrı’yı dinleyenleri ve O’ndan Oğlunu kabul edenleri ağırlamak için, gerçek “dua evi”dir. Dua etmeyi istemeyenler, Tanrı’ya olan itaate önem vermeyenler, İsa’nın öğretişlerini görmezlikten gelenler ve O’nun haçını taşımayı reddedenler, Hıristiyan cemaatine girmemektedirler. Artık Kilise’nin üyeleri olan bizler, herkes için dua etmeye ve herkese Rab İsa’yı tanıma imkanını sunmaya hazırlanıyoruz.