ME
NU

Isa susuyordu

Isa susuyordu

«Bedenini deştikleri adama bakacaklar»

(Yuh 19,37)

İsa’nın acılı olayları, sevgisinin doruk noktasını oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda da O’nun kendini "karşı çıkılacak bir belirti" olarak gösterdiği andır!

O’nun Hayatı, özellikle de burada, insanların hayatları için ışıktır.

Gölgelerimizin üzerlerine düşen birkaç ışık huzmesi, bizi alçaltacak günahlar ve tadını çıkaracağımız armağanlar görmemizi sağlar!

Peder Vigilio Covi

 

Mat 26,5: «Bayramda olmasın ki,
halk arasında kargaşalık çıkmasın» diyorlardı».

Halkın iyiliğini düşünüyorlardı. Herkes kalbinde bir karara varmıştı: O’nun ölmesi gerekiyordu. Bunu, olabildiğince temiz bir şekilde halletmek gerekiyordu. Her şey tekrar tartışmaya açılamazdı: bu, ağır sonuçlar doğurabilirdi, özellikle de herkesin kendi yüreğini değiştirmesini gerektirebilirdi.

Nasıl bu kadar ileri gidiliyor? Peder Allah sorgulanmadı. Peder'in isteği aranmadı. Bunu kimse düşünmedi mi, yoksa kasten mi unutuldu.

Bu bilinen bir şeydir, Peder herkesin iyiliğini düşünür ve bu kendi arzularımıza zıt olabilir. Bunun için O’nu “rahatsız etmeyelim” ve isteğimiz yapalım.

Allah’ı dinlemeye koyulmak, belki başka davranışlar veya sorunlara başka çözümler olabileceğini kabul etmek olur: kendi cahilliğimizi görmek ve kabul etmektir. İyinin ve kötünün nerede olduğunu ben biliyorum, veya yeteri kadar bildiğimi sanıyorum. Adam iyilik ve kötülük ağacının meyvelerinden yemedi mi? Bu yüzden o, Allah olmadan yapabilir. Kendi kendime yetebilirim!

Buna ikna olduğum için, insanlar buna ikna oldukları için, en büyük haksızlıklar doğar. İyiyi ve kötüyü tanıyan veya tanıdıklarını sanan insanlar, kendi yollarında ilerlerler ve bu yolda karşılaştıkları kardeşlerine engeller koyarlar, hatta onları çarmıha germeye kadar ileri gidebilirler.

Ve bunu, kimsenin farkına varmadığı bir biçimde yaparlar.

Onlar, “iyi” olanı yaptıklarını düşünürler.

Ama bu, Baba’ya itaat değildir. Herhangi bir Allah’ı değil, Baba’yı açıkça sorgulamadıysan, her yaptığın iyilik, bir hesap olabilir, üzeri örtülü bir bencillik olabilir, diplomasi olabilir.

Seni dinleyeceğim Baba, kurtarmayı seven ve isteyen kalbine kulak misafiri olacağım. Yeni eylemler ve yeni sözler bulacağım, sana itaat ederek, halk için kalıcı iyiliği bulacağım.

 

Mat 26,12: Bu hoş kokulu yağı, beni gömülmeye hazırlamak için bedenimin üzerine boşalttı.

İsa, herkesin yanlış yorumladığı bir olayı doğru yorumluyor. Bir kadın, kaymaktaşından bir kap içinde çok değerli, hoş kokulu bir yağı, O'nun başından aşağı dökmüştü. Diğerleri, bunu savurganlık olarak yorumlamışlardı. İsa ise, bunu peygambersel bir eylem olarak görmüştü.

Ben ise hayret içerisindeyim: ben de bu ortak görüşün ve zihniyetin kuvvetini hissediyorum; para, yoksullara hizmette, yoksulluğu azaltmada çok değerli! Fakat aynı anda, İsa aşkı uğruna, milyonları esirgemeyen bu hareketin güzelliğini ve anlamını da görüyorum.

Parayı, yoksulları rahatlatmak ve zenginleştirmek olarak değerlendirmek, insanların kurtuluşunun yoksullukla mücadele etmekten geçtiğini düşünme tehlikesini beraberinde getirir: o zaman aldanmış olurum ve yoksulları aldatmış olurum.

Yoksullar için de İsa’dan başka kurtuluş yoktur; onlar için de kurtuldukları ve kurtulacakları tek isim, Allah’ın Oğlu’nunkidir!

Bu yüzden, İsa için 'israf edilen' zenginliklere hoş bakarım. Çünkü onlar boşa harcanmış değillerdir, insan için tek Gerçeği ve tek Doğruyu belirtmeye yararlar. O zaman onlar, yaratılmış oldukları nihai hedefe ulaşırlar: «O’nun için» der Aziz Yuhanna.

O zaman onlar nihayet özgürlüğe kavuşurlar: “Yaratılışın, yozlaşmaya olan köleliğinden kurtarılıp Allah çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması ümidi vardı” (Rom 8,21). Meryem kokuyu, günah aleti olarak satın almıştı, onu evine erkekleri çekmek için, dikkatleri üzerine çekmek için ve arzulu gözleri üzerine çekmek için kullanacaktı,şimdi ise koku bu esaretten kurtuluyor. Şimdi bu kokuyu, İsa’nın bedenine dökerek, O’nun tüm insanları çekmesini sağlayacaktır. Şimdi İsa'nın bedenine dökülmüş bu koku İsa'ya tüm insanları çekecektir. Kokunun içinde bulunduğu şişe kırıldı, tüm kokulu yağ döküldü. Meryem bunu yaparak kesin kararını açıklıyor: artık dikkatleri üzerime çekmek istemiyorum, erkeklerin beni arzulaması için uğraşmayacağım. Artık yüreğimdeki sevgiyi günahkarlarla paylaşmayacağım. Sadece İsa’nın yüreğinin temizliği beni çekebilecek, sadece O’na bakacağım. Kurtuluşa kavuşmak için herkes O'na bakmalıdır. Fakirleri üç gün için doyurulmaktansa veya on beş gün için giydirmektense, İsa’ya yaklaşmaları sağlanırsa, onlara daha çok yardım edilmiş olur. İsa ile yakınlaşırlarsa, onların yürekleri de açılır ve İsa’nın affından ve arkadaşlığından faydalanabilirler.

İsa Meryem’in yaptığı hareketin bir kehanet olduğunu anlıyor. Kendisinin daha önce söylemiş olduğu sözleri hatırlatıyor: “Yükseltileceğim zaman herkesi kendime çekeceğim”.

O koku insanları çekmeye başladı bile. Saat geldi, haçın zamanı geldi.

 

Mat 26,14: On ikilerden biri, adı Yahuda İskariyot olanı, baş kâhinlere gitti.

O arayıştadır. İsa ona yetmemektedir. İsa’nın arkadaşlığı ona yeterli gelmemektedir. İsa ise ona güvenmişti, kendisine diğer On biri ile ilgili bir görev emanet etmişti: topluluğun mallarını yönetmek.

İnsanlar da bu şekilde davranırlar. Memnun olmayan birini gördüklerinde, ona güvenirler, ona türlü görevler verirler, yerini değiştirirler, onu tatmin etmeye çalışırlar. Fakat memnuniyetsizliği azalmaz. Memnuniyetsizlik bir kalp hastalığıdır. Hiçbir zaman memnun olmayan bir kalp, bencillik gösteren bir kalptir. Kendisi için arar, fakat hiçbir şey onu tatmin etmez, hiçbir şey onu dolduramaz. Onu hiçbir şey doyurmayacaktır. Bencil kalbinin dibi yoktur.

İnsanı doyurabilen tek şey, kendini sunmaktır. Kendini, zamanını ve emeğini sunan, kalbinden neşe fışkırdığını görecektir. Fakat insan, kendisi için aramaya meyillidir. Ve bu, İsa’yı bulsa dahi, ondan bir şeyler alabilmek için onu takip eder. Onun tarafından teselli edilmek, heyecanlanmak, kendini gösterme fırsatı bulmak, neşeye ve rahata kavuşmak ister ve - neden olmasın? - onurlandırılmak ister. İnsanların, İsa’ya değer verdikleri gibi kendisine de değer vermelerini istiyor, fakat reddedilmeyi yaşamak istemiyor. Ve bu İsa’yı takip etme biçiminde bunları bulamazsa... İsa’yı, ve şakirtlerini suçluyor. Olanları yayıyor, kötü konuşuyor, ve homurdanıyor. Görevlilere başvuruyor, aramaya gidiyor. Çehresinin hüznünü ve ben merkezci tanıklığını her yere taşıyor. Neredeyse Yahuda gibi. O kendisi için tasalanıyordu: “bana ne kadar vermek istiyorsunuz... ?”.

İsa’yı takip ederek, kendisine ölmemiş, kendi hayatından vazgeçmemiş, onu kaybetmeye hazırlanmamış, meyve vermeye hazır bir tohumun yere düştüğü gibi onu düşmeye bırakmamıştır. İsa’yı, onun insanların kurtuluşu için hayatını Peder’in sevgisine sunma görevini paylaşmak için takip etmemişti. İsa’yı takip edipte, O’ndan ve sadece O’ndan memnun olmayanlar, İsa’ya ihanet edenler olacaklardır. İsa, sana yetmiyorsa, ve O’nu, görevinde O’na yardım etmek için aramıyorsan, yalnızca boş bir yüreğin tanıklığını sunacak ve hayatın, insanların meydanlarında anıtlar hak edecek büyük şeyler yapmış olsan da, Allah’ın hükümdarlığında kısır sayılacaktır.

 

Mat 26,27: Hepiniz bundan için, çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.

Ahit, hayattaki yükümlülükleri hatırlatan bir sözcüktür.

Müttefiklerin var mı? Ve müttefiklerin güçlü mü? O zaman şanlısın çünkü düşmanların, yalnız senin gücünü değil, onların da güçlerini göz önünde bulundurmalıdırlar. Fakat, sen de, müttefiklerinin zayıf noktalarını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalısın. Hayatlarınızın kaderi ortaktır. Senin ile onlar arasında, tek bir kan gibi, bir hayat ortaklığı vardır. Müttefikim Allah olduğu zaman, bütün fırsatlar benimdir. Hiçbir düşman beni yenemeyecektir: güçlü bir müttefikim vardır, her şeye hazır ve bilgedir. O’na her zaman güvenebilirim.

O, yaratıkları için tasalanır. Ben ise, O’nun hoşuna gitmeyen işlere bulaşmamak için dikkat etmeliyim, aksi halde, yalnızca kendi güçlerimle kalırım.

O herkesin müttefikidir, bu yüzden hiç kimseye karşı çıkamam: onun desteğinden yoksun kalırım. O’nun birçok düşmanı vardır, fakat hiçbiri O’na dokunamaz, bu yüzden bana saldırırlar, ve ben O’ndan uzak durursam, zaferlerini ilan ederler. O, benden hiçbir şey beklemez: benim O’nun müttefiki olmam, O’nun işine yaramaz. Bu yüzden ittifakı sonlandırmak için, benden hiç bir şey istemez. Bu anlaşmayı imzalamak için kullanılan kan, kendi Oğlu’nun kanıdır!

Ben her zaman kazanırım, fakat bu zaferi kendi hakkımla elde etmem. İradeyi, anıları, sevgileri yaralayan, en büyük düşmanlarım günahlarım bile müttefikim Allah tarafından uzaklaştırılıp yenilirler. Onları İsa’nın kanı ile yener. Benim için O’nu içmek yeterlidir. İçime gelmesi yeterlidir. O’nun kanı antlaşmanın kanıdır: içimde yaşam olur. İçimdeki o kan, geçerli olan tek şeydir, baki olan tek gerçektir, hayatımın tek kaynağıdır. İçimdeki o kan, Allah’ın bakışlarını üzerime çeker, ve Allah’ın zenginliklerini hayatıma soktuğu kapıdır: çünkü Allah müttefiklerinin boş ve sefil olmalarını istemez... bu yüzden beni zenginlikleri ile, sonsuz sevgisi ile, Ruh’u ile, kurtuluş arzusu ile, tüm insanlara ve tüm yaratıklara olan sempatisi ile doldurur. “Hepiniz içiniz!”. Ben de her gün bu kandan içeceğim.

 

Mat 26,43: Şakirtlerinin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu.

İsa uykuya karşı değildir, dünya yıkılıyor gibi gözükürken de sakin uykuya karşı değildir. Kayıkta iken batma tehlikesi ile karşı karşıya geldiklerinde o uyumuyor muydu? Ancak yaşamın bazı anlarında birilerinin uyuması insanın yalnızlık hissini daha da artırmaktadır. İsa birçok kere yalnız kalmayı arzulamıştı: Peder ile özel şeyler paylaşmak için yalnız kalmak istiyordu. Ama ele verildiği gece arkadaşlık arıyor: onu anlayacak veya teselli edecek bir arkadaşlık değil, duasına yardım edecek birilerini arıyor. Aynen, zamanında, Yeşua savaşırken, Musa kollarını havada tutabilmek için yardım istediği gibi.

Onunkiler uyuyorlar. Gece esnasında meydana gelenlerin yükünü İsa tek başına taşıyor. Böylece gecenin karanlığı İsa’nın ruhunu kapladı ve karanlık tüm düşüncelerini ve şefkatini kararttı. Sadece ruhu sevginin ışığını muhafaza ediyor.

İsa’nın gece yaşadığı yalnızlık, dünyadaki görevine katılma armağanına sahip, ona ait olanların miras aldıkları bir durumdur.

Arkadaşlar buldun, onlar daima yanındalar ve sana değer veriyorlar. Ancak gece denenmesi kapını çalınca insanlardan yardım bekleme, en sadık ve iyi olanlardan bile yardım bekleme. Uyurlar: senin karanlığını fark edemezler. Onlar için gece kemiklerini dinlendirecek bir lütuf zamanıdır. İsa’nın öğrencileri, yaşamlarının bazı dönemlerinde sadece, görmedikleri Işığa, hissetmedikleri Güce ve duymadıkları Sevgiye güvenmelidirler.

Bu durumlarda çöl tecrübesi şart olmaktadır. Yani Allah ile baş başa kalmaya ve meyvelerini almaya alışmış olduğunda, O’nun varlığından mutlu olmakla yetinirsin. Böylece de O’nun varlığını hissetmediğinde yine de uzakta olmadığını bilirsin.

Acı ve ağlayış zamanları bu yalnızlıkta seni olgunlaştırır. Arkadaşlara güvenmemeyi ve onlara dayanmamayı öğrenirsin. Düşman güçlerle savaşırken, onları uykuda bırakacaksın ve onlar için de düşmanı yeneceksin.

 

Mat 26,52: Kılıcını yerine koy.

Kendi davranışların sonuçlarını önceden düşünmelisin. Özellikle de uzun vadeli ve ruhani sonuçlarını düşünmelisin. Genelde kısa vadeli ve bedenimizi etkileyen sonuçlara bakarız.

Petrus korumak ve korunmak istiyordu. Bu kimseye yasaklanamaz, hatta kendi yaşamını korumak herkesin çok kutsal vazifesidir!

O zaman niçin kılıcını kılıfına koy, emri gelmektedir?

İsa, Petrus’un halen göremediğini görüyor. İsa, Petrus’un yanına ruhani düşmanların yaklaştığını görmektedir, bu düşmanlar o kadar güçlüdür ki kılıçla yenilemezler, hatta kılıç onları çekmektedir. Sonra, İsa bu davranışın gelecekte ve yüzyıllar boyunca yaratacağı sonuçları da görmektedir. İsa yeni Öğretmendir, ve başka hiç bir öğretmenin öğretmeyi hayal etmeyeceği bir şey öğretmektedir: düşmanları sevmeyi öğrenmek, onları sevmek! Sevginin ilk işareti onlarla silahsız karşılaşmaktır. Kazanmaktan veya kaybetmekten önce, kılıfına dönen o kılıç, Hıristiyanların kaybetmedikleri ve kaybetmeyecekleri, bir derstir.

Korunmak mı? Niçin? Eğer İsa için sevginin en büyük denenmesinin zamanı geldi ise onlar için de bu saat gelecektir. Mesih İsa’nın bedeninin canlı bir üyesi olduğunu unuttuğum zamanlar, korunuyorum. İsa’nın bedeni eziliyor ve çehresi kayboluyor, çünkü O, kötülüğün zincirini kırmak istiyor, kötülüğü iyilikle yenmek istiyor. Bunu unuttuğum zaman, kendimi korumak istiyorum: o zaman da düşmanlığı arttıran kapı açılıyor, tehlike artıyor, çünkü bu durum kalbi sarsar ve Sevgi olan Allah’a olan benzerliğini yok eder.

Kendimi korumakla Baba’ya olan güvenim azalır. İsterse, O beni koruyabilir. Birçok melek ordusu O'na itaat etmek için hazır beklemektedir. Kendimi korumakla, yargılama ve mahkum etme, belki de kin ruhuna az veya çok yer bırakırım, bazen de düşman olarak gördüğüme karşı intikam alma isteğim de doğabilir. Kendimi korumakla insanları düşmanım olarak görürüm, ve insanın tek düşmanının onu Baba’nın kalbinden ayırmaya çalışanın olduğunu unuturum. Kılıcın bu düşmana karşı gücü yoktur, tek gücü olan sevgidir. Sevginin en büyük gücü de bedende veya onurumda yaralandığım zaman ortaya çıkabilir. Kılıcı tekrar kılıfına koy, çünkü kılıç yüreklerin kapısını kapatır ve o zaman artık oğul olamazsın, sevmeni engeller. Aziz Pavlus’un dediği gibi, gerekiyorsa Ruh’un kılıcını al, o da Allah’ın Sözüdür: etrafında kin hüküm sürerken, o seni sevgide kalmak için aydınlatacaktır.

 

Mat 26,63: İsa susmaya devam etti.

Söz armağanına sahibim. Yani kendimi birçok yolla anlatabiliyorum. Dil hareket ediyor, ve hareket ederek yaşamdan birçok hareketler çıkarıyor, bunlar konuşmayı canlı ve sanatsal kılıyor, öyle ki geçmişin birçok tecrübesini, korkusunu ve umudunu tekrar yaşatıyor. Sözlerle beraber bakışları ve dikkatleri üzerine çeken korkular ve yargılar, kızgınlık ve hayretler, iyilik ve merhamet, şüphe ve şakalar, iman ve imansızlıklar, kin ve hoşgörü çıkar. Söz armağanına sahibim. Ama bu hür bir armağan değildir: iyi ve kötü birçok ruha bağlıdır ve kalbin içersinde başkalarına geçmek için beklemektedirler. Sözlerin çıkmasını beklemektedirler. Biri, dilin, kılıçtan fazla öldürdüğünü boşuna yazmamıştı. Aziz Yakup da dilin öldürücü bir zehir olduğunu halen günümüzde de hatırlatmaktadır. İsa ise her sözün bir ödül veya bir ceza aldığını söyler.

Söz armağanına sahibim. Bunun hür bir armağan olmasını isterdim, sadece hürriyeti belirten ve onu alana hürriyet veren bir armağan olmasını isterdim. Bu hiç gerçekleşebilecek mi? Allah için hiç bir şey imkansız değildir.

İsa konuşmayı biliyor. O, Sözdür. O, etkiyle söylenen tek Sözdür, Baba’nın dünyada söylediği ve Baba’ya hürce dönen tek Sözdür. İsa Sözdür.

Ama İsa susuyordu! İsa’nın söylediği sözler Baba’nın yüreğine koyduğu sevgi duygusunu dışarı çıkaran, merhamet ve af, sabır ve alçakgönüllülük araçlardır. Ama önünde onları kabul eden bir yürek yoksa, İsa susar. Sözler ne işe yarar? Eğer Kayafa’nın yüreği duygularla dolu ise, ve bunlardan vazgeçmek istemiyorsa, İsa’nın Sözleri, Allah’ın armağanını boşa kullanmak olacaktır, yola dökülen bir su veya taşlar ve dikenler üzerine dikilen tohumlar gibi olacaktır. İsa susuyordu. Ama O’nun sessizliği Allah’ın sessizliği değildi! O, o anda da, susarak da, sevgi, uysallık ve güç sözü olmaya devam etmektedir. Bu güç bencilliği yener, öç alma duygusunu reddeder, aynı zamanda bu güç yürekte Baba’nın insanlara karşı olan sevgisini, tüm güçler karşı geldiği zaman bile, muhafaza eder.

Söz armağanına sahibim. Sessiz olacağım ve susacağım: İsa, Sen konuşmamı isteyeceğin zaman, Senin söylemek istediğini söyleyeceğim.

Sessizlik içersindeyim, öyle ki Sen içime duygularını ve huzurunu dökebilesin. Dudaklarımdan dökülen kelimeler yalnız Seni belirteceklerdir.

 

Mat 26,72: O adamı tanımıyorum.

Gerçekten de doğru idi, Petrus o adamı tanımıyordu.

Yalan söyleyerek Petrus, büyük bir gerçeği söylemiş oldu. O henüz İsa’yı tanımıyordu. Evet, yüzeysel olarak tanıyordu, onu görmüş ve ona dokunmuştu, onu dinlemiş ve onu sevmişti. Fakat henüz, kalbine girmemişti. Petrus, dışarıda kalmış, kendini beğenip kendi kaderi için tasalanmıştı: bu yüzden, böylece konuşması gerekiyordu; söyledikleri uygundu. Petrus İsa’yı tanımıyordu.

İsa’yı tanıyabilmek için, başka gözlerle bakması, Baba’nın gözleri ile bakması gerekiyordu. O hala, etten gözlerle bakıyor, sadece savunmak için, insanlar tarafından yüceltilmek için, acılardan uzak kalmak için gerekenleri görebiliyordu. Bu yüzden, İsa’yı çok az tanıyordu, hatta hiç tanımıyordu. Onu henüz, Allah’ın Oğlu olarak görmemişti. Onu bu şekilde görmüş olsaydı, kaderini paylaşmaktan korkmayacaktı, aynen sağında çarmıha gerilmiş olan haydudun korkmadığı gibi. Petrus, onu Allah’ın Oğlu olarak görmüş olsaydı, ayak izlerini takip etmek, onun yolunda ilerlemek, ve O’nun ile aynı tecrübelere ortak olmak isteyecekti.

İsa’yı tanımak, kendi varlığımızın, kendi hayatımızın değişmesidir. Yüreğinin, yüreğimize işlemesine izin vermektir, Baba ile olan itaat ilişkisini yaşamaktır, kendi davamızı “adilce yargılayana” emanet etmektir, kendimizi, bir çobanın kuzuları gibi O’nun rehberliğine bırakmamızdır. Petrus bunları öğrenmiş ve Hıristiyanlara yazmıştır. O korkunç gece o, İsa’yı tanımıyordu. Henüz O’na ait değildi: kendini kendi hayatının sahibi sayıyordu, henüz hayatını Baba'nın bekçiliğine ve bilgeliğine bırakmamıştı. Hala kendine güveniyor ve böylece “Oğlu” tanımıyordu. Onu tanımak, aynı göreve ortak olmakla, aynı itaati paylaşmakla gelir.

Aynı Peder’in oğlu olmaya karar verdiğim zaman, Oğlu tanımaya başlayabilirim! O zamana kadar, O’nu tanımadığımı söylemem gerekir. Söylediklerini ve yaptıklarını bilmem, ne de, O'nun beni sevip yanında tuttuğu ve görevlendirdiği için, O'na değer vermem ve O'nu sevmem yeterli değildir. O'nun gibi, yalnızlık acısı çektiğim zaman, günahkarlar için kurtuluş arzusunu paylaştığım zaman, Peder’e: “benim değil, senin isteğin olsun” dediğim zaman, acı şarap kupasından bir şey içtiğim zaman, O’nu tanımaya başlarım ve o zaman bunu kimseye söylemekten çekinmem: hatta, artık bunu söylememe gerek kalmaz, çünkü herkes bunu, bir tepeye kurulmuş olan bir şehir kadar iyi görecektir. Saklanması mümkün değildir, düşman saldırılarının şiddetinden bile saklanamaz.

 

Mat 27,11: Sen Yahudilerin Kralı mısın?

Kim bilir, Pilatus, İsa’nın muhtemel bir cevabı karşısında ne yapacaktı. İsa’nın ona evet veya hayır demesi, ne İsa’nın kaderinde ne de valinin yüreğinde bir şey değiştirmeyecekti. Fakat bu soru, İsa’nın zihninde birçok hatırayı canlandırabilir. Bir gün, Yahudiler onu kral ilan etmek için arıyorlardı. O ise bunu istemiyordu... Bir gün bir kadın, sağında ve solunda, oğulları için bir yer istemişti. Bir başka gün, biri ona yeryüzünün tüm hükümdarlıklarını sunmuştu. İsa’nın kulakları, “Kral” sözcüğünü, başka zaman da işitmişlerdi, fakat bu sözcük hep, üstünlük, himaye, şeytana tapma, şiddet ve güç kullanma gibi anlamlar taşıyordu. Bunlar Oğul’a, herkesin Peder’inin Oğlu olarak kalmak isteyene uygun yaklaşımlar değildiler.

Bu anlamları ile bu sözcük, korku, kıyas ifade ediyor, asilerin kanlarının ve diz çöken yalakaların dünyadan teneffüs edecekleri tozun kokusunu çağrıştırıyordu. İsa, insanı hiçbir zaman esir kılmak istemedi, ona özgürlüğünü vermek için geldi.

Hiçbir zaman kral olmaya çalışmadı. Fakat, hiçbir zaman da birinin, O’nun bilgeliği doğrultusunda yaşamasına karşı çıkmadı, kimseyi O’na kral imiş gibi itaat etmekten uzaklaştırmadı!

İsa, kendini kral olarak zorla kabul ettirmez, fakat insan O’nu, kendi kralı olarak seçebilir, O'na hizmet etmeyi seçebilir.

Bu yüzden İsa, Pilatus’a basitçe şöyle cevap verdi: “Söylediğin gibidir” (yada "Bunu sen söyledin"). İsa’nın kraliyet mertebesini Pilatus kendi veriyordu. Pilatus’un ağzından çıkan kelime, kalbinden gelse idi, gerçek olacaktı, ve o zaman, vali ve devlet adamı olan o, O’na itaat edecekti.

Başka kelimeler de, bu kelime ile aynı kaderi paylaşırlar. Bazı Hıristiyanlar, hatta, şahsen ben, şöyle derim: Sen benim çobanımsın! O zaman, yorucu yollardan beni geçirirse, neden şikayet ediyorum? Diyorum ki: Sen benim ekmeğimsin. O halde, neden, insanların sözleri ile de beslenmeyi arıyorum? Diyorum ki: İsa kurtarıcıdır. O zaman nasıl oluyor da savunmaya çalışıyorum? Diyorum ki: Sen nursun. O halde nasıl oluyor da olayları Kendi tarafından nasıl gördüğünü yalnız O’na sormuyorum? Diyorum ki: Sen sevgisin. Nasıl oluyor da o zaman bana acı çektiren birine karşı şiddet kullanmak istiyorum? Diyorum ki: Sen yolumsun. O zaman neden kenarda kalıp, özlemle etrafıma ve geriye bakıyorum?

Ve diyorum ki: sen kralımızsın. Bunu söyleyen benim. Isa yalnız, hizmetkarım ve dostum olduğunu söylüyor. O'nun kralım olduğunu söyleyen benim. O zaman: sana itaat etmek istiyorum, senin emirlerini aramak istiyorum. Eserin için bana güvenebilirsin. Sen kralsın: bunu ben söylüyorum.

 

Mat 27,17: Sizin için kimi salıvereyim istersiniz, Barabas'ı mı, Mesih denilen İsa'yı mı?

Şüphelerimiz olduğu zaman sorular sorarız! İyi, bu alçakgönüllülük işaretidir. Ancak yanlış kişileri sorgulamak da akılsızlık işaretidir. Onlar bizleri kendi arzularını gerçekleştirmeye çalışacaklardır ve bunun hikmetli olmadığını biliyoruz. Pilatus’un başına gelenler, günümüzde de oluyor ve olayın kahramanları bizleriz!

Pilatus ne yaptı? İsa’yı kendisine getirmelerinin sebebinin kıskançlık olduğunu biliyordu. Kıskançlık bir yüreğin sahibiyse, bilinir, o yürek körleşmiştir. O yüreği sorgularsam, cevaplayan kıskançlıktır. Pilatus, kıskanç yürekleri sorgulama hatasını yaptı, bu yürekler muhakemede adaletli ve sağ duyuda hikmetli değildiler. Kıskançlığın cevabında da hürriyete yer yoktur: zorlama ve şantaja dönüşür. Pilatus, sorgulandığında kendini önemli gören kıskançlığın büyük gücüne boyun eğmek durumunda kaldı.

Pilatus’un akılsızlığının, maalesef halen günümüzde de kurbanları vardır. Ben bile, rahip olarak, kısa zaman öncesine kadar fazla ciddi sayılamayacak bazı gazetelerin veya mecmuaların röportajlarına önem veriyordum. Röportajlar sokaktaki insanlara ayırım yapılmadan yapılıyordu ve şöyle soruluyordu: Rahibin nasıl olmasını istersiniz? Ne yapmasını istersiniz? Bazı kişiler Rabbin sesini dinleyerek cevap veriyorlardı, çoğu ise... sadece kendi bencilliğine ve arzularına göre cevap veriyorlardı. Sonuçlar O’ndan çok uzağa götürüyordu. Benim rahip olarak yaptığım hatalar, birçok Hıristiyan’a da yansır, ve davranışları için halkın fikrini sorarlar, politik partilerin ve ekonomistlerin fikirlerinden ve ideolojilerinden etkilenirler, mecmua ve televizyonu elinde tutanların fikirlerine kulak asarlar, paraya veya başka putlara tapanlara danışırlar. Böyle davranan Hıristiyanlar, kısa bir müddet sonra kendilerini Allah’ın hikmetinden uzak bulurlar ve sesleri “Barabas” diye bağıran halkın sesine karışır.

Bu hatalar yüzünden, birçok gençlik grupları, diskoları, gençlik toplantılarına tercih etmektedirler, mahalli sinemalarda, film salonlarına şiddet ve cinsiyet içeren filimler girdi, Kiliselerde ayinler aşırı kısaltıldı, vaazlar yüzeysel olmaya başladı, Hıristiyanların evlerinde her çeşit ateist televizyon kanalı ve dergiler girdi, Allah’ın oğullarına yakışmayan, sosyal yaşamda vergi kaçakçılığı, tatillerde abartılı harcamalar göze çarpıyor, iş yerlerinde korkunç bir aç gözlülük, ve pazar günlerinde Baba’dan uzaklaştıran eğlenceler görüyoruz. Artık kalabalığı değil de yukarıdan gelen Ruh’u sorgulama vakti geldi. O zaman sesimiz berraklığıyla ayrıcalık kazanacak ve İsa’nın ışığına sahip olacaktır.

 

Mat 27,24: Ellerini yıkadı.

Başka bir çıkış yolu görmüyordu. Pilatus, kendini kurtarmak istiyorsa halkın isteğine boyun eğmesi gerekiyor. Ellerini yıkıyor. Ondan bekledikleri de buydu: İsa’ya istediklerini yapabilmek, herkesin gözünde O’nu iğrenç kılmak, O’nu yok edilecek insanların arasına koymak.

Ellerini yıkadı. Sanki, siz yapın, sizin yaptığınızla benim ilgim yok, dermiş gibi, yaptı: sadece beni rahat bırakın, diyormuş gibi. Pilatus, İsa’nın ne ölümü ne de kırbaçlanmayı hak etmediğini biliyordu. Bunu biliyordu ve İsa’nın başka şeyler hak ettiğinden de emindi. Ellerini su ile yıkadı, ama yine de kana bulanmış buldu. Elbette, o bağıran halkın kötülüğünden o sorumlu değildi, ancak o kötülüğün İsa’ya sahip olmasından sorumlu.

Günümüzün Pilatus’ları ellerini yıkamaya devam ediyorlar. Ama yıkadıktan sonra da elleri temiz değiller! Pilatus’un ruhu başkalarının üzerinde sorumluluk taşıyan kişileri denemeye devam etmektedir. Sadece devlet yönetiminde olanları değil, küçük veya büyük bürokrasi dairelerinde, iş yerlerinde, otel odalarında, okullarda, hastanelerde, yollarda: her yerde ellerini yıkayan insanlar vardır. Bu, kirli ellere sahip olduklarını göstermektedir!

Hatta bu yöntem ailelerde de yerleşmeye başladı: bazı ebeveynler çocuklarının kendilerini mahvetmelerine göz yummaktadırlar, yani ellerini yıkamaktalar.

Herkes ellerini yıkadığına göre temiz bir dünyada mı yaşıyoruz? Sorumluluklarımızı, görevlerimizi gerçekleştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Yaşamımız, boş bir zaman değildir. Allah’ın her birimize emanet ettiği görevi gerçekleştirmek için kullanmamız gereken bir zamandır. Eğer insanların önünde ellerimizi yıkarsak, bunu elbette Allah’ın önünde yapamayız: O bana kendi Sevgisi ile sevmek, kendi Oğluna itaat etmek, hikmetli yaşayarak karanlıklarda düşen kardeşleri aydınlatmak görevini verdi.

Peder Allah’ın bana verdiği çeşitli görevlerin hesabını sadece O’na vereceğim ve o beni mükafatlandıracaktır. Hareketli kalabalığın sesleri dikkatimi dağıtmayacaktır. İsa’yı kurtarmak istiyorum: birçok kişi sadece imanla yaşanamayacağını, ayakların yere basması gerektiğini, İncil’e, onların yorumlarına göre abartılmış ve fazla talep edici olduğu için itaat edilemeyeceğini söylerlerse de, bunlardan etkilenip İsa’yı hayatımdan uzaklaştırmak istemiyorum. İsa’yı kurtarmak istiyorum. Bana karşı bağıracaklar, ama önemli değil!

Gerçek Hayat ölemez!

 

Mat 27,29: Dikenlerden bir taç örüp başına koydular, sağ eline de bir kamış tutturdular.

Artık İsa, dalga konusu olmuştur. Askerler emirleri yerine getirmek için para alıyorlardı. Alışkanlığın sıkıcılığı neşe ile yenilir, ve neşe ölmesi gerekenin, öç almayacak olanın, artık kimsenin yardım etmeyeceği kişinin sırtından elde edilebilir. Ve böylece hayal gücü şekillenir. Krallık tacı ve asası: hükümdarlık işaretleri: batan bir taç, vuran bir kamış, acı veren işaretler. Fakat her türlü sorumluluğunu satmış olan insan, eğlenir.

Kalbimizde, işkence çektirilen, itip kakılan, alay konusu olan bu Adam’a karşı merhamet duyguları belirir. Fakat O hala en uyanık ve en varolandır. O hala, etrafını sarmış olan yüreklere karşı hassastır. Barbarca davranan bu adamlara dahi acıyor. Onlarda bir zerre insanlık dahi kalmamıştı. İçsel boşlukları gözlerinden belli oluyordu. Onlar, imparatora sadece güçlerini satmamışlardı, aynı zamanda kalplerinin kapılarını da her türlü ruha karşı savunmasız bırakmışlardı. Şimdi eğlenmeye ve alay etmeye teşvik eden ruh mu var? Öyleyse eğlenip alay edelim. Şimdi dalga geçmeye çeken bir ruh mu var? Öyleyse dalga geçelim, gülelim. Şimdi sertlik ruhu mu var? O halde sert olalım! Şimdi cinsel ahlaksızlık işlemeye sürükleyen bir ruh mu var? Ona göre davranalım! Bayraklar, rüzgarın yönüne göre hareket ederler; aynı şekilde insanlar ruhların yönlerine göre hareket ederler. Hür ve güçlü olan, onları yenen ve onlardan etkilenmeyen tek adam İsa’dır.

Ona bakarak gerçek özgürlüğü görürüm. Kalbi Baba'ya yönelmiş ve sevmek için özgür olarak kalır, öyle ki onun için ağlayanlara şöyle diyecektir: benim için değil, kendiniz için ağlayın! İnsan, canlı ve sağlıklı olmasına karşın, rağmen, eğer kalbi tüm ruhlara açık olursa, acınacak zavallı bir adamdır, eğer kalbinde Hayat canlı değilse, bir ölü gibidir.

İnsan içinde, Hayat’a sahipse, hiçbir şeyden etkilenmez. Hatta, halkın alay konusu olabilir, onunla dalga geçilebilir, ölünceye kadar dövülebilir, kötü diller tarafından alçaltılabilir: buna rağmen o, düşmanları olarak davranan insanları zavallı, muhtaç, büyük bir sevgiye aç olarak görür. Onları sorumsuz kılan ilgisizlikten, boşluktan, her dolanan ruhun etkisinde kalan ve en çok bağıranın kölesi olmaktan uyandıracak büyük bir sevgiye ihtiyaçları vardır.

İsa’nın Hayatı’na sahip olanlar, hiçbir şeyden korkmazlar, çünkü onlara, alay etmek için dikenli taçta ta takılsa, onlar ruhsal durumlarına hakim olabilirler.

 

Mat 27,26: ... İsa'yı kamçılattıktan sonra ...

Böyle kazara söylenmiş gibi sözler ile, Matta bize, Pilatus’un kararını, bazı askerlerin yorgunluğunu, İsa’nın bir saat boyunca çektiği korkunç acıları iletir. Çocukları okşamış olan, doğuştan kör olanın gözlerini tutmuş olan, Yair’in kızını tekrar ayağa kaldıran, kalabalığa ekmek dağıtmış olan o eller, şimdi bağlıdır. Baba'nın varlığını ve gücünü taşımış olan vücudu çıplaktır: askerler onu görebilmekte ve ellerinden geçen diğer vücutlar gibi istedikleri gibi tutabilmektedirler. Diğerleri gibi, mızrak darbeleri yüzünden kanamaktadır.

İsa’nın yüreği: biz İsa’nın yüreğini görmek istiyoruz. Her bir mızrak darbesi, yüreğinde yankılanmaktadır. Derisini ve etini yırtan her bir darbe, bazı insanların ve onun hakkında hiç bir şey bilmeyen askerlerin şiddetli gücünden kaynaklanmaktadır: tek bildikleri, ölüme mahkum edildiği idi.

İsa, iki kırbaç darbesi arasındaki birkaç saniye içinde, kapalı gözler ile, yalnızca peygamberlerin söylemiş olduğu sözleri hatırlayabilmektedir: “cezalandırılmış, Allah tarafından vurulmuş ve alçaltılmış”. “Senin ellerin Baba, insanlar tarafından ödenmiş olan bu adamların nefret dolu ve vicdansız ellerinden yararlanırlar. Bu darbeleri ben, onlardan alırım, fakat onları Sen’den geliyorlarmış gibi karşılarım. Bu darbeler, vücudumu cezalandırırlar: kötü bir şey yapmadı, sadece günahkarların vücutlarına dokundu, onların kendisine dokunmasına izin verdi; bu kırbaç darbeleri, ruhu alçaltırlar: Sen’den asla ayrılmadı, fakat zina işleyen kadına ve hayduda karşı şefkat hissetti, Samiriyelilere ve paganlara gülümsedi ve onlara şefkat dağıttı. Bu ve bir sonraki darbeyi, ve bir sonrakini, senden geliyorlarmış gibi karşılamak istiyorum. Baba, Sen nedenini biliyorsun! Sen hangi iyiliği görmen gerektiğini, bu askerler ve başka evlatların için hangi kurtuluşun kaynağı olduğunu iyi bilirsin. Sen bilirsin. Senin şimdiden her şeyi bildiğini biliyorum. Kendimi Sana emanet ediyorum. Sana güvenenler hayal kırıklığına uğramaz. Senin İsteğini kabul ettiğimde ve bu acı kupadan içtiğimde, Sana güveniyorum”.

İsa’yı kırbaçladıktan sonra... Pilatus ne olduğunu bilmiyordu. İsa’nın kalbinde ne olduğunu kimse bilmiyordu. İnsanlar tarafından alçaltılmış olanın kalbinde neler olduğunu kimse bilemez. İnsanların batan kırbaçlarından savunmayı bilmeyen ve istemeyenin kalbinde neler olduğunu kim bilebilir? Hangi yüksek mertebedeki, alçak mertebedekinin alçaltılmış, anlaşılmamış ve dinlenmemiş kalbinde neler olduğunu tahmin edebilir?

Pilatus bilmiyor. Sen Peder, biliyorsun. Senden hiçbir şey kaçmaz.

 

Mat 27,32: Simun adında Kireneli bir adama rastladılar, ve İsa'nın çarmıhını ona zorla taşıttılar.

Şikayet etmeden kendi hacını taşımak büyük bir zahmettir ve kalbin sahip olabileceği tüm imanı gerektirir. Başkasının hacını taşımak, daha zordur. Bunun için bunu yapmaya “zorlanmıştı”. Kireneli Simun için zor olmuş olmalı. Mahkum edilmişi yapmak. Mahkum, kendi istemiş olsaydı... fakat hayır, yalnızca tarlada çalıştıktan sonra oradan geçtiği için, askerler tarafından zorlanmıştı.

Simun birkaç gün sonra sevinecekti, ve Dirilmiş olanın hacını taşıdığı ve Allah’ın Oğlu’na yardım ettiği için gurur duyacaktı. Fakat şimdi öfkeli, ve bir an evvel kaçmak istiyor.

Bu benim başıma da geldi. Herkesin başına da gelebilir. Herkes yapmak istemediği zor ve ağır bir görevi yapmaya zorlanabilir. Sonucunun şanlı, ve bir neşe kaynağı olacağını bilmezsin, ve bu yüzden, bir gün, bir hafta, mümkün ise daha da fazla isyan edersin. Aynen silahlı bir askerin eli gibi, soğuk ve adaletsiz bir zorbanın eline benzeyen bir el, seni zorlar, ve reddedemezsin. Sonra, belki de çok zaman sonra, o elin bir bilgelik ve daha büyük olamayacak bir Sevgi tarafından yönlendirilmiş olduğunu öğreneceksin. Aynen bağcı elinin keskin bir makas ile bağın dalarını budadığı gibi. Meyve verdiği zaman, nedeni anlaşılacak, ve bağcının yeteneği ve kararları övülecektir. Zalim sayılma tehlikesine rağmen, sevgisini bu şekilde göstermiştir.

Kim bilir, Kireneli Simun, nasıl davranmıştı, kim bilir o mahkumun dirildiğini öğrendiğinde kalbinde neler hissetmişti! Bilmiyoruz. Fakat buna benzer durumlar yaşadığım zaman, kalbimde neler olduğunu biliyorum. Ve de biliyorum ki – şimdi – artık hiç bir şeye isyan etmek istemiyorum: çünkü beni kurtuluşa götürebilecek bir “mecburiyete” karşı isyan edebilirim. Kendimi mecbur hissettiğim durumları, imanla ve huzur ile yaşayabilirim: sonra, üç gün sonra, bu, şan nedeni olacaktır. Bu yüzden, Aziz Pavlus’un da öğrettiği gibi, önceden biliyorum ki “her şey Allah’ı sevenlerin yararına olabilir”.

Engellerden kaynaklanan, en sıradan, küçük mecburiyetler, insanların kötülüğünden kaynaklanan, büyük mecburiyetler, Baba'nın bilgeliğine ve sevgisine kendimi emanet etmemem için bana yardım ederler. Baba, Simun için şan öngörmüştü: bu yüzden, ona, İsa’nın hacını taşımayı bahşetmişti.

 

Mat 27,38: İsa'yla birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da haça gerildi.

Onlar Yakup’un ve Yuhanna’nın yerinde idiler, daha doğrusu, onların olmak istedikleri yerde. Ama bunun için onlara izin verilmedi. İsa’nın sağında ve solunda ise iki hırsız vardır.

Kimse şanslı olduklarını söylemiyor, halbuki onlar, Allah’ın Oğlu ile aynı kaderi paylaşıyorlar. Belki onlar buna layık değillerdi, çünkü onlar ölümü hak ediyorlardı. Onlar gerçekten de günahkardılar. Hayduttular. Kimse onların ölümü için üzülmüyor, kimse onları kurtarmak istemiyor. İkisinin de vicdanlarında büyük yükleri var, onları ayıran bir şey yok. Halbuki aralarında ne büyük bir fark vardır! İkisi de kötü, ikisi de korkulacak bir geçmişe sahip, ikisi de ölmek üzere: oysa, bir şey onları tamamen ayırmakta. Bu nedir? Üçüncüye karşı, yani İsa’ya karşı olan bakış acılarıdır. İsa’ya bakış açıları onları o kadar farklı kılar ki, tanınamaz duruma gelirler. Biri İsa’ya alay ve öfke ile bakar: bu alçaltıcı bakışı karşısında, kanlı geçmişi bile bir tüy kadar hafif kalmaktadır. Diğeri ise İsa’ya hayranlıkla, sevgi ile bakmaktadır. Bu bakışı, çehresini aydınlatmaktadır. Kanlı geçmişi, karın güneşte eridiği gibi kaybolmaktadır.

Onlar insanlığın en kötü adamlarından, sadece ikisi, fakat tümünü temsil etmektedirler.

Kötülük ve günah, her insanın az veya çok taşıdığı, ağır yüklerdir, bunlar görünür veya görünmez. Onları ayıran bir şey yoktur. Sonuçta farklı bir şeye sahip değillerdir. Onları iki zıt dünyaya ait kılan, gözleridir. İsa’ya sevgi ile bakan, kendini İsa’ya sevgi ile bakan diğer insanlarla birlik içerisinde bulur, İsa’ya olan sevgisinden, yeni bir kardeşliğin, bütün kötülüklerini ve günahlarını örtüp iptal eden içsel bir aklanmanın doğmakta olduğunu hisseder.

İsa’ya alay ve nefret ile bakan kendini umutsuz bir şekilde bulur, içsel olarak ıstırap çeker, yaşayamaz ve yakınlarına sevgi sunamaz olur, dostluk sözcüğünü, İsa’ya ve ona ait olanlara karşı olan ortak nefreti belirtmek için kullanmaya başlar. Dünyalar iki tanedir. İsa haçta da olsa O’ndan hoşlanan dünya: bu, Baba'nın dünyasıdır. Diğerleri gibi günahkar olan birçok insan, orada ikamet eder, herkesle aynı acıları çeker, fakat sevgi ve itaat dolu bakışlarla İsa’ya bakarlar.

Acıya karşı isyan edenler, günahla elde edilmiş kendi ıstırapları reddedenler, işte bu dünya, İsa ile alay edip, O’nu hor görür.

Golgota tepesinde bu iki dünya mevcuttur. Orada, hangi dünyaya ait olmak istediğimizi seçebiliriz.

 

Mat 27,45: Bütün ülkenin üzerine karanlık çöktü.

Aydınlık yok olmuştur. “Dünyanın gerçek ışığı” ölmekte iken, “gölgesi” de yok olmalıdır. Işık gibi yaratılmış gerçekler, tek gerçeğin gölgesidirler. Bu tek gerçek de, Aziz Pavlus’un öğrettiği gibi, Mesih’tir.

Gerçek yok olduğunda gölge de yok olur. Aynen artık Rabbe doğru bakmamaya karar veren insanın gözünden, ışık ve neşenin kaybolduğu gibi.

Karanlık olur.

İnsanlık tarihinin, Allah sevgisi tarihinin en önemli anıdır. Sevginin yeryüzünde en güçlü ve en yoğun olduğu andır. Sevgi olan Allah’ın, nefret edilen ve ölüme mahkum edilmiş olan bir insanın kalbinde en var olduğu andır.

Fakat Allah yeryüzüne gelip, harekete geçtiği zaman, insan göremez, bu yüzden “karanlık” olur.

Allah gece vakti harekete geçer.

Allah saklanmak istemez. Fakat insan O’nu ancak geçtikten sonra görebilir, aynen tepede Horev dağında İlyas’a belirtilmiş olduğu gibi.

Allah hareket halinde olduğu zaman, insan hiçbir şey görmez: gözleri sadece geçici şeylere, bedensel gerçeklere, yüzeysel olanı görmeye alışıktır. Allah’ın eylemleri ve varlığı insanların gözlerini, güneş gibi kör eder.

Bu yüzden Allah, insanların gecesinde hareket eder: onun ile rüyada buluşur, karanlıkta mücadele eder, insanlar uyurken, vücut alıp, insan olarak dünyaya gelir.

Allah, insanların görmedikleri ve duymadıkları zaman hareket eder, insanlar hareket etmedikleri zaman: O’nun eylemleri şüphe kaldırmamalı, insanlarınkilerle karışmamalıdır. Bu yüzden O, gece harekete geçer. Gece, Allah’ın eylemlerine ve Varlığına refakat etmeye alışıktır. Bu yüzden, Baba'nın Sevgisi ve Oğul’un itaati bir araya geldiğinde, çıkagelir.

Gece, Allah’ın sırlarını, harikalarının gerçekleşmesini insanlardan saklar. İnsan, gerçekleşmesini görmediğinden, onlarla karşılaşınca şaşıracaktır! İnsan, Allah’ın harikalarını gerçekleşmiş olarak bulacaktır, aynen kadınların mezarın girişindeki taşı kaldırılmış olarak buldukları gibi.

Ve böyle meydana gelmeye devam edecektir. Arada bir, Allah’ın oğlu için karanlık olur. Bazen onun için karanlık uygun görülür.

Kabul etmek mi? Mücadele etmek mi? Allah’ın hareket etme zamanıdır.

Bütün bunlara hayranlıkla bakmak, iman tecrübesinin bize tavsiye ettiğidir. Görmeyen imanlı yürek, güvenle bekler, çünkü Sevgi olan Allah’ın hareket etme biçimlerini bilir: imanın güveni ve etin ıstırabı, umudun içinde karışırlar.

 

Mat 27,46: Eli, Eli, lemà sabactàni?

Öğleden sonra gelen beklenmeyen gece karanlığı sadece gerçeklerin rengini yok etmekle kalmıyor İsa’nın ruhuna da giriyor. O artık Baba’yı görememektedir. Dua gecelerinde O’na bakmaya alışmıştı, normal günlerde işaretlerini izlerdi, harika yaratışın eylemlerini hayranlıkla izlerdi, ve sadece kuşlara bakarak insanlara olan somut ve sadık sevgisini görebiliyordu. Yüreğinin gözleri Baba’ya karşı dikkatli idi, ama şimdi gece idi: artık O’nu görememektedir. Böylece, Allah ile yaşamaya alışkın bir çok insanın içsel savaşını anlatan mezmur yazarının bağırmasını anlıyor, bu insanlar yaşamı ilahi varlığın işareti olarak görmeye alışıktırlar ve aniden yaşamın yok olduğunu fark ediyorlar, yaptıkları iyiliklerin ve katlandıkları yorgunlukların bekledikleri meyveyi vermediğini fark ediyorlar. İsa bu bağrışmayı anlıyor, içinde taşıyor: Allah’ım, Allah’ım, niçin? Niçin artık yoksun? Niçin Sana ait olan benim için gücünü kullanmıyorsun? Bana saldıran kötülük güçleri tarafından niye yeniliyorsun?

İsa herkesin dememek için, birçok kişinin tecrübe ettiği, ümitsizliğin en şiddetlisini yaşamaktadır. Evet, yaşamımın birçok anında ben de bu kelimeleri kullandım: Allah artık benim için bir şey yapmıyordu. Sanki bana karşı hareket ediyordu. Artık O’nu göremiyordum.

Ama İsa, görmediği o Allah’a sesleniyor. O’nu görmese ve dinlemese de O’na bağırıyor. Evet, Baba İsa’yı görmeye ve dinlemeye devam ediyor.

Hatta, İsa’ya birkaç saat önce kendisinin söylediklerini hatırlatabiliriz: Ben ve Baba tek bir şeyiz! İsa, sen Baba’yı göremiyorsun, çünkü O’nun ile tek bir şeysin. Sen O’nun ile o kadar birlik içindesin ki, O’nun içine o kadar dalmış vaziyettesin ki, O’nu göremiyorsun. Sen şimdi Sevgi oldun, Sen şimdi Baba’nın dünya için Sevgisisin. Sen O’nu, uzaklaştığı için değil, Sen O’nun ile Sevgi birliğinin doluluğuna ulaştığın için, göremiyorsun. Şimdi senin itaatin, Ruhunu O’nunkiyle birleştirmeye kadar vardı, ve artık iki sevgi, Seninki ve Babanınki yok, artık tek bir Sevgi var.

Keşke Allah’ın arzusunu gerçekleştirdikten sonra, “Allah tarafından terk edildiğini” hisseden herkese, bunu söyleyebilseydim! Teselli ve ışık göremediğimiz en zor itaat zamanlarında Allah’ın içimize gelerek, bizi, ödül beklemeyen saf sevgiye dönüştürerek kendisine benzer kıldığını bilmek büyük bir teselli kaynağıdır.

Baba, ruhumu senin ellerine teslim ediyorum.

 

Mat 27, 54: İsa'yı bekleyen yüzbaşı ve beraberindeki askerler, «Bu gerçekten Allah’ın Oğluydu!» dediler.

İnsanlar, artık geç olduğunu düşünüyorlar! Artık geç! Ama elbette İsa’nın haçının yansıttığı yaşamın bu değildir. O bunun için geldi, insanların, günahkarların Allah’ın varlığını, sevgisini fark etmeleri, ve O’na bakarak aydınlanmaları için geldi. İsa, Oğul olarak sevgisini tamamlamadan önce, İsa, Oğul sevgisini bu dereceye kadar yaşamadan önce insanlar bunun ancak bir bölümünü fark edebilirlerdi. Sadece şimdi ise imanın mükemmelliğine ulaşabilirler, şimdi ki O, yaşamını verdi, şimdi ki O, yaşamını tamamıyla Baba’ya emanet etti.

Yüzbaşı ve ondan önce sadece haydut, nefret tarafından öldürülmüş İsa’ya bakarak Allah’ı ilk fark edendir.

İsa’ya bakarak, bağrışma ve gürültüler, karanlık ve kin tarafından saklanmış tek bir sevginin Varlığını yüzbaşı fark eder. İnsan dalgalarının eline teslim olarak, kendisini Baba’ya sunan Oğul sevgisidir. Yaşamın içlerinde olmadığını, yüreklerinin boş olduğunu fark etmeleri ve gerçek sevginin nerede olduğunu görebilmeleri ve aramaları için insanların ellerine yok etme becerisini bırakan Baba sevgisidir. İsa’nın cesedine bakan yüzbaşı hayretle ağzını açar ve tek bir kelimeyle hem hatasını, yanlışlığını itiraf eder hem de Allah'ın Gerçekliğini söyler.

Tohum yeni ölmüştür ve biz hemen meyvelerini görüyoruz. Askerlerin kendileri, yüreklerinde yeni bir hayat bulurlar: Oğlun hayatı. “Oğla sahip olan hayata sahip olur”.

Onlar O’nu tanıyorlar, ve kendi geçmişlerinden, henüz yapmış oldukları eylemden, şimdiye kadar hikmet olarak saydıkları kendi hatalarından, kendi imansızlıklarından kopuyorlar.

Geç mi? Hayır: şimdi tam zamanı gelmiştir. Işığın, gerçeğin, imanın, kurtuluşun zamanı, sadece İsa’nın ölümü ile gelmiştir.

Yüzbaşının geç farkına vardığını söylemek, Allah’ın planlarını iyi tanımamak olur, İsa’nın kurban edilmesini faydasız yada gereksiz saymak olur. Aksine: teşekkürler, dememiz gerekir! İsa’ya öldüğü için teşekkür etmemiz gerekir: insanlara hayat ondan gelir, lütuf bize ölümü sayesinde ulaşır!

Şöyle dememiz gerekir: Nihayet İsa öldü! Böylece Ruh’u içimize akabilir, Peder’e olan evlat sevgisi gözlerimizi değiştirebilir ve ellerimizi kardeşlere sevgiye doğru yönlendirebilir.

İsa, ölümün için sana teşekkür ederiz: şimdi sevebilmem için, Peder’in mutluluğunu tadabilmem için, içlerimize Ruh’unu katarak yaşamak için kalbimizi ve vücudumuzu yönetebilirsin!

Gerçekten de Allah’ın Oğlu Sen’sin! Şimdi yenilgilerimi, ölümümü kullanabilirsin, öyle ki başkaları da Peder’in varlığını farkına varabilsinler ve Sen’in ile dostluk içinde yeni bir hayata kavuşsunlar!

Nihil obstat: Mons. Ruggero Franceschini archiep., İzmir, 2 Mart 2007