ME
NU

OMELIE / Omelie TR

27 ott 2013
27/10/2013 - Olağan Devre - 30. Pazar Günü- C

27/10/2013 - Olağan Devre - 30. Pazar Günü- C

1.Okuma Sir 35,12-14.16-18 * Mezmur 33 * 2.Okuma 2Tim 4,6-8.16-18 * İncil Lk 18,9-14

“Ama Rab yardımıma geldi ve beni güçlendirdi”: Aziz Pavlus zor bir anında, bu sözleri öğrencisine söylemektedir. Pavlus hapistedir ve yargılanmaya başlamıştı, arkadaşları ve kardeşleri onu terk etmişlerdi. Nasıl: “Rab yardımıma geldi ve beni güçlendirdi” diyebilir? O bunun bilincine ulaştı çünkü onun sıkıntısı ölmek veya yaşamak değil, onun için tek önemli şey İncili’dir. Bu sebepten acılar yılmasının sebebi olmuyor ve devamlı olarak Rabbe dönük kalmasını engellemiyor. Yaşamının her anı artık dua oldu. Acıları, fiziksel olsun ruhani olsun, duasını değerlendiriyor ve Allah mutlaka bunu dinliyor ve meyve vermesini sağlıyor. Artık şimdi o, İsa’ya daha çok benzemektedir ve acılarını paylaşmaktadır. Bu sebepten dualarının dinleneceğinden de emindir: “Rab beni her kötülükten koruyacak ve kendi Ülkesine kavuşturacaktır” demektedir. Aziz Pavlus’un, kurtulacağından emin olduğu kötülük, ölüm değildir, oysa gerçek kötülüktür, yani Rab’binden uzak kalmaktır! Havarinin duası ve yaşamı, şehitlerin duası ve yaşamıdır; kendisini ilgilendiren, insanın tek kurtarıcısı İsa’nın tanıklığını yapmak ve O’nu yüceltmektir.

Aziz Pavlus’un ki gibi gerçek dua, spontane değildir, öğrenilmelidir; otomatik olarak insanın yüreğinde mevcut değildir. İnsanın yüreğinde daima egoizm vardır ve bu, duasında da, Allah ile ilişkisinde de, yer almaktadır. Elbette ‘gerçek’ duayı, yani Baba’nın sevgisi ile karşılaşabilen duayı, öğrenmek gerekmektedir. Eğer bu duayı öğrenmezsek, paganlar gibi dua etmeye devam edeceğiz; kendimize yönelik, sadece maddi ve egoist arzuları ifade eden bir sürü boş söz söyleyeceğiz. Eğer dua etmeyi öğrenmezsek, bunu yapabildiğimizi sanırız, ama Söz’ü ile bizi aydınlatmak isteyen Allah ile karşılaşmayız; eğer gözlerimizi bu yüzeysel arzularımıza dikiyorsak, O’nun Kendisi bile bizi aydınlatamaz.

İsa bugün basit ve anlayışı kolay bir hikâye anlatmaktadır: bu şekilde bize dua etmeyi öğretmeye devam etmektedir. İki adamın duasını kısaca anlatmaktadır. Her ikisi tüm İbranilerin Allah’a taptığı mabede giderler. Ancak iki adam ta baştan farklıdır: imanlarına bakıldığında birbirlerinin zıttı dırlar. Biri mabede devamlılıkla giden ve tüm dini kanunları yerine getiren bir adamdır. Diğeri ise bu kutsal yere çok alışkın değildir, hatta içeriye çekine çekine girmektedir: gerçekten de kendisini kirli yapan bir meslekte çalışmaktadır ve halkın düşmanlarıyla hep ilişkide olmak mecburiyetindedir. Her ikisi de ayaktadır ve Allah’a dua etmektedirler. Birincisi şükran duaları etmektedir. Allah’a şükrediyor, ama Allah’ın yaptığı ve dediği için değil, kendi yaptıkları için! Kısacası kendisini Allah’ın önünde övmektedir, sanki kendini beğenmekte veya Allah’ın mükafatını beklemekte! Kendini överken başkalarını da küçük düşürmektedir: başkalarına karşı hiç merhameti yoktur, Allah’ın da merhamet etmeyeceğini düşünmektedir. Hatta kendisinin merhamete ihtiyacı olmadığını düşünmektedir: buyrukları en küçük noktasına kadar yerine getirdiğini sanmaktadır. Ama ikinci adam göğsüne vurmaktadır: itaatkâr olmadığını kabul etmektedir, övünecek bir şeyi yoktur ve Allah’tan sadece merhamet dilemektedir. “Tanrım, günahkâr insan olan bana merhamet et” demektedir. Bu adam günahkârdır ve bunu kabul etmektedir, buna üzülmektedir ve böyle olduğuna pişmandır. Kendini başkalarıyla karşılaştırmayı düşünmemektedir, duasında kendini övmemektedir.

Bu iki adam... her ikisi de, beni temsil etmektedir. Birincisinden nasıl dua etmemem gerektiğini, diğerinden ise Allah’ın beni nasıl görmek istediğini öğrenmekteyim. Birinden, beğendiğim güzel sözler söylediğim için iyi bir dua ettiğimi sanmamam gerektiğini, diğerinden ise Allah’ın önünde daima zavallı bir günahkâr olduğumu anlıyorum. Böylece İsa’dan şunu öğreniyorum: Allah’ın gördüğü gerçeği gördüğümde, yani ne kadar zavallı olduğumu anladığımda, dua etmeye başlıyorum. Dua etmek, gururdan, kendini beğenmişlikten, kibirden, dırdırdan, dedikodudan, diğerlerini yargılamaktan kurtarılmayı arzulamaktır; dua etmek, Allah’ın itaatkâr ve sevgi dolu evlatları olmayı arzulamaktır. Dua etmek, kendi günahını görerek, Allah’a yönelmek ve her şeye rağmen affedileceğine güvenerek, O’ndan merhamet dilemektir. Dua etmek, karşılaştığın herkese aynen Allah gibi merhamet etmektir. Ben Sirak şöyle demektedir: “Yoksulun duası bulutları aşar” ve sebatlıdır; dolayısıyla güvenle bekler, Allah arzuları hemen gerçekleştirmiyorsa da. O Babamdır, ben kendimi ona emanet ediyorum ve O’na güveniyorum, aynen aziz Pavlus gibi!